Kitabı oku: «Anadolu'nun Sırları», sayfa 2
Coğrafyacıların Atası Strabon
Amasya (Amasia), Türkiye’nin en büyük ikinci akarsuyu olan Yeşilırmak’ın kenarına kurulmuş bu güzel şehir, akarsuları, elma bahçeleri, dağları, ovaları ve gölleri ile coğrafi bir güzelliğe sahipken aynı zamanda coğrafya denilince dünyada akla gelen ilk isimlerden, coğrafyacıların atası olan Strabon’un da doğduğu ve yaşamını sürdüğü şehir olmasıyla güzelliğini taçlandırmıştır. Bugün şehrin merkezinde Şehzadeler Gezi Yolu’nda bu ünlü tarihçi ve coğrafyacının heykeli bulunmaktadır.
Strabon (MÖ 63 – MS 25) Küçük Asya’nın Karadeniz kıyısında Amasia (Amasya) kentinde doğdu ve hem İskenderiye hem Roma’da öğrenim gördü. En önemli eseri, bilinen tüm dünyayı Mukaddime’sinde belirttiği gibi “kara ve denizdeki şeyleri, hayvanları, bitkileri, meyveleri ve çeşitli bölgelerde görülen başka her şeyi” kapsayan, on yedi ciltlik Geographika’sıdır.3
Strabon Heykeli, Amasya
Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Strabon, klasik Yunan eğitimi gördü. Eğitimi için Roma’ya MÖ 44 yılında gitti. Önce Aristoteles sonra Stoa okulunun görüşlerini benimsedi. Tam on üç yıl eğitimi için Roma’da kaldı. Roma İmparatorluğu topraklarının büyük bir kısmını dolaşmıştı. Ardından yine eğitim için Mısır’a gitti. MÖ 28 yılında İskenderiye’ye gitti ve orada uzun süre kaldı.
Geographika (Coğrafya) adlı yapıtı on yedi cilttir ve bunun büyük bölümü günümüze kadar gelmiştir. Bu eseri Yunan ve Roma dünyasının daha kapsamlı anlaşılmasını sağlamak için yazmıştır. En geniş seçmeci düşüncelere yer veren yapıt, Eratosthenes, Hipparkhos, Epheros, Polybios ve Poseidonios adlı tarihçilerden esinlenmişti.
Strabon’un coğrafyası tarihsel bir özellik taşımakla birlikte, insanın, kavimlerin ve imparatorlukların fiziki dünya ile olan ilişkilerini de belirtir. Bu özelliğiyle Ptolemaios’un Geographike Apheresis adlı eserinden üstündür.
Strabon’un Geographika eseri, yazıldığı döneme kadar olan eserlere bakıldığında Anadolu coğrafyası ile ilgili en kapsamlı bilgileri içeren rehber kitaptır. Eserin günümüz Türkçesi ile basılmış Antik Anadolu Coğrafyası isimli kısmı yurdumuzun tarihi coğrafyasıyla ilgilidir ve eserlerinden XII., XIII. ve XIV. kitaplarını içermektedir.
Strabon’un bu temel eseri yalnızca bir coğrafya kitabı olarak görülmemelidir. Bir yandan antik dönemin bir ansiklopedisi, diğer yandan coğrafyanın da felsefesi niteliğindedir. Dünyanın birçok ülkesinde ve pek çok yabancı dilde eserleri hâlâ basılmakta ve satılmaktadır.
Tarihin Babası Herodot
Herodotos, Batı Anadolu’da Halikarnassos’da (Bodrum) MÖ 484 yılında doğan, dünyanın ilk araştırmacı tarihçisi ve yazarıdır. Onu ünlü yapan Historia adlı eserini düzyazı yani nesir olarak yazmıştır. Romalı devlet adamı, bilgin ve yazar Cicero tarafından Latince “Pater Historiae” (Tarihin Babası) unvanı yakıştırılan Herodot, MÖ 425 yılına kadar yaşamıştır. Mezarı Thurium kentinin agorasındadır. Latince adı Thurii olan kentin bugünkü İtalyanca adı Thurio’dur ve İtalya’nın güneyinde Taranto Körfezi’nde yer alır.
