Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Yanlış Yol», sayfa 5

Yazı tipi:

İlk karşılaştıkları günü düşündü, neredeyse bir yıl olmuştu. Polis akademisinden başarıyla mezun olmuş genç kadını solgun benizli ve kesinlikle çekici olmayan biri olarak değerlendirmişti. Genç kadın tanışır tanışmaz ona gerçek yaşamla ilgili okulda öğrenemediklerini kendisinden öğrenmeye can attığını söylemişti. Aslında tam tersi olmalıydı, diye geçirdi içinden, tam olarak anlayamadığı taş baskı resme bakarken. Doğrusunu söylemek gerekirse asıl ben ondan sürekli bir şeyler öğreniyorum.

Üst katta kumsala bakan pencerelerden birinin önünde durdular. Projektörler yerlerine konmuştu, sonunda olay yerine gelebilen Nyberg sinirli bir tavırla kayığın üstünü plastik bir örtüyle örten polisleri yönlendiriyordu. Kumsal polis kordonu altına alınmıştı. Yağmur olanca hızıyla yağmayı sürdürdüğünden polis kordonunun gerisinde çok az sayıda meraklı vardı.

“Yanıldığımı düşünmeye başlıyorum,” dedi Wallander plastik örtüyle kayığın üstünü sonunda örtmeyi başaran polislere bakarak. “Wetterstedt’in evde öldürüldüğüne ilişkin herhangi bir ipucu yok.”

“Katil ortalığı temizlemiş olabilir,” dedi Höglund.

“Nyberg evi baştan sona inceledikten sonra bunu öğreneceğiz. Şimdilik cinayetin evin dışında işlendiğini düşünüyorum.”

Konuşmadan aşağıya indiler.

“Ön kapıya bırakılmış posta yoktu,” dedi Höglund. “Ev tel örgülerle çevrili. Bir yerde bir posta kutusu olmalı.”

“Bununla daha sonra ilgileniriz,” dedikten sonra Wallander büyük ve geniş oturma odasına giderek odanın ortasında durdu. Höglund ona merakla bakıyor ama bir şey söylemiyordu.

“Neleri göremediğimi kendime sorarım genelde,” diyerek konuşmaya devam etti Wallander. “Ama nedense burada her şey açık seçik duruyor gibi. Bir adamın tek başına yaşadığı bir evde her şey yerli yerinde, ödenmemiş faturalar yok ve adamın yalnızlığı eskiden içilmiş bir puro kokusu gibi duvarlara sinmiş. Bu tabloda tek yanlış bu söz konusu adamın cesedinin kumsalda Göran Lindgren’in kayığının altında yatıyor olması.”

Bu sözleri söyler söylemez bir hata yaptığını anlayarak konuşmasını sürdürdü.

“Hayır, bir yanlış daha var,” dedi. “O da bahçe kapısının yanındaki lambanın yanmıyor olması.”

“Belki de ampul patlamıştır,” dedi Höglund şaşkınlıkla.

“Olabilir,” diye karşılık verdi Wallander. “Ama yine de garip.”

Kapı vuruldu. Wallander gidip açınca yağmurdan sırılsıklam olmuş Hansson’un kapının önünde durduğunu gördü.

“Eğer o kayığı düzeltmezsek ne Nyberg ne de doktor çalışmasına başlayabilecek.” Hansson sıkıntılı bir sesle konuşmuştu.

“Düzeltin o zaman,” dedi Wallander. “Ben de az sonra orada olacağım.”

Hansson yağmurun altında gözden kayboldu.

“Akrabalarını aramaya başlamalıyız. Evde bir yerde telefon defteri olması gerek.”

“Garip olan ya da senin deyiminle yanlış olan bir şey daha var aslında,” diyen Höglund devam etti. “Uzun politik yaşamından hatıralar, çıktığı yolculuklardan getirdiği hatıra eşyalar ve birileriyle çekilmiş fotoğraflar dışında tek bir aile fotoğrafı bile yok.”

Oturma odasına döndüklerinde Wallander etrafına daha bir dikkatle bakınca Höglund’un haklı olduğunu gördü. Bunu önce kendisinin fark etmemesine canı sıkıldı.

