Kitabı oku: «Büyük evin küçük hanımefendisi», sayfa 3
4. Bölüm
Forrest dokuzdan ona kadar kendini sekreterine teslim ederek, eğitimli dernek üyeleri ve her türlü üreme ve tarım kuruluşunu içeren, küçük iş adamlarından yardım almadan gerçekleştirebilmek için gece yarısına kadar onları oturmaya zorlayabilecek bir mektup hazırlattı.
Zira Dick Forrest, kendisinin kurduğu ve içten içe çok gurur duyduğu bir sistemin merkeziydi. Önemli mektupları ve belgeleri düzensiz el yazısıyla imzalıyordu. Diğer tüm mektuplar, o bir saat içinde çok sayıda mektuba verilecek cevapları ve diğer birçok mektubun cevabına ilişkin formülleri not alan Bay Blake tarafından kaşeyle mühürleniyordu. Bay Blake’in kişisel görüşü, patronundan daha uzun çalışma saatleri olduğu yönündeydi ama aynı şekilde, yine kişisel olarak, patronunun başkalarına yapacak iş bulma konusunda harika olduğunu düşünüyordu.
Saat tam onu vurduğunda, Forrest’ın gösteri müdürü Pittman ofise girerken Blake, bir dosya mektup, bir tomar belge ve gramofon silindirleriyle kendi ofisine çekildi.
Saat ondan on bire kadar bir dizi müdür ve ustabaşı gelip gitti. Hepsi de özlü konuşma ve zamandan tasarruf konusunda çok disiplinliydi. Dick Forrest’ın onlara öğrettiği şekilde, onunla geçirilen dakikalar, düşünme dakikaları değildi. Rapor vermeden veya öneride bulunmadan önce hazırlanmış olmaları gerekiyordu. Sekreter yardımcısı Bonbright her zaman onda gelir, Blake’in yerine geçerdi ve Forrest’ın hemen yanı başında durup, uçan kalemiyle hızla gelişen soru cevap değişimini, açıklamaları, önerileri ve planları not alırdı. Bu steno3 notlar, deşifre edilip iki kopya halinde daktiloyla yazıldıktan sonra müdürlerin ve ustabaşlarının kâbusu, hatta bazı durumlarda can düşmanı haline gelirdi. Çünkü bir kere, Forrest’ın olağanüstü bir hafızası vardı; ikincisi bunun değerini, yine Bonbright’ın notlarına atıfta bulunarak kanıtlama eğilimindeydi.
Bir müdür beş on dakikalık bir görüşmenin sonunda çoğu zaman terlemiş, eli ayağı kesilmiş ve bitkin bir halde çıkıyordu. Ama tam bir saat boyunca, Forrest gerilimli bir ortamda tüm gelenlerle görüşüyor, onları ve çeşitli bölümlerinin bütün detaylarını ustalıkla idare ediyordu. Makine ustası Thompson’a, hızla geçen dört dakikalık bir süre içinde, Büyük Ev’deki buzdolabının dinamosundaki arızanın nerede olduğunu anlattı; Thompson’a arızanın yerini gösterdi. Bonbright’a, kütüphaneden Thompson tarafından alınacak bir kitabın sayfasını ve bölümünü kaynak gösteren bir mektup dikte ettirdi. Thompson’a mandıra müdürü Parkman’ın süt sağma makinelerinin yeni elektrik kablolama sisteminden memnun olmadığını ve kesimhanedeki soğutma tesisinin alışılagelmiş yükte duraksadığını söyledi.
Her adam uzmandı ama yine de Forrest uzmanlık alanlarının kanıtlanmış üstadıydı. Baş rençper Paulson’ın özel olarak Dawson’a yakındığı gibi: “Burada on iki yıldır çalışıyorum ve ellerinin bir kere bile pulluğa değdiğini görmedim. Ama yine de lanet olası, her şeyi biliyor görünüyor. O bir dâhi, gerçekten. Biliyor musun, onun, Yamyam denen korkunç hayvanın ani ölümüyle o kadar meşgulken, bir çalışmayı yırtıp attığını gördüm. Ertesi sabah laf arasında, yarım akıllı birine toprağın ne kadar derinlikte sürüldüğünü ve sürme işleminin kimin tarafından yapıldığını anlattığını duydum. “Poppy Meadow’un sürüşünü yukarıya, Los Coatos’taki Little Meadow’a taşıyın,” dedi. Bunu nasıl yapacağımı bilemedim ve çapraz kirizmayla alt toprağı çıkarma işlemini es geçmek zorunda kaldım ve onu atlatabileceğimi düşündüm. Her şey bittikten sonra, Forrest o tarafa doğru geldi –ben bakıyordum ve o bakmıyormuş gibi görünüyordu– neyse ertesi sabah ofise çağrıldım. Hayır, atlatamamıştım. O zamandan beri hiçbir konuda onu atlatmaya çalışmadım.”