Herodot Grek değildir, Karyalıdır. Doğduğu kent olan Halikarnas, Karya’nın başkentidir. Babası Lyxes, annesi Dryo, erkek kardeşi Theodoras ve amcası da Panyassis’dir. Bu adlar da Grek dilinden değil öz Karya dilindendir. Fakat Herodot, anadili olan Karya dilinde değil, Halikarnas’ın kuzeyine düşen İyonya dilinde yazmıştır. Bunun sebebi ise; o çağda bu dilin, eğitimli bilginlerin kullandığı bir dil olmasıdır. Herodot, yaygın ve zengin bir edebiyat dili olan İyonya dilini eğitim aldığı gençlik yıllarında öğrenmiştir.
Herodot, Anadolu’da sözü geçer büyük bir ailenin üyesiydi. O çağda Halikarnas’ı korkusuz savaşçı ve dünyanın ilk kadın amirali olan, Kar-ya Kraliçesi Artemisia yönetiyordu. Herodot genç bir delikanlı olduğu dönemde, Artemisia’nın yerine torunu II. Lygdamis kral olmuştu. Pers Kralı Artaxerxes’e bağlı olan bu yeni yöneticiye, özgürlüğüne düşkün halk, bir tiran gözüyle bakıyordu. Bu sebeple Herodot’un amcası ve tanınmış bir şair olan Panyassis’in önderliğindeki devrimci bir grup, ülkelerini Pers boyunduruğundan kurtarmak üzere ayaklandı fakat bu girişim başarısızlıkla sonuçlandı. Amcası Panyassis bu ayaklanma sonucu öldürülünce, Herodot çok sevdiği Halikarnas’tan, Samos’a sürgüne gitti. Bu ayrılışının ardından, onun bugün bile tüm dünya tarafından tanınmasını sağlayacak olan kitabını yazdıracak birikime ulaştığı, büyük keşif seyahatlerine çıktı.
Heredot Heykeli, Viyana
Günümüzden iki bin dört yüz küsur yıl önce ulaşım aracı olarak sadece binek hayvanlarının olduğu ve yolların tehlikelerle dolu olduğu bir dönemde, Herodot gerçekten de başarılması çok zor ve uzun yolculuklar gerçekleştirmiştir. Trakya’yı, Lidya ve Frigya gibi tüm Anadolu kentlerini, Karadeniz ve Doğu Akdeniz kıyılarını, Mısır’ı, Fenike’yi, İran’ı, Makedonya’yı, Yunanistan’ı gezmiş ve Sicilya’ya kadar varmıştır. Zaten kitabını da burada yazmış ve yaşama burada veda etmiştir. Yolculukları esnasında hem karadan hem de denizden seyahat etmiş ve buralarda karşılaştığı kim varsa onlarla sohbetler ederek bu kentlerin tarihi, coğrafyası, kültürü, inanışları, efsaneleri, yaşam biçimleri hakkında bilgiler toplamıştır. Şehrin yöneticileriyle de görüşmüş ve bulunduğu bazı yerlerde resmi evrakları incelemiş böylelikle doğru bilgilere ulaşmayı amaçlamıştır. Bu kadar zorlu seyahatleri gerçekleştiren Herodot’un tek ve en büyük teşvik kaynağı elbette ki onda bulunan yeni yerler görme ve öğrenme sevdasıdır. Bu sebeple “Halikarnas Balıkçısı” mahlası ile bilinen Cevat Şakir Kabaağaçlı, Herodot için haklı olarak “dünyanın ilk büyük turisti” demiştir. Kaderin bir cilvesi gibi Herodot’un sürgün edildiği memleketine sürgüne gönderilen ve oraya sevdalanan bir bilgindir Cevat Şakir.
Peki, bu uzun seyahatler boyunca ihtiyacı olan geliri nasıl sağlamıştı Herodot? Cevabı oldukça basit aslında. Henüz gazetenin, televizyonun, radyonun, internetin olmadığı bir çağda insanların en büyük eğlence ve tek bilgi kaynağı kent dışından gelenlerdi. Bu nedenle kente gelen ve çeşitli oyunlar sergileyen sokak sanatçıları, yöneticilerden çok yüksek ücretler alırlardı. Çünkü onlar sadece halkı eğlendirip oyalamazlar aynı zamanda diğer kentlerden yanlarında önemli bilgileri de getirirlerdi. Herodot gibi iyi eğitimli ve sürekli seyahat eden bir bilginin ise yaptığı konuşmalar oldukça değerliydi. Diğer kentlerde yakın zamanda gerçekleşmiş olaylar, efsaneler ve diğer şeyler hakkında anlattıkları herkes için dikkat çekici nitelikteydi. Buna en güzel örnek Atina seyahatidir. Atina’ya giden ve iyi karşılanan Herodot, orada dinleyici kitlesi buldu ve konuşmalar yaptı. Heredot “pniks” denilen platformun üzerinden, Perslerin Anadolu’ya ve Yunanistan’a saldırışlarını ve yaptıklarını anlattı. O dönem Anadolu ile Yunanistan, Pers işgaline karşı doğal müttefik sayılırlardı.
