Kitabı oku: «Özbek Edebiyatı Yazıları», sayfa 9
NAR (Hırslı bir şekilde) – Hey Bay oğlu, biz fakiriz. Sizde ne var, kesenizden pul çıkmıyor? İşte Bay oğlunun hâli! (Eliyle gösterir.)
DEVLET – Korkma, Nar. Eğer Bay oğlu razı olursa, ben bir şey düşündüm.
TAÑRIKUL – Neymiş? Ne?
DEVLET – Dur, ne olduğunu öğreneceksin. Önce Bay oğlunun sağlığına içelim. (Taŋrıkul doldurur, Bay oğlunun sağlığına içerler.)
DEVLET – Bay oğlu. Bu geceki gibi çarşamba eğlencesi, ayda yılda bir defa olur veya olmaz, bir gece bin gece olmaz, sabredin, eğer kabul ederseniz Taŋrıkul’u sizin yanınıza katacağım. Beraber gidip babanızın kasasını göstereceksiniz. Gerisini Taŋrıkul halleder.
TAŞMURAD – Taŋrıkul ağabey, gelir misiniz?
TAÑRIKUL – Dostlar emrederse, giderim. Orası sizin eviniz.
DEVLET – Sen ne dersin, Nar?
NAR – Ben de bu gruptan biriyim, git dersen giderim.
DEVLET – Hayır, iki kişi yeter. Görenler şüphelenmesin. Bugünün yarını da var.
NAR – Bay oğlu! Babanıza ait kasanın yerini biliyor musunuz?
TAŞMURAD – Babamın yattığı odada.
DEVLET – Yattığı odanın kaç kapısı var?
TAŞMURAD – Üç.
DEVLET – Hangi kapıdan giriyorsunuz?
TAŞMURAD – Kapının biri annemin odasına açılır. Ben girip avlu tarafındaki kapıyı açacağım, sonra Taŋrıkul ağabeyim girer.
DEVLET – Eyvallah! Daha önce de hırsızlık etmiş gibisiniz. Nar, doldur içelim! (Nar doldurur, içerler. Taŋrıkul ve Taşmurad’a bakarak) Şimdi gidecek misiniz?
TAÑRIKUL – Elbette, gitmeyip de ne yapacağız? (Devlet, tabancasını Bay oğluna verir. Nar, sağ çizmesinden bıçağı çıkarıp Taŋrıkul’a verir. Onlar da ihtiyaten saklarlar.)
DEVLET (İkisine bakarak) – Yolunuz açık olsun, yiğitler!
TAÑRIKUL – Dinle! (Devlet Taŋrıkul’u bir kenara çekerek gizlice bilgi ve emirler verir)
NAR – Âmin, Allah… (Hepsi) Allahu ekber. (Devlet dua eder.)
PERDE İNER
ÜÇÜNCÜ PERDE
Bay, her zaman olduğu gibi kerevet üstünde uyumaktadır. Odanın bir tarafında kasa durmaktadır. Taşmurad bir kapıdan yavaşça girer; sağa sola bakınarak başka bir kapıyı açar ve bir kenarda durur. Taŋrıkul girer, elinde anahtar ve bir demir çubuk, belinde bıçak, kasaya yaklaşarak anahtarı sokar, kasa açılmaz. Taşmurad’a bakar. İşaretle ne yapması gerektiğini sorar. Taşmurad kasayı demir çubukla kırmasını emreder. Taŋrıkul demirle kasayı kırar. Kasadan çıkan gürültü üzerine Bay uyanır. Ayağa fırlayan Bay, sopasını kaptığı gibi “vay, vay” diye feryat ederek Taŋrıkul’un üstüne yürür. Taşmurad yetişip sopayı tutar. Taŋrıkul bıçağı Bay’ın bağrına saplar.
BAY (İnleyerek yıkılır.) – Vay, canım! (Can çekişir, çırpınır, hırıltılı sesler çıkarır. Taŋrıkul kasadan para kesesini alır, bıçakla demir çubuğu üzerinde saklar, dışarıdan birkaç adamın sesleri işitilir.)
