Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Beyaz Diş», sayfa 2

Yazı tipi:

“Sen ve benden daha iyi adamları yakalamışlardır.” diye cevap verdi Bill.”

“Sızlanmayı kes. Bıktım senden.”

Henry öfkeyle kendi tarafına döndü. Ancak Bill’in benzer bir öfke tepkisi vermemesine şaşırdı. Bu Bill’in yapacağı şey değildi. Çünkü kendisi keskin sözlere kolay öfkelenirdi. Henry uykuya dalmadan uzun uzun düşündü. Göz kapakları kapanıp uyumaya geçerken aklındaki düşünce şuydu:

“Bill’in canının sıkkın olduğu kesin. Onu yarın neşelendiririm.”

AÇLIK ULUMASI

Günleri şanslı başladı. Gece boyunca hiç köpek kaybetmemişlerdi. Sessizliğe, karanlığa ve soğuğa doğru ilerleyen yoldaşların morali yerindeydi. Bill önceki geceye ait önsezilerini unutmuş gibiydi. Hatta öğlene doğru köpekler bozuk yolda kızağı ters çevirdiklerinde şakacı bir şekilde azarladı hayvanları.

Tuhaf bir durumdu. Kızak, bir ağaç gövdesi ile koca bir kaya arasına sıkışmıştı. Birbirine karışan kayışları çözmeleri için hayvanları serbest bırakmaları gerekiyordu. İki adam eğilmiş kızağı düzeltmeye çalışırlarken Henry Tek Kulak’ın yandan kaytardığını gördü.

“Buraya gel Tek Kulak!” diye bağırdı ayağa kalkıp köpeğin etrafında dolaşırken.

Ancak Tek Kulak, koşumları ile birlikte karların arasına daldı. Ve orada, arkalarındaki yolun karları arasında dişi kurt kendisini bekliyordu. Kurda yaklaştıkça daha da dikkatli davranmaya başladı. Tehlikeden dolayı yavaş yavaş yürüdü ve sonra durdu. Dişi kurdu dikkatli ve şüpheli aynı zamanda da arzulu bakışlarla süzüyordu. Dişi kurt da ona gülümser gibiydi. Dişlerini tehditkâr değil de uzlaşmacı bir tavırla gösteriyordu. Tek Kulak’a doğru cilveli birkaç adım atıp durdu. Köpek ise ihtiyatı ve dikkati elden bırakmadan kurda yaklaştı. Kuyruğu ve kulakları havaya kalkmıştı. Başı yukarıdaydı.

Dişi kurtla koklaşmaya kalksa da hayvan oynak bir tavırla geriye çekildi. Tek Kulak’ın yaptığı her hamleye geri çekilerek karşılık veriyordu. Köpeği cezbederek adım adım uzaklaştırıyordu insanların güvenli refakatinden. Bir seferinde belli belirsiz bir uyarı aklından geçmişçesine geriye dönüp devrilmiş kızağa ve kendisini çağıran adamlara baktı.

Fakat aklına gelen fikir, her neyse kendisine yaklaşıp kısa bir süre için koklaştıktan bir sonraki hamlesinden önce cilveyle geri çekilen dişi kurt tarafından yok edilmişti.

Bu arada Bill, tüfeği düşündü. Ne var ki silahı ters çevrilmiş kızağın altına sıkışmıştı. Bu arada Henry kendisine yardım edip de kızağı düzelttiklerinde, Tek Kulak ve dişi kurt fazlasıyla yakınlaşmışlardı. Aralarındaki mesafe o kadar fazlaydı ki ateş etme riskine girmek yersizdi.

Tek Kulak yaptığı yanlışı anladığında çok geçti. İki adam ne olduğunu anlayamadan köpeğin geri dönüp kendilerine doğru koşmaya başladığını gördüler. Daha sonra köpeğin geri çekilmesine mani olmak için bir düzine kadar cılız gri kurdun karlar üzerinde zıplayarak yolunu kesmek üzere uygun açılardan geldiğini gördüler. Dişi kurdun oynaklığı ve cilveli hâli bir anda yok olmuştu. Hırlayarak Tek Kulak’ın üzerine fırladı. Köpek, dişi kurdu bir omuz darbesiyle itti. Ancak geri çekilme yolu kesildiğinden tekrar ulaşma niyetiyle kızağın etrafında bir daire çizerek yolunu değiştirdi. Bu kovalamacaya dâhil olan kurtların sayısı her an artıyordu. Dişi kurt Tek Kulak’ın bir adım arkasındaydı ve takibi bırakmıyordu.

“Nereye gidiyorsun?” diye sordu Henry aniden elini ortağının koluna yerleştirerek.

Bill, silkinerek arkadaşının elini çekmesini sağladı. “Buna dayanamıyorum.” dedi. “Daha fazla köpek alamayacaklar bizden.”

Elinde silah yol kenarındaki çalıların arasına girdi. Niyeti belliydi. Tek Kulak’ın kızağa ulaşmak üzere etrafını çevrelediği yola kurtlardan önce ulaşmayı planlıyordu. Tüfeği sayesinde gün ışığında kurtları korkutup köpeği kurtarabilirdi. Henry arkadaşına seslendi:

“Dikkatli ol Bill. Tehlikeye atılma.”

