Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Manas Destanı», sayfa 2

Yazı tipi:

Dağ başında Kayberen7 böğürdü, bahçedeki kuşlar öttü, yerdeki yılanlar ıslık çaldı. Avuldaki köpekler havlamaya, atlar kişnemeye başladı.

Bebek iki elinde kan pıhtısı olduğu halde doğdu. Bebeğin on beş yaşındaki çocuk kadar ağırlığı vardı. Çırpınışları otuz yaşındaki insanın kuvveti kadardı. Bebeğin iki omzunda kara yele görüldü. Ağzına yiyecek verildiğinde üç tulum yağı bir defada yedi. Soylu kadın Çıyırdı bebeğe memesini verdiği zaman memesinden önce süt sonra kan çıktı, Hanım buna dayanamadı.

Yetmiş Kırgız ailesinin mutlu günleri gelmişti, nice aylardan, nice yıllardan beri çocuk ağlamasını işitmeyen Kırgızlar çok sevindiler.

Avulun erkekleri o anda çocuğun babası olan Cakıp’ı hatırladılar. Ona bu haberi ulaştırıp hediye almak için kemredeki

Kırk at yavrusuna binerek her tarafı aradılar. At bulamayanlar da çoktu; kimisi yaya, kimisi atlı gitti.

Avulda erkeklerden yalnız Akbalta tedirgin bir halde evinde kalmıştı. Sulayka bunu görüp şaşırdı, “İhtiyar, müjdeden boş kalma, koşan almaz, nasibi olan alır. Cakıp’ın sevincini paylaş!” diye yalvardıktan sonra Akbalta da yola koyuldu.

Akbalta, Kökçolok atını döverek avdan kalan köpek gibi seğirtti. Cakıp Bay dağ eteğindeki gök çukurun yüzünde, ırmak kenarında; kanatlı at veya gök kır tay gibi, kara yeleli kula kısrağa yürümeyi öğretmek için tek başına uğraşıyordu.

O zavallı Cakıp Akbalta’nın getirdiği sevinçli haber ile titreyerek bayıldı. Sonra ayılıp şükrederek avula geldiler.

Akbalta, Cakıp’a ulaştırdığı sevinçli haberin karşılığında dokuz hayvan aldı.

Cakıp Bay, boz evine, Cıyırdı’yı kutlamaya hiç şaşırmadan sakince girdi.

“Var ol hanım! Evladının beşik bağı sıkı olsun! Beşik bağı kutlu olsun! Çocuğunu Tanrı korusun!”

“Var ol bayım, dediğin olsun!” diyerek rahatlayan Çıyırdı, beyaz memelerini uzatıp, beyaz gerdanını çıkarıp ihtiyar kocasına çocuğunu uzattı.

Cakıp, bağırarak ağlayan bebeğin göbeğini kokladı. “İhtiyarlıkta sahip olduğum oğlan bu mudur?” diye bebeği Tünek’e yaklaştırıp dikkatlice baktı. Tanrının verdiği bu çocuk ağırbaşlı, aslan boyunlu, gözü açık, kaşları çatık, sert, kaplan gibi heybetli, kuvvet fışkıran bir oğlan idi. Cakıp, çocuğun arkasında kara mavi yeleyi gördü, iki omzunda koruyucu melek kükreyip duruyordu.

Mutsuz Çıyırdı “İşte sen! Vücudumun bir parçası olan gözbebeğimi seni dokuz ay, dokuz gün karnımda taşıyıp bin bir zorlukla doğurdum. Artık ak sütümün hakkını verirsin!” diye içinden üzülerek Umay Ana’ya derdini anlattı.

Çıyırdı, çocuğu doğururken gözüne görünen bir ikaz işareti hakkında Cakıp’a da, yakınlarına da bir şey söylemedi. Bu annenin kalbinde bir sır olarak kaldı.

Bir aksakallı derviş tünekten inerek “Oğlunun adı Evliya’dır. Büyüdükten sonra savaşçı bahadır olacaktır. Bir çelik ok tahsis ettim, onu çocuğuna emdir. Asıl lazım olanını yakasına tak. On ikiye girdiğinde bir ustaya yay yaptırtacaksın. Olgunlaştığında altı yiğide verilmesi için gökten altı kılıç inecektir” dedi. İhtiyar evliya çocuğun alnını üç kez sıvazlayarak oku verdikten sonra gözden kayboldu. Çıyırdı dervişin söylediklerini kimseye anlatmadı. Çelik oku çocuğa emdirdi, gömleğinin yakasına ipek iple dikip taktı.

Cakıp: “Rüyada gördüğüm oldu. Allah’ım şu çocuğun bahtını ver, ömrünü ziyade eyle, düşmandan intikamımı alsın, kaybettiklerimi bulsun.” diye dilekte bulundu.

Kederli halk ise: “Zorluklarla pençeleşirken hepimiz bir çocuk istedik. Dileğimizi makbul gördün. Şu çocuğumuz dünyaya kement atan oğul olsun, ıstıraplarımızı gidersin, başımızı kurtarsın! Ayaklar altında kalan bayrağımızı kaldırsın, kılıcımızı keskin eylesin! Kaybettiğimiz toprakları geri alsın! Yolu, kolu, gözü açık olsun!” diye hep birlikte Tanrı’ya yalvardı.

Kırgızların ahı herhalde Tanrı’ya ulaşmış. Tanrı bu zavallı halka acımış Kırgızların bedduası tutmuş, belki de Tanrı kahretmiş, son zamanlarda Kalmuk ve Çinlilerin Kırgız, Kazak ve Türk kabilelerine yaptığı baskı hafifledi. Çon Beecin’deki Hanlar arasında iç çekişmeler, Kırk Han’ın hâkimiyet ve dünyalık kapma kavgası sebebiyle, Kalmuk ve Çinlilerin göçmen halka baskı yapacak ve zulüm edecek hali kalmamıştı. Halk arasındaki Kalmuk serdarları, casus ve muhabirleri yer yer eriyen kar gibi gizlice kaybolmaya başladılar.