Saat tam on birde, koyunlardan sorumlu müdür Wardman, on birde yapılması planlanan bir randevuya gitmek üzere çıktı; Idaholu alıcı Thayer’la birlikte Shropshire koçlarına bakmak üzere arabayla gitmek otuz dakika sürüyordu. Yine on birde, Bonbright da, notlarını düzenlemek amacıyla Wardman’la birlikte çıktığından, Forrest ofiste yalnız kalmıştı. Tamamlanmayan işlerin bulunduğu tel raftan –beşli gruplar halinde dizilmiş çok sayıdaki raftan biri– Iowa Eyaleti tarafından domuz kolerası hakkında yayınlanan broşürü alıp incelemeye başladı.
1.78 boyunda olan ve kaslı vücudu 81,6 kilo gelen Dick Forrest, kırk yaşında bir erkeğe göre hiç de silik biri değildi. Gözleri griydi ve kaşları koyu renkti. Sıradan bir alından başlayan saçları açık kumralla kestane arasıydı. Alnının altında çıkık kemikli yanaklarla, bunların altında, böyle bir oluşumun ister istemez parçası olan hafif çukurlar göze çarpıyordu. Çene kemikleri büyük değildi ama güçlüydü; burun delikleri büyük olsa da, burnu fazla düz hatta göze çarpmayacak kadar düzgündü ve dikkat çekiyordu; çenesi kareydi ama sert veya çukur değildi; ağzı ise kışkırtıldığı zaman sertleşen dudaklarını gizlemeyecek düzeyde tatlı ve kız ağzı gibiydi. Cildi düzgündü ve yanıktı ama kaşlarıyla saçlarının ortasında alnının rengi soluktu ve Baden Powell şapkasının kenarının, kendisiyle güneş arasına girdiğini gösteriyordu.
Ağzının ve gözlerinin kenarlarında kahkaha gizliydi. Ayrıca ağzının kenarında kahkahadan oluşmuş gibi görünen çizgiler vardı. Ancak yüzündeki her çizgi karmaşık şeylerin kesinlik işareti taşıdığı anlamına geliyordu ve aynı düzeyde güçlüydü. Dick Forrest emindi; eli masanın üstündeki herhangi bir eşyaya uzandığı zaman, tökezlemeden veya bir santim bile kaymadan doğrudan o eşyayı alacağından emindi. Beyni, domuz kolerası metninin önemli kısımlarına atladığı zaman hiçbir şey kaçırmadığından emindi; dönen sandalyesindeki dengeli bedeninden, dengeli ensesinden emindi; yüreğinde ve mantığında, hayattan, işinden, sahip olduğu her şeyden ve kendinden emindi.
Emin olması için bir nedeni vardı. Bedeninden, beyninden ve mesleğinden emin olması gerektiği uzun zaman önce kanıtlanmıştı. Zengin bir adamın oğlu olmasına rağmen, babasının parasını çarçur etmemişti. Şehirde doğmuş ve büyümüş olmasına rağmen araziye geri dönmüş ve o kadar büyük bir başarı elde etmişti ki, hayvan yetiştiricileri ne zaman buluşup konuşsa, onların dilindeydi. Hiçbir ipoteği olmaksızın, 1011 kilometrekarelik bir arazinin, değeri bin dolarla on sent arasında, yüz dolarla on sent arasında değişen ve ücra noktaları beş para etmeyen bir arazinin sahibiydi. Bu kadar büyük bir arazide yapılan iyileştirmeler –lağım tuğlalı otlaklardan kurutulan bataklıklara, güzel yollardan gelişmiş su kullanım haklarına, çiftlik binalarından bizzat Büyük Ev’e– kırsal kesimde akıl almayacak, nefes kesecek tutarlara mal olmuştu.