Henry kızağa oturdu ve izlemeye başladı. Yapabileceği bir şey yoktu. Bill çoktan gözden kaybolmuştu. Arada bir dağınık hâldeki ladin ağaç kümelerinin ve çalıların arasından Tek Kulak’ı görebiliyordu. Henry onun çaresiz olduğunu düşünüyordu. Köpek tehlikenin fazlasıyla farkında olsa da dairenin dışından koşuyordu. Kurtlarsa içerdeki daha kısa dairede ilerliyorlardı. Tek Kulak’ın peşindekilerle mesafeyi açıp onların çevrelediği dairenin içinden geçerek kızağa ulaşacağını düşünmek yersizdi.

Hepsi de hızla bir noktaya doğru yaklaşıyorlardı. Ağaçların ve çalıların arasından gördüğü kadarıyla Henry, kurt sürüsünün, Tek Kulak’ın ve Bill’in bir araya geldiğini biliyordu. Her şey beklediğinden daha kısa bir süre içinde gerçekleşti. Önce bir el ateş edildiğini işitti. Buna müteakip kısa süre sonra duyduğu iki kurşun sesi üzerine Henry, Bill’in cephanesinin tükendiğini anladı. Daha sonra hırlamalar ve acılı havlamalardan oluşan feryat sesleri duydu. Tek Kulak’ın acı ve dehşet dolu havlamalarını tanımıştı. Yaralı bir kurdun feryadını da duymuştu. Hırlamalar kesildi. Feryatlar kayboldu. Issız topraklara yeniden sessizlik çökmüştü.

Kızağın üzerinde uzunca bir süre oturdu. Ne olduğunu görmeye gitmesine gerek yoktu. Olay gözlerinin önünde gerçekleşmişçesine biliyordu her şeyi. Bir keresinde irkilerek aniden kalkıp kızaktan baltasını aldı. Ancak tekrar oturdu ve kara kara düşünmeye başladı. Ayakları hizasındaki iki köpek büzülmüş, tir tir titriyordu.

Sonunda tükenmiş bir hâlde ayağa kalktı. Bütün direnci yok olmuşçasına köpekleri kızağa bağlamaya davrandı. Omzuna bir halat geçirip köpeklerle birlikte kızağı çekmeye başlasa da çok fazla ilerlemedi. Karanlık çökmeye başladığı anda kamp yapmaya koyuldu. Büyükçe bir ateş yaktı ve köpekleri doyurdu. Kendisi için pişirdiği yemeği yiyip ateşin yakınlarına yatağını yaptı.

Ancak o yatağın keyfini çıkaramayacaktı. Daha gözlerini kapatamadan kurtlar tehlikeli bir mesafeye kadar yaklaşmışlardı. Onları görmek için çabalamaya gerek yoktu. Ateşin ve kendisinin yakınındaydılar. Ateşin ışığında yere yatıp kalkanlar, karınlarının üzerinde sürünerek ilerleyenler, ileri geri sinsice yürüyenler vardı. Hatta bazıları uyuyordu bile. Karın üzerinde orada burada köpekler gibi kıvrılarak kendisinden alınmış uykuyu çekiyorlardı.

Ateşi harladı. Bedeni ile kurtların aç dişleri arasındaki tek şeyin ateş olduğunun farkındaydı. İki köpeği kendisine yakın duruyordu.

İki taraftan kendilerini korumaları için yaslanıyorlardı. Kâh bağırıyor kâh sızlanıyorlardı. Olur da bir kurt her zamankinden daha fazla yaklaşırsa çaresizce hırlıyorlardı. Böyle zamanlarda yani köpekler hırladığında kurtlar tedirgin oluyor, tereddütle öne doğru ilerliyorlardı. Hırlamalar ve istekli havlamalardan oluşan bir koro meydana geliyordu etrafında. Daha sonra kurt sürüsü tekrar çöküyor ve bazıları bölünen uykularına devam ediyordu.

Ne var ki kurtlardan oluşan dairenin kendisine yaklaşma gibi bir eğilimi vardı. Azar azar, santim santim bir kısmı karınlarının üzerinde ilerleyerek aradaki mesafeyi azaltıyorlardı. O kadar ki neredeyse bir atlayışlık mesafe vardı aralarında. Böyle zamanlarda Henry ateşten odunlar alıp sürüye fırlatıyordu. Her seferinde hızla geri çekiliyorlardı. Olur da içlerinden birine bir parça isabet edecek olursa öfkeli havlamalar ile korkmuş hırlamalar da işitiliyordu.

Sabah olduğunda adam bezgin ve yorgundu. Gözleri uykusuzluktan genişlemişti. Karanlıkta kahvaltısını hazırladı. Saat dokuz olduğunda gün ışığının görünmesiyle beraber kurt sürüsü geri çekildi. Uzun gece boyunca planladığı işi hayata geçirmeye koyuldu. Birkaç genç ağaç keserek oluşturduğu sırıkları çaprazlama bağlayıp ağaçların gövdesinin üzerine yerleştirdi ve bir iskele meydana getirdi. Sonra da halat ve köpeklerin yardımıyla tabutu iskelenin üzerine koydu.