Bunun farkına varan Cakıp, avulun ileri gelenlerini, yakınlarını toplayıp danıştı. “İhtiyarlığımda oğul sahibi oldum, hayvanlarım yok olmadı. Otlar yetiştiğinde, hayvanlar doyduğunda, Uç-Aral’da bir ziyafet vereceğim.” dedi.

Yurdun ileri gelenleri Cakıp’a katıldılar. Keşke Kalmuk, Tırgot, Çinlilerden sır saklayıp, Cakıp’ın, on iki direkli, Ak şanlı üç kardeşini bulsa da onları çağırıp köşeye oturtsa, sevincini onlarla paylaşsa, ziyafetin tadını çıkarsa. Ama onlardan şu ana kadar hiç bir haber alamadı. Bunu düşündükçe yüreği sızlıyordu. Oruz’u Opal’da, Bay’ı Kaşgar’da, Usön’ü Tibet’te diye biliyordu.

Cakıp her şeyden evvel, Kazak’a, Noygut’a, Katagan’a, Türk kabilelerine, Alçın’a, Uyşun’a, Nayman’a, Kıpçak’a, Abak’a, Tarak’a, Argın’a dört beş ay önceden çocuğunun düğününe davet etmek için haber gönderdi.

Uzun zamandır ziyafeti özleyen Kırgızlar yurdu yenilediler, evlerini düzeltip kurdular. Kadınlar süslenip, kara başörtüsü yerine beyaz sarık ve beyaz başörtüsü kullandılar. Kızlar saçlarını çeşitli şekilde örüp, baykuş tüyleriyle süslenen kalpaklarını giydiler. Erkekler kesmek için hayvan hazırladılar, ocak yaptılar, odun hazırladılar, yarış atı hazırladılar, misafirleri ağırlama işini görüştüler.

Cakıp Bay, bir gün Ala-Dağdaki Nogoy’un evine benzeterek, Altay’da altı direkli bir otağ kurup süsledi. Ardıç dumanıyla evi tütsüledi, davul çaldırıp bahşıya evdeki belayı kovdurdu, kıllı mızrağa kızıl tuğ takıp tünekten çıkardı.

Akbalta, önce Cakıp’ın fikrini beğenmemişti, sonra halkın ziyafete hasret kaldığını görüp zavallıların gönlü neşelensin, başları bir araya gelsin.” diye kabul etti ve ziyafet işlerini üzerine aldı. Bu yüzden, o ne uyuyabildi, ne de rahat soluk alabildi. Hep koşturup durdu. Ziyafet yedi gün sürdü. “Cakıp’ın çocuğunun ziyafeti bizim de ziyafetimiz, şimdi hizmetini etmeyelim de ne zaman edelim.” diyerek Argın’ı, Kalmuk’u, Nogoy’u, Kıpçak’ı hep beraber misafirleri ağırladılar. Oyun, güreş, mızrak müsabakası, at yarışı düzenlendi. Cakıp’ın ziyafeti Altay’da çabuk duyuldu.

Kalmuk Tırgot, Çinliler ve Moğollar “Bu Kırgız Ak Otağ kurduğu için mi böyle şımarıyor? Onun bizim bilmediğimiz bir çocuğu var. Alevke’ye söyleyelim” diyerek kötü niyetle avullarına döndüler.

Cakıp, her kabilenin başta gelenlerini, yakınlarını, bilgili aksakalları, özellikle ziyafet sonrasında alıkoyup, her birine elbise giydirdi. Aksakalları özellikle ziyafet sonrasında alıkoyup her birine elbise giydirdi, çocuğunu sağ eteğine koyarak, hanımını peşine takıp ortaya çıktı.

Sevgili kardeşlerim! Tanrımın verdiği oğluma ad veriniz.” Cakıp diz üzerine oturup dileği için dua etti.

Çocuktan çıkan ışığa bakıp ona layık bir ad bulamayan halk şaşırıp kaldı.

Ah, Tanrım! Tam bu sırada beyaz çadıra yırtık deri elbise giyen, elinde beyaz asa tutan, beline çakmak taşı bağlayan, ayağına çarık saran bembeyaz sakallı, ak külahlı bir derviş içeri girdi.

“Millet!” dedi yüzü ışıldayan derviş, şaşkın oturanlara bakarak, “Müsaade ederseniz nur yüzlü çocuğun adını ben vereyim.”

Onlar da; “Olsun! Ağzından çıkan kutlu olsun, çocuğun adını sen ver ihtiyar.” dediler.

“Söylemek benden, söz Tanrı’dan… Çocuğun adı Manas olsun! Ulu adına layık bahadır olsun! Belalardan uzak dursun” dedi gözlerinde ateşi olan evliya derviş elindeki asasını çocuğun üzerine silkerek “Manas, ok geçirmeyen kürklü ol! Ok yetişemeyen atlı ol! Sana dokunanları kılıçtan geçir, karşına düşman çıkarsa belini büküp öcünü al! Seninle tutuşan yenemesin, sana dokunana aman verme! Yalnız başına bozkurt ol, kırk kişiye bedel ol! Adını şimdilik sakla.” dedi.

Oradakiler “Dediğin olsun. Tanrım versin!” diye uğultuyla güneş ışığının girdiği tüneke bakarak Gök Tanrı’ya sığındılar.

Çıyırdı Hanım, çocuğuna ad veren adama elindeki ipek kumaşla altını vereyim diye düşünürken beyaz sakallı derviş bir anda gözden kayboluverdi. Onu dışarıda olanlar da görmemişlerdi.