Her şey büyük ölçekte ama en ince detayına kadar çok moderndi. Müdürleri, kira ödemeden, becerileriyle orantılı maaşlarla, beş bin –sonra da on bin– dolarlık evlerde yaşarlardı. Ancak bu insanlar, Atlantik’ten Pasifik’e tüm kıtadan getirilmiş seçkin uzmanlardı. Düz arazilerin ekilmesi için benzinli traktörler ısmarladığında, yuvarlak hesap yüz tane birden ısmarlamıştı. Dağlarında barajla su topladığı zaman, yüz milyonlarca galon birden topluyordu. Sazlık bataklıklarına kanal açtığı zaman, hafriyatı küçülteceğine, hemen devasa tarama dubalarını getirmişti ve kendi bataklıklarındaki işlerde laçkalık olduğunda, Sacramento Nehri’nin yüz mil yukarısı ve aşağısındaki komşu büyük çiftçilerin, toprak şirketlerinin ve kurumların bataklıklarının kurutulması için sözleşme imzalardı.
Satın alma ihtiyacını bilecek ve en yetenekli beyinlere geçerli piyasa değerlerinin epeyce üstünde maaş verecek kadar akıllıydı. Ayrıca, yararlı bir karar sonucunda satın aldığı beyinleri yönlendirmesine yetecek kadar da akıllıydı.
Yine de, kırk yaşını yeni doldurmuştu, zeki, sakin, candan, dinç ve kuvvetliydi. Buna rağmen otuz yaşına gelinceye kadarki günlerinde vurdumduymaz ve oldukça dengesizdi. On üç yaşındayken bir milyonerin evinden kaçmıştı. Yirmi bir yaşına gelmeden gıpta edilecek üniversitelerde onur dereceleri kazanmıştı ve bundan sonra da mor denizlerin bütün mor limanlarını öğrenmiş; sakin bir kafa, heyecanlı bir yürek ve kahkahayla, hayatında hukukun ciddiyetinden geçerken izlediği vahşi macera dünyasının vaat ettiği ve sağladığı her riske atılmıştı.
San Francisco’nun eski günlerinde Forrest çok etkili ve önemli bir isimdi. Forrest Malikânesi, Flood’ların, Mackay’lerin, Crocker’ların ve O’Brien’ların yaşadığı Nob Hill’deki ilk konaklardan biri olmuştu. Baba “Şanslı” Richard Forrest, Kanal üzerinden eski New England’dan doğruca buraya gelmişti. Çok hevesli bir tüccar olan baba, ayrılmadan önce yelkenlilerle ve yelkenli yapımıyla ilgileniyordu. Geldikten hemen sonra da, tabii ki kıyıdaki arazilerle, nehirdeki buharlı gemilerle, madenlerle ve daha sonra Nevada Comstock’un kurutulması ve Southern Pacific’in yapımıyla ilgilenmişti.
Büyük oynamış, büyük kazanmış ve büyük kaybetmişti ama her zaman kaybettiğinden fazlasını kazanmıştı ve bir oyunda bir eliyle verdiği parayı, başka bir oyunda diğer eliyle geri almıştı. Comstock’ta kazandıklarını, Eldorado ilçesinde esrarengiz Daffodil Grubu’nun çeşitli kuyularında batırmıştı. Benicia Line’daki enkazı, cıva girişimi olan Napa Consolidated haline dönüştürmüş ve bu şirket ona yüzde beş bin kazandırmıştı. Stockton yükselişindeki başarısızlık sırasında kaybettikleri, Sacramento ve Oakland’da sahip olduğu kilit taşınmazların değer kazanmasıyla dengelenmekten öteye gitmişti.
Üstüne üstlük, “Şanslı” Richard Forrest bir dizi felaket sonrasında her şeyini kaybettiğinde –öyle ki, San Francisco’da Nob Hill konağının açık artırmada kaça satılacağı tartışılıyordu– Del Nelson adında birinden Meksika’da maden arama avansı aldı. Tarihte belirtildiği kadarıyla, söz konusu Del Nelson’ın kuvars arayışının sonucu, muhteşem ve yorulmaz Tattlesnake, Voice, City, Desdemona, Bullfrog ve Yellow Boy hakları dahil olmak üzere Harvest Grubu’ydu. Başarısından şaşkına dönen Del Nelson aynı yıl içinde kendini çok büyük miktarda ucuz viskiye boğdu ve akrabası olmadığı için vasiyetine itiraz edilemediğinden, kendi yarısını Şanslı Richard Forrest’a bıraktı.
Dick Forrest babasının oğluydu. Sınırsız bir enerjiye ve girişimciliğe sahip olan Şanslı Richard iki kez evlenmesine ve boşanmasına rağmen çocuk sahibi olamamıştı. Üçüncü evliliği 1872 yılında, elli sekiz yaşındayken gerçekleşti. 1874 yılında da, anneyi kaybetmesine rağmen, 5,450 gram ağırlığında, iri yarı, şişman, güçlü ciğerleri olan bir oğlu oldu. Bebeği Nob Hill’deki malikânede bir hemşire ordusu büyüttü.