“Bill’i yakaladılar, beni de yakalayabilirler. Ama seni asla yakalayamayacaklar genç adam.” dedi ağaç-mezardaki ölüye seslenerek.

Daha sonra yola koyuldu. Hafiflemiş kızak, istekli köpekler tarafından çekiliyordu. Onlar da iyi biliyorlardı ki Fort McGurry’e ulaştıklarında güvende olacaklardı. Kurtlar artık açıktan takip ediyorlardı. Sakin bir şekilde iki taraftan ilerliyorlardı. Kırmızı dilleri ağızlarından dışarı sarkıyor, zayıf bedenlerindeki kaburgalar görünüyordu her hareket edişlerinde. Aşırı sıska, bir deri bir kemiktiler. O kadar zayıftılar ki Henry karın üzerine öylece yığılmamalarına şaşırıyordu.

Karanlıkta yola devam etmeye cesaret edemedi. Öğle vakti güneş, güney ufuklarını ısıtmanın yanı sıra soluk ve altın sarısı ışıklarıyla ufuk çizgisinin üzerine de uzanıyordu. Bunu bir işaret saydı. Günler uzamaya başlamıştı. Güneş geri dönüyordu. Ancak tam da ışığı gözden kaybolunca kamp kurmaya koyuldu. Soluk gün ışığı ile loş alaca karanlık birkaç saat daha devam edecekti… Henry bu soluk ışıktan faydalanarak bol miktarda odun kesti.

Gece korku ile beraber geldi. Aç kurtlar daha da cesaretlenmekle kalmamış, uykusuzluk Henry’nin daha fazla yorgun düşmesine sebep olmuştu. Omzunda battaniyelerle ateş kenarına çökmüş, baltayı dizlerinin arasına almıştı. Köpekler iki yanında yaslanıyordu. Kendini tutamayarak uyudu. Bir kere uyandığında üç dört metre kadar uzağında sürünün en büyüklerinden bir gri kurdun durduğunu gördü. Ona baktığında hayvanın tembel bir köpek misali gerindiğini, ağzını yayarak esneyerek gözlerinin içine sahiplenmiş bir tavırla baktığını gördü. Sanki kısa süre sonra yiyeceği ertelenmiş bir yemekti.

Bu kendinden emin hâl bütün sürüde hâkimdi. Kendisine aç gözlerle bakan ya da kar üzerinde sakince uyuyan yirmi tane köpek saydı. Sofranın etrafına yayılmış yemek için izin bekleyen çocukları andırıyorlardı. Yiyecekleri yemek de kendisiydi. Yemeğin nasıl ve ne zaman başlayacağını merak etti.

Ateşe odun attığı sırada bedeninin değerini daha önce hiç anlamadığı kadar anladı. Hareket eden kaslarını izleyerek parmaklarının hünerli mekanizmasına dikkat kesildi. Ateş ışığında parmaklarını yavaşça ve sürekli olarak teker teker büküp sonra da hepsini birden gererek açıyor, bazen de bir cismi kavrar gibi bir hareket yapıyordu. Tırnak yapısını inceledi ve parmak uçlarını önce keskin sonra da yumuşakça sinir duyarlılığını ölçmek amacıyla bastırdı. Etkilenmişti. Öylesine hassas, düzgün ve güzelce çalışan vücudunu sevmeye başladı aniden. Sonra da etrafını beklenti içinde saran kurt çemberine korku dolu bir bakış attı. Ani bir darbe alır gibi anladı o an: O muhteşem vücudu, hayatta olan bedeni sadece bir et yığınıydı av peşindeki yırtıcı hayvanlar için. Aç dişleri tarafından parçalanarak bir yiyecek olacaktı onlara. Tıpkı bir geyiğin ya da bir tavşanın zaman zaman kendisi için bir yiyecek olduğu gibi.

Yarı kâbus bir uykudan uyandığında kızılımsı dişi kurdun karşısında olduğunu gördü. İki metre kadar ötesinde karda oturuyor, istekli gözlerle kendisine bakıyordu. Ayaklarındaki iki köpek sızlanıyor ya da hırlıyordu ama dişi kurt onları önemsemedi. Adama bakıyordu. O da bu bakışa bir süreliğine karşılık verdi. Dişi kurtta tehditkâr bir şey yoktu. Ona sadece büyük bir istekle bakıyordu. Ancak Henry biliyordu ki bu muazzam bir açlığa denk bir isteklilikti. Kendisi yemekti ve görüntüsü tat alma duyularını harekete geçiriyordu. Ağzı açıktı, salyaları dışarı akarken dudaklarını beklentinin verdiği hazla yalıyordu.