Manas Manas olunca, adı sanı duyulunca, yurtta ona muhatap çıkmadı.

Küçücük Manas, bağırınca dağdaki kayberen ürkerdi, ormandaki kaplanlar kaçardı.

Manas bebekliğinde ağlamayı bilmiyordu, yaramazlık yapardı, istese obanın ocağındaki ateşten yalın ayak geçerdi. İçinden geçilmez çam ormanında tek başına dolaşırdı. Ev kadar taşları dağdan yuvarlardı. On beş yaşındaki çocuğun elini sıkıp onu ağlatıyordu.

Çocukcağız üç yaşına geldiğinde Çong Cindi diye biliniyordu. Delikanlılarla eşit oldu, devenin kuyruk sokumu kemiğini tek eliyle birleştirir, Gök öküzün boynuzunu kırardı. Onunla güreşmeye kimse çıkamazdı.

Çong Cindi dört yaşına geldiğinde sık sık dövüşmeye başladı. Karaağacı yerden köküyle beraber kopardı. Canıyla yarışıp, gücüyle kapıştı, suya bassa dalmadı, ateşe bassa yanmadı. Aslan gibi heybetli oldu, belalı Cindi diye adlandırıldı. Çong Cindi henüz küçükken marifetini millete gösterdi, beş yaşına geldiği zaman, öküz kadar taşları kaldırdı, yılanın başını ısırdı, bir tulum kımızı bir seferde içti.

Genç Manas altı yaşına geldiğinde uzun boylu delikanlı oldu, yiğitlerle denk oldu. Çong Cindi adını bıraktı, kendi adıyla çağırılmak istedi.

Manas, yedi yaşında kırıp dökmeye başladı. Can dostları ondan bezerek kaçtılar. Deliliği arttı, bir kuzunun eti ile doymadı, onunla güreşecek yiğit kalmadı.

Manas sekiz yaşına girip erkeklik çağına erince, her gün kırlarda dolaştı. Ev yüzünü görmedi, kervan yolunda gelip geçen tüccar ve kervancıları soyup, malını mülkünü çocuklara dağıttı. Avuldakiler “Cakıp Bay’ın bir tanesi laf dinlemez, şımarık!” diye dedikodu yaptığı halde hiç kimse karşısına çıkamazdı.

Bir keresinde Manas, avuldan kırk çocuğu toplayıp, geniş Altay’ın tepeli alanlarında karargâh kurup eğlence düzenledi. Eğlence kıvamına geldiğinde yukarıdaki dağ tepesinden Kalmuk, Tırgot, Moğol’un kudurmuş seksen çocuğu sallana sallana gelip avulun çocuklarına büyüklük tasladı.

“Serseri Kırgızların çocukları eğlence düzenlemişler. Onlara eğlenmeyi gösterelim! Esen Han atamız bunların derisini yüzüp gözünü oyacak!” diye sunardılar. Onlardan birine “Erkek isen yap!” dedi Manas. Kalmuk’un, Moğol’un, genç çocukları savaş parolasını söyleyip Kırgızları her yandan kuşattılar, bağırıp çağırarak, kavga çıkardılar. Kaçan Kırgız çocuklarını küçük büyük demeden ölesiye dövdüler. Epeydir bir kenarda duran Manas artık “Yeter!” diye araya girdi.

“Bu hakeme bak, kötü Kırgız!” diye Kalmuk çocuklarının başı, Manas’a değnekle vurdu.

Manas dayak yedikten sonra yerinde duramadı. Yerdeki değneği alıp Kalmuklara öyle bir hareket yaptı ki, değneğin dokunduğu on iki çocuk öldü. Manas’ın heybetini gören Kalmuk çocukları köşe bucak kaçmaya başladılar. Kırgız diye savaş parolasını söyleyen kırk çocuk Kalmukları kovaladılar.

Manas, Kalmuklara yetişip tam onların cezasını vermek üzereyken karşısında Cakıp Bay peyda oldu.

Cakıp “Hey yaramaz!” diye, Manas’a bağırdı, “Kalmuklara bunu nasıl ödeyebilirim! Başımızı yiyeceksin bu hareketinle, dur!” dedi.

Manas kırk çocuğu peşine takarak hiçbir şey olmamış gibi avula geldi.

Ertesi gün Kalmuklara dokuzarlı gruplar halinde hayvan götüren Akbalta şöyle dedi:

“Avulumuzdaki Çong Cindi denen çocuk kavga çıkarmış, onun cezasını biz verelim. Ayağına geldik, çocukların işi yüzünden birbirimize düşman olmayalım” diyerek Kalmukların ayağına kapandı.

Onun malını mülkünü alan, içkisini içen Kalmuklar şöyle dediler:

“Kırgızlar! Sizin af dilemelerinize alıştık artık. Çong Cindi’nize sahip çıkın!”

“Tamam” dedi sırrı içinde saklayan Akbalta.

O olaydan beri Cakıp oğlundan kaygılanıyordu.

Cakıp sonunda hanımına danışarak Manas’ı Oşpur’a bir an önce vermek istedi. “Çocuğu uşak mı yapacak, Hanzâde mi yapacak, budala mı yapacak kendisi bilsin. Onun eline verelim, hem Kalmukların gözünden uzak dursun” diye atına binerek yola koyuldu.