Genç Dick erken gelişmişti. Şanslı Richard demokrattı. Sonuç: Genç Dick ilkokulda üç yılda öğreneceğini bir yılda özel öğretmenden öğrendi ve kazandığı iki yılı açık havada oynayarak geçirdi. Ayrıca çocuğun erken gelişmesi ve babanın demokrat olması nedeniyle Dick, işçilerin, tüccarların, bar sahiplerinin ve politikacıların kızları ve oğullarıyla dirsek temasında olma demokrasisini öğrenmesi için, son senesinde ilkokula gönderildi.
Ezberden parça okuma veya imlâ yarışmasında babasının milyonları, babası ırgat olan matematik dehası Patsy Halloran’la veya imlâda usta olan ve dul annesi manav dükkânı işleten Mona Sanguinetti’yle rekabet etmesine yardımcı olmamıştı. Babasının milyonlarıyla Nob Hill malikânesinin, genç Dick’e ceketini çıkarıp eldivensiz, raunt olmadan, Jimmy Botts, Jean Choyinsky ve birkaç yıl sonra dünyaya açılıp zafer ve para kazanan diğer gençlerle yumruk yumruğa kavga ederken dövdüğü veya dövüldüğünde de en ufak yardımı olmamıştı. Ödül karşılığında dövüşen toy ve enerjik, heyecanlı ve genç boksörler nesli sadece San Francisco’nun üretebileceği bir şeydi.
Şanslı Richard’ın bu çocuk için yaptığı en büyük akıllılık, ona bu demokratik eğitimi vermekti. Genç Dick yüreğinde, içten içe, çok sayıda hizmetçinin bulunduğu bir malikânede yaşadığını ve babasının güçlü ve onurlu bir adam olduğunu asla unutmamıştı. Diğer yandan, genç Dick iki bacaklı, iki yumruklu saldırgan demokrasiyi de öğrendi. Bunu Mona Sanguinetti sınıfta kendisini imlâda yendiği zaman öğrendi. Berney Miller, Black Man’de koşarken onu atlatıp geçtiği zaman öğrendi.
Bir de Tim Hagan, yüzüncü kere direkt sol vurup burnunu kanattığında ve ağzını parçaladığında; devamlı tekrarladığı gibi mideye sağ kroşe vurup onu sersemlettiğinde ve başının dönmesine sebep olduğunda, hırlayarak nefes aldığında ve patlayan dudaklarının arasından hıçkırırken malikânelerden ve banka hesaplarından yardım gelmesine zaman yoktu. İki ayağının üstünde, iki yumruğuyla, ya kendisi olacaktı ya da Tim. İşte o anda Dick, kan ve ter içinde, demirden iradeyle, kaybetmenin kaçınılmaz olduğu bir dövüşü nasıl kaybetmeyeceğini öğrendi. İlk yumruktan itibaren çok zorlu bir mücadele olmuştu. Ama sonuna kadar dayanmış ve birbirlerini yenemeyeceklerine karar verilmişti. Gerçi bu karara, ikisi de bulantıyla ve bitkin bir şekilde yere serilinceye, birbirlerine meydan okuyarak bakarken gözlerinden öfkeyle yaşlar boşalıncaya kadar varılmamıştı. Bundan sonra arkadaş olmuşlar ve birlikte okul bahçesini yönetmişlerdi.
Genç Dick’in ilkokulu bitirdiği ay Şanslı Richard öldü. Genç Dick on üç yaşındaydı, yirmi milyon doları vardı ve dünyada onu rahatsız edecek hiçbir akrabası yoktu. Hizmetkârlarla dolu bir malikânenin, bir buharlı teknenin, ahırların ve ayrıca yarımadanın aşağısında Menlo zenginlerin yaşadığı bölgede bir yazlık konağın efendisiydi. Onu yalnızca tek bir şey rahatsız ediyordu: Vasiler.