ADAMLAR – Ne oluyor, birisi imdat diye bağırdı? (Birkaç erkek ile Bay’ın hanımı girerler. Taŋrıkul ile Taşmurad’ı görürler.)
TAÑRIKUL – Taşmurad, at! (Taşmurad, tabanca ile havaya ateş eder ve orada bulunanları silâhla tehdit ederek kaçarlar.)
BAYVUÇÇA – Vay, zalimin zulmünden! Bu ne kadar kötü bir gündü, vay, imdat! (Kendisini dövünerek Bay’ın üstüne atar, saçını başını yolar.) Evet, sen de gençliğine doyma Taşmurad! Kan kus! Keşke henüz çocukken ölüp gitseydin! Vay baba katili Taşmurad! Vay, imdat-hey!
DAMULLA (Girer) – Sevgili anne, sabretmekten başka çareniz yok. Bu talihsizlik ve musibete sebep, cehalettir, terbiyesizlik ve eğitimsizliktir. Yuvanızı cehalet bozdu. Bilgisizlik, oğlunuzu Sibirya’ya gönderecek. Canınızdan kıymetli evlâdınızı eğitimsizlik belâsı sizden ebediyen ayıracak. Oğlunuzu babası terbiye etmedi, okutmadı. Sonunda belâya uğradı, kötü arkadaşları onu yoldan çıkardılar; böylece cehaletin kurbanı oldunuz.
BAYVUÇÇA – (Kendini yerden yere atarak) – Ay, vay-vay balam! Vay Bay’ım, ah, vay-y-y!
DAMULLA – Bay’ınız da nasihate kulak asmadı ve sonunda bu kötü olay cereyan etti. Şimdi sizin, doğrusu sabretmekten başka çareniz yoktur, sevgili anne. Allah size sabır versin.
BAYVUÇÇA – (Son derecede içler acısı bir hâlde feryat eder.) İmdat, vay balam! Vay Bay’ım. İkisinden de ayrıldım; erimi mezara, balamı Sibirya’ya gönderecekler! Vay, vay, vay-y-y!..
DÖRDÜNCÜ SAHNE
(İkincisinin aynı, meyhane)
Nar ile Devlet içip şarkı söylerler. Taŋrıkul ile Taşmurad sessizce içeri girerler, tabanca ile kanlı bıçağı bir köşeye saklar ve para kesesini çıkarıp masanın üstüne attıktan sonra otururlar.
TAÑRIKUL – Tütün getir, hey!
Artun tütün getirir, çekerler. Artun gider. Taŋrıkul, Devlet’i bir kenara çekerek alçak sesle olanları anlatır, bir takım işaretler yapar. Devlet, alçak sesle “zavallı” diye söylenir, sakinleşmesini işaret eder.
TAÑRIKUL (Para kesesini açıp görür, sevinir, Taŋrıkul ile Taşmurad’ın omzuna vurur.) – Eyvallah, eyvallah. (Devlet zili çalar, Artun girer.)
ARTUN – Ne emredersiniz?
DEVLET – Al şu parayı ve hemen Liza’yı getir!
ARTUN – Baş üstüne. Hemen geliyor. (Parayı alır, içerler. Liza girer.)
LİZA – İyi akşamlar! (Hepsinin hatırını sorar.)
DEVLET – Hoş geldin, sağol, sağol, geldin…
LİZA – Mersi. (Oturur.)
DEVLET – Doldur, Liza’nın sağlığına.
NAR (Doldurur, kadehleri vuruştururlar.) – Liza’nın sağlığına hurra, hurra! (İçerler.)
Nar, şarkı söyler. Dışarıdan düdük sesleri gelir, ayak sesleri duyulur. İçeridekiler, ne yapacaklarını bilemez bir hâlde, şaşkın. Silâhlı polisler, komiser, bekçiler hızla içeri girerler. Liza kaçar.