Cakıp’ın bildiği kadarıyla Oşpur çobanların başı Tengir Bay’a tabi olan, töreleri iyi bilen, sözü bir özü bir insandı. Oşpur, gençliğinde dünyadan bıktığı için halkına geç katılmıştı. O dağın tepesinde düşüncelere dalmış bir halde akşama kadar otururdu. Gece boyu uyumasa bile gündüz yine halinden hiçbir şey eksilmiyordu. Kolay kolay sırrını söylemezdi. Birçok dili biliyordu, Karakuş gibi ihtiyar gözükmesine rağmen tekmeyle taş yaran, eliyle her şeyi kırabilen kişiydi. Yedi gecede Kalmuk ve Çin’e yaya olarak gidip gelirdi. Oşpur, dağdan seyrek olarak inerdi. Ömrünün büyük bir bölümünü ak karlı, mavi buzlu yükseklerde kuzuların otladığı, kayberenlerin yayıldığı yerlerde, koyunlar arasında geçirirdi.

“Oşpur Bay nerdesin?” dedi Cakıp yüksek sesle, “Sana bir kul getirdim.”

“Buradayım Cakıp Bay.” Oşpur Ak çadırından çıktı, “A, oğlunuzu ağılıma alıp gelmişsiniz…”

Oşpur, Manas’a dikkatlice bakarak ona bir sarı keçi yavrusunu kurban kesti.

“Oşpurcuğum, sen çok şey bilirsin, söylemesen de bunu fark edebiliyorum. Bunu adam et. Seni Tanrı’ya, oğlumu sana emanet ediyorum.”

Çoban başı, Bay’ın sözünü dinledikten sonra cesaret bularak:

“Bayım, peki. Avuldaki Çege Bay ile oynasın!”

“Oğlumun gözünün yaşına bakma! Vur, döv! Yattığı yer kara kulübe olsun, önü taar8 keçe olsun! Şımartma” diyerek Cakıp evine döndü.

Manas Oşpur’un yanında kaldı.

Ertesi gün kara kulübede horlayıp uyumakta olan Manas’ı Oşpur tan atmadan uyandırdı.

“Hey, Manas! Sen buraya uyumaya gelmedin. Çobansın. Dediğimi yapacaksın, kalk! Normalde öğlene kadar uyuyan uykusever Manas bugün hiç ses çıkarmadan gözünü açtı.

“Söyle bana, nasıl insan olmak istersin?” dedi Oşpur onu sorguya çekerek.

“Bahadır olmak istiyorum” dedi Manas rahatça.

“Peki, bahadır olunca ne yapacaksın?”

“Bahadır olursam düşmanlarımı param parça edeceğim.”

“Öyle mi! Niçin düşmanlarını öldüreceksin?”

Manas buna cevap veremedi.

“Halkımı yağmalayıp soyduğu, öldürdüğü için desene!” dedi Oşpur “Kan dökerek mi bahadır olacaksın?”

“Bilmiyorum.”

“Şimdi sözümü dinlersen bahadır olacaksın.” dedi Oşpur. Manas çobana “Tamam!” işareti yaparak başını salladı. Oşpur, Manas’ı büyük nehrin aktığı geniş dereye götürdü. “Şimdi buradan öteki kıyıya geçeceğiz, yol bul.” dedi Oşpur. “At ile geçemez miyiz?” dedi Manas.

“Bahadırlar pek çok zorluk yaşarlar. Bahadır olmak istersen yaya geç!” dedi, Oşpur Manas’a bakıp.

Gerçekten Manas nehre elbiseleriyle girdi. Beş adım gittikten sonra Manas bir taşa takılıp kayarak düştü. Suda sürüklenmeye başladı, suda boğulmak üzereydi, iki gözü Oşpur’daydı.

Oşpur, suda akıp gitmekte olan Manas’ı takip ederek, şaşmadan nehir kıyısı boyunca gelmekteydi. Manas çaresizdi, nehir onu almış götürüyordu.

Nehrin kıvrımına geldiğinde, Manas’ın gücü kalmamıştı. Oşpur, kıyıdan elini uzatıp onu nehirden çıkardı.

“Bahadır olmak kolay mıymış?” dedi Oşpur gülümseyerek.

“Bahadır savaşta dövüşür, düşmanla savaşır, suda akmaz!” dedi Manas kızgın hâlde.

“Suda dövüşmek, yaya olarak nehir geçmek bahadırların başına her an gelebilir” dedi Oşpur.” Uykudan kalkıp, bir anda kara gücünle olman lazım.”

Oşpur, Manas’ı öteki kıyıya geçirip taşlı dereyi gösterdi.

“Bu deredeki taşları iki günde bir yere toplayacaksın.”

Manas daha da sinirlendi.

“Onunla sur mu yapacağız?” dedi tersleyerek.

“Hayır. Senin gücünü deneyeceğiz” dedi Oşpur. “Bunları topladıktan sonra eve gidebilirsin.”

Oşpur atına binip Manas’ı derede bırakarak gitti.

Manas, burada iki gece kaldı, bin bir zorlukla ev kadar taşları bir yere topladı.

Üçüncü gün Oşpur geldi, toplanan taşları görüp Manas’ın omzunu tuttu.

“Şimdi, senin gelecekte bahadır olacağın belli oldu, Manas.”

Oşpur o zamandan sonra Manas’ı rahat bırakmadı. Onu Süt-köl denen yayladaki suyu çok soğuk olan derin göle, etrafında Kamçatka ördeklerinin bulunduğu yere götürdü. Beline ip bağlayıp suya daldırdı. Böylece Manas yüzmeyi öğrendi.

Bu Oşpur’un eziyetlerinin başlangıcıydı. Ne olursa olsun, Oşpur’un eziyetleri Manas’ın hoşuna gidiyordu. Dikkatiyle, canla başla Oşpur’un söylediklerini, itiraz etmeden hemen yerine getiriyordu. Bahadır olmanın kolay olmadığını artık anlamıştı Manas.