Herodot, anlattıkları ile Atinalı erkekleri fazlasıyla etkilemeyi başarmıştı. Kentin yöneticileri, Herodot’a mücadele içinde oldukları Perslere karşı halkı yüreklendirdiği için bu konuşmaları karşılığında o dönem bir servet sayılabilecek on talent gibi yüksek ücretler ödediler. Herodot’un bu kadar etkileyici olmasının nedeni, tarihi olayları içerisindeki karakterleri de konuşturarak hikâyeleştirmesi ve böylelikle anlatı gücünü zenginleştirmesiydi. Anlattığı hikâyelerin çok beğenilmesi ve özellikle o çağda gündem olan Perslerin Anadolu’ya ve Yunanistan’a saldırışları konusunu belki de bu yüzden yazmaya karar verdi. Ayrıca kendisi de bizzat bu tarihi olaylara tanık olmuştu. Herodot ilk kitabında eserini neden yazdığını kendisi açıklamış ve şöyle yazmıştır: “İnsanoğlunun yaptıkları zamanla unutulmasın. Yunan ve yabancıların yaratığı harikalar isimsiz kalmasın. Amacım bir de bunlar neden savaşırlardı, anlaşılsın.”
Herodot, Atina’dan sonra yine Atinalıların kurmakta oldukları Thurium kentine onlarla birlikte gitmiş ve burada Historia adlı eserini yazmıştır. Kitabın esas konusu, Pers İmparatorluğu ile Antik Yunan kent devletleri arasında geçen kara ve deniz savaşları ve bu savaşları doğuran sebeplerdir. Fakat Herodot’un bu eseri, aynı zamanda; Anadolu, Pers, Mısır, Yunan coğrafyaları, tarihi, folkloru, sanatı, mimarisi ve mitolojisi ile ilgili seyahatleri esnasında öğrendiği, gözlemlediği ve araştırdığı bilgileri de içermektedir.
Kitabını seyahatleri boyunca tanıştığı kişilerin aktardıklarına, kendi gözlemlerine ve incelediği belgelere dayanarak yazmıştır. Herodot mümkün olduğunca bilimsel ve tarafsız bir şekilde yazmaya çalışmış ve tüm görüşleri aktarmıştır. Zaten hiçbir zaman anlattıklarının tümüyle doğru olduğunu savunmamış sadece kendisine böyle aktarıldığını söylemiştir. Anlattıklarını kesin olarak biliyorsa kendi ifadeleri ile eğer bilmiyorsa duyduklarını olduğu gibi yorum yapmadan aktarmayı tercih etmiştir. Bu eserin, tarafsız ve bilimsel bir şekilde yapılan ilk tarih araştırması olduğu söylenebilir ve bu bağlamda tarih biliminin doğmasına neden olmuştur. Tarihsel bilgilerin yanında o döneme ait kültürler ve sosyal yaşam hakkında ayrıntılı bilgiler vermesi ve bu bilgileri aktarırken, eserini kısaltmak adına kesitler yapmayarak ayrıntılı şekilde yazması, günümüzde o çağa ait çok önemli görülen bilgilerin aktarımını sağlaması bakımından büyük önem taşımaktadır.
Troya savaşının nedenlerinden, Yunanlılar ile Doğu ülkeleri arasında geçen kız kaçırma efsanelerinden, Lidya Kralı Krezüs ve yurdunun Pers işgaline nasıl uğradığından ayrıca Lidyalılar ile Medler arasında geçen bir savaşta güneş tutulmasının gerçekleştiğinden bahseder. Mısırlıların ölü gömme adetlerinden, piramitlerin nasıl yapıldığından ve Nil’in aşağıdan yukarıya akışından bahseder. Pers-Mısır savaşlarından, Pers ülkesindeki kentlerden, örgütlenişinden ve fethediliş sırasından, Pers krallarının yolculuklarında kaynamış su içtiğinden, Pers hükümdarı Xerxes’in ordusunun hangi uluslardan oluştuğundan ve sayısından, Karya Kraliçesi Artemisia’dan ve onun Salamis Deniz Savaşı’nda yaptıklarından bahseder. Hindistan’da koyun yününden daha beyaz bir yün yapan ağaçlardan yani pamuktan, İllirya yani Arnavutluk’ta güzel kızların pazarda açık artırma usulü satılarak evlendirilip bu para ile çirkin kızlara çeyiz yapıldığından bahseder. Skyth’leri (İskit) “hayalet atlılar’’ olarak tanımlar ve kısraklarını nasıl sağdığından, Amazonlardan ve nasıl ortaya çıktıklarından bahseder. Bizlere bu ve buna benzer ilginç, önemli ve detay sayılacak bilgiler verir kitabında. Günümüze bu eserinin tamamı eksiksiz ulaşmıştır. Bu eserinden başka yazmış olduğu bir kitabı yoktur. Eserinin bir yerinde “Asur Hikâyeleri” adlı bir eser yazdığından söz eder ama bu eserden hiçbir iz yoktur, belki de hiç yazılmamıştır. Historia, yazılışından yüzyıllar sonra dokuz kitapta toplanmıştır. Bu dokuz kitap üçerli bölümlere ayrılmıştır. Her kitap, Musalar’ın isimleriyle başlamaktadır. Musalar Zeus ile bellek tanrıçası Mnemosyne’in kızlarıdır ve ilham perileridir. Kitaplara birinci kitaptan başlayarak sırasıyla; Klio, Euterpe, Thalia, Melpomene, Terpsikhore, Erato, Polymnia, Urania ve Kalliope isimleri verilmiştir.
Herodot Heykeli, Bodrum
Herodot’un eseri, zaman içerisinde pek çok tarih bilimcinin çeşitli eleştirilerine maruz kalsa da ölümsüz bir başyapıttır. Nitekim tarih bilimi de esasen bu kitapla doğmuştur. Kitabının adı olan “Historia” günümüzde “Tarih” kelimesinin karşılığı olarak kullanılmaktadır. Bu eser Türkçe Herodotos Tarih ya da Herodot Tarihi isimleriyle basılmaktadır. Fakat esasen Herodot’un eserine verdiği isim olan “Historia” sözcüğü “araştırma, inceleme, bilgi edinme” anlamındadır. Bu sözcüğün yüzyıllar içerisinde “tarih” anlamını kazanması ve koca bir sosyal bilimler dalı haline gelmesinin “Tarihin Babası” olarak kabul edilen Herodot’un yazdığı eser sayesinde olduğu kuşku götürmez bir gerçektir. Onun kitabından esinlenen pek çok yeni tarihçi olmuştur.
Ege kıyılarının bilgi ve uygarlık denizinden çıkmış, Halikarnaslı Herodot büyük bir gezgin, anlatıcı, yaratıcı ve yazardır. Günümüze kadar etkileri süregelmiş insan uygarlığının gelenek, görenek ve kültürünün kavranmasında büyük kolaylık sağlamış bu büyük yazarın kitabı, her çağda aydın kesimler tarafından okunmuş olsa da yeterince öğrenilememiş ve öneminin anlaşılamamış olması affedilmez bir hatadır. Onun eseri genel kültür bilgisini artırmak amacıyla okunması gereken temel eserler arasında olmalıdır. Çünkü Anadolu tarihi, Herodot tarihi ile başlar.
Thales ve Milet Okulu
Milet (Miletos), Ege Bölgesi’nde Aydın’ın Didim ilçesinde klasik dönemde adı Meander olan Büyük Menderes Nehri’nin hemen ağzında kurulmuş bir liman kentidir. Antik Miletos şehrinin bulunma efsanesine göre şehrin ilk yaşayanları Girit üzerinden gelmiştir. Strabon da bunu doğrulamaktadır. Anadolu’da on iki İon şehrinin kurmuş olduğu “Ionia Birliği” üyelerinden biridir.
Yunanlılar, esas itibarıyla üç kabileden meydana gelmişlerdi. Eolialılar, Dorialılar, İonialılar. Bu kabilelerden ilki, köylülerden meydana geliyordu. Dorialılar ise, daha çok asker bir kabileydiler. Nitekim bu kabileden olan Spartalılar, savaş hedeflerine göre düzenlenmiş sert bir devlet kurmuşlar, lüksten, eğlenceden ve ruh eğitiminden uzak, sert bir devlet rejimi ortaya koymuşlardı. Bu kabilelerin, düşünce tarihi bakımından, en önemli olanı İonialılardır. Felsefeyi, denizci ve tüccar bir millet olan bu İonialılar yaratmıştır. İonialıların kurmuş olduğu Antik Yunan Dünyası ilmin beşiği olmuştur. Bilgiyi, başka hiçbir çıkar gözetmeksizin, yalnız bilmek için elde etmek isteyen manevi çaba, ilkin, İonialıların yurdunda doğmuştur. 4
İonialıların bir koloni olarak kurdukları şehirlerinin anavatan Yunanistan’dan daha ileri düzeye ulaşan bu gelişimleri bir tesadüf değildir. Burada etkili olan beslendikleri kaynaklarıdır yani Anadolu coğrafyası. Kendilerinden evvel birçok medeniyete ev sahipliği yapmış bu kadim topraklarda büyük bir bilgi hazinesiyle karşılaşırlar. Denizci ve tüccar bir topluluk olmalarının da etkisiyle Mezopotamya ve Mısır ticaret yollarındaki etkileşimde bulundukları ulusları yakından ve detaylı gözlemlemiş, onların sahip oldukları birikimlerden faydalanmışlardır.
İşte bu İonialıların Grek kolonicilerinin gelip yerleştiği Anadolu’da kurdukları şehirlerinden olan Miletos, İonya halkı şehirlerinin merkezi olmuş ve klasik Yunanistan henüz daha yeni gelişmekte iken, sanat, ilim ve felsefe merkezi olarak parlamıştır. Doğal olarak burada önemli isimler doğmuştur. Bu isimlerin başında ise yedi bilgeler arasında olan ünlü felsefeci Thales gelir.
MÖ 6. yüzyılda Batı Anadolu’nun Miletos kentinde Thales tarafından kurulan Milet Okulu’nda felsefenin ilk adımları atılır. Başka bir deyişle felsefenin kurucusu Miletli Thales’tir diyebiliriz. Milet Okulu’nda Thales’in öğrencisi Anaximandros ve onun öğrencisi olan Anaximenes yetişir.
Thales
Bu Sokrates öncesi felsefeciler gözlemlerini dinden ayırıp, doğaya çevirirler. O güne kadar tüm doğa olayları mitoslara dayandırılarak açıklanmaya çalışılıyordu. Thales ve öğrencileri çevrelerinde olup bitenleri, doğa olaylarını kavramak ve içinde yaşadıkları toplumda sorulan sorulara cevaplar bulmak için mitolojik olan inançsal açıklamalara değil, deneysel ve gözlemsel yani daha bilimsel kavramlara yönelirler. Böylelikle kendilerinden sonra gelen Sokrates, Platon ve Aristo gibi felsefecilere öncülük etmişlerdir.
Bir anlamda Thales’le beraber mitolojiden felsefeye ve fiziğe geçilir. Thales ve öğrencileri bugün akıl dışı olarak görülen çok tanrılı olan eski Yunan dininin kurgusal tabularını yıkarak insan zekâsını ön plana çıkarmış ve ilmi yöntemlerle tabiat olgularını çözümleme çabasında olmuşlardır.
Thales’e göre her şey sudan çıkmıştır. Hayatın kaynağı, sudur. Su, canlı hayatı için şarttır. Her şey su ile ürün verir. Canlıyı meydana getiren tohumlar onun içinde gelişir. Thales suyu canlı varlıkların kaynağı (arche) olarak gösterir. Matematik ve geometri alanlarında da önemli çalışmalar yapmış ve kendi adıyla bilinen “Thales Teoremini” bulmuştur. Yunanlıları geometriyle tanıştıran kişidir.
Thales, astronomi ile ilgilenmiş ve gündönümlerini hesaplama yöntemlerine girişmiştir. MÖ 585 yılı 28 Mayıs günü gerçekleşen güneş tutulmasını bir yıl öncesinden hesaplayıp haber vermiştir. Böyle bir hesabın yapılabilmesi, ancak yüzyıllardan beri bilginin birikmiş olmasıyla mümkündü. Bu bilgi başka yerde değil Anadolu’da birikmişti ve Doğu’dan gelmişti.5
Onun ardından öğrencisi Anaximandros gelir. Anaximandros için realitenin gerçek prensibi sonsuzluktur. Ona göre, her şeyin başlangıcında bulunan, her şeyi harekete geçiren, her şeyi kuşatan bu sonsuzluk, bitmek tükenmek bilmeyen bu sınırsız şey, “Apeiron”dur. Apeiron’un kendisi belirli bir şey değildir. Çünkü her belirli olan şey, zıddının da varlığını şart koşar. Bundan dolayı, başlangıçta hiç belirlenmeye gelmeyen ve her çeşit sıfattan yoksun olan bir şey vardır. Bu belirli olmayan şeyden sonradan, zıtlar şeklinde ayrılarak bütün varlıklar ortaya çıkmıştır. İlkin, sıcak soğuk olan nitelikler, yani karanlık ve soğuk olan toprakla, aydınlık ve sıcak olan hava yahut ateş, birbirinden ayrılmıştır. Ortada bulunan toprak kütlesi, yani arz, bir ateş küresi ile çevrelenmiştir. Bu ikisinin, toprakla ateşin birleşmesinden, su meydana gelmiştir. Sudan çıkan buharlar, ateş kütlesini, ayrı ayrı yerlerinden delerek parçalara bölmüş, gökteki cisimler de bu bölünme sonucunda meydana gelmişlerdir. Güneş’in tesiri ile kuru toprak çatlayarak oyulmuştur. Isının tesiri ile bazı cisimlerin gaz haline geçmeleri sonucunda ortaya çıkan şiddetli hava hareketlerinden rüzgârlar doğmuştur. Rüzgârların yeryüzündeki çatlak ve oyuklara yaptığı basınç sonucunda da depremler ortaya çıkmıştır. Anaximandros’a göre arz, düzlem bir üstüvanedir ve âlemin merkezinde bulunmaktadır. 6
Ona göre sonsuz ve sıfatlandırılamaz varlıktan doğan her şey ölümüyle birlikte kaynağına yani yine sonsuzluğa dönecektir. Öğretilerini ilk kez kaleme almış filozoftur fakat yazdıklarından sadece çok azı günümüze ulaşabilmiştir. Anaximandros evrenin, kendi deyimiyle arche’ın düzenini açıklayan bir de “Evren Haritası” yapmıştır. Bu harita ile içinde yaşadığımız dünyanın evrendeki yerini ve evrenin planlanmış bir bütün olduğu teorisini ortaya atan ilk kişidir. Bu yönüyle de astronominin babası olarak kabul edilir.
Milet Okulu’nun üçüncü ve son temsilcisi Anaximandros’un öğrencisi olan Anaximenes’tir. O kendi arche’ına havayı koyar. Ona göre ilk madde havadır. Anaximenes, “Bir hava (soluk) olan ruhumuz -psykhe- bizi nasıl ayakta tutuyorsa, bunun gibi, bütün evreni de (kosmos) soluk ve hava sarıp tutar,” diyor. Böylece, ruh kavramı felsefede ilk defa olarak ortaya çıkmış oluyordu.
Miletos (Maket) Pergamon Museum – Berlin
Anaximenes sonraları dört temel öge olarak benimsenecek olan toprak, su, hava ve ateşi felsefede ilk kez tam anlamıyla konu edinen kişidir. Anaximenes’in bize kazandırdığı en önemli fikir; evrendeki değişmenin niceliksel bir yönü olduğudur. Anaximenes’in gözünde değişim ve dönüşüm havanın değişik oranlarda niceliksel olarak değişmesinden ibarettir. Kozmos, havanın değişik biçimlere girmesiyle oluşmuştur.
Anaximandros’un Evren Haritası
Anaximenes aynı zamanda mitoslardan oluşan eski Yunan dininin açıklamalarını bir kenara bırakarak tabiat ile ilgilenen felsefecilerin de sonuncusu olacaktır. Aristo’nun tabiatçı fizikçi felsefeciler olarak adlandırdığı bu üçlüden sonra gelen felsefeciler ilgilerini daha çok dini sorulara cevap aramaya yöneltmişlerdir.
Sinoplu Filozof Diyojen
Bir fıçı içinde yaşayan Diyojen’in namını duyan Büyük İskender onu ziyaret edip ihsanda bulunmak istemiş. Yaşadığı fıçı içinde güneşlenirken Diyojen’in yanına gelen Büyük İskender “Dile benden ne dilersen,” dediğinde, “Gölge etme başka ihsan istemem,” cevabını almış. İskender bu olay üzerine “İskender olmasaydım Diyojen olmak isterdim,” demiş.
Gündüz vakti elinde lamba ile Atina sokaklarında dolaşan Diyojen, “Ne arıyorsun?” diye sorduklarında “Adam arıyorum!” cevabını vermiş.
Bir fıçı içinde yaşayan, tek mal varlığı su içtiği çanak olan Diyojen, bir gün çeşmeden avucuyla su içen bir çocuk görünce çanağından vazgeçerek onu da atmış.
Filozof Diyojen’e çevresindekiler “İhtiyarladınız. Artık bundan sonra dinlenmeniz gerek,” şeklinde telkinde bulunmuşlar. Diyojen, “Niçin? Eğer koşucu olsaydım, koşunun sonuna doğru yavaşlamam mı gerekirdi yoksa tam tersine, bütün gücümle koşmak zorunda mı kalırdım?” demiş.
Ona ait olduğu söylenen bu sözler gerçekten söylendi mi, yoksa bunlar yakıştırma mıdır? Bilmiyoruz ama ünlü felsefecinin böyle bir yaşam tarzını benimsediği yani mutluluğa, bütün tutkularından sıyrılarak, her türlü bağdan kurtulmuş içsel özgürlükle kavuşulabileceğini savunan bir hayat yaşadığı kesindir.
Anadolu’nun Karadeniz kıyısında, kuzeyindeki en uç noktası olan İnce Burun’un bağlı olduğu eski adıyla Sinope (Adını bir Amazon kraliçesinden aldığı rivayet edilir) olarak bilinen Sinop şehrinde, MÖ 412 yılında dünyaya gelen Diogenes (Diyojen), babası banker Hikesios’un kalpazanlık ve para tahribatı suçlamaları sonucu onunla beraber Atina’ya sürgün edilmiştir. Atina’ya geldiğinde Antisthenes ile tanışmış ve onun öğrencisi olmuştur. Kısa bir süre sonrasında burada bütün gelenekleri reddederek dönemin medeniyet anlayışına karşı çıkmış, böylece hiçbir şeye sahip olmadan yaşama yöntemini benimsemiştir. Yunanca “köpek” anlamına gelen kinik öğretisine uygun yaşamasından dolayı kendisine “Kinik Diyojen” lakabı takılmıştır.
Kinik felsefesinin kurucusu Sokrates’in öğrencisi Antisthenes’tir. Temel ilkesi erdem olan bu felsefe, yaşamın amacının insanın ferdi mutluluğu (Eudaimonia) olduğunu ve buna ancak bilgelik ile ulaşılabileceğini savunur. Bu bilgeliğe ulaşması için ise dünyevi hiçbir maddiyata ve beşeri hiçbir unvana ihtiyaç duymadan, kişinin kendisine yeterli olması gerekir. Bu erdeme sahip olan ve başkalarına bağımlı olmayan birey, iç huzuruna ve iç özgürlüğüne kavuşabilecektir. Böylelikle her türlü yapmacıklığın dışında doğal bir tabiat insanı olacaktır.
Diyojen Heykeli – Sinop
Diyojen bir gün ciddi bir konudan söz ederken kimse dinlemek için yanaşmayınca kuş gibi ötmeye başlar. İnsanlar çevresine toplanınca da “Maskaralık oldu mu güzelce gelirsiniz ama ciddi konular söz konusu olduğunda umursamazca ağırdan alırsınız,” diye onları kınamıştır. Müzikçilerin lirin tellerini akort edip kendi ruhlarının eğilimlerini uyumsuz bırakmalarına, matematikçilerin Güneş’e ve Ay’a bakıp ayaklarının altını görmemelerine, hatiplerin doğruları söylemeye özen gösterip hiçbir şekilde doğru davranmamalarına, cimrilerin parayı küçümseyip aslında onu her şeyden çok sevmelerine şaşıyordu. Dürüst insanları parayı aşmışlar diye övüp zenginlere imrenenleri kınıyordu. İnsanların sağlık için tanrılara kurban kesip kurban töreninde sağlığa zararlı yemek yemeleri onu kızdırıyordu. Efendilerini yutar gibi yerken görüp hiç yiyecek çalmayan kölelere hayrandı. İnsanların tencere tava satın alırken kenarlarına vurup sesini dinlemelerine ama insan alırken karşıdan bakmakla yetinmelerine şaşıyordu. Platon ona köpek deyince “Doğru, çünkü beni satanlara geri dönüyorum,” dedi. Bir gün tapınak görevlilerini tapınaktan kupa çalmış bir bekçiyi götürürken görünce “Büyük hırsızlar küçük hırsızı götürüyorlar,” dedi. Zengin cahile de altın postlu koyun diyordu. Dünyada en güzel şeyin ne olduğu sorulduğunda “konuşma özgürlüğü” dedi.7
Yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere Platon’un “Çılgın Sokrates” (Hocası Sokrates’in delirmiş halini kastederek) dediği Diyojen, insanlardan sözünü esirgemeyen ve onları eleştirmekten kaçınmayan biriydi.
Nitekim bir gün Atina’dan Aegina’ya (Ege Denizi’nde bir ada) gemiyle giderken korsanlarca tutsak edilip Girit’e götürüldü ve köle pazarında satışa kondu. Çığırtkan “Elinden ne iş gelir?” diye sorunca “İnsanları yönetirim,” dedi. Sonra erguvan işli giysi giymiş bir Korinthosluyu gösterip “Beni ona sat, onun bir efendiye gereksinimi var,” dedi. Bahsettiği kişi Kseniades’di ve onu satın aldı. Korinthos’a götürüp çocuklarına öğretmen yaptı ve evinin tüm yönetimini ona bıraktı.
Doksan yaşlarında iken Korinthos’ta öldüğü söylenir. Ölümüyle ilgili farklı söylentiler vardır. Kimine göre çiğ ahtapot yedikten sonra rahatsızlanıp ölmüştür kimine göreyse intihar etmiştir. Kuduz bir köpeğin ısırması sonucu öldüğü söylense de bu muhtemelen köpek yakıştırmasını ironik hale getirmek isteyenler tarafından uydurulmuştur.
Atina Okulu Freski, Vatikan
Etkileyici güzellikte konuşmayı bilen ünlü filozof bütün garipliklerine, sataşmalarına ve anormal görülebilecek davranışlarına rağmen saygı ve sevgi görmüştür. Onun bu davranışlarının ardındaki bilgeliği görebilen ve hayata karşı duruşuna hayran olan insanlar tarafından ismi ve ünü, ardında yazılı kalıcı bir eser bırakmamasına rağmen yaşatılmıştır. Aslında o herkesin kendi gibi yaşamasını istememiştir; sadece insanlara en kısıtlı şartlar altında bile bir insanın mutlu, bağımsız, erdemli ve yeterli şekilde yaşayabileceği felsefesini anlatmaya çalışmıştır. Doğal ve sade bir yaşama inancını asla yitirmemiştir. Ayrıca çocukların bütün bir toplumun ortak sorumluluğunda olduğunu da söylemiştir.
Günümüzde felsefe kitaplarında, Antik Yunan medeniyetinin en ünlü filozofları ve bilim adamlarının bir arada olduğu bir resim bulunmaktadır. Esasen bu resim 1509 yılında Raffaello tarafından yapılmış ve “Atina Okulu” adıyla bilinen ünlü fresktir. Bu fresk günümüzde Vatikan Müzeleri içinde yer alan Papalık Odaları’ndan “Stanza della Segnatura”nın bir duvarını kaplamaktadır. İçerisinde Platon, Aristo, Sokrates gibi ünlü isimlerin yer aldığı bu freskte, merdivenlere uzanmış ve elindeki kağıdı inceleyen kişi Diyojen’dir.
Ölümünden sonra Korinthoslular, Diyojen’in anısına bir köpeğin yaslandığı mermer bir sütun dikmişlerdir. Doğduğu yer olan Sinop’un girişine ise 2006 yılında elinde bir fener yanında bir köpek olan ve altta içinde yaşadığı fıçının tasvir edildiği bir Diyojen heykeli dikilmiştir.