Polis dört kişiyi tutuklar. Bazı görevliler her şeyi ve her tarafı arar ve kanlı bıçakla tabancayı bulurlar. Tabancayı komisere teslim ederler. Komiser tabancayı koklar ve mermileri boşaltır.
Taŋrıkul ile Taşmurad kaçarlar, bekçiler yakalar.
Taşmurad, hüngür hüngür ağlar, kendini yerden yere atar.
Polis müdürü işaret eder. Kelepçeyi getirip Taŋrıkul ile Taşmurad’ın bileklerine geçirirler. Diğer ikisinin elleri bağlanır.
Polis müdürü, suçlularla bekçileri sıraya geçirir.
ZİYALI (Girer, suçlulara bakarak üzülür. Seyircilere dönerek) – İlimden ve eğitimden mahrum kalan yavruların âkıbeti budur. Eğer bunları babaları okutsaydı, bu cinayet ve baba katilliği onlardan sâdır olmaz ve böyle içki içmezlerdi, haksız yere kan dökmezlerdi. Ömür boyu Sibirya’ya, esarete ve kıyamette cehenneme düşmezlerdi. Eğer bunlar içki içmeseydi, dünya ve âhirette ebediyen azap ve sıkıntı içersinde kalmazlardı. Ah, hakikatte Bay’ı öldüren ve bu gençleri ebedî azaba mahkûm eden, bilgisizliktir. Bizim ocaklarımızı söndüren, yavrularımızı ağlatan, bizi vatansız ve esir eden eğitimsizlik ve cehalettir: Vatansızlık, derbederlik, esaret, fakru zaruret ve bîçarelikler, hepsi bilgisizlik ve eğitimsizliğin tabiî bir sonucudur. Dünyada ilerleyen millet, bilgi sayesinde ilerliyor. Esir ve zebun olanlar da bilgisizlikten… Mademki biz eğitimsiziz ve balalarımızı da okutmuyoruz, böyle kötü olaylar ve talihsizlikler de aramızda daima hüküm sürecek demektir. Bu işlerin yok olması için okumak ve okutmaktan başka çare yoktur. Allah Teâlâ başkalarına daima ibret ve sizlere de sabır versin!
POLİS MÜDÜRÜ (Emredercesine) – Haydi, durma, marş! (Yönelirler.)
PERDE İNER
(2001)
ÖZBEK DİLCİ GÂZİ ÂLİM YUNUSOV
Özbekler, 1929 yılını sovyet ideolojisine doğru “kette burılış”, yani “büyük yöneliş” yılı olarak değerlendirmektedirler.51 Çünkü Millî Korbaşı hareketinin tesirini kaybetmesi ve Sovyet idaresinin hâkimiyetini kabul ettirmesiyle birlikte asıl sovyetleştirme politikaları bu yıldan itibaren uygulanmaya başlanmıştır. 1929 yılına gelinceye kadar Ceditçi şair ve yazarlar tehditlere rağmen eserlerini vermeye devam etmişlerdir. Ancak bu tarihten sonradır ki, Ceditçi şair ve yazarların faaliyetleri tamamen yasaklanmış, buna uymayanlar “halk düşmanı” sayılarak uzun süreli hapis ve idamla cezalandırılmışlardır. İlk olarak, tanınmış Ceditçilerden gazeteci ve eğitimci Münevver Kaarî Abdürreşidhanov, milliyetçi olmakla suçlanarak kurşuna dizilmiştir.
1934 yılında toplanan I. Sovyet Yazarları Kurultayı’nda edebiyatın takip edeceği yol “sosyalist realizm” olarak ilân edilmiştir. Artık hayatın bütün cephelerinde olduğu gibi edebiyatta da her şey sovyet ideolojisine göre değerlendirilecek, buna uymayan sanatkârlara hayat hakkı tanınmayacak, eserler de reddedilecektir. Böylece farklı kültürlerden, asıl kaynağını Rus kültüründen alan bir “sovyet kültürü”, farklı milliyetlerden Rus ırkının üstünlüğüne iman eden ve adına da “homo-soviéticus”, yani “sovyet adamı” denilen ve insanî, dinî ve millî değerlerini kaybederek aslına yabancılaşan kozmopolit yeni bir insan ve bu insanlardan meydana gelen bir “sovyet halkı” yaratılacaktır.