Bir yaz gününün öğleden sonrasında, büyük kütüphanede vasiler kurulunun ilk toplantısına katıldı. Üç kişilerdi, hepsi yaşlıcaydı, başarılıydı, hukukçuydu ve babasının iş arkadaşlarıydı. Vasiler ona durumu açıklarken Dick’in izlenimi, hepsi iyi niyetli olsa da, onlarla hiçbir bağının olmadığı şeklindeydi. Ona göre, bu adamların çocuklukları çok geride kalmıştı. Bunun yanı sıra, o çok ilgilendikleri çocuğu, yani kendisini hiç anlamadıkları belliydi. Ayrıca gayet emin bir şekilde, dünyada kendisi için neyin en iyi olduğunu bilebilecek en uygun kişinin yine kendisi olduğuna karar verdi.
Bay Crockett uzun bir konuşma yaptı ve Dick gözünü açarak dikkatle dinledi. Doğrudan kendisine hitap edildiği ve yorum sorulduğu zaman başını salladı. Bay Davidson’la Bay Slocum’un da söyleyecekleri vardı ve Dick onlara da aynı şekilde davrandı. Birçok şeyin yanı sıra, Dick babasının ne kadar değerli, dürüst bir adam olduğunu, ayrıca üç bey tarafından çoktan belirlenmiş ve onu da değerli, dürüst bir adam yapacak olan programı öğrendi.
Beyler düşüncelerini belirttikten sonra Dick de birkaç şey söylemeyi görev saydı.
“Epeyce düşündüm ve her şeyden önce seyahate çıkacağım,” diye açıkladı.
“O daha sonra olacak, oğlum,” dedi Bay Slocum sakin bir sesle. “Örneğin, üniversiteye girmeye hazır olunca. O dönemde bir yıl yurtdışında kalmak çok iyi olur… Gerçekten de gayet iyi olur.”
Çocuğun gözündeki hayal kırıklığını ve dudaklarının bilinçsizce büzüldüğünü fark eden Bay Davidson, “Tabii,” diye araya girdi. “Tabii, bu arada biraz seyahat edebilirsin, sınırlı süreli seyahatler, okullar tatil olduğunda. Eminim, diğer vasiler de uygun bulacaktır –düzgün yönetildiği ve korunma sağlandığı takdirde, tabii– okul sömestrlerinin arasına sıkıştırılmış kısa yolculuklar tavsiye edilebilir ve yararlı olabilir.”
Dick belirgin bir şekilde konuyu değiştirerek, “Mal varlığımın değerinin ne kadar olduğunu söylemiştiniz?” diye sordu.
Bay Crockett hemen, “Yirmi milyon –en ihtiyatlı yaklaşımla– yaklaşık bu kadar ediyor,” diye cevap verdi.
“Diyelim ki şu anda yüz dolar istediğimi söylesem,” diye devam etti Dick.
“Şey… Iıhh… Ehem…” Bay Slocum yardım almak amacıyla etrafına bakındı.
“Bu parayı neden istediğini sormak durumunda kalırdık,” diye cevap verdi Bay Crockett.
Dick, Bay Crockett’ın gözlerinin içine bakarak, çok yavaş bir şekilde, “Peki, diyelim ki, çok özür dilerim ama ne için istediğimi söylemeyi düşünmüyorum dedim?”
Bay Crockett o kadar hızlı bir şekilde, “O zaman alamazsın,” dedi ki, tavrında hafif bir tersleme ve aksilik vardı.
Dick bu bilgiyi sindirmeye çalışırmışçasına başını salladı.
“Ama tabii, oğlum,” diye araya girdi Bay Slocum hemen, “daha para işleriyle uğraşamayacak kadar genç olduğunu anlıyorsun. Buna senin adına biz karar vermeliyiz.”
“Yani sizin izniniz olmadan bir kuruşuna bile dokunamaz mıyım?”
“Bir kuruşuna bile,” diye tersledi Bay Crockett.
Dick düşünceli bir tavırla başını salladı ve “Ha, anlıyorum,” diye mırıldandı.
“Tabii ki, kişisel harcamaların için biraz harçlığın olacak,” dedi Bay Davidson. “Örneğin, haftada bir veya belki iki dolar. Büyüdükçe harçlığın artacak. Yirmi bir yaşına geldiğin zaman, kuşkusuz –tavsiyeyle– kendi işlerini idare edebilecek yeteneğe sahip olacaksın.”
“Ama yirmi bir yaşıma gelinceye kadar, yirmi milyonumdan istediğimi yapabileceğim yüz doları alamayacağım, öyle mi?” diye sorguladı Dick çok sakin bir sesle.
Bay Davidson sakinleştirici kelimeler söylemeye başladı ama Dick elini sallayarak onu susturdu ve şöyle devam etti:
“Anladığım kadarıyla elime geçecek her türlü para konusunda dördümüzün anlaşmaya varması gerekiyor, öyle mi?”