Bir ayda Manas yayın nasıl yapılacağını, nasıl çekileceğini öğrendi. İki ay sonra dayanıklı mızrak yapmanın sırrını öğrendi. Üç ayda kılıç yapmayı ve kullanmayı öğrendi. Dört ayda erkek yarışları9na alıştı. Beş ayda Oşpur ile tutuştu, kara gücü geldiğinde Manas onu bir eliyle kaldırdı, bunu fırsat bilen Oşpur ayak çalmak suretiyle çocuğu yere serdi.

Oşpurun bilmediği şey yoktu. Tibet ve Çin’den öğrenip geldiği sırrı; ineğin derisini asıp eliyle saplayarak delmeyi, bir değnekte otuz kişiyle tutuşmayı, tekme atmayı Manas’a öğretti.

Altı ay sonra o etine dolgun çocuk zayıflamıştı. Boyu uzamış yaramazlığı kalmamıştı. Vücudu kuvvetlenmiş boz bir oğlan olmuştu. Ondan sonra Oşpur, Manas’a güvenerek onu Çege Bay’la beraber koyun gütmeye gönderdi.

“Üzerine Kalmuk’un taşını tak!” dedi Oşpur, “Yoksa Kalmuklar senin ayaklarını ve kollarını keser.”

“Oşpur Ağa! Kalmuk’un taşını takıp yaşamaktansa ölürüm daha iyi!” Manas buna gücenerek beyaz kalpağını, üstüne kementay10ını giydi ve yanına kılıcını aldı.

Manas on yaşına geldiğinde tırmanmak için dağ, savaşmak için düşman bulamadı. O dağdaki çobanlardan kırk çocuk bulup almak istedi.

Bir sıcak yaz gününde, Manas ile Çege Bay dağa koyunları otlatmaya çıkmışlardı.

Tam karşıdaki kaya taşında bir kurt, koyunları arasında aksak beyaz kuzuyu yakalayıp güpegündüz parçaladı. Bunu gören Çege Bay’ın ödü koptu; bağırmak için sesi dahi çıkmadı, ardıç ağacına çıkarak saklandı.

“Hey, bu hangi köpek?” dedi Manas.

“Köpek değil, kurt” dedi yaşça büyük olan Çege Bay. “Bizi de yiyecek, saklan buraya.”

“Kurtsa ne varmış. Bunun ciğerini söküp alacağım” diye on yaşındaki Manas kurda saldırdı. Kuyruğundan yakalayacaktı ama yetişemedi.

Kurt kaçıp gitmekte idi. Manas akan kan izinden onu takip etti. Kurt kayanın önündeki kara mağaraya girip saklandı. Manas da onun izinden mağaraya girdi.

Manas mağaraya girince gördüklerine inanamadı. Köşede iri yarı, şık elbise giyen kırk kişi sırayla oturmuştu. Kanatlı atları vardı; gönülleri açık, yüzleri nurluydu. Onların yanında Oşpur’un aksak kuzusu meleyip duruyordu.

Büyüklerden çekinen Manas onlara selam verdi:

“Ağalar, Kuzuyu kapan kurdu gördünüz mü?” dedi.

“Gördük” dediler. Oturanlar birbirlerine bakarak gülümsediler. “O kurt işte biziz. Biz kırklarız.”

Manas’ın onlara pek inanmadığını gören kırklardan biri bir anda kurt şekline girdi. Manas da böylece inandı.

“Biz kırklar senin yoldaşlarınız.” dedi oturanların büyüğü, “Ne zaman zorda kalırsan biz hemen yardımına koşarız. Sana söz!”

Kırklar Manas ile göğüslerini birbirine değdirerek sözleştiler.

O esnada mağaraya Çege Bay girdi.

“Onun adı ne?” dedi kırkların büyüğü.

“Kadoo Bay’ın oğlu Çege Bay, çobanımız.”

“Bu çocuk sonra sana can yoldaş olacaktır, adı Kütübi olsun.” dediler ve kırklar gözden kayboldular.

Manas ile Çege Bay geri dönüp koyun kuzularını saydılar, eksik çıkmadı. Manas bu gördüklerini iyiliğe yordu. Deminki beyaz kuzuyu Çege Bay’la kesip kızartarak yediler.

Gündüz dağdaki koyunlara saldıran kurtları gören çobanlar, akşamüstü deredeki koyunlarını sayıp kontrol ettiler. Ağıldaki koyunların ve otlaktaki atların hiçbiri eksilmemişti. Oşpur’un koyunlarına da bir şey olmamıştı. Ağılda deminki aksak ak kuzu da vardı.

Oşpur, koyunlarını güderek tepe boyunca gelirken deredeki çukurda Manas başta olmak üzere kırk çocuğun eğlenmekte olduğunu gördü. Çocukların eğlenmesini seyretmek için attan inerek bir söğüdün altında oturdu.

Çocuklar artık büyümüşlerdi. Onlar durmadan ordo11 oyunu oynuyorlardı. Sonra kazandaki etleri alıp yediler. Çocukların arasında Manas Opol dağı gibi gözüküyordu, o bu görünüşüyle diğerlerinden farklı idi.

“Bahadıra itaat edelim!” Kırk çocuk Manas’ın etrafında dönerek ona saygı gösterdi. Manas bununla yetinmeyerek, adetlerde olduğu gibi somurtkan davrandı. Çocukların kendisine beyim demelerini sağladı.

Eti yedikten sonra Manas söğüdün gölgesinde uykuya daldı. Bir zaman sonra üst taraftan Kara Kalmuk’un seyi si Kancarkol, yolundan şaşmış köpek gibi koşturup geliyordu. Bu kâfirin işini Oşpur biliyordu. Bu adam Kalmuk ve Çin’de, Sibirya parsı gibi emir dinleyen, insanın başını eliyle kesebilen, elini göğse saplasa hançer gibi giren, bu yüzden Kancarkol diye adlandırılan belâlı biriydi. Oşpur, içinden fırsat bulsam da Kancarkol ile yerde teketek dövüşsem diye düşünüyordu.