“Belki de yaşlandığının kanıtlarını çevresinde görmek istemiyordu,” dedi Wallander, bu sözlere kendi de inanmayarak.

Kanepenin yanındaki masada bir telefon vardı.

“Çalışma odasında da bir telefon var,” dedi Wallander. “Sen oraya bak, ben de burayı bir araştırayım.”

Wallander telefonun durduğu masaya yaklaştı. Telefonun yanında televizyonun uzaktan kumandası duruyordu. Wetterstedt telefonda konuşurken bir yandan da televizyon izliyordu, diye geçirdi içinden. Tıpkı benim gibi. Telefonda konuşurken kanal değiştirmekten hoşlanan insanlarla dolu bir dünyada yaşıyoruz. Telefon defterlerini karıştırdı ama özel bir not ya da başka bir şey bulamadı. Sonra telefon masasının arkasındaki küçük çalışma masasının iki çekmecesini dikkatle açtı. Çekmecelerin birinde bir pul albümü, diğerinde de birkaç kutu yapıştırıcıyla bir kutu peçete halkası vardı.

Çalışma odasına doğru giderken telefon çaldı. Durdu. Aynı anda da Höglund çalışma odasının kapısında belirdi. Wallander yavaşça köşedeki kanepeye oturarak ahizeyi kaldırdı.

“Alo,” dedi bir kadın sesi. “Gustaf? Neden beni aramadın?”

“Kimsiniz?” diye sordu Wallander.

Kadının sesi birden ciddileşti.

“Ben Gustaf Wetterstedt’in annesiyim. Kiminle konuşuyorum?”

“Ben, Ystad emniyetinden Kurt Wallander.”

Yaşlı kadının nefesini duyabiliyordu. Gustaf Wetterstedt’in annesi olduğuna göre kadının gerçekten de çok yaşlı olması gerektiğini düşündü. Yanı başında duran Höglund’a bakarak yüzünü buruşturdu.

“Bir şey mi oldu?” diye sordu yaşlı kadın.

Wallander nasıl davranması gerektiğini kestiremiyordu. Kurbanın yakın akrabalarına bu ani ölümü telefonda söylemek için bazı yazılı ve yazılı olmayan kurallar vardı. Ama bunlar için artık çok geçti çünkü az önce polis olduğunu ve adını söylemişti.

“Alo?” dedi yaşlı kadın. “Orada mısınız?”

Wallander karşılık vermedi. Çaresizlikle Höglund’a baktı. Daha sonra da nedenini hiçbir zaman tam olarak anlayamadığı bir şey yaptı. Telefonu kapattı.

“Kimdi?” diye sordu Höglund.

Wallander başını iki yana sallayarak karşılık vermedi. Sonra da ahizeyi kaldırarak Kungsholm’deki Stockholm emniyet müdürlüğüne telefon etti.

7

Akşam saat dokuzu biraz geçe Gustaf Wetterstedt’in telefonu bir kez daha çaldı. O vakte kadar Wallander, Stockholm’deki meslektaşlarından biri aracılığıyla Wetterstedt’in ölümünün annesine bildirilmesini sağlamıştı. Wallander’i Östermalm emniyetinden Hans Vikander diye biri aradı. Birkaç güne kadar, 1 Temmuz’da, eski adı değiştirilip “Şehir Polisi” olacakmış.

“Haber verildi,” dedi Vikander. “Kadıncağız çok yaşlı olduğu için bir rahiple birlikte gittik. Doksan dört yaşında olmasına karşın haberi çok sakin karşıladı.”

“Belki de o yaşta olduğu için sakin karşılamıştır,” dedi Wallander.

“Şimdi de Wetterstedt’in iki çocuğunun izini bulmaya çalışıyoruz,” diye sürdürdü konuşmasını Vikander. “Büyük oğlu New York’ta Birleşmiş Milletler’de çalışıyor. Kızıysa Uppsala’da yaşıyormuş. Bugün akşama kadar onlara ulaşmayı umuyoruz.”

