Kitabı oku: «Manas Destanı», sayfa 4
“Dur oğlum, dur!” diye Cakıp yalvararak arkasından koştu. “Önderleri ölüp, Neskara kaçtıktan sonra Çin askeri yenilgiyi kabul etti. Boşuna çabalama!”
Manas nefes aldı ve ordusunun yanına döndü. Neskara’nın ordusu, Manas’ın hükmü altına girdi; bayrakları indirildi. Moğolların Neskara’nın askerinin içindeki 400 civarındaki Sart’ın malını mülkünü zapt ettiklerini duyan Manas çok kızdı.
“Ey Moğollar! Sizi teke mi çarptı? Ya da aklınızı mı kaybettiniz? Paragöz mü oldunuz? Esirlerin malını alarak durumunuzun düzeleceğini mi sanıyorsunuz? Bunu görenler ne diyecekler? Mallarını mülklerini geri veriniz.”
“Biz almıştık!” diye suçlanarak utandı yiğit Umöt.
“Kinin varsa, mertçe, yiğitçe savaşarak yenin. Mala mülke aldanmayın. Dünyaperest olmayın. Mal toplamak er işi değil!” Kızgınlığı yatışmamış Manas bağırdı. “Mal lazımsa benden alın. İstediğiniz kadar alabilirsiniz.” dedi.
Moğol önderleri görüştükten sonra Cakıp’ın yanına geldiler.
– Manas, mertlik edip, bizi ölümden kurtardı. Ona tabi oluyoruz. Bizi aklıyla yendi. Doğru söz söyledi ve hatamızı yüzümüze vurdu. Moğol yiğitleri ak gönüllüdür. Düşmanlardan çok çektik. Dost kim, düşman kim, akraba kimmiş öğrendik; gözümüz açıldı. Siz atalarında töresi, geleneği olan milletsiniz. Altay’da yolunu şaşıran bir avuç Moğol’u, kanatlarınızın altına alınız. Elinizin altında, hizmetinizde olalım.
“Kendiniz iyi niyetle isteyerek gelirseniz sizi yadırgamayız. Akraba olmaktan kaçmayız.” dedi Manas liyakatiyle. “Yediğimiz tuğ aynı, içtiğimiz su aynı olacaktır. Göğün altındaki toprakları dağıtmayalım, genişletelim. Bir halk olalım.”
Cakıp, Tanrı’ya sığınıp, ak boz kısrağı kestirdi.
Neskara’dan kalan ganimeti Manas ne yapacak acaba diye kalabalık halk akşama kadar merakla beklediler.
Manas, Neskara’nın askerleri arasında; kızlara, kadınlara, ihtiyar ve koca karılara, çoluk çocuğa dokunan, mal mülkü yağmalayanları kalabalık halkın önünde idam ettirdi. Onların atlarını, eşyalarını yağma edilen halka eşit olarak bölüştürüp verdi. Altı bin üç yüz Çinli askerin silahlarını, atlarını ganimet olarak alıp onları serbest bıraktı.
“ Hanınız başını alıp kaçtı. Sizin canınıza zarar gelmeyecektir, gideceğim derseniz işte yol, kalacağım derseniz işte yurt. Sizi dövmeyiz, size sövmeyiz. Bize katılıp tebaamız olursunuz.” dedi.
Askerlerin yarısı “Kendi yerimize döneceğiz.” dediler.
Manas onlara şöyle dedi:
“Esen Han’a söyleyin. Göğün altında yaşıyorsak bir gün görüşürüz. O zaman bahadırlar gibi konuşuruz.”
Üç bin altı yüz Çinli asker diz çökerek yalvardı:
“Manas bahadır, sen Alevke ile Esen Han’ın korktuğu kadar bir yiğitmişsin. Biz seni takdir ettik. Bizi kabul et, kabilene girelim.”
“İstediğiniz kabul olsun! Kabilemize girmek isteyenlere kapımız açıktır! Halka yardımcı, Manas’a yoldaş olunuz. Size kin beslemeyeceğiz.” dedi Akbalta.
Avul reisi Akbalta Kırgızlara katılan Çinlilere başını sokabileceği yer, binebileceği at, yiyebileceği yemek verdi.
Moğollar başlarından pek çok kötülük geçmiş, görmüş geçirmiş ama ruhunu kaybetmemiş, çileli bir halk idi. Onların Kuldur adlı reisi Manas’ın önüne geldi.