Bu “mankurtlaştırma politikası”, Sovyet idarecileri tarafından çok farklı milletleri bir garnizonda yaşatabilmenin en önemli silâhı olarak kullanılmıştır. Bu silâh vasıtasıyla milletlerin hafızasındaki millî bağlar koparılacak ve kendilerini “sovyet halkı” olarak hissetmeleri sağlanacaktır.52 Sovyetler Birliği’nde, bilhassa 1930’ların sonlarında, kendi değerlerini kaybetmiş sovyet halkını yaratabilmek düşüncesiyledir ki, milliyet şuuruna sahip hiç kimseye hayat hakkı tanınmamıştır. Böylece milletler, “Ruslaştırma ideolojisi” karşısında tamamen çaresiz bırakılmıştır. Bu sebeple Türkistan’da Ceditçi şair ve yazarlar, fikir, devlet, din ve ilim adamları, milliyet şuuruna sahip oldukları ve milletin zihninde bu şuuru daima canlı tuttukları için vahşi bir şekilde cezalandırılmışlardır.
“Halk düşmanı” sayılarak öldürülen aydınların adını anmak, eserlerini okumak ve bulundurmak şiddetle yasaklanmış, buna uymayanlar da aynı şekilde cezalandırılmışlardır. Sovyet rejimini ve politikalarını benimsemeyen bütün insanların yok edildiği bu soy kırımı, tarihe “kızıl terör, kızıl kırgın, katağanlık, repressiya” adlarıyla geçmiştir.
1930’lu yıllarda takip edilen sindirme politikaları, yani yasaklar, hapisler, işkenceler, sürgün ve katliamlar, millî direnişi tamamen kırmış, bütün kurumlarla birlikte ilim ve edebiyat da Komünist Partisi’nin sadık birer hizmetkârı hâline getirilmiştir. Aynı yıllarda Lenin ve parti için kasideler düzmek, dini karalamak, millî hayatı ve tarihi küçük düşürmek, sovyet hayat tarzını idealleştirmek, Ruslara ve Stalin’e manzum “şükrâneler” yazmak, yavaş yavaş kütüphanesi teşekkül ettirilen sovyet edebiyatının birinci hedefi olmuştur.
Bu tebliğin konusunu teşkil eden Gâzi Âlim Yunusov, ilmî ve edebî faaliyetlerini işte bu dönemde gerçekleştirmiş bir aydındır. Türkistan Türklerinin ilk dilci profesörüdür. Bugün Özbeklerin de pek tanımadıkları bir şahsiyet olan Gâzi Âlim hakkında yazılmış birkaç yazı dışında kaynak bulunmamaktadır. Gazeteci Nebican Bâki’nin 1992 yılında neşrettiği Katlnâme adlı kitabı, bu bakımdan önemlidir. Bu kitapta, arşiv belgelerine göre Ceditçi şair ve yazarların, özellikle Özbek nesir sanatının ilk önemli temsilcisi ve Ötken Künler romanının yazarı olan Abdullah Kâdirî’nin milliyetçilik suçundan dolayı tutuklanmaları, 1937 ve 1938 yıllarında KGB zindanlarında maruz kaldıkları işkenceler, kendilerine zorla imzalattırılan düzmece ifade tutanakları, kurşuna dizilmeleri, kurşuna dizilmelerinin ertesi günü, bu düzmece ifade ve itirafnamelere istinaden yargılanmadan idama mahkûm edildikleri anlatılmaktadır. Söz konusu kitaptaki sorgu tutanaklarına göre, Ceditçi şair ve yazarlara esas itibariyle Türkçü ve milliyetçi olmalarının hesabı sorulmuş, bu yolda kimlerle birlikte hangi faaliyetlerde bulunduklarını itiraf etmeleri istenmiş ve nihayet hepsi birden 1938 yılında kurşuna dizilmişlerdir.