Adamın içinden korku dolu bir his geçti. Ona atmak üzere yanan bir oduna uzandı derhâl. Ancak oduna ulaşıp da parmaklarını geçirmeden dişi kurt geriye doğru sıçrayarak güvenli bir mesafeye sıçradı. Henry kendisine bir şeyler atılmasına alışkın olduğunu anladı. Hırlayarak geriye çekildiğinde beyaz dişlerini köklerine kadar gösterdi. İstekliliği yok olurken yerini adamı ürküten vahşi bir kötülüğe bırakıyordu. Elindeki oduna baktı ve parmaklarının ne kadar hünerli bir şekilde kavradığını gördü. Yüzeydeki düzensizliklere nasıl uyum sağladıklarına, kaba odunun altında ve üstünde nasıl kıvrıldıklarını gördü. Odunun yanan kısmına yakın küçük parmağı sıcaktan acı çekip nasıl da hassas ve otomatik bir şekilde daha soğuk bir kısmı tutmaya başlamıştı öyle. Bir anda o hassas ve narin parmakların dişi kurdun beyaz dişleri ile ezilip parçalandığını görür gibi oldu. Kullanım ömrü artık belirsiz vücuduna hiç böyle sevgi duymamıştı.

Bütün gece boyunca yanan odunlarla mücadele etti aç sürüyle. Kendine hâkim olamayarak uyuyakaldı. Yanındaki köpeklerin sızlanmaları ve hırıltıları uyandırdı onu. Sabah olduğunda gün ışığı ilk kez sürüyü dağıtmayı başaramadı. Onların gitmesini beklemesi boşunaydı. Kendisinin ve ateşin etrafında bir çember hâlinde durmaya devam ettiler. Öylesine kibirli bir sahiplenme tavrı ortaya koyuyorlardı ki gün ışığının getirdiği cesareti sarsıldı.

Yola çıkmak için çaresiz bir hamle yaptı. Ancak ateşin güvencesinden ayrılır ayrılmaz kurtlardan en gözü pek olanı ileri doğru sıçradı. Ancak kısa bir sıçrayıştı bu. Geri çekilerek kurtardı kendini Henry. Dişlerini kalçalarına geçirmesine on beş santim kalmıştı. Sürünün geri kalanı üzerine hücum ediyordu. Sağa sola yanan odun atarak uygun bir mesafeye çekilmelerini sağlıyordu.

Gün ışığında dahi ateşin yanından ayrılıp odun kesmeye cesaret edemedi. Altı metre kadar ileride kocaman ölü bir ladin ağacı vardı. Günün yarısını kamp ateşini ağacın yanına yaklaştırmakla harcadı. Düşmanlarına atmak üzere yarım düzine kadar odun parçası tutuyordu elinde sürekli. Ağaca ulaştığında en çok odunun olduğu kısma düşmesini sağlamak için etrafını inceledi.

Uyku ihtiyacının etkisini daha fazla şiddetlendirmesinin dışında gece, bir öncekinin aynısıydı. Köpeklerinin hırlamaları etkisini yitiriyordu. Ayrıca her zaman hırladıklarından duyarsızlaşmış ve uyuşuk duyuları seslerinin değişik tonlamalarını ve yoğunluğunu dikkate almıyordu. Ürpererek uyandı. Dişi kurt, bir metreden daha az bir mesafedeydi. Mekanik bir hareketle eline aldığı odunu kısa mesafeden açık ve hırlayan ağzına soktu. Acıyla haykırarak geri çekildi. Yanan etinin ve kürkünün kokusunun tadını çıkarırken altı metre kadar ötede kafasını sallayıp öfkeyle kükrediğini gördü.

Fakat bu kez uykuya dalmadan önce sağ eline yanan bir çam dalı bağladı. Gözlerini kapattıktan birkaç dakika sonra yanan etinin acısıyla uyandı. Birkaç saat boyunca böyle devam etti. Bu şekilde her uyandığında yanan odunlarla kurtları püskürttü, ateşi harladı ve eline yeniden çam dalı bağladı. Her şey yolunda gitse de bir keresinde dalı eline iyice bağlamadığından gözlerini kapattığında elinden düştü.

Rüya görüyordu. Fort McGurry’deydi. Sıcak ve rahattı. Kâğıt oynuyordu. Ayrıca kalenin etrafını kurtlar kuşatmıştı. Kapılarda kükrüyorlardı. Bazen kendisi ve oyun arkadaşları oyuna ara vererek hayvanların beyhude içeri girme çabalarına gülüyorlardı. Rüya öylesine tuhaftı ki bir çarpışma sesi duyuldu. Kapı patlayarak açıldı. Kurtların kalenin devasa oturma odasına akın ettiklerini gördü. Üzerlerine atlıyorlardı. Kapının açılmasıyla beraber kükreme sesleri fazlasıyla arttı. Kükreme onu rahatsız etmeye başladı. Rüyası başka bir şeyle iç içe giriyordu. Ne olduğunu bilmese de kükremeler devam ediyordu.

Uyandığında kükremelerin gerçek olduğunu gördü. Hırlamalar ve ciyaklamalar gerçekti. Kurtlar üzerine hücum ediyordu. Etrafında ve üzerindeydiler. İçlerinden birinin dişi koluna saplanmıştı. İçgüdüsel bir hareketle ateşe sıçradı. Sıçrarken de bacağının etini delen keskin dişi fark etti. Daha sonra ateş kavgası başladı. Sağlam eldivenleri geçici bir süreliğine ellerini korudu. Alev alev yanan odunları dört bir yana savurmaya başladı. Ta ki kamp ateşi bir yanardağa benzeyinceye dek.