“Bundan sonra kökümüz bir, parolamız aynı oldu Manas. Genç olsan da kahramanlığına diyeceğimiz yok, yetişmişsin. Sen yalnız Cakıp’a ya da Kırgızlara değil; Altay’daki bizim gibi ufak, dağınık halklara da gereklisin. Erkeğin yanında disiplinli bir ordunun bulunması lazım… Yalnız ağaç, göze çarpmaz. Uygun görürsen her kabile reisi kırk aileden kırk oğlu çıkarıp sana can yoldaşı olarak verelim. Sen kendine yakışan uşakları hizmetine al. Onlar her işte senin yanında olsun, ölümde beraber iman bir olsun. Onlar senin kölelerindir. Onlar kuvvetli olursa sen çınar gibi olursun! Ağabeyim Künös pehlivanın intikamını Neskara’dan aldın. Sadece Çegambay adında bir şımarık oğlum var. O senin yoldaşlarından, uşaklarından biri olsun. Yanına al!”
Cakıp’ın avuluna katılan Altay Türkleri, Kangaylıklar, Moğol, Alçın, Uysun Argın, Kazak, Noygut kabilelerinin reisleri Kuldur’un sözünü haklı bulup, Manas’a can yoldaşı vermek istediler. Büyük küçük bir araya gelip antlaştılar.
Manas olgunlaşıp yaşı on dörde ulaştığında; köpeğini koyuverdi, kuşunu salıverdi. Sabahtan akşama kadar Altay’ı dolaştı. Öte tarafta Opol dağı, Kangay’a kadar tepeleri aşıp, nehirlerden geçip, ormanları dolaştı. Avcılığa kendini verip yoldaşlarıyla on, on beş gün kaybolurdu.
Bir keresinde Manas’ın yedi yoldaşıyla beraber kayboluşunun üzerinden on bir gün geçmişken Cakıp’ın gönlü dayanamayarak “Onların haberini duyan kimse yok, bu oğla ne oldu, yaramazlık edip Kalmuklarla tutuşup başı derde mi girdi acaba? Niye böyle gecikti?” diye yollara baktı.
Kuru geçide geldiğinde karşısına gökdemirden zırh giyinmiş elinde mızrak tutan, beline kılıç kuşanmış, omzuna tüfek asmış bir sürü asker çıkıp Cakıp’ı ortaya aldılar.
“Cakıp’ın oğlu Manas’ı biliyor musun? Bizi onun avuluna götür.” dediler.
Bunların dost olmadığını sezen Cakıp şaşalamadan onlara sordu:
“Âdetimize göre büyüklere selam verilir, adı, sanı söylenir. Bu âdeti bilmiyorsunuz, nerelisiniz?”
“Konuşma, ihtiyar. Önce sen kendini anlat?” diye askerler onu kuşattılar.
“Adım Berdike. Babam Türk’tür. Atalarımızdan beri Altaylıyız. Cakıp’la düşmanız. O Manas’ı yakalayıp görürseniz bizim için de iyi olurdu. O bize gün göstermiyor, kendiniz hangi tebaadansınız?” dedi Cakıp.
Anladı ki, Esen Han on bir askeri seçerek göndermişti. Kalmuklar, Çinliler bu Kırgızlarla dövüşsek dağa, bir de çöle kaçıp gidiyorlar, bir şey yapamıyoruz, başka çare bulalım demişler. Hakan; Çin’in, Çin-Maçin’in her yerinden becerikli pehlivanlardan on bir yiğidi deneyip seçmiş. Esen Han şöyle demiş:
Manas’ı bile bile zehirleyip öldürün! Ya da bağlayarak canlı getirin! Aksi halde geri gelmeyin!”.
Askerler efendimizin gönderdiği adamlarız, elçiyiz diye yola çıkmışlardı.
Cakıp, askerleri başka bir yola gönderip, kendi avuluna koştu. Cakıp gördüklerini anlattı, danışmanı Berdike, avul reisi Akbalta, kardeşi Bay ve ileri gelenlere akıl danıştı.
“Bu Çinli, Kalmuklar onu sağ bırakmayacak, Manas’a kin besliyorlar. Bir çare düşündüm. Şu anda Türk oğulları ile Kırgızların kabilesi büyüdü. Düşmanlar yıprandılar. Avuldaki birisine para ve hayvan verelim. Kan bedelini ödeyelim, kabul ederse, Manas işte budur diye Çinli ve Kalmuk elçilerini yakalatalım. Böylece huzura kavuşalım!”.
Bu sözü işiten Bay, Cakıp’a derhal karşı çıktı.
“Sözlerine dikkat et, ciğerim! Babalarımız hayvan satsa da can satmamıştır. Bir insan nasıl olur da oğlunu pul paraya satar. Bugün Kırgız’ın başına kıyamet koparıp felaket yağdıran düşman yok. Şaşırma. Altı bin düşmana karşı koyan Manas’a bu on bir asker ne imiş?
Cakıp’ın aklı karışıp dururken, kırmızı perçemli on bir asker Manas’ı ortalarına almış olarak geldiler. Manas ise onlara hiç aldırmadan mağrur duruyordu.
Bunu gören Cakıp bayıldı, canı manı kalmadı. Konuşamadı.
“Babamı sorarsanız işte bu kişi!” diye, Manas, askerlere Cakıp’ı gösterdi.