“Peki ya eski karısı?” diye sordu Wallander.

Vikander alayla sordu. “Hangisi? Adam üç kez evlenmiş.”

“Üçü de,” dedi Wallander. “Daha sonra onlarla bağlantı kuralım.”

“İlgini çekebileceğini düşündüğüm bir şey daha var,” dedi Vikander. “Annesiyle konuştuğumuzda oğlunun kendisini her akşam saat tam dokuzda aradığını söyledi bize.”

Wallander saatine baktı. Dokuzu üç geçiyordu. O anda da Vikander’in söylediklerinin önemini algıladı.

“Dün aramamış,” diye devam etti Vikander. “Dokuz buçuğa kadar beklemiş. Sonra da kendisi aramış. On beş kez çaldırmasına karşın telefon açılmamış.”

“Peki, ya daha önceki gece?”

“Hafızası o kadar iyi değil. Unutma, kadın doksan dört yaşında. Yakınlardaki olayları hiç iyi hatırlamadığını söyledi.”

“Başka bir şey söyledi mi?”

“Daha fazla rahatsız etmek istemedik.”

“Onunla yeniden konuşmalıyız,” dedi Wallander. “Seninle tanıştığına göre, oraya yine senin gitmen iyi olur.”

“Temmuzun ikinci haftası izne çıkıyorum,” dedi Vikander. “O zamana dek sorun yok.”

Wallander telefonu kapatırken Höglund içeri girdi. Posta kutusuna bakıp gelmişti.

“Bugünün ve dünün gazeteleri. Telefon faturası. Özel bir mektup falan yoktu. Uzun zamandan beri o kayığın altında yattığını sanmıyorum.”

“Evi bir kez daha dolaş,” dedi Wallander kanepeden kalkarak. “Yerinde olmayan bir şey var mı bir kez daha bak. Ben de kumsala gidip cesede bakacağım.”

Yağmur daha da hızlanmıştı. Wallander koşarak arka bahçeden geçerken birden o akşam babasını görmeye gideceğini hatırladı. Yüzünü buruşturarak eve geri döndü.

“Bana bir iyilik yap,” diye seslendi Höglund’a içeri girerken. “Babamı ara ve çok acil bir soruşturmaya katılmak zorunda kaldığımı söyle. Kim olduğunu sorarsa ona yeni müdür olduğunu söylersin.”

Höglund tamam dercesine başını sallayarak gülümsedi. Wallander ona babasının telefon numarasını verdi. Sonra da yeniden dışarı çıktı.

Cinayet yeri projektörlerle aydınlatılmıştı. Yoğun bir tedirginlik duygusuyla Wallander geçici olarak konulan plastik örtünün altına girdi. Gustaf Wetterstedt’in cansız bedeni bir muşambanın üstünde yatıyordu. Doktor elindeki feneri Wetterstedt’in boğazına tutmuş inceliyordu. Wallander’in içeri girdiğini görünce durdu.

“Nasılsın?” diye sordu.

Doktor ağzını açıp konuşuncaya dek Wallander onu tanımamıştı. Bu birkaç yıl önce kalp krizi geçirdiğini sanıp acil servise geldiğinde kendisini tedavi eden doktordu.

“Bu olayın dışında, iyiyim,” diye karşılık verdi Wallander. “Tekrar aynı sıkıntıları yaşamadım.”

“Söylediklerimi yaptın mı?” diye sordu doktor.

“Elbette hayır,” diye mırıldandı Wallander.

Bir kez daha cesedin yüzüne baktı. Pıhtılaşmış kanla kaplı olmasına karşın bu yüzde inatçı ve acımasız bir ifade vardı. Wallander eğilerek saçla derinin kesildiği yere, alnın üst tarafındaki yaraya baktı.

“Nasıl ölmüş?”

“Belkemiğine yediği güçlü bir balta darbesiyle,” diye karşılık verdi doktor. “Hemen ölmüş olmalı. Kürek kemiğinin hemen altında belkemiği ciddi bir darbe yemiş. Büyük olasılıkla yere düşmeden öldü.”

“Bunun evde olmadığından emin misin?”