Vasiler Kurulu başlarını salladı.
“Yani ne kadarda anlaşırsak verecek misiniz?”
Kurul yine başını salladı.
“O halde, şimdi yüz dolar istiyorum,” diye açıkladı Dick.
“Ne için?” diye sordu Bay Crockett sert bir sesle.
Genç Dick sakin bir şekilde, “Size söylemekte sakınca görmüyorum,” diye cevap verdi. “Seyahate gitmek için.”
Bay Crockett, “Bu gece saat sekiz buçukta yatacaksın,” diye tersledi. “Ve yüz dolar alamazsın. Sana bahsettiğimiz hanım altıdan önce gelecek. Sana açıkladığımız gibi, gün ve saat bazında senden sorumlu olacak. Saat altı buçukta, her zamanki gibi, yemek yiyeceksin. O da seninle yiyecek ve sonra seni yatıracak. Sana anlattığımız gibi sana annelik yapacak, kulaklarının temiz, boynunun yıkanmış olmasını sağlayacak.”
“Ve Cumartesi akşamı banyomu yaptıracak,” dedi Dick süklüm püklüm.
“Aynen öyle.”
Dick her zamanki tavrı haline gelen ve okul arkadaşlarıyla öğretmenlerinin kendi zararlarına öğrendiği umursamaz, rahatsız edici, “Bu hanıma hizmetlerine karşılık ne kadar para ödüyorsunuz –ödüyorum–?”
Bay Crockett ilk kez duraksayarak boğazını temizledi.
“Ben ödüyorum, öyle değil mi?” diye ısrar etti Dick. “Hani şu yirmi milyondan.”
Bay Slocum, “Babasının kopyası,” diye mırıldandı.
“Senin deyiminle hanım, yani Bayan Summerstone yuvarlak hesapla ayda yüz elli, yılda bin sekiz yüz alıyor,” dedi Bay Crockett.
Dick, “Tamamen boşa harcanan güzel bir para,” diyerek içini çekti. “Ayrıca, yemek ve yatak da veriliyor!”
Dick ayağa kalktı. Nesillerdir aileden gelen, doğuştan aristokrat değildi, on üç yıldır Nob Hill malikânesinde yetiştirilen bir aristokrattı. Öyle bir edayla kalktı ki, Vasiler Kurulu onunla birlikte deri koltuklarından kalktılar. Fakat Dick, Lord Fauntleroy’un hayatında kalkmadığı gibi kalkmıştı; çünkü sosyal biriydi. İnsan hayatının birçok yüzü ve yeri olduğunu biliyordu. Mona Sanguinetti onu imlâ yarışmasında boşu boşuna yenmemişti. Boşu boşuna Tim Hagan’la tükenene kadar kavga edip, okul bahçesini eşit şartlarla idare etmemişti.
1849 yılının vahşi altın macerasıyla doğmuştu. Aristokrat olarak yetiştirilmişti ve ilkokul mezunu bir demokrattı. Erken gelişmiş toy haliyle, sosyal sınıf ve avam arasındaki farkı biliyordu. Bunun ötesinde kendine özgü bir iradesi vardı; kendisinin ve kaderinin sorumluluğu verilen ve kendilerini yirmi milyonunu artırmaya ve kendi karmaşık görüntüleriyle, onu adam etmeye adamış üç yaşlı adamın anlayamayacağı şekilde, kendine oldukça güveniyordu.
“Nezaketiniz için teşekkür ederim,” dedi Dick üçüne birden. “Sanırım iyi anlaşacağız. Tabii, o yirmi milyon benim ve tabii, benim işten hiç anlamadığımı görerek, benim adıma o parayla ilgilenmek zorundasınız…”
Bay Slocum, “Ve senin adına artıracağız, oğlum, senin adına güvenli, ölçülü yollarla artıracağız,” diye güvence verdi.
“Spekülasyon yapmak yok,” diye uyardı genç Dick. “Babam çok şanslıydı. Onun, artık devir değişti dediğini ve insanın artık herkesin eskiden girdiği riskleri alamadığını belirttiğini duydum.”
Buradan, bu olanlardan, hatalı bir şekilde genç Dick’in acımasız ve paragöz biri olduğu düşünülebilir. Aksine, Dick o anda, üç yıldır kumsalı temizleyen sarhoş bir maaşlı denizci gibi, yirmi milyonunu hiç dikkate almayan ve küçümseyen gizli düşünceler ve planlar içindeydi.