“Hey, biraz önce bizi yoldan saptıran odur, yakalayın! diyen askerler Cakıp’ı gösterdiler “Piçin başına deri giydirin.”
Dört asker vakit kaybetmeden Cakıp’ı yakaladılar.
Cakıp’ın sözünü dinlemeyen askerler, onun ellerini bağladılar.
“Ey askerler, ne yapıyorsunuz? Yeter! Han’ın adamı iseniz terbiyeli olun! Söz dinlemeden ona ne yapıyorsunuz? Beni kızdırmayın!” diye Manas babasını kurtarmak istedi fakat askerler bağırıp çağırdılar.
“Onu bağlayın!” diyen askerler Manas’a hücum ettiler.
Manas öyle hiddetlendi ki gözlerinden ateş çıkararak dördünü birden yakalayıp gömlek gibi salladı, kaldırıp yere vurdu. Kendine asılan altısını yere yıktı, ikisini bir eliyle birleştirerek tuttu.
“Söz dinlemediniz, bunu hak ettiniz. Hanınız erkekse gelsin, gücünü göstersin; ondan korkacak kimse yok. Gidip bunu söyleyin.”
Manas yarı canlı kalan askerlerin kırmızı perçemlerini koparıp kendilerini salıverdi. Manas’ın yanında duran delikanlılar; onlarla alay ederek askerlerin atlarının kuyruklarını, yelelerini kestiler.
Cakıp Bay ocağını yeniledi. İkinci Hanımı Bakdöölöt bir oğlan doğurdu. “Manas’ımın dayansa dağı, eğilse direği olsun!” diye adını Abike koydu.
Cakıp Bay’ın sadece hayvanları değil, soyu da çoğaldı, avulu genişledi, otlağı uzadı. Komşusu Kalmuk, Tırgot, Moğollar ile yerleri paylaştı, hudutları sağlamlaştırdı. Taş koyup üzerine yazı yazdırdı, kâğıda mühür bastırdı, herkes kendi yerine sahip oldu.
Altay’daki yüksek dağların etekleri çok güzel yerler idi. Kuzeyinde Altın-Köl güneyinde Barköl olup buralarda kayberen kuşu çok bulunurdu. Bahadır Manas avlanmaya çıktı. Yanında kırk boz oğlan vardı. Bir o kadar da yoldaş buldu. Av kuşunu beraberinde götürdü, canı sıkılırsa ceylan avlamak için yay da aldı. Karakuşları vurup gönlünce eğlenmek istedi.
Manas ve arkadaşları Çarkastan’ın çukuruna çadır dikip keçe evi kurdular. Boz oğlanlar atlarını oynatıp yarış düzenlediler. Köpeklerini bıraktılar, yay çektiler, kuşlarını salıverdiler. Sungur kuşu oyunu oynadılar, kurt, tilki, mavi tilki avladılar. Güreş düzenlediler, ip çekme oyunu düzenleyip yarıştılar.
Laf lafı açtı, çocukların birisi büyük adam gibi konuşmaya başladı.
“Biz de elimize mızrak alıp, kılıç tutup dövüştük. Yiğitliğimiz kalmamışsa gençliğimiz de bitmiş demektir. Arkadaşlar artık kendimizden bir bey veya Han seçip kendimize baş yapmaya ne dersiniz? Ona itaat edip, hanımızın dediğini yerine getirelim, böyle birlik olmazsak olmaz!” dedi Çegebay. “ Hanginiz bunu desteklersiniz?”
“Hey, Çegebay’ın dediği doğru” diye boz oğlanlar bu teklifi birden kabul ettiler. “Han seçelim. Onu süsleyelim, törelere göre muamele edelim. Fırsat gelmiştir. Geciktirmeyelim.”
“Öyleyse kimi seçelim? Şartı nasıl olsun?” dedi Aydar-kan oğlu Er-Kökçö.
İyi düşünceli, sözü geçen Salamat oğlu Aynakul Han seçimini yönetti.
“Bana kalırsa, bir şart koymak lazım. Hepinize şöyle bir şart koyuyorum: Kim Han olmak istiyorsa onun bindiği atı derhal kurban keselim. Tamam mı? Hadi cesur olan çıksın?
Biraz önce yaygara eden çocukların hiçbirisi ben atımı kurban keseyim diyerek öne çıkmadı.
“Hepiniz zengin çocuklarısınız. Şu kadarcık bir işe de yaramazsınız. Han olacak kimse için bir atın lafı mı olur? Babanızın oğlu değil misiniz?” diye Aynakul taşı gediğine koydu.” Hani, erkek olan kim?”
Çocuklar suskun dururken Aynakul “ Han olup atını kesebilir misin?” diye Mançu’dan Şakundu’ya, Oşpur’un oğlu Nazarbek’e, Askar’ın oğlu Cabakı’ya, Aydarkan’ın oğlu Kökçö’ye, Karakoco oğlu Kaldar’a, Anzar’ın oğlu Koyon’a sordu; hiçbiri atını vermeye yanaşmadı.