Fakat bu uzun süremezdi. Yüzü sıcaktan kabarmıştı. Kaşları ve kirpikleri hafifçe yanmıştı. Ayakları da sıcağa dayanamıyordu artık. İki elinde yanan odunlarla ateşin kenarına sıçradı. Kurtlar geri çekilmişti. Yanan odunların düştüğü her yerde kardan bir cızırtı sesi geliyordu. Arada bir vahşi sıçrayışla geri çekilen bir kurt kükreyerek ve hırlayarak bu odunlardan birine bastığını ilan ediyordu.

Yanan odunları en yakındaki düşmanlarına atan adam, alev almış eldivenlerini kara fırlatarak ayaklarını soğutmak üzere yere sert sert bastı. İki köpeği de kayıptı. Pekâlâ biliyordu ki Şişko ile başlayıp ilerleyen günlerde kendisi ile sona erecek uzun süreli bir yemeğin ara öğünleri olmuşlardı.

“Beni daha ele geçiremediniz!” diye bağırdı aç hayvanlara yumruklarını savururken. Bağırma sesiyle beraber kurtlar telaşlandı. Hırlamaya başladılar. Dişi kurt karlar arasından yanına yaklaşarak aç bir arzuyla onu izlemeye başladı.

Aklına yeni gelen bir fikri hayata geçirmeye koyuldu. Ateşten geniş bir çember yapıp içine çöktü. Kıyafeti eriyen kardan kendisini koruyordu. Bu şekilde alevlerin güvencesinde kaybolunca sürü, ona ne olduğunu anlamak için yaklaştı. O zamana kadar yanaşmadıkları ateşin yakınında bir daire oluşturup âdeta köpek misali gözlerini kırpıp esneyerek zayıf bedenlerini alışkın olmadıkları sıcaklıkta esnettiler. Daha sonra dişi kurt oturdu, burnunu yıldıza kaldırıp ulumaya başladı. Diğer kurtlar da teker teker ona eşlik ettiler. Bütün sürü burunları havaya dikilmiş vaziyette açlık ulumalarını gerçekleştiriyorlardı.

Şafak geldi sonra da gün ışığı. Ateş azalmıştı. Yakıtları bittiğinden daha fazlasına ihtiyaç vardı. Adam alev çemberinden dışarı çıkmaya davransa da kurtlar onu karşılamaya hazırdı. Yanan odunlar yana çekilmelerini sağlasa da artık geri çekilmiyorlardı. Onları püskürtmeye çalışması boşunaydı. Vazgeçip çemberin içinde tökezlediğinde kurtlardan biri üzerine atladı ve hedef şaşırarak dört ayağının üzerinden alevlerin içine düştü. Dehşetle haykırıp hırladı ve pençelerini karda soğuttu.

Adam battaniyelerinin üzerine çömelir vaziyette oturdu. Vücudu öne doğru eğilmiş, rahatlamış omuzları düşmüştü. Dizlerinin üzerine dayadığı başı mücadeleyi bıraktığını ilan ediyordu. Arada bir kafasını kaldırıp sönmeye başlayan ateşe bakıyordu. Alevlerden oluşan çemberin arası açılıyordu. Bu açıklıklar gittikçe daralıyordu.

“Galiba her an beni ele geçirebilirsiniz.” diye söylendi. “Her türlü uyuyacağım.”

Uyandığında çemberin açılmış kısımlarından birinde, tam karşısında dişi kurdun kendisine baktığını gördü.

Kendisine saatler gibi gelen kısa bir süre sonra tekrar uyandı. Tuhaf bir değişim olmuştu. O kadar tuhaf bir değişimdi ki bu şaşkınlığı iyice uyandırdı onu. Bir şeyler olmuştu. İlk başta ne olduğunu anlayamasa da sonra fark etti. Kurtlar gitmişti. Geriye sadece ne kadar yakında olduklarını gösteren ezilmiş karlar kalmıştı. Yeniden uykusu gelmeye başladı. Başı dizlerinin üzerine düştü. Aniden irkilerek uyandı.

Adamların bağırışları, kızak sesleri, koşumların gıcırtıları ve kızak çeken köpeklerin sızlanmaları duyuluyordu. Dört kızak nehir yatağından çıkıp ağaçların arasındaki kampa girmişti. Yarım düzine adam sönmek üzere olan ateşin ortasına çökmüş adamın etrafındaydı. Onu sarsıyor ve dürterek ayıltmaya çalışıyorlardı. Onlara sarhoşmuşçasına baktı ve uykulu gibi anlamsızca bir şeyler söyledi.

“Kızıl dişi kurt… Beslenme zamanı köpeklerle beraber geldi… İlk önce köpek yemi yedi… Sonra köpekleri yedi… Sonra da Bill’i yedi…”

“Lord Alfred nerede?” Adamlardan biri kulağına bağırıp onu şiddetle sarstı.

Kafasını yavaşça salladı. “Hayır, onu yemedi. Kendisi bir önceki kampın bulunduğu yerde bir ağacın üzerinde.”

“Ölü mü?” diye bağırdı adam.

“Ve tabutun içinde.” diye cevap verdi Henry. Omzunu şiddetle çekerek kendisini sorgulayan adamdan kurtuldu. “Beni rahat bırakın. Tükendim artık. Herkese iyi geceler.”