Kancarkol, yol boyundaki çocukları görünce köpek gibi fırlayıp gelerek kamçısıyla onları kamçılamaya başladı. Çocuklar Tarançı12 gibi sağa sola dağıldılar, bazıları korktu. At üzerinde dövüşemeyen Kalmuk attan inip kuşattığı çocuklardan dördünü eliyle vurarak öldürdü. Sonra onları toplayıp üzerlerine oturdu.

Manas, çocukların gürültüsünden uyandı. O Kancarkol’a doğru heybetle, aslan gibi kükreyerek geldi. Onun gücünü fark eden Kancarkol da önceden tedbirini aldı. Oşpur:

“Ne yazık, Manas belki o tecrübeli kâfire yenik düşebilir, keşke onun yerinde ben olsam! Kancarkol, Manas’ı parçalarsa, Cakıp’a ne söyleyeceğim.” diye düşündü.

Manas ile Kancarkol meydanda dönerek birbirini korkutmaya çalıştılar. Bir ara, Kancarkol eliyle Manas’a göz açıp kapayıncaya kadar vurmak istedi. Yiğit Manas, kendini bir yana attığından, Kalmuk’un eli söğüde saplanmıştı. Bir anda Manas ayağıyla onun böbreğine vurup, kaldırdı ve kucaklayarak yere fırlattı. Kancarkol yere serildi.

Oşpur, Manas’tan emin olarak; çocuk, göreceğini görmüş, öğreneceğini öğrenmiş, olgunlaşmıştır. Sağ salimken Cakıp’ın eline teslim edeyim diye yola koyuldu.

Oşpur’u gören Çıyırdı, sevincinden bağırdı. Heyecandan Oşpur’a verebilecek hediye, giydirebilecek elbise bulamadı.

“Sana kurban olayım Oşpurcuğum! Manas kuzum aman mı? İki yıldır onu görmedim. On çocuğu varmış gibi ihtiyar onu görmeye gitmedi. Manas adından Kalmukların, Çinlilerin haberi var mı? Almak istersen işte hayvan! Para istiyorsan onu da senden esirgemem. Beslediğim oğul adam olacak mı?”

Sözde hasis, derin düşünceli olan Oşpur şöyle dedi:

“Oğlumuz amandır, kimseye yenilmez, güreşte, kimseye boyun eğmez biri oldu, kıvamına geldi. Söyleyeceğimi söyledim, vereceğimi verdim. Artık Kalmuklardan, Çinlilerden korkmaz oldu. Çocuğa ihtiyacınız varsa alabilirsiniz.”

Ertesi gün Cakıp Bay Manas’ı alıp gelmek için Oşpur’la beraber gitti. Cakıp oğlunun olgunlaştığını görüp sevindi. “Ya kurban olayım kuzum, beri gel, konuşalım. İhtiyar Kalmuk’u dövmüşsün. Çakmağıyla bıçağını almışsın. Şimdi Kalmuklar bize felaket yağdırmaz mı? Başımıza belâ olmayacaklar mı?” diye Cakıp ağladı.

“Ben onu ganimet aldım. Ganimeti vermeyeceğim.” dedi Manas dudaklarını bükerek. “Ey baba! Ne zamana kadar böyle saklanıp yaşayacağız? Artık kaçmayacağım Kalmuk’tan, ölümden öte yol yok!” dedi.

“Ya, yavrum, arkadaşlarına hayvan kesip yedirip israf etmişsin.” dedi Cakıp.

“Ey baba kızma. İnsana, dünya ile hayvan bulunur. Bunca sahipsiz hayvanı güdüp ne bulacaksın. İnsana birazcık servet yetmiyor mu?”

Cakıp, çocuğunun söylediklerine karşılık bulamadı. Manas’ın akıl bulduğunu, büyüdüğünü gören Cakıp, içten memnun oldu.

Oşpur, elini Manas’ın omzuna koyup vedalaşırken sordu:

“Manas, olgunluk çağına geldin. Şimdi seni babana teslim ediyorum. Söyle bakayım, benden ne öğrendin?” dedi Oşpur.

“Nasıl bahadır olunacağını, nasıl savaşılacağını!” dedi Manas.

“Hoşlanmadığın herkesle savaşır mısın?” dedi Oşpur.

“Saldırırsa, evet!”

“Manas sağ kulağınla da, sol kulağınla da dinle. Önce halkına saldıran düşmanla savaşacaksın. Her zaman halkını düşüneceksin, sonra kendini. Bu, her yiğidin parolasıdır. Benim sana verecek vasiyetim budur.”

Manas nasihatini bitiren Oşpur’un önünde diz çöktü.

***

Cakıp Bay’la Manas sabahın köründe yola koyuldular. Doğuda güneş ışınları bulutlara aksederken Batıda ay henüz kaybolmamıştı. Tepeleri beyaz karla örtülen dağlar, kül rengine bürünmüştü. Kuş sürüleri dizi halinde göç etmeye başlamış, yerde otlar sararmış, şafak süzülmüştü.

Cakıp Bay da, gök yavrularını yetiştiren kuş gibi, boyu uzayan, at üzerinde mağrur oturan yiğit oğlunu, dikkatle süzüp, daha önce “Keşke yanımda bir oğlum olsaydı, hasretim kalmazdı.” şeklindeki dileğinin sonunda gerçekleştiğine şükrederek, hanımına çabuk ulaşmak için atın dizginini silkti.

Tör-Su nehrini geçip Ak-Ötek’e geldiğinde uzaktan buram buram yükselen toz duman içinde, ürkmüş at sürüsü göründü. Cakıp ürkmüş atların önünü kesip, damgalarına bakarak onların kendi atları olduğunu gördü.