Sonunda Aynakul, çocukların en küçüğü olan on beş yaşındaki Manas’a sordu:
“Cakıp Bay’ın oğlu Manas beğ sen ne dersin?”
“Atını kesip Han olmak, halkımızın âdeti değildir. Eğer canınız et yemek istiyorsa, Ak-Kula’yı keseyim. Bunu sizden esirgemeyeceğim. Atı buraya getirin.
Bunu duyan Çegebay yaygara etti.
“Ak-kula zayıflamış, kemiği kalmış. Bir lokma et çıkmaz, onu kurtlar da yemez. Cakıp Bay’ın semiz kısrağını ben kullanıyordum. Manas verirse onu keselim.
“O zaman kısrağı kurban keselim” dedi Manas.
Çocuklar Manas’ın önünde boz kısrağı kurban kestiler. Etini büyük kazana koydular. Manas’ı teğeltinin üzerine çıkardılar, on eyeri bir araya toplayıp, altın tahtın diye onu oturttular, yanına gök bayrak diktiler.
“ Hanımız Manas!” diye bağırdılar.
“ Hanımızı Tanrı korusun!”
“Var ol Manas!”
“Geniş bozkırın kurdu ol, Manas.” Çocuklar bağırıp Çarkastan’ı sarstılar.
“Han’a destek olalım! Manas’a uşak olalım! Sözünü dinlemeyenler Altay’dan ayrılsın, Kalmuklara gitsin!” diye sıraya geçip başlarını eğip duran çocukları gören Manas kahkahayı bastı. O Han kaidesini yerine getirdi.
“Kendiniz beni, kaçsam da Han yaptınız. Şimdi söylediğim söz söz olsun, hepinize kolay gelsin! Yarın Altay’dan öteye geçeceğiz. Kalmuklara kadar yolları yoklayalım. İyi yerleri bulalım. Büyükleri rahatsız etmeyelim. Yolun durumunu görelim.”
Ondan beri Manas’ın bir dediği iki olmadı. Ertesi gün seksen delikanlı Altay’ı aşarak yol yürüdü. Güzel yerleri gördüler.
Manas iki çocuğu Kalmuk ve Çin taraflarına bakıp gelsinler diye bir günlük yola gönderdi. Tepelere nöbetçi koydu.
Gürleyerek akan Urkul nehri boyunca üç yol kavşağında, katmer katmer ormanda, üzerinde bin yuva bulunan bir çınarın dibinde altı gün vaziyeti yokladılar. Yedinci gün Manas’ın gönderdiği çocuklar geri dönüp malumat verdiler. Esen Han’ın yük yükleyen kırk beş deveden oluşan kervanı, altı Şive, on Uygur, on Kalmuk mahiyetinde gelmekteydi. Dokuz yüz askerde Nuuker adlı bir bahadırın yönetiminde arkasından geliyordu.
Nuuker, “ Bir grupta askerlere rastlarsanız çocuklarıysa sürüp getirin.” Diyerek yüz asker gönderdi. Askerlerv yatağına coşarak akan Urkul Nehrinin kıyısına geldiler. Nehirden geçemeyen askerler kıyıda şaşırıp çocukların alayına maruz kaldılar.
“Göreceksiniz, nehirden geçersek gözünüzü çıkaracağız.” diye bağırdılar askerler.
Sonunda bir haberci, Nuuker’e gelip “Nehir kabarmıştır, insan geçebilecek gibi değil!” dedi. Askerbaşı emir verdi: “Ölen suda temizlenir, diri kalan o kıyıya çıksın.”
Suya giren yüz kişinin yirmisi boğulup gitti, geri kalan sekseni sürüklenerek ıslak hâlde Manas’a ulaştılar.
Askerlerin, büzülmüş, üşümekten titreyen hâlini gören çocuklar at üzerinde kıs kıs gülmeye başladılar.
“Nereden gelip nereye gidiyorsunuz? Kılıcı niye taşıyorsunuz?” dedi asker başı patlayarak.
“Görmüyor musunuz? Elimizde kuş, tazı, belimizde kılıç kuşanarak avlanan çocuklarız. Ya siz kimsiniz?” dedi Manas.
“Çin Hakanının halkıyız. Askerbaşı Nuuker sizi sürüp götürmemiz için gönderdi.”
“Ee, Nuuker’in bahadırları açık söyleyin. Kiminle dövüşmeye geldiniz. Kiminle dost olmaya gidiyorsunuz?
“Öff, bizim dosttan çok düşmanımız vardır. Düşmanın kim olduğunu Nuuker anlatır.”
“O zaman söz ve töre bilmeyen halkmışsınız.” dedi Manas kamçısıyla yere vurarak.
Askerbaşı Manas’a yönelerek “Hey, bu şımaran Kırgızın sözü zehirmiş, önce onu götürün!” dedi askerlerine.