Gözleri kırpıldı ve kapandı. Çenesi göğsüne düştü. Onu battaniyeye yatırdıkları anda horultuları soğuk havada yükselmeye başladı.

Fakat başka bir ses daha vardı. Bu ses uzaktaydı ve cılızdı. Ellerinden kaçırdıkları adamdan başka bir avın peşine düşmüş aç sürünün uluma sesi…

2. BÖLÜM

DİŞLERİN SAVAŞI

Adamların sesini ve kızak köpeklerinin sızlanmalarını ilk duyan dişi kurttu. Sönmek üzere olan ateşe sıkışmış adamdan ilk uzaklaşan da yine kendisiydi. Sürü, avlarından vazgeçmek istemediği için bir süre oyalandı, seslerden emin olduktan sonra da dişi kurdun izini takip ederek uzaklaştı.

Sürünün önlerinde koşan bozkurt aynı zamanda liderlerden biriydi. Dişi kurdun arkasından sürüyü yönlendiren de kendisiydi. Kendisini hırsla geçmeye çalışan daha genç kurtları hırlayarak uyarıyor ya da onları ısırıyordu. Karlar arasında yavaşça yürüyen dişi kurdu gördükleri zaman sürünün hızını arttıran da yine oydu.

Bozkurdun yanına geldi. Âdeta kendisine tahsis edilen yer orasıymış gibi… Sürünün hızına ayak uydurdu. Zaman zaman önüne geçen dişi kurda hırlamadı ya da dişlerini göstermedi bozkurt. Tam aksine ona karşı nazik gibiydi. Onun yanında koşmaya meylediyordu. Hatta ona yakın koşmaya başladığında hırlayıp dişlerini gösteren dişi kurttu. Zaman zaman bozkurdun omzunu keskince ısırdığı da oluyordu. Böyle zamanlarda herhangi bir öfke göstermiyordu bozkurt. Kenara fırlayıp tuhaf sıçrayışlarla sürünün önünde ilerliyordu. Mahcup bir köy delikanlısı gibi…

Bozkurdun tek sıkıntısı bu olsa da dişi kurdun başka dertleri vardı. Dişi kurdun diğer yanında birçok savaşın yara izlerini taşıyan cılız, yaşlı bir kurt vardı. Her zaman sağından koşardı. Bunun açıklaması tek gözü, yani sol gözü, olmasıydı. O da aynı şekilde dişi kurdu sıkıştırmayı seviyordu. Yaralı burnu dişi kurdun vücuduna, omzuna ya da boynuna değinceye kadar dişi kurdu sıkıştırıyordu. Dişi kurtsa solunda koşan bozkurda yaptığı gibi dişleriyle geri püskürtüyordu bu ilgiyi. Ancak ikisi de aynı anda ilgi gösterip sıkışınca ikisini de ısırmaya çalışıyor, bir yandan âşıklarını uzak tutmaya çalışırken sürünün hızına ayak uydurmaya çalışıyordu. Böyle zamanlarda koşu yoldaşları birbirine tehditkâr tavırlarla dişlerini gösteriyordu. Dövüşebilirlerdi, ancak kur tapma ve rekabet sürünün açlık sorunundan kaynaklı bekleyecekti.

Yaşlı kurt, arzularının keskin dişli nesnesi tarafından sertçe geri çevrildiği her seferinde kör olan sağ gözünün tarafında koşan üç yaşında genç bir kurda omuz atıyordu. Bu genç kurt, erişkin bir bedene sahipti. Sürünün zayıf ve aç hâli düşünülecek olursa ortalamadan daha fazla güce ve zindeliğe sahipti. Yine de tek gözlü ihtiyarın omuz hizasında koşuyordu. İhtiyarla nadiren de olsa aynı hizada koşmak istediğinde hırlama ve ısırıkla karşılaşıp yeniden omuz hizasına dönüyordu. Zaman zaman dikkatlice ve yavaşça hareket edip yaşlı kurdun ve dişi kurdun arasına giriyordu. Bundan rahatsız oldukları açıktı. Hatta üçü de rahatsızdı. Dişi kurt hırlayarak rahatsızlığını dile getirdiğinde yaşlı lider üç yaşındaki kurda dönüyordu. Dişi kurt da bazen dönüyordu. Hatta genç lider de dönerdi bazen.

Üç vahşi diş ile karşı karşıya kaldığı zamanlarda genç kurt alelacele duruyor, arkaüstü oturup ön ayaklarını havaya kaldırıp ağzına tehditkâr bir tavır vererek tüylerini dikiyordu. Sürünün ön tarafındaki bu kargaşa arka tarafların da karışmasına sebep oluyordu. Arkadaki kurtlar genç kurda çarparak arka ayakları ile yanlarına sert ısırıklar atarak rahatsızlıklarını dile getiriyorlardı. Genç kurt başına bela alıyordu. Yiyecek sıkıntısıyla beraber sinirler de bozuktu çünkü. Rahatsızlık vermek dışında bir işe yaramasa da gençliğin sonsuz inancıyla bu hareketinde ısrar ediyordu genç kurt.