Cakıp bu sıcakta temiz atları korkutarak süregelen yabancı Kalmuk’a sordu:

“Hey, atları nereye götürüyorsunuz?”

Yer kapan Kalmuk, Cakıp’ın sözünü anlamadan atları, sövüp sayarak sürüp gitti.

Atların ardından koşan lyman adlı at çobanı, Cakıp’ı görüp acı acı ağladı.

“Kalmuklar bizi dövüp, yurdumuzu alarak, atları sürüp götürüyorlar, bayım.”

O sırada Manas yetişip geldi, ağlayan at çobanını görüp babasına sordu:

“Bu at çobanını kim dövmüş, baba?” Cakıp doğruyu söyledi.

“Deminki Kalmukların işi yavrum. Altı grup Kalmuk yer değiştirmiş. Kısa zaman önce otuz kısrakla, beş atı otlak ücreti olarak vermiştim. Bunu az görüp atları otlaktan kovmuşlar.”

Atların ardındaki al donlu ata binen Kalmuk reisi Kor-tuk, Cakıp’ı tanıyıp kaba sesle bağırdı:

“Pis, vahşi Kırgız! Otlağın sahibini bilmiyor musun? Hayvanlarına bir yer bulsaydın? Şimdi sana göstereceğim! Tohumunu göstereceğim.” diye Kalmukça sövüp, Cakıp’ı atından indirip, kovaladı.

“Ya baba, bunlar ne diyorlar?” diyen Manas hâlâ hiçbir şey anlayamamıştı.

“Ey yavrum, çocuklar böyle sözleri anlamaz.” dedi Ca-kıp telaşlanarak.

Bu sırada kenarda duran Kalmuk, Cakıp’ı kamçıladı. Bayın zardava kalpağı yere düşüp çenesinden kan aktı. On Kalmuk Cakıp’a saldırdı onu fena dövdüler.

Bunu gören Manas tahammül edemedi. At çobanı lyman’ın elindeki huş ağacından yapılmış sırığı (kement) kapıp kükreyen Kortuk’un üzerine fırlattı. Kalmuk’un başı parçalanarak beyni sırığa takılı kaldı. Bunu göre Kalmuklar atlarının dizginlerini çektiler, şaşırdılar. Atlarının üzerine yerleşerek Manas’ı yakalamaya yeltendiler. Mızrak ve kılıçla saldıran Kalmuklar, Manas’ı her taraftan kuşattılar. Manas atıyla bir yana kaçarak sırıkla onları birer birer yere düşürdü. Kalmukların yedisi yere düştü. Manas gök kır atının yorgun düşmesine rağmen ayaklarıyla onun böğürlerine vurarak kaçan Kalmukları inatla takip etti. Cakıp Manas’ın arkasından bağırarak gök kır atın dizginini tutmaya çalışsa da ulaşamıyordu.

“Hey, yapma yavrum, dur!” diye ağlıyordu Cakıp. “Kendine gel! Arkana bak, vay-vay! Bu yaptığın nedir? Köklü kabilen mi var senin? Keşke kırk yoldaşını bekleseydin? Tek başına Kalmukları öldürüp bitirebilir misin? Bırak yavrum, dur!”

Manas babasına acıyıp gök kır atının dizginini çekti.

“Kurban olayım sana yavrum. Bu Kalmuklar bundan sonra seni boş bırakmazlar. Bakarsın yarın Kortuk’u öldürdün diye, intikam almak isterler. Onlar “Kun” isterler. Manas atın dizginini sıkı tutup uslu duruyordu.

“Kun ne demek baba?”

“Oğlum birisini öldürdüğün zaman, zarar gören taraf kun ister. Kuna bakarak (at, koyun, deve, inek) altın ve benzeri dünya kıymetlerini alır. Onu ödemezsek baş alır veya ailemizden birisinin öldürülmesini isterler.” “Kalmuklar Kortuk’un Kun’u için bizi esir alıp malımızı yağma ederler mi?” Avula ulaşmaya az kaldığında, Manas düşünceye dalmıştı, sonra Cakıp’ın yanına yaklaşarak:

“Ya baba sen beni çocuk mu sanıyorsun?”

“Büyüdün, akıllandın. Daha nereye büyüyeceksin? Dev gibi boyun var.”

“Bana güveniyor musun?”

“Güveniyorum.”

“Ben sana bir şey soracağım, saklamadan doğruyu söyler misin?”

“O soracağın soruya bağlı, yavrum.”

“Soru oğlunun babasına sorabileceği bir sorudur. Cevap ise akıllı bir babanın büyümüş oğluna vermesi gereken doğrulukta olmalıdır, baba.”

“O zaman sor oğlum. Bundan sonra sana gerçekleri söyleyeceğim, senden hiçbir şey gizlemeyeceğim.”

“Baba soyunu sopunu bilmeyen adam olmaz. Bana yedi göbek soyumu anlat. Ala-Too’dan Altay’a gelişimizden başlayarak hepsini anlat.”

“Oo, oğlum, sen sormaz olsaydın; ben de söz vermiş olmasaydım. Babanın da çocuğuna söyleyebileceği söz var, söyleyemeyeceği söz var. Ama sen atalarının geçmişini bilmek zorundasın. Bunları sen biraz daha büyüyünce söylemeyi düşünüyordum. Sorman, büyüdüğünün işaretidir. Atalarımızın geçmişi nesilden nesile emanettir. Senin övünebileceğin, gurur uyabileceğin bir halkın var. Soyun Kırgız, sözünden dönmeyen, savaş denince durmayan, cesur, akıllı ve inatçıdır. Dostunu düşmanını bilen, namuslu, cesur, savaşçı ve kırk kabileli, cennetlik bir halkın vardı. Cakıp Bay, oğluna, yedi göbek atasını onların kahramanlıklarını masal gibi anlatarak büyük dedesi Nogoy Han’ın tarihine geldi.