“Ey, beni sürüp götürecek olan sen misin?” Manas keskin kılıcıyla hiç tereddüt etmeden askerin başını kesti.
Seksen asker birden Manas’a saldırdı. Manas kıpırdamadan kenarda durdu. Askerleri, çocuklar imha ettiler.
Manas sanki hiçbir şey olmamış, hiçbir şey görmemiş gibi seksen çocukla beraber kaldığı yere gelip rahat bir şekilde geceledi.
Yüz askerden bir haber alamayan Nuuker ordusunu sürerken kara nehre rastladı. Manas ve arkadaşları nehrin öteki kıyısında durup Nuuker’in askerlerini saydılar.
“Ormanın her yerine ateş yakalım. Askerlerimizi çok gösterelim.”diyen Manas her tarafta alev alev ateş yaktırdı.
Ertesi gün Nuuker, kavak ve söğüt kestirip sal yaptırdı, adamlarını suya sürdü. Dört salla suya girenlerin pek çoğu birbirlerine çarpıp suda boğuldu.
Nuuker’in askerleri Manas’ı kuşattılar.
“Siz hangi halkın çocuklarınız?”
“Hey, ecdadımız Türk’tür. Atamız Tüböy Han’dır. Dedem Nogoy, babam Cakıp’tır. Adım Manas.” dedi Manas rahat bir şekilde.
“Kırgızlar; bizim aradığımız sizsiniz!” Kımkar adlı pehlivan kılıcını çıkarıp bağırarak geldi.
“Bu düşmanla dövüşmek kolay değil, onlara dokunmadan sağ salimken eve dönmeyelim mi?” dedi Kökçö.
“Hey, akılsız, Kökçö ciğerim. Eceli gelmeyen ölmez. Han taht üzerinde ölmez. Askerin çokluğundan korkma. Saçma sapan konuşma! Atlanalım! Manas hazırlanıp tek başına çıkmak üzereyken Aynakul önünü kesti.
“Manas! Ey sen Hansın! Han rahat durur!”
Bu esnada Manas’tan küfür işiten Kökçö, Kımkar denen askerle dövüşüyordu. Kökçö mızrağıyla Kımkar’ı Kök katırdan devirdi.
Bolcong adlı bahadır beklenmedik bir anda Kökçö’ye vurmak üzereyken bahadır Manas onu yayla gebertti.
Bunu gören Nuuker, tahammül edemedi, atını kamçılayarak Manas’a doğru geldi. Manas da korkmadan atına vurarak Nuuker’e doğru geldi.
“Hey, sana söylemedim mi Han Manas, sen seviyeni korumadan niye düşmanla dövüşeceksin ki? Dur! Onu bize bırak!” dedi Kökçe şaşırarak.
Bu sırada Kökçö’ye doğrudan saldıran Nuuker, nâra atarak onu attan tutup indirdi. Elindeki Kökçö’yü taşa vurmak üzereyken, Manas Ak-kulasını kamçılayarak yetişip geldi ve Nuuker’i omzundan tutup yukarıya dimdik kaldırdı. Kökçö, Nuuker’in elinde; Nuuker, Manas’ın elinde dimdik dikilerek gidiyordu. Nuuker’i atın yelesine koyunca baktı ki, Kökçö’nün eli Nuuker’in böğrüne yapışıp kalmıştı.
Manas Nuuker’in başını kopardığında çocuklar Manas diye haykırarak gevşeyip kalan askerlere saldırdılar.
Dağlar da Manas, Manas diye haykırdı. Ormanlar da Manas, Manas diye seslendi.
***
Aydıng köl’ün kenarı. Göl, mavi buz gibi parlıyordu, bulutlara değen muhteşem sivri dağların göçü geliyordu.
Ak Otağdan çıkınca göklere doğru yükselen Ulu dağın, güneş ışığında kırmızı renk alan çarpık tepeleri, ateş gibi kızarmış bulutlar, mavimsi dağlar gözüküyordu. Gökyüzünde ufak parçalara ayrılan, köpük gibi köpüren, şekilden sekile giren bulutlar vardı.
Bu yaşamın ulu gününde, güneş dağ arkasından çıktığında, Altay’daki Kırgız Cakıp’ın avulunda zurna ve davul çalındı. Tek davul çalınırsa, kötü haberin işareti diye halk telaşlanır, korkudan ödü kopardı. Zurnanın çalınması, iyili ğin işareti idi. Sabah erkenden çalınan yulaflı zurna sesi dağı neşelendiriyordu.
Bugün Cakıp’ın avulunda büyük işler vardı. Obadaki tepeye Kâşgar halısı konmuş Noygut, Totu ve Sartlardan haber geldi. “Öğlene doğru yurt reisleri gelecektir” dedi. Akbalta’nın yardımcıları “Türk kardeşlerimizin hepsi gelecek.”dedi.