Türk topluluklarının ortak bir kültür dairesi içinde birbirlerine yakınlaşmaları emelini taşıyan bu insanların, şeklen ve rûhen millî eserler vermek yerine, şeklen millî ancak rûhen sosyalist eserler vermeye yanaşmadıkları için cezalandırılmış olmaları, hiç şüphesiz Türk dünyasının yüreğini bugün de kanatan yaralardan biridir. Dünya kamuoyu, Türk dünyasının 19. ve 20. yüzyıllarda uğradığı soykırımı ve bilhassa aydınların eserleriyle birlikte yok edilmiş olmalarını maalesef hiçbir zaman öğrenememiş veya öğrenmek istememiştir.
Gâzi Âlim Yunusov, Türk olduğu için, Türkçü olduğu için, Türk milliyetçisi olduğu için ve Türkiye ile alâkası bulunduğu için katledilen aydınlardan biridir. 1893 yılında Taşkent’in Şirinkuduk mahallesinde doğmuştur. Aydın bir muhit içinde yetişmiştir. Dedesi Ebubekir Ahmedcanoğlı ile yine akrabasından Bahtıgani İlkin, Arapça ve Farsça bilen folklorcu, edebiyatçı ve etnografyacı olarak tanınmış kimselerdir. Bu sebeple Gâzi Âlim Yunusov küçük yaşlarından itibaren okumaya ve ilim öğrenmeye heves etmiştir.53
Medrese eğitimini tamamladıktan sonra, 1909 yılında hukuk ve din ilimlerinde daha ileri eğitim görmek üzere Mısır’daki El-Ezher’e gönderilmiştir. Buradaki eğitiminden sonra bir süre de İstanbul’da okumuştur. Ancak İstanbul’da hangi mektepte ne kadar okuduğuna dair bir bilgiye sahip bulunmamaktayız. Eğitimini tamamladıktan sonra Taşkent’e dönmüştür.
Etnografya ve folklor çalışmalarıyla da tanınan Gâzi Âlim Yunusov, 1922 yılında Alpamış destanını derleyen ilk araştırmacıdır. Semerkand ve Sırderya vilâyetlerinde yaptığı derlemeler sırasında Hemrâkul Bahşı ile Fâzıl Yoldaşoğlı’ndan Alpamış destanının bir kısmını yazıya geçirmiştir. Bu destanın mahiyeti ve nüshaları hakkında kaleme aldığı kısa bir değerlendirme yazısıyla birlikte derlediği destana ait bazı parçaları, 1923 yılında Bilim Oçağı dergisinin 2. ve 3. sayılarında neşretmiştir. Bu sebeple Gâzi Âlim Yunusov, Özbek folklor araştırmalarını başlatan ilk araştırmacı olarak da kabul edilmektedir. Özbek profesör Töre Mirzayev, Gâzi Âlim Yunusov’un derlediği diğer malzeme ile birlikte destan metninin de kaybolduğunu bildirmektedir.54
Gâzi Âlim Yunusov, 1923 yılında Birinci Ticaret Cemiyeti başkanlığına tayin edilmiş, 1924 yılında bu cemiyet kapatılınca Adliye Nazırlığında hukuk meseleleri bölümünün başına getirilmiş, buradaki hizmetleri sırasında pek çok kanun maddesinin Özbek diline tercüme edilmesi ve izahı çalışmalarına katkıda bulunmuştur.
1925 yılında Semerkand’da Maarif Nazırlığında çalışmaya başlamış, iki yıl sonra bakanlığın Til ve Atamaşünaslik (Dil ve Terminoloji) Komitesine geçerek ilmî çalışmalarda bulunmuş, Pedagoji Akademisi’nde genel dilbilimi, siyaset, Özbek dilinin semantik ve fonetiği ile ilgili dersler vermiştir. Yine bu yıllarda çeşitli gazete ve dergilerde yazıları yayımlanmış, bilhassa Muştum dergisinde “Kızıl Arslan” mahlası ile hiciv yazıları çıkmıştır.55
1929-1930 yıllarında halk edebiyatı ve Özbek şiveleri üzerinde araştırmalar yapmak maksadıyla Dil ve Terminoloji Komitesi tarafından tertip edilen ilmî gezilere başkanlık etmiştir. Bu heyet içinde tanınmış Türkolog ve şarkiyatçılardan Yevgeni Dimitriyeviç Polivanov, İgor Alekseyeviç Batmanov, Konstantin Kuzmiç Yudahin, Aleksandr Konstantinoviç Borovkov, Viktor Vasilyeviç Reşetov, Özbek dilci Kayum Ramazan, şair ve folklorcu Elbek (Maşrık Yusupov) gibi araştırmacılarla birlikte çalışmıştır. Özbek ağızları üzerindeki ilk ilmî araştırmalar, bu heyet tarafından yapılmıştır.56
Gâzi Âlim Yunusov etnoğrafya, dil ve edebiyat sahalarını ilgilendiren çalışmalarıyla ilim çevrelerinde kendisini kabul ettirmiş bir araştırmacıdır. Nitekim 1930 yılında Leningrad Şarkiyat Enstitüsü’nde araştırmacı olarak çalışırken tanınmış Türkologlardan Nikolay Yakovleviç Marr, Sergey Yefimoviç Malov, Aleksandr Nikolayeviç Samoyloviç, P.M. Melioranskiy ve Yevgeni Eduardoviç Bertels’in tavsiyeleri üzerine kendisine “profesör” unvanı verilmiştir.57
Özbek Tili (1930), Özbek Tiliniŋ Tavuşları (1930), Özbek Uruğlarıdan Katağanlar ve Ularnıŋ Tili (1930), Yüridik Terminler Lûgati (1936), Özbek Lehceleriniŋ Tasnifide Bir Tecribe (1936), Özbek Tili Grammatikası (1936), gibi kitaplar ile Balalar Edebiyatı Toğrısıda Bir Fikr (1925), Elle Toğrısıda Bir-İkki Ağız Söz (1927), Orta Asya Türkleriniŋ Yeŋi Elifbesi (1927) gibi makaleleri, Gâzi Âlim hakkında yazılan yazılarda bilinen önemli eserleri olarak zikredilmektedir.58
Gâzi Âlim Yunusov, asıl eserlerini vereceği bir çağda, 23 Nisan 1937 tarihinde gece yarısı tutuklanarak hapse atılır. Önceleri kendisine ve ailesine suçu hakkında hiçbir bilgi verilmez. Ancak bir buçuk yıl süren tutukluluğu sırasında milliyetçilik, Türkçülük, Turancılık suçlarından dolayı sorgulanır.
Sorgulama sırasında kendisine Pantürkist hareketine ne zaman katıldığı, Türkistan’da İstanbul’daki “Pantürkistlerin” hangi teşkilâtını kurmak istedikleri, bu hareketle ilgili olarak hangi faaliyetlerde bulunduğu, hangi karşı devrimci hareketlere iştirak ettiği, 1918 yılında İstanbul’a tekrar niçin gittiği sorulur. Bu sorulara cevap alabilmek ve polis tarafından tanzim edilen düzmece ifade tutanaklarını imzalatabilmek için diğer Ceditçi şair ve yazarlarla birlikte Gâzi Âlim Yunusov’a da işkence edilir. İsnat edilen suçları kabul ettirebilmek için yapılan işkencelerin şiddeti hakkında Nebican Bâki Katlnâme adlı kitabında bilgi vermektedir. Meselâ Abdullah Kâdirî’den bahsedilen sayfalarda bu konudan söz edilirken, “üç ay mâbeynide it körmegen azabnı köredi” denilmektedir.59 Elbette Gâzi Âlim’in de buna benzer işkencelere maruz kaldığı söylenebilir.
Gâzi Âlim Yunusov, işkencelerin dayanılmaz hâle gelmesi üzerine kendisine sorulan sorulara, sorgu memurlarının istediği tarzda cevaplar vermek zorunda kalır. Buna göre, Türkiye’ye ilk defa 1909 yılında geldiğini, Kahire’ye geçerek El-Ezher’de okuduğunu, herhangi bir teşkilâta girmemekle birlikte bu yıllarda “Pantürkistler terbiyesi” aldığını, İstanbul’da İttihat ve Terakkî Partisi ve Türk Ocağı ile alâkası bulunan ve Türkistanlı talebeleri mekteplere yerleştirmekle meşgul olan Turan Neşr-i Maarif Cemiyeti çevresinde bulunduğunu, Türkistan’a döndükten sonra Taşkent’te Abdullah Avlânî ve Nizâmiddin Hocayev ile beraber “halka Pantürkizm hareketi doğrultusunda eğitim vermek” maksadıyla Turan Cemiyeti’ni kurduklarını, Hokand Muhtariyeti’nin kuruluş toplantılarına temsilci olarak katıldığını, bunlardan başka Taşkent’te Türk Ocağı’nı açtığını, burada “Türkistanlı gençlere Türkçü idealler doğrultusunda eğitim” verdiğini ve 1918 yılında Sovyet Rusyasına karşı İttihat ve Terakki Partisi’nden yardım istemek için İstanbul’a giderek Talat Paşa ile görüştüğünü bildirir.60
Sorgulama safhasında benzer sorular diğer Ceditçilere de sorulmuştur. Meselâ Nazrulla İnâyetov, 28 Kasım 1937 tarihli ifadesinde, işkencelerden sonra kendisine yöneltilen suçlamaları kabul ederek “milliyetçilerin sovyet karşıtı Millî İstiklâl teşkilâtı”na üye olduğunu bildirdikten sonra teşkilâtın üyeleri olarak kırk dokuz kişinin adını sayar; bunlar arasında Gâzi Âlim Yunusov’un adını da zikreder. Aynı şekilde eserleri ve konuşmalarıyla “milliyetçilerin karşı devrimci teşkilâtı”nın üyesi olarak faaliyetlerde bulunmakla suçlanan Abdülhamid Süleymanoğlu (Çolpan), “Özbek edebiyatında karşı devrimci milliyetçilerin ideolojik rehberlerinden biri” olduğunu ve Ekim ihtilâlinin “ilk günlerinden itibaren bu yolu” tercih ettiğine dair ifade verir. Çolpan 10 Ağustos 1937 günü sorgulama sırasında, baskılar sebebiyle şu cümleyi sarf etmek mecburiyetinde kalır: “Ben, Özbekistan’da Şûrâ hâkimiyeti kurulduktan sonra düşman tarafına geçtim ve karşı faaliyetlerde bulundum.” Çolpan aynı sorgulamada kendisiyle beraber Abdurrauf Fıtrat, Atacan Hâşim, Gâzi Âlim Yunusov gibi “karşı devrimci Türkperestler teşkilâtı”na üye olan on sekiz kişinin isimlerini zikreder.61
Gâzi Âlim Yunusov’un arşivdeki 976527 numaralı dosyasında bulunan ve teğmen Trigulov tarafından tanzim edilen 05 Ekim 1937 tarihli sorgulama evrakı, onun “Evvelâ, sorgulama sırasında, uzun süre işlediğim suçları gizlemeye çalıştığım için özür dilemek istiyorum,” cümlesiyle başlamaktadır. Yunusov, aynı evraktaki ifadesine göre, “şahsen dil sahasında araştırmalar yapan âlim maskesi altında ve düzenli bir şekilde burjuva milliyetçiliği propagandası” yaptığını, dilci profesör olarak “millî heyecanla yazılmış kitapları” Özbek diline aktardığını ve “karşı devrimci, milliyetçi teşkilâtın önde gelenlerinden biri olarak Cumhuriyet İlim Terminoloji Komitesi ve diğer ilmî kurumlarda Fıtrat ve Atacan Hâşim’le birlikte karşı devrimci faaliyetler”de bulunduğunu, bunlardan başka 1935 yılı Şubat ayında Taşkent’teki Pedagoji Enstitüsü İngiliz Dili Bölümü’nün başkanı olan Maşkovskiy tarafından İngiliz casusluk teşkilâtına hizmet etmek üzere kiralandığını da kabul eder. Fakat sorgulamanın sona erdiği 15 Aralık 1937 tarihinde bu ifadesini kabul etmez. Bunun üzerine 1938 yılının Mart ayından başlayarak tekrar sorgulanır; Abdullah Kâdirî, Rauf Rahimoviç, Fıtrat, A’zam Eyüpov, Atacan Hâşim, Çolpan gibi diğer tutuklularla yüzleştirilir. Nihayet 24 Eylül 1938 günü yapılan sorgulama sırasında, tutuklandığı güne kadar karşı devrimci teşkilâta üye olduğuna dair daha önce verdiği ifadeyi kabul eder. Askerî mahkeme tutanaklarında ise şu ibare yer almaktadır: “Gâzi Âlim Yunusov suçunu itiraf ediyor, sorgulama sırasında verdiği ifadeleri onaylıyor, sadece casusluk faaliyetlerini kabul etmiyor, bunun bir iftira olduğunu söylüyor.”62
Bu sorgulamadan on gün sonra, yani 04 Ekim 1938 tarihinde gece yarısına doğru Gâzi Âlim Yunusov, Fıtrat, Çolpan, Abdullah Kâdirî, Atacan Hâşim de dâhil olmak üzere Ceditçi şair ve yazarlar üstü kapalı bir kamyona bindirilerek Taşkent’in dışında ıssız bir yere götürülürler. Sonra ellerine kazma kürek verilerek bir hendek kazmaları emredilir. Bunu müteakiben hepsi kazdıkları hendeğin kenarına karşılıklı yerleştirilerek kurşuna dizilirler. Ertesi gün toplanan askerî mahkeme heyeti, yargılanmadan kurşuna dizilen bu talihsiz vatanperver insanların dosyalarını değerlendirerek hepsinin idam edilmesine karar verir. Diğerlerininkiyle beraber dosyası on beş dakika içinde değerlendirilen Gâzi Âlim Yunusov’un da ceza kanununun 58, 62, 64 ve 67. maddelerine istinaden kurşuna dizilmek suretiyle idam edilmesine karar verilir.63
Bu uğursuz geceden tam on dokuz yıl sonra, mahkeme, 27 Haziran 1957 tarihinde aldığı 4n02-5571 numaralı kararla Profesör Gâzi Âlim Yunusov’un faaliyetlerinde suç unsuru bulunmadığını kabul eder. Gâzi Âlim’in masum olduğu, böylece Sovyet devleti tarafından da itiraf edilir.64
Sonuç olarak, Gâzi Âlim Yunusov’un hayatı ve eserleri üzerinde geniş bir araştırma yapılması gerekmektedir. Bugün artık Özbekistan’da “İstiklâl fidâileri” olarak şükranla yâd edilen Ceditçi şair ve yazarların hayat ve eserlerine dair yapılacak arşiv araştırmalarına dayanan çalışmalar, onlara olan vefa borcunun ödenmesinin yanı sıra Türk topluluklarının 20. yüzyılın başında birbirlerini tanımak ve yakınlaşmak adına ne kadar mesafe aldıkları meselesine de açıklık kazandıracak ve hepsinden önemlisi aynı ideali takip eden bugünün aydınlarına da Türk dünyasının hangi merhalelerden geçtiği ve Türklüğü daha ileri merhalelere ulaştırmak için nasıl bir yol takip edilmesi gerektiği hususunda yol gösterici olacaktır. Yine bu çalışmalar, her fırsatta herkes tarafından itham edilen Türklerin hakikatte tarihin en mazlum ve en mağdur milleti olduğu gerçeğini de ortaya koyacaktır.
(2006)