“Ben daha çocuğum,” diye devam etti Dick. “Ama beni henüz iyi tanımıyorsunuz. Zamanla birbirimizi daha iyi tanıyacağız. Size tekrar teşekkür ediyorum.”
Dick duraksadı, hafifçe ve görkemli bir şekilde, Nob Hill’deki malikânelerde yaşayan lortların genç yaşta öğrendiği gibi ve duraksamanın kalitesine bakıldığında, görüşmenin sona erdiğini belirten bir tavırla selam verdi. Ayrıca vasiler çekilebilirsiniz mesajının etkisini de fark etti. Babasıyla birlikte lort olan vasiler, kafaları karışmış ve şaşkın bir şekilde ayrıldılar. Bay Davidson’la Bay Slocum büyük, taş merdivenlerden inip bekleyen arabaya doğru ilerlerken şaşkınlıklarını öfkeye dönüştürmek üzereydiler ama sinirli ve huysuz olan Bay Crockett çok mutlu bir şekilde, “Piç kurusu! Küçük piç kurusu!” diye mırıldandı.
Araba onları Pacific Union Kulübü’ne götürdü. Burada bir saat daha ciddi bir şekilde genç Dick Forrest’ın geleceğini tartıştılar ve bir kez daha Şanslı Richard Forrest’ın kendilerine duyduğu inancı boşa çıkarmamaya yemin ettiler. Öte yanda, tepenin eteğinde, at trafiği için çok dik olan taş döşeli sokaklardaki otların büyüdüğü yerde Dick aceleyle yürüyordu. Tepe geride kaldıkça, zenginlerin malikânelerinin ve geniş mekânlarının yerini hemen tehlikeli sokaklar ve çalışan halkın kalabalık ahşap mahalleleri alıyordu. 1887 yılının San Francisco’su Avrupa’daki eski kentlerle aynı hızda, varoşlarıyla malikânelerini birbirine karıştırmıştı. Nob Hill, birçok ortaçağ kalesi gibi, eteğinde oluşan mağaralı ve sığınaklı sıradan yaşamın karmaşasından ve izdihamından yükseliyordu.
Genç Dick köşedeki bakkalın yanında durdu. Binanın ikinci katı, ayda yüz dolar maaşı olduğu için, kırk veya elli doları aşmayan maaşlarıyla ailelerini geçindiren arkadaşlarından daha yukarıda oturmak amacıyla burayı tutan baba Timothy Hagan’a kiralanmıştı.
Genç Dick ne kadar ıslık çaldıysa, üst kattaki telsiz, açık pencerelerden sesini duyuramadı. Oğul Tim Hagan evde değildi. Ama Dick ıslıkla nefesini tüketmedi. Tim Hagan’ın yan taraflarda nerede olabileceğini düşünürken, Tim köşeyi döndü. Elinde köpüklü buhar birası dolu, kapağı olmayan bir domuz yağı konserve kutusu vardı. Homurdanarak selam verdi ve genç Dick sanki kısa bir süre önce, bir lort gibi, görkemli kentin en zengin ticaret krallarının üçüyle görüşmeyi bitirmemiş gibi, aynı kabalıkla homurdanarak cevap verdi. Ayrıca yirmi ve giderek artan miktarda milyonunun olması konusunda sesinde hiçbir ipucu olmadığı gibi, homurtusundaki sertliği yumuşatmıyordu.
Tim Hagan, “Seni baban öldüğünden beri görmedim,” diye yorum yaptı.
“Eh, şimdi görüyorsun işte, öyle değil mi?” diye karşılık verdi genç Dick. “Şey, Tim, seninle iş görüşmeye geldim.”
“Bu birayı hemen babama götürmem gerekiyor, bir dakika bekle,” diyen Tim deneyimli gözlerle teneke kutudaki köpüğün durumunu inceledi. “Köpüksüz olursa kıyameti koparır.”
“Ah, sallayabilirsin,” diye güvence verdi Genç Dick. “Senin yalnızca bir dakikanı alacağım. Bu gece yola çıkıyorum. Sen de gelmek istiyor musun?”
Tim’in küçük, mavi, İrlandalı gözleri ilgiyle parladı.
“Nereye?” diye sordu.
“Bilmiyorum. Gelmek istiyor musun? Eğer istiyorsan, yola çıktıktan sonra konuşabiliriz. Sen nasıl yapılacağını biliyorsun. Ne diyorsun?”
“Babam canıma okuyacak,” dedi Tim tereddütle.
Genç Dick duyarsızca, “Bunu daha önce de yaptı ve sen de pek bir şey kaçırmıyorsun,” cevabını yapıştırdı. “Evet de yeter, bu gece dokuzda, Ferry binasında buluşuruz. Ne diyorsun? Ben orada olacağım.”
“Ya gelmezsem?” diye sordu Tim.
“Ben yine de yola çıkacağım.” Genç Dick gidecekmiş gibi arkasını döndü, gelişigüzel bir şekilde duraksadı ve omzunun üzerinden, “Benimle gelsen iyi olur,” dedi.
Tim aynı derecede gelişigüzel bir tavırla, “Pekâlâ, orada olacağım,” derken birayı çalkaladı.
Genç Dick Tim Hagan’dan ayrıldıktan sonra, bir saat kadar süreyi Marcovich adında birini, babası, şehirdeki en iyi yirmi sentlik yemekleri satmakla ünlenen et lokantasının sahibi olan Slovenyalı bir okul arkadaşını arayarak geçirdi. Genç Marcovich’in Dick’e iki dolar borcu vardı ve Dick bir dolar, kırk sentlik ödemeyi borcun tamamen temizlenmesi olarak kabul etti.
Ayrıca genç Dick, çekindiği ve endişelendiği için, Montgomery Sokağı’nda dolandı ve o işlek caddede yer alan çok sayıdaki tefeci dükkânı arasında tereddüt etti. Sonunda umutsuzca birine dalarak, en azından elli dolar değerinde olduğunu bildiği altın saatini sekiz dolar ve bir bilet karşılığında takas etmeyi başardı.
Nob Hill’de akşam yemeği altı buçukta yeniyordu. Dick eve altı kırk beşte geldi ve Bayan Summerstone’la karşılaştı. Kadın iri yarı, yaşlıca, yorgun bir hanımefendiydi; yetmişli yılların ortasında yaşadığı maddi çöküntüyle tüm Pasifik kıyısını sarsan büyük Porter-Rickington ailesinin kızıydı. İri yarı olmasına rağmen, sinirlerinin çok yıpranmış olduğunu iddia ediyordu.
“Bu asla, asla bu şekilde olmaz, Richard,” diye çıkıştı sert bir dille. “Yemek on beş dakikadır bekliyor ve daha elini yüzünü yıkamadın.”
“Özür dilerim, Bayan Summerstone,” diye af diledi genç Dick. “Sizi bir daha asla bekletmeyeceğim. Ve sizi fazla rahatsız etmeyeceğim.”
Resmi bir şekilde, büyük yemek odasında yalnızca ikisi tarafından yenen yemekte, Dick kadının, kendisinden maaş aldığını bilmesine rağmen, işini kolaylaştırmaya çalıştı, konuğuna iyi davranması gereken ev sahibiymiş gibi hissetti.
“Yerleştikten sonra burada çok rahat edeceksiniz,” diye söz verdi. “Burası güzel eski bir evdir ve hizmetçilerin çoğu burada yıllardır çalışıyor.”
Bayan Summerstone ciddi bir ifadeyle gülümseyerek, “Ama Richard,” dedi, “benim buradaki mutluluğumu hizmetçiler değil, sen belirleyeceksin.”
“Elimden geleni yapacağım,” dedi Dick saygıyla. “Daha da iyisini yapacağım. Yemeğe geç kaldığım için özür dilerim. Önümüzdeki yıllarda bir daha geç kaldığımı görmeyeceksiniz. Sizi hiç rahatsız etmeyeceğim. Göreceksiniz. Âdeta evde yokmuşum gibi olacak.”
Genç Dick ona iyi geceler diledikten sonra yatağına giderken son anda aklına gelmiş gibi:
“Sizi bir konuda uyarayım: Aşçımız Ah Sing. Yıllardır bu evde çalışıyor… bilemiyorum, belki yirmi beş veya otuz yıl, bu ev yapılmadan veya ben doğmadan çok önceden beri babama yemek yaptı. Çok ayrıcalıklıdır. İstediğini yapmaya o kadar alışkın ki, ona yumuşak davranmalısınız. Ama bir kere sizi sevdikten sonra, sizi memnun etmek için çok yoğun çalışacaktır. Beni öyle sever. Kendinizi ona sevdireceksiniz ve burada hayatınızı yaşayacaksınız. Söz veriyorum, size hiç sıkıntı vermeyeceğim. Sanki ben burada değilmişim gibi sorunsuz olacak.”