“Öyle sanıyorum. Belkemiğine vurulan darbe hemen arkasında duran biri tarafından gelmiş olmalı. Bence belkemiğine yediği darbenin gücüyle öne doğru düşmüş. Ağzında ve gözlerinde kum var. Büyük olasılıkla buralarda bir yerde olmuş olmalı.”

“O zaman buralarda kan izleri de olmalı.”

“Yağmur izleri siliyor,” dedi doktor. “Ama eğer şansımız yaver giderse, kumun üst tabakasını kazıyarak yağmurun silemediği kan izlerini bulabiliriz.”

Wallander, Wetterstedt’in derisi yüzülmüş kafasını gösterdi.

“Bunu nasıl açıklıyorsun?”

Doktor omuz silkti.

“Alındaki yarık keskin bir bıçakla yapılmış. Ya da bir jiletle. Saç ve deri yüzülmüş. Bunun belkemiğine vurulan darbeden önce mi, yoksa sonra mı olduğunu henüz söyleyemiyorum. Bunu Malmö’deki patalog söyleyecek.”

“Malmström’ün bugünlerde işleri bir hayli yoğun,” dedi Wallander.

“Kimin?”

“Dün kendini yakan bir genç kızdan geriye kalanları göndermiştik. Şimdi de kafa derisi yüzülen bir adamı gönderiyoruz. Bizimle çalışan pataloğun adı Malmström.”

“Başka bir patalog daha var. Bu sözünü ettiğin kadını tanımıyorum.”

Wallander cesedin yanına iyice yaklaştı.

“Neler düşünüyorsun?” dedi doktora. “Sence ne olmuş olabilir?”

“Arkasından saldıran adam ne yaptığını biliyormuş,” dedi doktor. “Keskin bir nişancı da bundan iyisini yapamazdı. Ama kafasının derisini yüzmek! İşte bence bu bir zırdelinin işi.”

“Ya da bir Kızılderili’nin,” dedi Wallander düşünceli bir sesle.

Yerinde doğrulurken diz kapaklarının ağrıdığını fark etti. Sancısız geçirdiği günler artık çok gerilerde kalmış gibiydi.

“Benim burada işim bitti,” dedi doktor. “Malmö’ye onu getireceğimizi söyledim.”

Wallander karşılık vermedi. Wetterstedt’in giysilerinde dikkatini çeken bir ayrıntı yakalamıştı. Pantolonunun fermuarı açıktı.

“Giysilerine dokundun mu?” diye sordu Wallander merakla.

“Yalnızca belkemiği çevresindeki balta yarasına dokundum.”

Wallander anladım dercesine başını salladı. Midesi bulanmaya başlamıştı.

“Bir şey sorabilir miyim?” dedi. “Wetterstedt’in pantolonunun içine bir bakıp orada olması gereken şeyin yerinde olup olmadığını söyleyebilir misin?”

Doktor, Wallander’e soru sorarcasına baktı.

“Biri kafasının derisini yüzdüğüne göre başka şeylerle de ilgilenmiş olabilir,” diye açıkladı düşüncelerini Wallander.

Doktor evet dercesine başını salladıktan sonra lastik eldivenleri eline geçirdi. Sonra da dikkatle elini açık fermuardan içeri sokarak yokladı.

“Burada olması gereken şey yerinde,” dedi elini çekerken.

Wallander başını tamam dercesine salladı.

Wetterstedt’in cesedi kaldırıldı. Wallander kayığın yanında yere çömelmiş duran Nyberg’e döndü.

“Nasıl gidiyor?” diye sordu.

“Bilmiyorum,” diye karşılık verdi Nyberg. “Bu yağmurun altında tüm izler silinip gidiyor.”

“Kumları yarın yine kazıyalım,” dedi Wallander ve doktorun söylediklerini arkadaşına aktardı. Nyberg başını salladı.

“Eğer kumların arasında kan izleri varsa mutlaka buluruz. Başlamamızı istediğin özel bir yer var mı?”

“Kayığın çevresi,” dedi Wallander. “Sonra da bahçe kapısından kumsala uzanan yol.”