Güneş tünekten köşedeki keçe yüzüne düştüğünde, haberdar edilen salâbetli avul reisleri, beyzadeleri Cakıp’ın beyaz evine gelip toplandılar.
“Ey milletim, hepimizin çektiği sıkıntıyı anlatmak istiyorum. Tanrı yardım ettiği için beli bükülen halkımız yeniden doğrulup kuvvetlendi. Köklerimiz yayıldı, dallarımız tormurcuk bağladı. Az da olsa askerimiz var. Bize sataşanlara gücümüzü gösterdik. Şimdi etrafımızda düşman var. Bakıp durmayalım. Uyanık olalım. Kendimizi muhafaza edelim. Babamız Nogoy gibi bir gün felakete kalmayalım. Eskiden babalarımızın sarayı, hanı, bayrağı vardı. Halkın kuvveti, hanı olması gerekir. Eğer uygun görürseniz halka sahip çıkacak, ülküsü olan birini Han yaptım.” dedi Akbalta.
“Aferin size. Çok haklısınız.”
“Bilge gibi konuştun. Han soyundansın, Akbalta”.
“Yaşa Akbalta” diye bağırdı millet.
Gürültü kesildikten sonra aksakallar sohbete başladılar.
“Kalan sözü aksakalımız Berdike söylesin.” dedi Akbal-ta halka hitaben.
Avulun en akıllısı olan Berdike aksakalını sıvazlayarak gelenlere baktı.
“Altay’ın kabile reislerinin tamamı ve Türkler bir araya geldik. Altı şehir halkı hep bir aradayız. Hangi erkeğin erkeği, bahadırın bahadırı, yiğidin yiğidi, aklıyla yol bulan, sözüyle sır çözen, kılıcıyla düşman kesen ben Han olacağım diye meydana çıkacak?”
Kalabalık karşısına “Han olacak işte benim” demeye cesaret eden, bileklerini sıvazlayıp göğüs geren kimse çıkmadı.
Halk bekledi, aksakallar yere baktılar, yiğitler suskun suskun durdular.
“Bugünkü ufak dallarımız yarın çınar olacaktır. Bu yavrular arasından Han olacak kimse yok mu?” dedi Berdike çukurlarda oynayan, dağlarda dolaşan çocuklara bakarak.
Çocukların içinde Salamat’ın oğlu Aynakul söz söylemede usta idi; kalabalık halka doğru döndü:
“Millet, atalar! Geçende seksen çocuk avlanmaya çıktığımızda, boz kısrağı kesip Manas’ı kendimize Han yapmıştık. Bizim seçtiğimiz Han size yarayacak mı? Bunu bilmediğimiz için suskun duruyorduk.”
“Bu yaramazın söylediğini duydunuz mu millet?” dedi Berdike neşeli bir şekilde. “Gençlerin gözü iyi, niyetleri sabah güneşi kadar temiz. Tanrım çocukların dilediğini ver, halkın dilediğini ver, Kırgız’ın dilediğini ver!”
Akbalta deve gibi çırpınıp, hanımı doğurmuş gibi sevinip açıldı:
“Hey millet, gencinizle yaşlınızla buradasınız, söyleyeceğinizi şimdi söyleyin! Gönlünüzde bir şey kalmasın.”
Derken aslan Manas, Opol dağı gibi heybetli şekilde yere basa basa ortaya geldi.
“Kısrak kesip han seçmek çocukların işidir. Bütün halka han olmak başkadır. Türk ve Türk’ten başka her milletin önderleri ve akıllıları işte buradasınız, benden başkasını han seçiniz.”
Manas iki yanına bağırıp çağırırken daha kuvvetli daha muhteşem görünüyordu. Etrafına bakınıp aksakal Berdike’nin karşısına geldi.
Berdike altı kulaç beyaz keçeyi yere yayarak koydu.
“Bizim dediğimiz uygun ise, emrettiğimiz yerine getirilirse, hanı böyle seçelim.” Akbalta ile Berdike Cakıp Bay’ı beyaz keçeye oturttular.
“Simdi bulduk, hanımız Cakıp olsun!” diye beyaz keçenin üzerindeki Cakıp’ı kaldırmaya kalktılar.
“Hey, durun bir dakika, millet! Bırakın!” Cakıp beyaz keçeyi kaldıranları durdurdu “Millet, hürmetinize sevindim. Benim gibi bir ihtiyarı bırakıp, şu tek oğlum Manas’ı han yapınız!”
Cakıp gözlerinden yaş döküp, ağlayarak durdu. “Bizi Altay’da halk yapan Cakıp’tır, bizi Altay’da aslan yapan Manas’tır!”diyen halk bağıra çağıra Manas’ı da beyaz keçeye getirdi “Baba oğul han olsun!”
Çırpınıp duran kalabalık içinden ayrılıp çıkan aksakallar, bilgiçler vay vay demelerine bakmadan Cakıp ile Manas’ı beyaz keçeye koyup kaldırdılar.
“Hey millet, sözümü dinleyin!” Yedi adım atıldığında Cakıp halkı durdurdu. “Gökte bir ay, bir güneş olur, bu Tanrı’nın kudretidir. Halkın başında bir han, bir bayrak olur. Bu ataların âdetidir. Hanınız işte Manas! Onu tutunuz!”
Cakıp beyaz keçeden indi, Cakıp’ın hanlığa Manas’ı aday göstermesine halk da razı oldu.
“Manas!”
“Manas! Biz seni Tanrıdan dileyerek aldık!”
“Yaşa Manas!” Beyaz keçeyi Manas’la beraber kaldırıp taşıyanlara kalabalık halk yarılarak yol açtılar. Keçeyi taşıyan kalabalığı dokuz kez dönünceye kadar halk diz çöküp oturdu.
Kambar Boz’un hayırlı kurban içinde seçilen atlarından kırmızı kısrak Manas’ın önünde kesildiğinde halk sükûnet içindeydi.
Manas başına kenarları altınla süslenen, tepesi büyük Han kalpağını giyip Toruçaar’a bindiğinde halk uğulduyordu.
“Maksadımıza erdik. Sonuna kadar han ol Manas!” “ Han Manas’ı Tanrı korusun! Bin yıl yaşasın!”
“Başkalara perçem, karşı çıkana ok olsun!” Bu hayırla dilekler göğü sarstı.
Nogoy Han’dan miras kalan mavi bayrağı Cakıp otuz yıl derilere sararak yüklerinin arasında saklamıştı. Şimdi onu alıp çıkıp direğe çekti.
Cakıp Bay; oğlum Manas han oldu diye doksan kısrak kesip dokuz gün toy düzenledi.
***
Manas; Bay ile danışıp, delikanlıları göndererek Kâşgar tarafından Bakay’ı getirtti. Kaplan Bakay dağ gibi kocaman biriydi. Kaplan gibi bakışları vardı, boynu boğanın boynu gibi, butları buğra butu gibi idi. Gök tulpara 14 benzeyen bir ata binmişti, mavi elbise giymişti. Sağ omzunda her şeyi altı ay önceden haber veren, bilmediği şeyleri bildiren, duymadığı şeyleri duyuran melek vardı. Açıkgözlü, tecrübeli, şirin sözlü, hiçbir şeyden çekinmeyen akıllı bir adamdı.
Manas Kalmuk ve Çin’i dolaşarak dilini, sırrını, âdetlerini öğrenen, sözü kesen bilge Bakay’ı; han danışmanı yaptı.
“Uğurum Manas, seni görmek arzusuyla on yıl aradım. Şimdi seni buldum, başka arzum yoktur. Manas kardeşim, sana hediye olarak can dost Acıbay’ı buldum, dostluğunuzu takdir ediyorum” dedi Bakay.
Argın’ın hanı Acıbay babasına darılarak sarayını terketmişti. Kendisi gibi aslan yürekli birini arıyordu. Manas’ın yiğitliğini işitmişti. Bahadırı rüyasında görüp, aslana arkadaş olacağım diyerek at boroyun kazarak, kulağı duyduğu, gözü gördüğü yerleri aralayıp sonunda Bakay’a rastlamıştı. Akıllı Bakay erkeğin kanadı erkekle çıkar diye siyah elbise giyen, koyu al renkli ata binen Acıbay’ı Han Manas’a can arkadaşı olmaya layık görüp peşine alıp getirmişti. Acıbay çatal sakallı, kırmızı yüzlü, uzun boylu, geniş omuzlu, yiğit görünüşlü, geniş göğüslü, yassı dilli, yenilmez söz ustası, yetmiş dil bilen, kara dilin kayrağan, han karşısında susmayan azizlerden biri idi.
Bakay Manas’a şöyle dedi:
“Etrafımıza bak. Geçmiş babalarının yolunu öğren. Hanlığı keskin kılıçla, mızrakla muhafaza et. Yerini göğsünle genişlet. Halkını akılla, yiğitliğinle yönet.”
Sükûnetle, oturanları seyreden heybetli Bakay yine konuşmaya başladı:
“Manas! Sana bir akıl vereyim. Senin dokuz atan han olmuştur. Dokuzunun da yanında kırk arkadaşı vardı. O âdeti muhafaza et. Ormana bakan kırk boz oğlan ve diğerleri içerisinden deneyerek kırk arkadaş seç!”.
Han Manas, böylece akıllılara ve bilgelere danışarak iyilerin iyisinden, bahadırın bahadırından kırk yiğit seçti. Kırk yiğide başka kabilelerden Moğol Caysang’ı, Kuldurdan Çalıbay’ı Mançudan Macik’i, Kangaylı Keldikey’i, Danggıt’tan gelen Kayıp Han’ı, Dagalıktan Munar’ı, yine Altaylıların hepsinden; Alçın, Uysun Nayman, Abak, Kırgız, Kıpçak, Noygut, Nogoy, Özbek, Toru, Nabat, Andıcanlı, Kazak, Karakalpak, Döölös topladı. Kırk yiğide baş olarak kaplan tabiatlı, kurt gözlü, kalın kemikli, geniş göğüslü, ağırbaşlı, tatlı sözlü Kırgıl tayin edildi.
Kırk yiğit, Han Manas’ın etrafında dolaşıp durdu. Manas gökten inen, düşmana korku veren altı kılıcı arkadaşlarına hediye etti. Dayanıklı olan zülfikarı kendisi aldı. Hayırlı dilek için Kambarboz’un atlarından kısrak aldırıp kırk yiğidin şerefine kurban kestirdi.
Han Manas, dedesi Nogoy’dan kalan keskin bulat kılıcını aldırdı. Ota değdiği zaman yakan, onu sallayanı ansızın öldüren dağa vurulduğu zaman taşları kesen, bele doğru vurulduğu zaman baş kesen, gecede kınından çıkarıldığı zaman ateş gibi kızaran, düşmana doğru sallandığı zaman kırk yedi arşın uzayan kılıcı; Açalbars’ı Bakay’ın eline verdi, kırk yiğit diz üstünde oturarak ant içtiler.
“Hanımız Manas! Han ile canımız beraberdir. Eğer hana karşı suç işlersek, niyetimiz bozulursa yüce Tanrı cezamızı versin! Canımızı işte bu kılıç alsın!”
Her bir yiğit albars kılıcı öperek kanını değdirdi.
Manas’ın salâvatlı kırk yiğidinin hepsi bahadır diye adlandırıldı. Her birine ak otağ tahsis edildi, uşak verildi. Kırk yiğidin atlarının alnına muska takıldı.
Er Manas iki dizgin bir yuları elinde tutup, talihsiz Kırgızın ocağını düzeltti, birbirinden kopanları birleştirdi, çevresini genişletti, Kalmuk ve Moğol’u eşit seviyeye getirdi. Evvelki zavallı millet artık dertlerinden kurtulup, beyaz kalpağını giyip, sıkıntılarını çözüp, “Tanrım, Han Manas’ı koru!” diye canı huzur içinde üzüntüsüz yaşamaya başladı.
* * *
Manas, dokuz yıl benzeri bulunmayan han oldu. Manas tahta oturduktan sonra halkı muhtaçlıktan kurtuldu. Hanın bahadırı çoğaldı. Altay, Kazak, Türk, Uygur, Moğol ve komşu kabileler arasında itibar sahibi oldu. Kırgızlar; onlardan kız aldılar, onlara kızlarını verdiler, onları ata bindirdiler, onlarla mal mülk değiştirdiler, kervan kurup ticaret yaptılar. Manas’ın tarlası (toprağı) Altay’dan Kaşgar’a, Kaşgar’dan Tibet’e, Tibet’ten Semerkand’a ulaştı.
Manas’ın saltanatını, Kalmuk Hanı olan yalancı Alevke, Çin Hanı olan kurnaz Esen Han, Mançu Hanı Neskara çekemediler. Çok eski kinini, üç kez gönderdiği ordusundan ayrılıp kaldığını hatırladılar. Savaş açmaya gücü yetmediği için “Bekleyin de görün Kırgızlar!” diyerek uygun bir haberin gelmesini beklediler. Kendi aralarında anlaşıp “Türkleri iple boğmaktansa, onları birbirine düşürmek lazım” diyerek çare aradılar. Kalmuk ve Çin’in rahip, sofi, kalender ve dervişleri casusluk yaparak avulları dolaştılar. Kaşgar, Moğol, Semerkand’a giden kervan Kırgız elinden geçerdi. Bunların çoğu Alevke ile Esen Han’ın mahsus gönderdiği adamlar idi.
Kurnaz Esen Han, birbirine yakın bulunan Türkleri, Uygur ve Kalmukları Kırgızlara karşı kışkırttı. Manas’ın gücünü, gazabını bilen komşuları başkaldırdılar, düşman olmaktan vazgeçebildi. Çukura düşen ayı gibi çırpındı.
Altay’daki düşmanların durumunu iyi bilen Manas, Çin ve Kalmukların hareketini sezerek Kalmuk ile Kırgız sınırına gece gündüz nöbetçi koyup ordusunu hazır durumda tuttu.
Bahadır Manas sefere çıkarken çok daha heybetli gözükürdü, cebe giyerdi. Kurulup oturduğunda, kulağı kalkan gibiydi, gözleri ateşli idi, kapaklı ve büyük idi, öfkeli hâli vardı. Görünüşüne gelince bir bakarsın kaplana, bir bakarsın aslana benzerdi. Aklının ve gücünün mükemmel olduğu bir yaştaydı.
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.