Eğer ki yemek olsaydı aşk da kavga da çabucak neticelenirdi ve sürü bozulabilirdi. Ancak sürünün durumu vahimdi. Uzun süreli açlıktan dolayı zayıflamışlardı. Olağan hızlarının altında ilerliyorlardı. Arka taraflarda zayıf üyeler, çok gençler ve çok yaşlılar güç bela ilerliyorlardı. En önde ise en güçlüler vardı. Yine de sağlam vücutlu kurtlardan çok iskeletlere benziyorlardı. Her şeye rağmen ağır aksak ilerleyenler dışında hayvanlar kolayca ve yorulmadan koşturuyorlardı. Tel tel kalmış kasları tükenmez enerji kaynağı gibiydi. Çelik yapılı her bir kasın arkasında bir başka çelik yapılı biri vardı sanki.

O gün kilometrelerce yol aldılar. Gece boyunca koştular. Ertesi gün de koşuyorlardı. Donmuş ve ölü bir dünyanın yüzeyinde koşuyorlardı. Hiçbir yaşam belirtisi yoktu. Engin cansızlık içinde ilerliyorlardı. Canlı olan sadece kendileriydi ve yaşamaya devam edebilmek için yiyebilecekleri canlı olan başka şeyler arıyorlardı.

Bu mücadelelerinin karşılığını aldıklarında alçaklardaki arazide bir düzine kadar akıntıdan geçmişlerdi. Nihayet bir geyiğe tesadüf ettiler. İlk buldukları iri bir erkek geyikti. Burada hem et hem de yaşam vardı. Üstelik gizemli ateşler ya da havada uçan ateşler tarafından da korunmuyorlardı. Geniş toynaklar ve yayılmış boynuzlar tanıdıkları silahlardı ve rüzgâra dikkat edip olağan sabırlarıyla saldırdılar. Kısa ve sert bir savaştı bu. İri geyiği her taraftan kuşattılar. Koca toynaklarıyla hünerle yaraladı onları. Geniş boynuzlarıyla ezdi. Mücadeleleri sırasında onları tepeledi kar üzerinde. Ama kaderinde yenilmek vardı. Dişi kurt vahşice boğazına saldırdığında ve dört bir yanına dişler saplandığında yere serildi. Mücadelesi sona ermeden ya da son darbesini vuramadan canlı canlı yediler onu.

Fazlasıyla yiyecek mevcuttu. Geyik üç yüz elli kilodan fazlaydı. Kırk kadarlık sürüye kişi başı on kilo kadar et düşüyordu. Olağanüstü bir açlığa dayanabildikleri gibi olağanüstü bir hızda yemek yiyebiliyorlardı. Birkaç saat önce sürüyle karşı karşıya gelen muhteşem hayvandan kısa süre sonra geriye kalanlar etrafa yayılmış kemiklerdi sadece.

Şimdi dinlenme ve uyuma zamanıydı. Karınları doymuş genç erkekler arasında atışma ve kavga baş gösterdi. Sürünün dağılması ileriki günlere kadar da devam etti. Açlık sona ermişti. Kurtlar av diyarındaydılar ve her ne kadar sürü hâlinde avlansalar da daha dikkatli hareket ediyorlardı. Karşılarına çıkan geyik sürülerinden iri olanları ya da aksak yaşlıları avlıyorlardı.

Bu bolluk diyarında sürünün ikiye ayrılıp farklı yönlere gittiği bir gün geldi. Dişi kurt ile solundaki genç liderle sağındaki tek gözlü ihtiyar sürünün yarısı ile birlikte Mackenzie Nehri’ni geçip doğudaki göller bölgesine girdiler. Sürünün geriye kalanı günden güne azalıyordu. İkişer ikişer dişili erkekli sürüden ayrılıyordu kurtlar. Zaman zaman tek bir erkek rakiplerinin keskin dişleri ile uzaklaştırılıyordu sürüden. En sonunda sadece dört tane kaldılar: dişi kurt, genç lider, tek gözlü lider ve üç yaşındaki hırslı.

Dişi kurt aşırı bir öfke hâlindeydi. Üç taliplisi de dişlerinin izini taşıyordu üzerinde. Yine de hiçbir zaman aynı şekilde karşılık vermediler ona. Asla kendilerini savunmadılar. En vahşi ısırıklarına dahi omuzlarını dönüyor ve kuyruklarını sallayıp ufak adımlarla öfkesini yatıştırmaya çalışıyorlardı. Her ne kadar ona karşı nazikseler de birbirlerine karşı serttiler. Üç yaşındaki kurdun sertliğinin şiddeti artmıştı. Tek gözlü ihtiyarı kör tarafından yakalayıp kulağını parçaladı. Yaşlı kurt her ne kadar tek gözü kalsa da rakibinin gençliğine ve gücüne karşı yılların getirdiği bilgisini kullandı. Kaybettiği gözü ve yaralı yüzü tecrübesinin ispatıydı. Bir an için de olsa tereddüte düşmek için çok fazla savaştan galip çıkmışlığı vardı.

Mücadele adil başlasa da adil sona ermedi. Sonucun ne olacağı mücadeleye üçüncü kurdun katılmasıyla beraber belli oldu. Genç lider yaşlı olana katılıp hırslı üç yaşındaki kurda saldırdı. Bir zamanlar yoldaşı olan iki kurdun dişleri tarafından kuşatılmıştı. Birlikte avlandıkları günleri, yakaladıkları avı, çektikleri açlığı unutmuşlardı. O işler geçmişte kalmıştı. Şu anda aşk söz konusuydu. Yemek bulmaktan daha ciddi ve zalim bir işti bu.

Bu arada bütün bunlara sebep olan dişi kurt, memnuniyetle oturup olanları izledi. Hatta zevk aldı bu durumdan. Bu onun günüydü ve çok sık gelmezdi bu gün. Kürkler kabartılmış, deriler dişlenmişti. Her şey ona sahip olmak için gerçekleşiyordu.

İlk kez tecrübe ettiği aşk mevzusunun bedelini canıyla ödedi üç yaşındaki kurt. İki tarafında da rakipleri vardı. Karın üzerinde gülümseyerek oturan dişi kurda bakıyorlardı. Ancak yaşlı kurt aşkta da savaşta olduğu gibi akıllıca davranıyordu. Genç lider omzundaki yarayı yalamak için başını çevirdi. Boynu rakibine dönüktü. İhtiyar tek gözüyle fırsatı gördü. Alçaktan, çenesi açık vaziyette fırladı. Uzun, keskin ve derin bir ısırmaydı bu. Dişleri boğazındaki büyük damarı deldi. Sonra geriye çekildi.

Genç lider korkunç bir şekilde hırladı. Ancak bu hırlama tam ortasında bir öksürmeye evrildi. Bir yandan kan kaybedip bir yandan öksürürken yaralı kurt can havliyle yaşlı kurda saldırdı. Ayakları zayıf düşüyor, gözünün önündeki ışık sönüyordu. Darbeleri ve sıçramaları kısalıyordu.

Bütün bu sırada dişi kurt oturmuş gülümsüyordu. Bu mücadeleden tuhaf bir keyif alıyordu. Çünkü bu vahşi doğanın sevişmesiydi. Doğa hayatının çiftleşme tragedyası sadece ölenler için trajediydi. Hayatta kalanlar için trajedi değil, başarmış olmanın fark edilmesiydi.

Genç lider karda yatıp hareket etmeyi kestiğinde Tekgöz, dişi kurda doğru yürüdü. Tavırlarında tedbirle karışık bir zafer havası vardı. Azarlanma bekliyordu ve dişi kurt öfkeyle dişlerini göstermediğinde şaşırdı. İlk kez nezaketle karşılanıyordu dişi kurt tarafından. Onunla koklaştı, hatta yavru köpekler gibi yanında atlayıp zıplama lütfunda bulundu. İhtiyarsa tüylerini ağartan yılların tecrübesine rağmen yavru köpek gibi hatta bir aptal gibi davrandı.

Mağlup edilmiş rakipler ve karın üzerine kanla yazılmış aşk hikâyesi çoktan unutuldu. Tekgöz’ün ağrıyan yaralarını yalamak üzere durduğu bir sefer dışında. O zaman dudakları bir hırlama hâlini aldı. Boynundaki ve omzundaki tüyler istemsizce havaya dikildi. Sıçramak için çömelir gibi olduğunda pençeleri kasılarak yerin karlı yüzeyini sıkıca kavradı. Ne var ki kısa süre sonra oynak bir tavırla kendisini peşinden koşturmaya çalışan dişi kurdun ormana dalmasıyla hepsi unutuldu.

Daha sonra birbirleriyle anlaşmış iki iyi dost misali yan yana koştular. Günler geçse de beraber kaldılar. Birlikte avlanıyor, avlarını öldürüyor ve birlikte yiyorlardı. Bir müddet sonra dişi kurt yorulmaya başladı. Bulamadığı bir şeyi arar gibiydi. Yere düşen ağaçların kovuklarında kendisini çeken bir şey var gibiydi. Üzerine kar yığılmış iri kaya parçalarının çatlaklarında ve mağaralarda koklayarak bir şeyler arar gibiydi. Tekgöz bunları umursamasa da dişi kurdu uysalca takip ediyordu. Olur da araştırmaları uzarsa uzanıp onu bekliyordu.

Tek bir yerde kalmadılar. Tekrar Mackenzie Nehri’ne dönünceye dek bölgede dolaştılar. Nehrin aşağısında yavaşça ilerlediler. Zaman zaman nehrin akıntıları boyunca avlanmak için uzaklaşsalar da hep geri dönüyorlardı. Bazen çiftler hâlinde gezen diğer kurtlara da tesadüf ettikleri oluyordu. Fakat iki taraf da diğerine dostane yaklaşmıyordu. Karşılaştıklarına memnun değillerdi ve yeniden sürü hâlinde gezmek istemiyorlardı. Birkaç kez yalnız kurtlara rastladılar. Bunlar her zaman erkekti ve Tekgöz ile arkadaşına katılmak için ısrar ediyorlardı. Dişi kurt Tekgöz’le omuz omuza tüylerini kabartıp dişlerini gösterince yalnız kurtlar geri çekilip yollarına devam ediyorlardı.

₺40,30
₺62,01
−35%