Nyberg kapağı açık çantayı gösterdi. Çantanın içinde delil poşetleri vardı.

“Cebinde yalnızca bir kutu kibrit buldum,” dedi Nyberg poşetlerden birini başıyla göstererek. “Sende de anahtarlar var. Giysileri ayakkabılarının dışında oldukça pahalı şeyler.”

“Ev dağınık değildi. Ama bu akşam bu söylediğim yerlere bakarsan çok sevinirim.”

“İki yerde birden olamam ki,” diye homurdandı Nyberg. “Eğer burada olası delilleri bulup çıkarmamız gerekiyorsa bunu yağmur tüm izleri yok etmeden yapmak zorundayız.”

Wallander yeniden Wetterstedt’in evine doğru gitmeye hazırlanırken birden Göran Lindgren’in hâlâ orada olduğunu fark ederek yanına gitti. Lindgren soğuktan titriyordu.

“Artık evinize gidebilirsiniz,” dedi Wallander.

“Babama telefon edip her şeyi anlatabilir miyim?”

“Evet.”

“Peki neler olmuş?” diye sordu Lindgren.

Wallander sıkıntıyla yanıtladı. “Henüz bilmiyoruz.”

Polis kordonunun hemen dışında meraklı birkaç kişi polisin çalışmasını izliyordu. Meraklıların bazıları civarda oturan yaşlılar, köpekli bir delikanlı ve mobiletli bir çocuktu. Wallander korku içinde kendisini bekleyen günleri düşündü. Belkemiği parçalanan, kafa derisi yüzülen eski bir adalet bakanına ilişkin haber; gazetelerin, radyonun ve televizyon kanallarının hiç zaman yitirmeden üstüne atlayacağı türdendi. Durumla ilgili tek iyi şey, Salomonsson’un kolza tarlasında kendini yakan genç kızın birinci sayfada haber olma şansını yitirmiş olmasıydı.

Sıkıştığını fark ederek denizin kenarına doğru gitti ve fermuarını açtı. Belki de her şey bu denli basit işte, diye geçirdi içinden. Gustaf Wetterstedt saldırıya uğradığında o da fermuarını açmış ve belki de işini görmek üzereydi.

Eve doğru giderken birden durdu. Bir şeyi gözden kaçırmıştı. Dönerek Nyberg’in yanına gitti.

“Svedberg’in nerede olduğunu biliyor musun?”

“Galiba muşamba bulmaya gitti. İzler silinmesin diye kumu örtmek istiyoruz.”

“Geri döndüğünde onunla mutlaka konuşmak istiyorum,” dedi Wallander. “Martinson’la Hansson neredeler?”

“Yanlış bilmiyorsam Martinson yiyecek bir şeyler almaya gitti,” dedi Nyberg ters bir tavırla. “Yemek yemeye kimin zamanı var acaba?”

“İstersen sana da bir şeyler getirmesi için birilerini gönderebiliriz,” dedi Wallander. “Hansson nerede?”

“Savcılara haber vermeye gitti. Ben bir şey istemiyorum.”

Wallander villaya döndü. Yağmurdan sırılsıklam olan ceketini ve çizmelerini çıkardıktan sonra birden karnının çok acıktığını hissetti. Höglund, Wetterstedt’in çalışma odasındaki masaya oturmuş, masanın çekmecelerini inceliyordu. Wallander mutfağa giderek ışığı yaktı. Salomonsson’un mutfağında kahve içişleri geldi aklına birden. Oysa Salomonsson artık yoktu. Ölmüştü. Eski çiftçinin mutfağıyla bu mutfağı kıyaslamak olanak dışıydı. Burası bambaşka bir dünyaydı. Duvarda pırıl pırıl parlayan bakır tencereler asılıydı. Mutfağın ortasında açık bir ocak ve hemen üstünde de kocaman bir davlumbaz vardı. Buzdolabını açarak bir parça peynirle bira aldı. Duvara dayalı tahta kutuların birinde ekmek buldu. Mutfak masasına oturarak hiçbir şey düşünmeden yemeğini yedi. Yemeğini bitirmek üzereyken Svedberg içeri girdi.

“Nyberg benimle konuşmak istediğini söyledi.”

“Muşambaların işi bitti mi?”

“Elimizden gelen en iyi şekilde kumu örtmeye çalışıyoruz. Martinson meteorolojiyi arayarak yağmurun daha ne kadar süreceğini sordu. Söylenilenlere göre yağmur gece boyunca yağacakmış. Sonra birkaç saat duracak ama yeniden başlayacakmış.”

Mutfağın zemininde Svedberg’in çizmelerinden akan sular yüzünden küçük bir göl olmuştu. Ne var ki Wallander’in içinden arkadaşına çizmelerini çıkarmasını söylemek gelmedi. Bu mutfakta Gustaf Wetterstedt’in ölümündeki gizemi bulabileceklerini pek sanmıyordu.

Svedberg masanın etrafındaki sandalyelerden birine oturarak mendiliyle saçlarını kurulamaya çalıştı.

“Bir zamanlar bana Kızılderililerin geçmişine ilgi duyduğunu söylediğini hayal meyal hatırlıyorum,” diye söze başladı Wallander. “Yanılıyor muyum yoksa?”

Svedberg ona şaşkınlıkla baktı.

“Hayır yanılmıyorsun. Kızılderililer hakkında birçok şey okudum. Onlar hakkında yalan yanlış bilgi içeren filmleri izlemekten hiç hoşlanmam. Kızılderililer konusunda uzman olan Uncas adında biriyle yazıştım. Bir keresinde yaptığı televizyon programı ödül almıştı. Ama galiba bu ben doğmadan önceydi. Neyse, yine de bana birçok şey öğretti.”

“Neden sorduğumu merak ediyor olmalısın,” dedi Wallander.

“Doğrusunu istersen etmiyorum,” diye karşılık verdi Svedberg. “Wetterstedt’in kafa derisinin yüzüldüğünü biliyorum.”

Wallander dikkatle ona baktı.

“Öyle mi?”

“Eğer deri yüzme işi bir sanatsa bu olayda bu iş hemen hemen kusursuzca gerçekleştirilmiş. Keskin bir bıçakla alnının ortasına derin bir yarık açılmış. Sonra da her iki şakakta derin yarıklar açmış. Bunu da kafa derisini sıkıca kavramak için yapmış olmalı.”

“Belkemiğine yediği bir darbeden öldü,” diye sürdürdü konuşmasını Wallander. “Omuzlarının hemen altına yediği bir darbeden.”

Svedberg omuz silkti.

“Kızılderili savaşçılar kafayı hedef alırlar,” dedi. “Belkemiğine vurmak kolay değildir. Baltayı bir açı oluşturacak şekilde tutman gerekir. Özellikle de öldürmeye çalıştığın insan hareket halindeyse bu daha da zor olur.”

“Ya kıpırdamadan ayakta duruyorsa?”

“Yine de bu pek Kızılderili tarzına benzemiyor,” dedi Svedberg. “Aslında insanlara arkadan saldırarak öldürmek Kızılderili tarzı değil.”

Wallander başını ellerinin arasına aldı.

“Neden bunları soruyorsun,” dedi Svedberg. “Wetterstedt’i bir Kızılderili’nin öldürmesi pek olası değil.”

“Kim kafa derisini toplar?” diye sordu Wallander.

“Yalnızca deliler,” diye karşılık verdi Svedberg. “Böylesi bir şeyi gerçekleştiren kişinin mutlaka delinin biri olması gerek. Onu en kısa zamanda yakalamalıyız.”

“Biliyorum.”

Svedberg kalkarak evden dışarı çıkınca, Wallander bir bez alarak yeri temizledi. Sonra da Höglund’u görmeye gitti. Saat on buçuğa geliyordu.

“Baban pek memnun olmadı,” dedi Höglund, Wallander genç kadının yanına gittiğinde. “Ama bence en çok da senin daha önce arayıp gelemeyeceğini haber vermemene bozuldu.”

“Haklı,” dedi Wallander. “Neler buldun bakalım?”

“Bir iki küçük şey. Dıştan baktığında hiçbir şeyin çalınmadığını görüyorsun. Çekmeceler kırılmamış. Bana kalırsa böylesine büyük bir evi bu denli temiz tutabilmesi için mutlaka bir gündelikçisi olmalı.”

“Neden böyle düşünüyorsun?”

“İki nedenden ötürü. Birincisi erkekle kadın temizliği arasında büyük bir fark vardır. Bu farkın ne olduğunu sorma ama öyledir.”

“Peki ya ikinci neden?”

“Ajandasını buldum ve ajandanın içinde de ‘gündelikçi kadın’ diye bir not vardı ve kenara tarih düşülmüştü. Aynı not ayda iki kez yazılmıştı.”

“‘Gündelikçi kadın‘ diye mi yazmıştı gerçekten?”

“Evet.”

“Kadının en son buraya ne zaman geldiğini biliyor musun?”

“Geçen perşembe.”

“Şimdi her şeyin neden bu denli temiz ve yerli yerinde olduğu anlaşılıyor.”

Wallander çalışma masasının önündeki koltuğa çökercesine oturdu.

“Sence nasıl görünüyor?” diye sordu Höglund.

“Belkemiğine indirilen bir balta darbesiyle anında ölüyor. Katil kafa derisini yüzerek kayıplara karışıyor.”

“Daha önce katiller demiştin, neden şimdi tekil konuşuyorsun?”

“Farkındayım ama şu anda bu olay canımı çok sıkıyor. İnsan yirmi yıldan beri tek başına yaşayan yaşlı bir adamı neden öldürür? Ve neden kafa derisini yüzer?”

Bir süre konuşmadan oturdular. Wallander tarlada kendini yakan genç kızı, kafa derisi yüzülmüş adamı ve sürekli yağan yağmuru düşünüyordu. Bir keresinde Danimarka’da Skagen’deki rüzgârın yığdığı kum tepeciklerinin arkasında Baiba’yla birlikte nasıl seviştiklerini düşünmeye çalışarak bu karamsar düşünceleri kafasından uzaklaştırmaya uğraştı. Ne var ki alevler içindeki genç kız gözlerinin önünden gitmiyordu bir türlü. Ve Wetterstedt de Malmö’ye gitmek için sedyede yatıyordu.

Bu düşünceleri bir kez daha kafasından uzaklaştırmaya çalışarak Höglund’a baktı.

“Durumu özetle bakalım,” dedi. “Sen ne düşünüyorsun? Sence burada neler oldu? Anlat bakalım. Hiçbir şeyi atlama.”

“Dışarı çıktı,” dedi Höglund. “Kumsalda yürümek istedi. Belki biriyle buluşacaktı. Belki de sadece yürümek istiyordu. Ama bu uzun bir yürüyüş olmayacaktı.”

“Neden?”

“Ayakkabılarından ötürü. Eski ve oldukça yıpranmışlardı. Hem de rahatsız. Ama kısa bir yürüyüş için sakıncası yoktu.”

“Peki sonra?”

“Cinayet gece işlendi. Doktor ölüm saatine ilişkin bir şey söyledi mi?”

“Henüz emin değil. Devam et. Neden gece?”

“Gündüz görünme tehlikesi çok büyük. Ve yılın bu döneminde de gündüzleri kumsal kalabalık olur.”

“Başka?”

“Ortada somut bir kışkırtma yok. Ama katilin bir planı olduğunu sanırım söyleyebilirim.”

“Neden?”

“Cesedi sakladı.”

“Neden sakladı dersin?”

“Bulunmasını geciktirmek için. Böylece kaçacak zamanı olacaktı.”

“Ama onu kimse görmedi, değil mi? Katilin erkek olduğunu mu düşünüyorsun?”

“Evet. Çünkü hiçbir kadın birinin belkemiğini ikiye bölmez. Çaresiz ve gözünü öfke bürümüş bir kadın kocasının başına baltayla vurabilir. Ama kesinlikle kafa derisini yüzmez. Katil erkek.”

“Katil hakkında ne biliyoruz?”

“Hiçbir şey. Tabii sen benim bilmediğim bir şeyi biliyorsan o başka.” Wallander hayır dercesine başını salladı.

“Sen hepimizin bildiklerinin bir özetini çıkardın,” dedi. “Artık evi Nyberg’le adamlarına bırakma zamanı geldi.”

“Bu konuyla ilgili büyük gürültü kopacak,” dedi Höglund.

“Biliyorum,” diye karşılık verdi Wallander. “Yarın başlayacak. Yakında tatile çıkacağın için şanslı sayılırsın.”

“Hansson iznimi ertelememi istedi. Ben de kabul ettim.”

“Artık evine git,” dedi Wallander. “Diğerlerine soruşturma planını yapmak için yarın sabah yedide toplanmayı önereceğim.”

Wallander yalnız kalınca bir kez daha evi baştan aşağı dolaştı. Çok kısa bir zaman içerisinde Gustaf Wetterstedt’in kimliğine ilişkin somut bir resim oluşturmaları gerektiğinin farkındaydı. Şimdilik yalnızca tek bir alışkanlığını biliyorlardı, o da her akşam saat dokuzda annesini aramaktı. Peki ama ya bilmedikleri alışkanlıkları? Wallander mutfağa giderek çekmecelerde kâğıt aradı. Sonra da ertesi sabah yapacakları toplantı için gerekli notları aldı. Birkaç dakika sonra Nyberg içeri girerek ıslak yağmurluğunu çıkardı.

“Ne aramamızı istiyorsun?” diye sordu Nyberg.

“Cinayetin işlendiği yeri,” diye karşılık verdi Wallander. “Böylesi bir şeyin olmadığını biliyoruz. Ama onun evde öldürülmediğinden iyice emin olmak istiyorum. Her zamanki gibi evi baştan sona iyice aramanızı istiyorum.”

Nyberg tamam dercesine başını sallayarak mutfaktan çıktı. Sonra da Wallander, Nyberg’in elemanlarından birine seslendiğini duydu. Wallander eve giderek birkaç saat uyumak istiyordu. Ama gitmeden önce bir kez daha evi dolaşmaya karar verdi. Bu kez işe bodrum katından başladı. Bir saat sonraysa en üst kattaydı. Wetterstedt’in büyük ve geniş yatak odasına giderek dolabını açtı. Giysileri kenara çekip dolabın yerine baktı. Aşağıdan Nyberg’in öfkeli sesi duyuluyordu. Tam dolabı kapamak üzereyken köşede duran küçük bir çanta gözüne ilişti. Eğilerek çantayı aldı ve yatağın kenarına oturarak açtı. İçinde bir fotoğraf makinesi vardı. Öyle pahalı bir şeye de benzemiyordu. Bunun Linda’nın geçen yıl aldığı makineye benzediğini fark etti, makinenin içinde film de vardı. Otuz sekizlik filmden yalnızca yedisi kullanılmıştı. Fotoğraf makinesini çantanın içine koydu. Sonra da aşağıya Nyberg’in yanına gitti.

“Bu çantada bir fotoğraf makinesi var,” dedi. “İçindeki filmin bir an önce banyo edilmesini istiyorum.”

Wallander, Wetterstedt’in villasından ayrıldığında gece yarısı olmuştu. Yağmur hâlâ yağıyordu.

Doğruca eve gitti.

Dairesinden içeri girer girmez mutfak masasına oturdu. Filmin içinde nelerin ve kimlerin fotoğrafları olabileceğini merak ediyordu.

Olanca hızıyla yağan yağmurun sesi duyuluyordu.

Wallander içini bir şeylerin kemirdiğini hissetti.

Bir şeyler olmuştu. Bunların, çok daha büyük ve kötü şeylerin yalnızca başlangıcı olacağına ilişkin bir his vardı içinde.

₺63,19

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
12+
Litres'teki yayın tarihi:
30 haziran 2023
ISBN:
978-625-99813-4-5
Tercüman:
Editör:
Telif hakkı:
Ayrıksı Kitap
Metin
Ortalama puan 2, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin, ses formatı mevcut
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 5, 3 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre