Kitabı oku: «Anadolu'nun Sırları», sayfa 3
Bergamalı Hekim Galen
Antik çağın en ünlü sağlıkçılarından Hipokrates kadar önemli biri de Bergamalı Galenos’tur. MS 129 ya da 130 yılında doğan Galenos, tıpta birçok buluşun sahibi ve eczacılığın atasıdır. Galenos’un Roma İmparatorluk hekimi olarak görev yaptığı dönemde Roma İmparatoru Marcus Aeurelius kendisine bir madalyon armağan etmiş, üzerindeki işlemeli yazı ile Galenos’u “Hekimlerin İmparatoru” ibaresi ile onurlandırmıştır. Galenos, 81 yaşında Bergama’da öldüğünde tıp ve eczacılığa ilişkin birçok yeni tedavi yöntemi ve buluş bırakmıştır. 8
Antik Roma’nın en önemli hekimi olan Claude Galen, Yunanca Galenos, Latince Galenus olarak bilinmektedir. Varlıklı ve saygın bir ailede dünyaya gelir. Babası Nikon zengin bir mimardı. Oğlunun bir felsefeci olmasını istiyordu. Bu nedenle Galen, Yunan dili, retorik ve felsefe eğitimi aldı. Fakat on altı yaşında geldiğinde babasına hekim olmak istediğini söyledi ve tıp eğitimi almaya başladı. Önce Smyrna’da (İzmir) anatomi öğrendi. Ardından Korint ve İskenderiye tıp okullarında on iki yıl süren uzun bir tıp eğitimi aldı. Yirmi sekiz yaşında Bergama’ya döndü. Gladyatör okuluna cerrah olarak atandı. Burada bilgi ve deneyimlerini geliştirme imkânı buldu ve uzmanlaşarak ünlendi. MS 162’de Roma’ya gitti ve hekimlik yapmaya başladı. Burada bir tıp bilgini olarak ünlendi ve kabul gördü. Roma İmparatorluğu Konsülü olan Flavius Boethus’un karısını hiç kimse tedavi edemezken Galen tedavi etti. O günden sonra Boethus onun yakın dostu ve destekçisi oldu. Roma’daki diğer meslektaşlarını sürekli olarak eleştirmesi birçok ciddi düşman kazanmasına neden oldu. MS 166’da Bergama’ya döndü. Fakat bu dönüşü uzun sürmedi. Üç yıl sonra Roma İmparatoru Marcus Aurelius tarafından saray hekimi olmak üzere Roma’ya çağrıldı. Roma’da yaşadığı bu dönemde en önemli eserlerini yazdı. Tahminen MS 210 yılında öldü.
Galen
Bergama Akropol
Bu kadar ünlü bir hekimin Pergamon’dan (Bergama) çıkmış olması doğaldır. Tarihi boyunca birçok ilke imza atmış, antik dünyayı şekillendiren kentlerden biridir Pergamon. Bu bölümde sadece sağlıkla ilgili kısımlarını konu edineceğim şehrin, diğer önemli yönlerini başka bölümde açıklayacağım.
Batı Anadolu’da bugün İzmir’e bağlı Bergama ilçesinde kurulmuş olan kent, MÖ 282 – MÖ 133 yılları arasında Bergama Krallığı’nın başkentiydi. Son kral III. Attalos MÖ 133’te topraklarını Roma İmparatorluğu’na miras olarak bırakınca kent Roma’nın bir eyaletine dönüştü. Dolayısıyla bu kentte doğan Galenos bir Roma vatandaşıydı.
Bergama tıbbın, eczacılığın ve hekimliğin beşiğidir. Bergama’da tıp bilimine temel oluşturan iyileştirme yöntemleri keşifleri şunlardır:
İlkler Bergama’sında Galenos, tıpta ve eczacılıkta birçok ilke imza atmıştır. Toplardamar ve atardamar arasındaki farkı kavramış, kalbin anatomisini ve damar sistemini keşfetmişti. Galenos’un adı dolaşım sistemi ile ilgisinden dolayı, beyin lobları arasında arka tarafta yer alan bir toplardamara verilmiştir. Bu damarın adı “Vein of Galen” (Galen Damarı) olarak bilinmektedir. Nabız sayısının sağlığın ölçütü olduğunu keşfeden de odur. Her gözlemini ya da ulaştığı her sonucu yazıya geçirdi. Böylece kendinden sonra gelen tıp bilginlerine eşsiz bir kaynak ve birçok anahtar miras bıraktı.9
Galen Damarı
Bergama’da ovaya hâkim bir tepenin üzerine kurulu ve surlarla çevrili olan, içerisinde Athena Tapınağı, Zeus Altarı, saray, tiyatro ve diğer yapıların bulunduğu Akropol’ün aşağısında Orta Kent kısmında Hekim Tanrı Asklepios’a adanmış bir sağlık merkezi olan Asklepion bulunur. Burada rahip hekimler çalışırdı.
Asklepios; tıp tanrısı, hekimler tanrısı ve sağlık tanrısıdır. Yunan mitolojisinde Apollon’un oğlu olarak geçer. Apollon çocuğunu yetiştirmesi için at adam Kherion’a verir. Asklepios’a hekimlik sanatını öğreten Kheiron bütün at adamlar gibi doğanın içinde yaşayan, doğanın sırrına ermiş bir varlıktır. Sağlığın kaynağı da doğada olduğuna göre; Kheiron açık havada, güneşin altında şifalı otlardan ve sulardan yararlanma yollarını bilir. Asklepios böylece usta bir hekim olarak yetişir, hekimliğin ve cerrahlığın tüm bilgilerini edinir. Elinden hiç ayırmadığı ve yorulduğunda yaslandığı asası ile tasvir edilir. Asklepios’un asa ile temsil edilmesi, hekimliğin kısa sürede öğrenilmediğini, ihtiyarlayıp asaya dayanıncaya kadar hekimin öğrenmeye ve tecrübe kazanmaya gereksinim duyduğunu belirtmek içindir. Asklepios’tan sonra yerine sağlık ve temizlik tanrıçası “Hygieia” geçer. Bugün pek bilinmese de sağlık ve temizlik anlamında kullandığımız “hijyen” kelimesi ondan gelir.
Asklepion, Bergama
Asklepionlar, Sağlık Tanrısı Asklepion adına yapılır ve dünyanın ilk hastaneleri olarak kabul edilir. Antik çağda iki yüzden fazla Asklepion inşa edildiği biliniyor ve bunlardan üç tanesi en meşhurlarıdır; Epidauros, Kos ve Bergama Asklepionları. Burada perhiz yapmak, sıcak ve soğuk suda yıkanmak, beden hareketi uygulamaları, şifalı sular, tuz odasında kalma, şifalı otlardan yapılmış ilaçlar, otlardan hazırlanmış kremlerle yağlanma ve çamur banyoları hastalara uygulanan başlıca tedavi yöntemleriydi. Fakat burada uygulanan bir yöntem vardır ki aradan yüzyıllar geçtikten sonra modern tıbbın gelişmesiyle birlikte değeri ve önemi anlaşılmıştır. Bu “Telkin Yöntemi” idi. Asklepion’da görevli hekimler uyguladıkları tedavi yöntemlerinin dışında, iyileşme sürecinde en önemli etkenin hastanın morali olduğunu gözlemlemişler. Bu sebeple hastaların kaldıkları odaların koridorlarındaki tepelerde küçük delikler bulunur ve bu deliklerden hastalara, hekimler düzenli aralıklarla moral verici sözler söylerlerdi. Ayrıca hastaların bu süreç içerisinde moral bulacakları etkinlikleri izlemeleri için 3500 kişilik tiyatroda gösteriler düzenlenirdi. Müziğin insan ruhundaki ve bedenindeki iyileşme etkisini keşfeden hekimler, müzikle tedavi uygulaması da yaparmış ve hastalara antik çağ enstrümanlarıyla çeşitli ezgiler çalınırmış. Rahip hekimler, hastaların gördüğü rüyaları da yorumlarmış.
Yılanlı Sütun
MÖ 4. yüzyılın ilk yarısında kurulan Bergama Asklepionu kutsal alanının, Pergamon şehri ile bağlantısı, “Via Tecta” (Kutsal Yol) denilen, üzeri tonozla örtülü bir yol ile sağlanmaktaydı. Giriş kapısı üzerinde “Bütün Tanrıların kutsiyeti için Asklepieion’a ölüm girmesi yasaktır,” yazısı yer almaktaydı. Kutsal Yol (Via Tecta), kutsal alanın giriş kapısına (propylon) kadar devam etmekte ve hastaları havanın olumsuz koşullarından korumaktaydı. Asklepionlara asla ölümcül hastalar kabul edilmezdi. Bundaki en büyük sebep; hastalar tedavi edilemeyen ve ölen bir hastayı gördüğünde, tedavi sürecinin olumsuz etkilenmesiydi. Fakat bir diğer sebebi de Asklepion’un prestijini korumaktı. Eğer prestijini kaybederse bu aynı zamanda gelen hastaların (özellikle varlıklı hastaların) ve yapılan bağışların kesilmesi demekti.
Bergama Asklepionu’nda üzerinde aynı tastan süt içen iki yılan kabartması olan bir mermer kaide bulunur. Rivayet odur ki; Hekimler İmparatoru Galen, iyileşemeyeceği görüşüyle Asklepion’a kabul etmediği hastanın ailesine haber gönderir ve gelip almalarını söyler. Adamcağız bir çam ağacının altında beklerken, yanındaki süt kasesine iki yılanın zehirlerini boşalttığını görür ve intihar amacıyla içer. Oğulları geldiğinde onun öldüğünü sanırlar ancak ölmeyip bayılmıştır. Uyandığında iyileşmeye başladığını fark eder. Galen’e iyileşen hastayı yeniden gösterdiklerinde yılan zehrinin aynı zamanda şifa verici bir panzehir olduğunu anlar. Bundan sonra Asklepion’un sembolü Hekim Tanrı Asklepios’un asasına sarılmış iki yılanın asanın tepesindeki kâseden süt içmesi figürü olacaktır. Sonrasında bu sembol tıbbın ve eczacılığın da simgesi olmuştur. Günümüzdeki modern tıp sembolündeki tek fark asanın üzerinde Hermes’in bir çift kanadının bulunmasıdır.
Galen ve Hipokrat
Hippokrates’in öğretileri, Asklepionlara olan inanç ve Roma İmparatorluğu’nun hekimlere verdiği önem ve değerin artması Galen’in çalışmalarını şekillendirmişti. Günümüzde dünyanın tüm ülkelerinde tıp okulunu bitirenler mesleklerine “Hippokrat Yemini” ederek başlarlar. Hippokrat’ın başlattığı ve ondan sonra gelen Diokles, Empedokles gibi hekimlerin yaptığı işleri geliştiren ve ilerleten, çığır açıcı keşiflerde bulunan ise Galen’dir. Galen, Roma’da yaşadığı dönemde bir hekimin anatomi bilgisinin olması gerektiğini söylemiş ve bu nedenle anatomik deneyler yapmaya başlamıştır. Önce maymun ve domuzlar üzerinde sonra kadavralarda incelemelerde bulunmuş; beyin, kalp ve diğer organları, damarları, sinir sistemini, kaslar ve kemikleri incelemiş, bu çalışmalarını ve çıkardığı sonuçları yazıya dökmüştür. Bu incelemelerin bir kısmını herkese açık bir alanda yapmıştır. Bu gösterileri yalnızca hekimler ve tıp öğrencileri değil, filozoflar, sporcular ve konuya ilgi duyan herkes tarafından izleniyordu. En önemli iki keşfini bu gösteriler sırasında herkese kanıtlamıştır. Fakat zamanla özellikle rakip meslektaşları ve din adamları tarafından aldığı tepkiler sonucu, bu gösterileri iptal etmiştir.
Galen Heykeli, Bergama
Galen’e göre insan bedeni dört sıvıya sahiptir. Bunlar; kan, safra, phlegma (solunum yolundan gelen balgam) ve khole-mukus’tur. Galen aynı ilacın farklı kişilerde denenmesinin aynı sonucu vermediğini görür ve ilaçların kişilere göre farklı miktarlarda verilmesi gerektiğini tespit eder. Hastalığın derecesine göre ilacın ayarlanması gerektiği ayrıca ısı derecelerini ayarlamak, yumuşatmak, seyreltmek gibi işlemlerin uygulanması gerektiğinin keşfini yapmıştır. Vücudun doğuştan gelen bir ısıya sahip olduğunu, bu ısının kalp atışlarıyla sağlandığını ve kan yoluyla damarlardan tüm vücuda yayıldığını ilk tespit eden de odur. Galen bir kadavrada onu oluşturan tüm organlar ve diğer öğeler olmasına karşın bu ısının yok olduğunu, böylece kadavranın soğuduğunu ve “bir gün havadan pneuma’nın çıkarılmasının mümkün olduğunu” söylemiştir. Kastettiği şey oksijendi ve bu XVII. yüzyıla kadar bilinmeyecekti. Ses telleri siniri olan “nervus rekuriens in ferioronun” onun tarafından bulunmuştur. Bu buluşundan dolayı ses teli sinirleri arasındaki örümcek ağı gibi dallara “Galen Halkası” adı verilmiştir.
Galen ilaç yapımı üzerine detaylı incelemelerde ve araştırmalarda bulunmuş, bu ilaçlara “Panacea” (Deva) adını vermiş ve bedensel ya da ruhsal hastalıkların yol açtığı ağrı, sıkıntı, endişe gibi rahatsızlıkları giderdiğini keşfetmiştir. Galen önemli bir farmakologdur. Başta afyon olmak üzere yaşadığı çevrede yetişen güzelavrat otu (atropas belledonna), ebicehil karpuzu (cologuinte) gibi birçok bitki üzerinde çalışmalar yapmıştır. İlaç olarak sürekli kullandığı bitkileri yaşadığı yerin yakınlarına ekmiş ayrıca bu bahçesine yeni bitkiler de ekleyerek onlar üzerinde araştırmalar yapmıştır. Aloe’yi tıbba o kazandırmıştır. Böylelikle ecza biliminin atası olmuştur. Uyuşturucu bitkileri sınıflandırmış ve bunları fitoterapi uygulamalarında kullanmıştır. “Narkotik” kelimesinin de ilk kez Galen tarafından kullanıldığı öne sürülmektedir.
Galen döneminde hastalar bugünkü muayenehaneleri andıran “Laterion” adı verilen özel yerlerde muayene edilir. Hekim tarafından önerilen ilaçlar “Apotheca” adı verilen ve eczanelerin başlangıcı olan yerlerde yapılır, ayrıca Galen tarafından önerilmiş olan “Panacea” ve diğer afyon içeren ilaçlar Apotheca’larda hazır bulundurulur; ilaçların Galen’in önerilerine uygun hazırlandığını, denetiminden geçtiğini ve güvenle kullanılabileceğini belirtmek için üzerlerine “Terra Sigillata” denilen simgeler konulurdu. “İlaçlara güven sağlayan marka” anlamına gelen ve kilden yapılmış mühürlerle basılan bu simgeler, önceleri keçi başı resmi olup zamanla Tanrıça Diana’nın başının resmine dönüştürülmüştür. Bu mühürlerin üzerindeki resim kalıplarının biçimi her yıl değiştirilerek ilaçların yıllık denetimden geçmesi sağlanırmış.10
Bitkilerden şifalı reçetelerin basılması işi ise Bergama Kralı III. Attalos döneminde olmuştur. Mezopotamya’da başlayan bilgi birikimi önce Batı’ya taşınmış ardından IX. yüzyılda Doğu’nun bilginleri tarafından İslam’ın kadercilikten çıkıp, insanın kendi hayatına etki ettiği görüşünü benimsediği bir zamanda incelenmiş ve geliştirilmiştir. Üzerine yeni keşifler eklenen ve böylelikle geliştirilen bu ilim hazinesi, Haçlı Seferleri’yle birlikten yeniden Batı’ya taşınmıştır. Doğu – Batı arasındaki bu ilim ve bilim transferi sonucu insan uygarlığı çağ atlamıştır.
Felsefe ile de uğraşan Galen’in fikirleri, yaygınlaşmakta olan Hıristiyanlık inancı ile bağdaşıyordu. Bu nedenle Galen’in araştırma ve tezleri kilise tarafından kabul görmüştür. Galen’in yazılı eserlerinden çoğu kaybolmuş sadece az bir kısmı kilisenin himayesine alındığı için korunabilmiştir. Tıp tarihine adını altın harflerle yazdırmış olan Galen, yaptığı önemli buluşlar neticesinde, ölümünden sonra arkasında bugün büyük bir vefa borcu taşıdığımız önemli miraslar bırakmıştır.
Masalcıların Piri Ezop
İnsan tarih içinde bir parçası olduğu tabiattan uzaklaştıkça, anlattığı veyahut yazdığı hikâye ya da masallarla tabiatla olan bağını korumak istemiştir. Birçok kavmin sembolü aslan, kurt, geyik, at ya da ayı gibi bir hayvan olmuştur. Veyahut eski Mısır’da olduğu gibi onu tanrısallaştırmıştır. Dilinden anlamadığımız hayvanları masallar vesilesiyle konuşturmuş ve hiciv yoluyla ahlaki dersler verdirmişiz. Bu türde masalcıların piri olan Ezop, Anadolulu olduğu halde Batı mizahına kaynaklık etmiştir.
Yaşamı üzerine çelişkili bilgiler olmakla beraber hakkındaki bilgileri İskenderiye Kütüphanesi’nin kurucusu, yazar, filozof, siyasetçi ve kütüphaneci Demetrius Phalereus’tan (MÖ 350-280) ve Yunan tarihçi ve biyografi yazarı Mestrius Plutarchus’tan (MS 46-120) ediniriz. Ezop (Aisopos), Anadolu’nun antik bölgelerinden biri olan Frigya’nın Amorium kentinde (bugünkü Afyonkarahisar ilinin Emirdağ ilçesi yakınları) MÖ VI. yüzyılda doğmuştur. Ege Denizi’nde bir ada olan Sisa (Samos) hükümdarının kölesi olmuş ve bu esnada hayvanlarla ilgili anlattığı hikâyelerle beğeni kazanmıştır. Son efendisi olan bir filozof tarafından azat edildikten sonra birçok şehri dolaşmış, masallarını anlatmış ve zamanla ünlenmiştir. Ünü o kadar büyümüş ki zenginliği ile nam salmış Lidya Kralı Krezüs (Kroisos ya da Karun) onu sarayına davet etmiş. Krezüs’ün sarayında anlattığı zekice ve ince fabllar, kralın sevgi ve saygısını kazanmasını sağlamış. Ardından yine şehir şehir dolaşmaya devam eden Ezop, Yunanistan’da Parnasos Dağı’nın güneybatısında bulunan Delphi şehrine gider. Buradaki Apollon Tapınağı rahiplerinin hile ve açgözlülüğüne kızarak onları hicivettiği sert eleştirilerle dolu fabllar anlatır. Bu, onun için adeta sonun başlangıcı olacaktır. Nitekim Delphi Yunanlılar için çok önemli bir dini merkezdi. Hal böyleyken tapınak rahiplerinin toplum içerisindeki gücü ve etkinliği büyüktü. Düşmanlıklarını kazanan Ezop’un tapınağa ait bir altın kadehi çaldığını iddia ettiler. Hiç kimsenin savunmaya cesaret edemediği Ezop, kayalardan atılmak suretiyle ölüme mahkûm oldu.
Ezop, kambur ve çirkin bir adam olarak tasvir edilmektedir. Ona dair bilinen en yaygın tasvirler Diego Velásquez’in Ezop portresi ve Elbani’nin Ezop büstüdür.
Fabl türünün kurucusu olarak kabul edilen Ezop, masallarının hiçbirini yazmamıştır. Ezop masalları manzum olarak dilden dile aktarılarak anlatılmış, ilk kez yazıya kendisinden üç yüz yıl sonra geçirilmiş didaktik ürünlerdir. İlk kez MÖ 300 yılında Demetrios Phalereus tarafından, ikinci kez MS 100 yılında Babrios adlı bir şair tarafından on kitap halinde yeniden derlenip yazılmıştır. Ayrıca Latin edebiyatında Augustus ve Quintilianus onun masallarını çok beğenirler. Bu masalların mutlaka Latin diline aktarılması gerektiği bildirirler. Phaedus, masalları ilk kez Latinceye aktarır. Bundan sonra Avianus da masalları yazmayı dener. XIV. yüzyılda Planudes adlı bir rahip masalları düzyazı şeklinde yazar.
Ezop – İspanyol Ressam Diego Velázquez 1638
Ezop, Villa Albani, Roma
XVII. yüzyılda ise fabl ustası sayılan La Fontaine, büyük oranda bu masallardan yararlanarak La Fontaine Masalları diye anılan eserini ortaya koyar.11
Ezop, masallarında hayvanlardan oluşan bir dünya yaratmış ve bununla içinde yaşadığı dönemin insanlarını gündelik yaşamlarındaki iktidar kavgalarını, hileler, inat, kıskançlık, acımasızlık, tuzak kurma çabalarını, güçsüzü ezme, haksızlık, yanlış yönetim şekli gibi yönlerini eleştirmiştir. Hayvanlar arasındaki ilişkilerden insanlara ders verici anlamlar çıkarılan bu masallar, günümüzde çocuklar için görülse de Antik Yunan, Helenistik ve Roma dönemlerinde yüzlerce yıl devrin önemli politik ve felsefi tartışmalarında anlatılırdı. Konuşmacılar, Ezop’un fablları vasıtasıyla karşılarındakilere ders verir ve onları Ezop’un fabllarındaki hayvanların düştüğü hataya ve komik duruma düşmemeleri için bir anlamda uyarırlardı. Sokrates, ölümü beklediği son saatlerdeki konuşmalarında ondan söz etmiştir.
TİLKİYLE TEKE
Tilkinin biri bir kuyuya düşmüş, bir türlü çıkamazmış. Oradan bir teke geçmiş, susadığı için kuyuya bakmış, tilkiyi içeride görünce, “Bu su iyi mi? İçilir bir şey mi?” diye sormuş. Tilki işi babacanlığa vurup suyu bir övmüş, bir övmüş, tekenin ağzının suyunu akıtmış. “Hiç durma, in aşağı!” demiş. Teke onun sözlerine kanmış, zaten susuzluktan da dili damağına yapışıyormuş, hiç düşünmeden aşağı inmiş. Susuzluğunu giderdikten sonra aklı başına gelir gibi olmuş, tilkiye, “Eee! Nasıl çıkacağız buradan?” diye sormuş. Tilki, “Sen hiç merak etme; ben buradan ikimizi de kurtarmanın yolunu biliyorum. Sen şimdi doğrulup ön ayaklarını duvara dayar, boynuzlarını da havaya dikersin; ben tırmanıp çıkar, sonra seni de çekerim,” demiş. Teke bu aklı pek beğenmiş, hemen razı olmuş; tilki arkadaşının bacaklarından omuzlarına, omuzlarından boynuzlarına atlayıp kuyunun ağzına varmış, hemen oradan uzaklaşmış. Tekenin “Biz böyle mi sözleştik? Sen sözünde durmaz mısın?” diye sitem ettiğini duyunca dönmüş: “Be herif! Senin çenende kıl olduğu kadar kafanda da akıl olsaydı, nasıl çıkacağını düşünmeden hiç iner miydin bu kuyuya?” demiş.
Aklı başında bir insan, sonunun ne olacağını düşünüp incelemeden, hiçbir işe girişmemelidir.
DİŞİ ASLANLA TİLKİ
Tilkinin biri bir dişi aslan görmüş; “Her seferinde doğura doğura bir tanecik doğuruyorsun,” diye alay etmiş.
Aslan dönmüş, “Doğru söyledin bir tanecik doğururum; ama bir aslan doğururum,” demiş.
Bir şeyin değerini ölçmek için azlığına çokluğuna bakmamalı; neye yarıyor, ona bakmalı.
KURTLARLA KOYUNLAR, BİR DE KOÇ
Kurtlar koyunlara elçi göndermiş, başlarındaki köpekleri kendilerine verirlerse aralarında bir daha bozulmayacak bir barış kurulacağını söylemişler. Koyun kısmı akılsız olur, peki demişler; ama bir koç kurtlara dönüp “Sözünüze nasıl inanır da gelip sizinle yaşarım?” demiş, “Başımızda köpek varken bile ben rahat rahat otlayamıyorum, köpek olmayınca neye varır benim durumum?”
Düşmanlarımızın dediklerine inanıp da bizi koruyanları, güvenliğimizi sağlayanları başımızdan kaldırmayalım, sonra durumumuz kötü olur.
Şu Bizim Noel Baba
St. Nikolaos, Piskopos Nikolas, Santa Klaus, Kris Kringle, Papa Noel ya da bizim tabirimizle Noel Baba’nın evinin bugün Finlandiya’nın Kuzey Kutup Dairesi’ndeki Lapland bölgesinin merkezi olan Rovaniemi şehrinde olduğu söylense de oraya gidenler gerçekte turistik hediyeler satan bir yer ile geyik ve Husky köpekleri ile yapılan güzel bir gezinti ve bir doğa harikası olan Aurora Borealis’i (Kuzey ışıkları) seyretmekten öteye gidemezler. Reklamı başarılı ve bilinçli yapılmış bir pazarlama harikasıdır bu durum. Her yılbaşında çocukların hediye beklediği Noel Baba aslında Ortodoksların en önemli gördüğü aziz olan bir Anadolu insanıdır. Bu topraklarda doğmuş ve yine bu topraklarda gömülmüştür.
Nikolaos, MS III. yüzyılın sonuna doğru günümüzün önemli antik kentlerinden biri olan Patara’da dünyaya gelir. Varlıklı bir hububat tüccarı olan babası Epifanes ve annesi Nonna ilk çocuklarına evliliklerinin otuzuncu yılında kavuşurlar. Bu kutsal gün, Ortodoks Rus kilisesine göre 29 Temmuz, Jülyen takvimine göre 11 Ağustos, Gregoryen / Miladi takvime göre de 24 Ağustos’tur. Bebeğe onu vaftiz etmeye gelen ve Xanthos yakınlarındaki bir kilisede başrahiplik yapan amcasının adı verilir, yani Nikolaos. Genç yaşta ailesini salgın bir hastalıktan kaybeder, amcasının ve keşişlerin yanında büyür. Nikolaos, henüz genç bir yaşta iken Mısır ve Filistin’e gider. Hacı olmak için Kudüs’e gidip döndüğünde doğduğu yer olan Patara’yı terk eder ve Myra’ya yerleşir.
Aziz Nikolaos Heykeli, Demre, Antalya
Myra, Antalya’nın Demre ilçesinde bulunan bir antik kenttir. Helenistik dönemde kurulan Likya Birliği’nin altı büyük kentinden biridir. Hıristiyanlığın başlangıcından itibaren Likya’nın en ünlü ve önemli kenti Myra’dır. Bu dönemdeki ününü Aziz Nikolaos’a borçludur. Aziz’in, öğretisini geliştirdiği ve ününü yayarak tüm yaşamını tamamladığı yer Myra’dır.12
Roma İmparatorluğu’nda MS I. yüzyıldan MS IV. yüzyıla kadar (MS 313 Roma İmparatorları I. Konstantin ve Licinius tarafından Milano fermanı imzalanmış ve Hıristiyanlar dinlerini yaşamakta özgür bırakılmışlardır) Hıristiyanlık yasaklı bir din olmuştur. Likya şehirlerinden biri olan Myra, Nikolaos döneminde Roma İmparatorluğu’nun toprakları içerisindeydi. Roma hâlâ eski çoktanrılı inancını koruyordu ve Hıristiyanlık, özellikle İmparator Diocletianus döneminde büyük zulme uğradı. Diocletianus’un yayınladığı sert bildiriye göre; bu dine inananlar öldürülecek, kiliseleri yakılacak, kitaplarına el konulacak ve kilise önderleri tutuklanacaktı. Bu zulümden Myra başpiskoposu olan Nikolaos da nasibini almış, hapse atılmış ve işkence görmüştür. MS 305 yılında tahttan çekilen Diocletianus’tan sonra Doğu Roma İmparatorluğu’nun başına I. Konstantin geçti ve diğer tüm Hıristiyanlarla birlikte Nikolaos’un da mahkûmiyeti böylelikle sona erdi.
Myra Antik Kenti
“Tanrı’nın hizmetkârı, kudretli Nikolaos’un kutsanmış kenti,” der İmparator Konstantin. Artık tanrı tekil anılmaktadır. Tektanrı dönemi başlamıştır, çoktanrılı Likya’da.13 MS 325 yılında I. Konstantin tarafından Hıristiyan dünyası için son derece önemli yedi konsülden ilki olan Nikea (İznik) Konsülü toplanır. Üç yüz on sekiz din adamının katıldığı bu konsüle, Myra başpiskoposu olarak Nikolaos da katılır. Bu konsülün amacı, uzun süredir baskı altında olan Hıristiyanlık inancı ile ilgili imparatorluğun farklı yerlerinde farklı inanış biçimlerinin oluşması ve kiliseleri derinden etkileyen bu tartışmaların büyük boyutlara ulaşmasıdır. Özellikle İsa hakkındaki “Tanrı’nın oğlu mu yoksa sadece onun bir peygamberi olarak tanrı değil, bir insan mıdır?” tartışması en önemli konudur. Bir tarafta Patrik Alexander diğer tarafta onun “Baba-Oğul-Kutsal Ruh” üçlemesine karşı çıkan, Antakya dini lideri Arius vardır. Nikolaos, Patrik Alexander taraftarı olmuştur. Bu tartışmalar sonucunda Antakya dini lideri Arius aforoz edilmiş ve Patrik Alexander’in öğretisi kabul görmüştür. Bu konsül aynı zamanda günümüz Hıristiyanlık inancına yön vermiş olmasıyla da oldukça önemlidir. Nikolaos, konsül sonrası piskoposluk görevine devam eder. Bu sırada ailesinden kalan büyük serveti yoksullar ve ihtiyacı olanlar için harcamaya karar vermiştir. Bu yardımseverliği sayesinde sevilen biri olmuştur.
Yardımseverliği ile ilgili birçok hikâyesi vardır Nikolas’ın, en bilineni ise yoksul üç bekâr kız kardeşinkidir. Bu hikâyeye göre o dönemde kızlar çeyizsiz evlenemezdi ve üç bekâr kızı olan fakir bir baba kızlarını nasıl evlendireceğini kara kara düşünürken büyük olanı diğer kardeşlerinin evlenebilmesi için kendisini esir pazarında satmayı teklif eder. Noel arifesinde evlerinin önünden geçerken konuşmalara şahit olan Nikolas bu yoksul aileye yardım etmeye karar verir. 25 Aralık sabahı, aile henüz uykuda iken açık pencereden içeri, çeyize yetecek kadar altın atar. Uyandıklarında bir mucizenin gerçekleştiğine inanan aile, evlilik hazırlıklarına başlar ve böylece büyük kız evlenir. Aynı mucize bir sonraki Noel’de de ortanca kız için gerçekleşmiş, fakat bir sonraki yıl en küçük kız kardeşe sıra geldiğinde Nikolas pencerelerin kapalı olduğunu görünce son altın kesesini de çatıya tırmanarak bacadan aşağı atmış ve bu sefer de ocak üstünde kurumakta olan çorabın içine düşmüş. Bu hikâye yüzyıllardır birçok ikonada Aziz Nikolas üç fakir kız kardeşe birer altın top veya elma verirken tasvir edilmiştir. Bu arada Nikolas bu yardımseverliği bir gelenek haline getirmiş ve her yıl gizlice 25 Aralık sabahı Myra’nın fakir aileleri kapılarının önünde altın veya hediye bulur olmuşlar. Böylece 25 Aralık sabahı Hıristiyan âleminde insanların birbirine hediye verdiği bir Noel geleneğini farkında olmadan başlatmıştır. 14
Aziz Nikolaos Heykeli, Demre, Antalya
Yaşamı boyunca başka birçok mucizeyi gerçekleştiren Nikolaos, Myra halkını kıtlıktan kurtarmış, Akdenizli gemicileri fırtınalardan korumuş, böylece “Dümenini Aziz Nikolaos tutsun,” dileği gelenek olmuştur. İmparator Konstantin’e karşı komplo kurmakla iftiraya uğrayan üç generali, imparatorun rüyasına girerek idamdan kurtarması da onun en yaygın bilinen mucizelerinden biridir. Bu mucizelerinden dolayı çocukların ve denizcilerin koruyucu azizi olarak kabul görmüştür. Yunanistan ve Rusya’da en yüksek azizlik mertebesine ulaşmıştır. Mezarının bulunduğu Myra kenti ise bir Ortodoks hac merkezi haline gelmiştir.
Tahmini olarak 6 Aralık 343’te vefat ettiğinde naaşı piskoposluk yaptığı Myra’da bugün Noel Baba Kilisesi olarak bilinen yerde mermer bir lahdin içine konmuştur. Bugün bu kilisenin bulunduğu yerdeki Myra Antik Kenti’nin görkemli ve ilgi çekici kaya mezarları ona eşlik eder. Vefatından sonra ünü azalmamış hatta artmıştır. Doğu Roma imparatorlarından II. Theodosius döneminde (MS 408-450) yaşadığı Myra kenti dini ve idari bakımından Likya’nın metropolitliği yani başkenti olmuştur. MS 529 yılında İmparator I. Iustinianus döneminde meydana gelen depremde yıkılan St. Nikolaos Kilisesi’nin yerine yenisi inşa edilmiştir. MS VI. yüzyılda Rosallia gününde din adamlarını bir araya getiren Synod, Myra’da toplanmıştır. Aziz Nikolaos Kilisesi de asıl popülerliğini bundan sonra kazanır ve o günden sonra da hac merkezi olarak ziyaret edilmeye devam eder.15
IX. Konstantinos Monomakhos ve eşi Zoe tarafından 1042 yılında bu kiliseye bağışta bulunulmuştur. Hacıların, din adamlarının ve dindar kimselerin ziyareti zaman içerisinde artmış, ünü doğduğu Anadolu topraklarının dışına, Avrupa’ya, Rusya’ya hatta İskandinav ülkelerine kadar ulaşmıştır. Dünyanın birçok ülkesindeki kiliselerde ikona ve fresklerde tasvir edilmiş, adına dünyada iki binden fazla kilise yapılmış ve mucizeleri dilden dile dolaşır olmuştur. Fakat bu ününün bir kötü etkisi olacak ve 1087 yılında Barili İtalyan korsanlar onun kemiklerini lahdinden çalarak memleketlerine kaçıracaklardır. Orada Aziz Nikolaos adına inşa edilmiş bazilikaya (Basilica Di San Nicola) götürmüşlerdir. Bugün Bari’de yapılan ve Ortodokslar tarafından kutsal sayılan ikonalar tüm dünyaya satılmaktadır.
Aziz Nikolaos Kilisesi’nin bulunduğu bölge daha sonra Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan döneminde (1155-1192) Türklerin kontrolüne geçmesine rağmen Myra kentindeki dini işleyiş devam etmiştir. Bunda Türklerin ele geçirdikleri topraklardaki insanların kültür, dil ve dinlerine karşı gösterdikleri saygılı yönetim anlayışı etkin olmuştur. Hatta Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan, kilisenin onarımı için bağışta bulunmuştur. Manastır ve kiliseye bağışta bulunan son kişi ise Rus Çarı I. Nikolay’ dır (1825-1853).
Günümüzde her yıl 25 Aralık’ta İsa’nın doğumunun Hıristiyanlar tarafından kutlandığı Noel zamanlarında ortaya çıkan Noel Baba imajının öyküsü ise oldukça ilginçtir. Her şey 1929 yılında tüm Amerika’yı altüst eden, binlerce şirketin iflas etmesine sebep olan ekonomik krizle başladı. Krizden etkilenen şirketler arasında bugün tüm dünya tarafından tanınan ve içeceklerinin saniyede sekiz bin adet tüketildiği hesaplanan Coca-Cola da vardı. Pazarlama ve satış konusunda başarılı bu şirket krizden korunmak için çareyi reklamlarda buldu. Bu reklam öyle etkili olmalıydı ki insanların psikolojik olarak depresif olduğu bu dönemde hem yüzlerini güldürebilmeli hem de onlara umut vermeliydi. Aranan çare ise 1931 yılında İsveçli çizer Haddon Sundblom’dan geldi. İskandinavya’dan gelen bu çizer Almanya doğumlu olan Amerikalı karikatürist Thomas Nast’ın 1881 tarihli Noel Baba çizimini kendi toprakları olan İskandinavya mitolojisindeki Tanrı Odin’in mitosuyla birleştirir. İskandinav mitolojisine göre Odin, uçan atı Sleipnir ile avlanmaya gittiğinde, çocuklar Sleipnir için çizmelerinin içine havuç ve saman koyup şöminenin yanına asarlardı. Odin’in bu iyilik karşılığında çocuklara hediye ve şekerlemeler getirdiğine inanılırdı. Sundblom buradaki atı İskandinavya’da bulunan Ren geyikleri ile değiştirmiş ve Coca-Cola’nın renkleri olan kırmızı-beyaz renkli kıyafetler giydirmiştir. Şişman, beyaz sakallı, uçları beyaz kürklü kırmızı bir kıyafet giyen, siyah kemerli, siyah çizmeli, kırmızı şapkalı bu yeni Noel Baba’nın insanlara neşe ve umut veren gülümsemesiyle artık imaj tamamlanmıştır. Coca-Cola bu başarılı reklamını başta sinemalar olmak üzere her yerde yayınladı. Reklam tahmin edilenden daha başarılı oldu çünkü reklamlarda çocukları kullanması yasak olduğu için bu portföye dilediği gibi ulaşamıyordu. Coca-Cola Company reklamlarda çocukları doğrudan resmetmeden ürününü çocuklara satmanın başka yolunu bulmuştu; Noel Baba.
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.