“Büyük deden Nogoy’un yedi göbek atası hep handı. Onların hepsi aslan gibi güçlüydüler. Nogoy Han da onlardan eksik değildi. Rızkını hiç kimse ile paylaşmadı. Tacını kimseye giydirmedi. Komşularıyla iyi geçindi. Düşmana hakkını yedirmedi. Nogoy Han, ilkbaharda babalarının eskiden izlediği büyük yolu takip ederek Ala-Too’dan göç etti. Otlak arayıp Enesay, Altay, Ming-Suu (nehir) ya kadar giderek serinledi. Oraya eskiden yerleşmiş bulunan kırk Kırgız kabilesiyle, oniki Türk soylu kabile yaylayı paylaştılar, hayvan alış verişinde bulundular, dünürleştiler, adetleri beraber muhafaza ettiler, düşmana karşı beraber savaştılar, güz gelince yüklerini, hayvanlarını alıp göç ettiler. Ancak altı ay sonra Ala Too (Aladağ), Andican, Alay gibi ılık yerlere gelip kışladılar. Dürüst deden Nogoy, Esen Han’la yapılan savaşta yüreğine mızrak saplandığı için can çekişirken, oğullarına, halkına acı acı ağlayarak şöyle vasiyette bulunmuştu: “İyi niyetli yiğitlerim, köklü halkım, bizim düşmana yenik düşmemizin sebebini şimdi anladınız mı? Düşmana askerimiz az olduğu için boyun eğmedik. Halk birleşmedi. İçimizden çürüdük. Birlik ve beraberliğimiz bozuldu. Töreden uzaklaştık. Arzu ve hevesimiz kalmadı, bilgelerin sözünü ciddiye almadık. Töreleri bıraktık, kötülere kandık. Küçükler büyüklere hürmet etmediler, çocuklar, atalarını bilmediler, kadınlar kocalarını düşünmediler. Tanrıyı tanımadık. Böylece yurdumuzdan gayret, iman, haysiyet kuvvet gitti. Gerçekte akıllı önderlerinize ve memleketinize karşı olan sizsiniz. Düşmana kucak açan sizsiniz. Bundan ibret alınız! Bunu sonraki nesillere, çocuklarınıza anlatınız…”

Oğlum; Nogoy deden vefat ettiği zaman hansız kalan halk şaşırdı, han hazinesi tüketildi, sayısız hayvanları talan edildi. Yiğit erkekler köle oldular; narin belli, nazlı gelinler, küçük kızlar, cariye oldular. Böyle zilleti Tanrım kimseye göstermesin. Zamanında güçlü olan göçmen halkın başına felaket ve dert geldi. Ay batmış gibi ocağı söndü, başı derde girdi. Pis Esen Han “Bu Kırgızlara yardım edenin kim olduğunu anlayamadım. Pek çok kez onları soyup soğana çevirdiysem de yine başını kaldırıyor. Başları bir araya gelirse tekrar dirilip kavga çıkaracak.” diyen danışmanının sözünü dinleyerek, yok edemediklerini dağ derelerine, kuru yataklara kum gibi dağıttı. Kırgız çocuklarını Çinlilerin, Kalmukların atlarına bakıcı yaptı. Karşılık gösteren Kırgızların dilini kestiler, eline çivi çaktılar. Usta okçuların gözlerini oydular, söz dinlemeyenin kulağına kurşun döktüler. Ata binip kuş gibi özgür dolaşan halk şimdi güneşin doğuşunu batışını görememekte. Onlar tutsak oldular, dertlerini kimseye söyleyemediler, kuma akan su gibi tutunacak yer bulamadan, şaşırdılar. Çin Hanı Esen Han eline geçirdiği göçmen Türk ve Kırgız yiğitleriyle “vahşiler” diye alay etti. Kalmuk, Moğol ve Tırgotlardan muhafız koyup dağa ve ata alışmış halkı, gasp ettikleri hayvanlara bakıcı yaptılar. Onları hududa yakın yerleştirip, Çin Şeddi’nin önünde saldıran düşmanına karşı mızrak kalkanı olarak kullandılar. Zavallı halk bir deri bir kemik kalmıştı. Kabahat halkımızdaydı. Onlar, yıllar sonra Altay’da ancak birleşebildiler. İşte şimdi sen doğdun. Demin de söylediğim gibi aklını buldun, kuvvetle doldun. Yavrum, ataların, halkı gözbebeği gibi koruyup, muska gibi onlara tünek olup, saklayıp korudular. Atalığın gereğini yerine getirdiler. Ben onlar kadar olamadım. Ahvalim iyi gitmedi. Aklım, kuvvetim kâfi gelmedi. Şimdi senin zamanın, senin yerine getirmen gereken şeyler var. Umudum sendedir. Halkın senden beklediklerini gerçekleştir. Şerefini koru. Korktuğum şey şudur; artık sırtını dayayabileceğin ataların, o kuvvetli Kırgızlar yok. Etrafında toplanan arkadaşların yok. Yalnızsın, yavrum…” Gönlündekini söylediği için rahatlayan Cakıp, derin bir iç çekti. Manas düşündü.

7.Dağlı geviş getiren hayvanların hamisi.
8.Kaba yünlü kumaş.
9.At üzerinde yapılan bir birini eyerden düşürme yarışı.
10.Keçeden üst giyim, çapan.
11.Hanın karargâhını ele geçirmek için olan savaşı temsil eder.
12.Çiftçi, tarımla uğraşan.
₺42,57

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
01 ağustos 2023
Hacim:
4 s. 7 illüstrasyon
ISBN:
978-625-99795-0-2
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 1, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre