Kitabı oku: «Cehennem O'Dur», sayfa 2

Yazı tipi:

BÖLÜM II


Kamikaze

« Ben dünyadaki en bilge adamım, tek bildiğim, hiçbir şey bilmediğim. »

Sokrat

Birkaç yıl önce, Etiyopya’da Addis Ababa’nın kalabalık ve iç karartıcı sokaklarından birinde yürürken güçsüz genç bir anne ve sırtındaki küçük bir kumaş parçasına sarılmış uyuklayan kirli bir çocuğun görüntüsü bana yenilgimin hatırasını, Nairobi’deki Uluslararası Jomo Kenyatta havaalanındaki zihinsel « Waterloo »mu anımsattı. Tam o anda bir çığlık kopardım: buldum! Yine de, o gün her toplumda kangren haline gelmiş toplumsal sınıfların ayrışması karşısındaki çareyi net bir şekilde ayrıntılı hale getirmek amacına sahip olan araştırmamın düzensiz maceralarından hala çok uzaktım.

Bundan sonra, dünyadaki bireylerin sorunlarını somut bir şekilde analiz etmek adına zaman, para ve enerji yatırımı yaptım. Bu amaçla, Tara ve ben yapabileceğimiz kadar çok seyahat ettik, bol bol okuduk ve belgesel izlemek için saatlerce televizyonun karşısında kaldık. Seferlerimden biri bizi sahra altı Afrika ülkelerine yöneltti ve karşılaştıkları ve sınırlarını çok aşan büyük ölçüdeki zorlukları görünce şaşırdık. Bu bölgedeki ülkelerin başta gelen özelliği iki başlı egzotik zehirli bir yılandı: yozlaşma ve baskı. Karşılaştıkları zorluklar için bu ülkelerin hükümetlerini suçlayabiliriz. Aslında, güç ve zenginliklerini pekiştirmek için yönetimdeki birkaç aile tarafından kullanılıyorlar. Kısa kesecek olursak, dünyanın bu bölgesindeki kamu hizmetleri felaket durumda.

Çok sayıda parmak köşede hüküm süren karmaşayı gösteriyordu; bizzat bu ülkelerin kendileri ve sanırım içerde ve bölgedeki gelişmeyi yavaşlatmak amacıyla diğer ülkeler tarafından çok kötü yönetim uygulamaları belirlenmişti. Batı yarımkürenin diğer şehirlerini gezerken aynı kangrenin Afrika ve Latin Amerika ülkelerini de kemirdiğini fark ettim. Eski vali Rod Blagojevich, 44. Amerikan Başkanı Barack Obama'nın senatör koltuğunu satmaya çalışmak suçundan parmaklıklar ardına gönderilmişken Illinois'nin Nijerya'da bir bölge olduğuna inanabilirdik. BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin) ülkelerinden aktarılan başka skandal haberleri de büyük bir alanı kaplıyor. Futbola çok meraklı değilim ama Brezilyalı müteahhitlerin, kutlamalar öncesi ve esnasında çöken fahiş fiyatlı statlar ve yapılar yüzünden 2014 Dünya Kupası ile alay etmelerini bekliyorum. Ve Çin’in güneyindeki Hengyang şehrinde halk meclisindeki hemen hemen tüm liderlerin istifasına yol açan skandalla ilgili ne söyleyebileceğimi bilmiyorum. Kaynakların yanlış yönetilmesinin ağır basması ve yöneticilerin gerilemesi benzersiz bir mali israfa yol açtı.

«Bir tımarhanede rahat bir yürüyüş inancın hiçbir şeyi ispat etmediğini gösterir. »

Wilhelm Nietzsche

Yoksulluğun kalbine yaptığım gezi esnasında insani bir görev ile CV’lerini zenginleştirmek amacıyla veya saygın bir üniversiteye girme şanslarını artırmak için oradan ayrılan veya ayrılmak üzere olan batılı fedakâr öğrencilerle karşılaştım. Kendimi tamamen başka bir yerde, boşluğa bakan gözleriyle Amerikan sineması ünlülerinin güzel fotoğrafları ya da herkesin gönülden bir şekilde "insanları kurtarmak" (bazen hayvanlar insanlardan daha önemli olsa da) istediği bir hayır işinin sözcüsü önünde bulduğum için şaşkındım.

Yine de, karşılaştığım insanların mucizeler yarattıklarını veya üçüncü dünyanın hamileri olduklarını sandıkları dünyanın daha iyi olan tarafında takip ettiğim katılımcı demokrasi veya ekonomik gelişmeyle kıyaslandığında delilik hiçbir şeydi. Olabildiğince yetenekli oldukları için, az gelişmiş ülkelerdeki zorluk ve meydan okumalara yobaz bakışlarına karşılık gelen kuramsal yaklaşımlarında bir eksik var. Gelişim modellerini kapitalizme olan sarsılmaz tutkuları için düşündüler. Bu ruh hali şu vecizeyi düşünmeme neden oluyor « eğer sahip olduğunuz tek alet bir çekiçse, her şey bir çiviye benzemeye başlar. »

Şunun altını çizmeliyiz ki, yıllar geçerken egemen bir toplum her zaman saygın "istisnacılık" statüsünün sancağı olmuştur. Eğer iktisatçıları, liderlerinin bizi çevreleyen dünyayı açık bir şekilde ayrıntılarıyla inceleme ve bununla uyumlu biçimde içinden çıkmamıza izin verecek etkili müdahaleleri emretme sorumluluğunu üstlenirse bu cesaret ve yiğitliği kabul edeceğim. Şu anda elimizde ne var? Öfkeli bir küresel düzensizlik veya başlıca girişimlerin merkezindeki verimlilik ve Gayri Sarfi Milli Hâsıla (büyümeyi ölçmek için çılgın bir yol). Ayrıca sık sık kullanılan, o zamandan beri zenginlik unsurları ekleyen ve yayılma hızını artıran "küreselleşme" bahanesini de ortaya koymalıyım. Yönetici ülkeler, birkaç yüzyıl önce kölelik dediğimiz ve bugün kendiliğinden köleliğe dönüşen insanlık dışı uygulamaların kullanımına hala ve tekrar tekrar gözlerini kapatırken insanlık ne diyor? Bu suç kimin işine yarıyor?

Batılılar, sorunlarla karşılaşan ülkeleri batıran bu programlar beklenen ve tahmin edilen sonuçları sağlamadığında şaşırırken ben sinirleniyorum. Vatandaşların ihtiyaçlarına yönelik çözümlerden Washington DC’deki ofislerde bütün bir şekilde bahsedildiğinde ve ekonomi dervişleri verileri temizleyip gözlenebilir realitenin karmaşasını özetleyen basitleştirilmiş modeller geliştirdiğinde daha da sinirleniyorum. Yalnızca IMF ve Dünya Bankası tarafından yürütülen eleştirel çalışmalar, başlıca uluslararası finans kuruluşlarını tarafından önerilen programların etkinliği konusunda şaşkınlıkla dert yanmak zorunda kaldı. Bu suçlu vicdanlar, ekonomik olarak zayıf bir ülkeye komadaymış teşhisi konulup daha sonra uluslararası bir kuruluşun aciline gönderilip fişi çekilmiş bir finans kuvezine kapatılarak ve aşırı doz mali yardım verilerek nekrofil çılgınlar tarafından şiddete maruz kalıp suiistimal edilme ve akla aykırı program deneyleri için deneme alanı olarak kullanılma şeklini kınıyor. Tanrı bizi bundan korusun, eğer bir ülkeye koma teşhisi konulan bir ülke tüm bu faydasız açık kalp operasyonlarından sonra bazı hayata dönme belirtileri gösterirse, örneğin Arjantin gibi, o zaman gözlerini ve bağırsaklarını yemeyi deneyecek olan vahşi akbabalara ait olacak.

Bir kez, kökleşmiş « kaybeden ülke » teşhisi konulan bir millete enjekte edilen olağan çare nedir? Örneğin Sandy Kasırgası zaten bir asırdan beri sallanan bu voodoo milleti yıktıktan sonraki Haiti meselesini ele alalım. Ülke ilk anda karantina ve uluslararası mutemetlik altına alındı. İkinci etapta, aynı anda sadece Dünya Bankası ve IMF yetkilileri tarafından önemli kararlar alınırken, okuma yazma bilmeyen milyonlarca insana (demokratik seçimlerle) en iyi fikri Hispaniola’nın küçük bir köyünde bir karnaval düzenlemek olan karizmatik bir soytarıyı tatlılıkla dayatan güçlü milletler geldi. Haiti yalıtılmış bir durumda olmaktan uzak. Uluslararası yardımlarla gelen fonlar yıkılmış ülkede belirli imtiyazlar elde etmek için kullanıldı. Bu dönem içinde, aynı fonlarla sağlık koşulları iyileştirilmedi.

Haiti ve bu çözümlerin, ülkelerin ilk başta içinde bulunduğu durumdan daha ciddi sorunlara yol açtığı yaklaşımların kullanıldığı diğer kara delikleri inceledik.

Esas olarak, bu milletlerin kleptomanları ve teknik "ortakları", sonuç elde etmek için çelişkili dogma ve reformlar uygulamaya koyduklarından, bu durum yoksul ülkelerin daha da gerilemesine neden oluyor. John Maynard Keynes ve Harry Dexter White’ın takipçileri ve diğer uluslararası finans kuruluşlarının, mali destekçileri ve faiz bağışçılarının isteklerine göre hareket ettiklerini size ilk söyleyen ben değilimdir. Bu, israf ve kötü yönetimin tekrarlanmasına yol açar. Ve eğer felaketin bol olduğu bir yeri öğrenmek isterseniz Haiti, Port-au-Prince’deki Kıskançlık Şehri’ni ziyaret etmekten çekinmeyin ve orayı barış elçilerinin, Birleşmiş Milletler görevlilerinin kiraladığı villalarla kıyaslayın.

« Bu son seferimmiş ve ölmekte olanlara hitap eden ölmek üzere bir adam gibi vaaz ettim. »

Richard Baxter

Günümüzde, iktisatçılar bir teorinin geometrik bir tarz dışında geliştirilemeyeceğini iddia ediyor; matematiksel bir model ile açıklanamayan herhangi bir olgu mantıksız kabul ediliyor. Diğer bir deyişle, eğer her şey bir şaşırtıcı bir denklemle açıklanmadan ifade edilmezse, o zaman bu kitap intihardan önceki bir mektup olarak okunabilir. Yine de, ne metrodaki trenin altına atlamak ne de bir Budist tapınağına çekilecek kadar bunalımda değilim. Bu baskıya eğilim göstermeyen ve sözü edilebilir ilkelerin estetikle ve malesef şeytani anlaşmaların doğuşuna vesile olan klasik müsrif iktisatçılara teşekkür etmeliyim.

Halk yığınlarının sefalet ve ümitsizliği ile azınlık kesimin zenginlik ve israfı arasındaki zıtlık karmaşık bir özet değil daha ziyade ahlaki bir tiksinmeye giden küresel ölçekte gözlenebilir gerçekliğidir. Sömürgeciliğin acımasız uygulanış yöntemlerinden kalan kast sistemini yansıtan sömürgecilik sonrası toplumsal tabaka göz önündeyken, batılı revizyonistler, üçüncü dünya ülkelerinin kabuslarının sömürgecilikle alakası olmadığını iddia ediyorlar. Ve marjinalleşmiş insanların karanlık bir gelecekten kaçmasına yardım etmek için ölçüsüz bir devlet başkanının dayatılmasını bir kenara bırakırsak, çok az şey yapıldı. Tüm bunlar, sosyo-politik-ekonomik yamyamlığın (kapitalizm) gelişmeye, gerçeklere ve bu ülkelerin olanaklarına uyum sağlamadığını söylemek için.

Kapitalizmin küresel arenasında, en azından aynı ölçekteki diğer milletlerle yarışabilecek kapasite büyüme ve gelişmeye dönük bakış açılarını önceden belirler. Burundi Cumhuriyeti ve Belçika Krallığı hemen hemen aynı yüzölçümü ve nüfusa sahip ve ekonomik bakış açısıyla birbirinden çok uzaklaşamayacak iki ülke. Aslında Burundi’nin Gayri Sarfi Milli Hâsılası Belçika’nınkinden iki yüz kat daha küçük. Küçük Krallığında Gayri Sarfi Milli Hasılası’ndan aşırı fazla borca sahip olması bir yana, Belçika bu beceriyi nasıl elde etti? Evet, Belçika’yı Burundi ile daha fazla kıyaslayarak açıklamak için tarihi gerçeklere yönelmeliyiz. Krallık milli zenginliğini elde etmek için zalimce bir yol benimsedi. Almanlar 1887-1965 arasında Burundi’nin sosyokültürel yapılarını yerle bir ederken Belçika Kralı 2. Leopold ve sonrasında millet olarak Belçika, bugün « Demokratik »Kongo Cumhuriyeti diye bilinen kendisinden sekiz kat daha büyük bir ülkenin zenginliklerini sadistçe talan etti. Ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Burundi, Milletler Cemiyeti tarafından Almanların ellerinden alınıp büyük komşuları tarafından ağır bir sömürgeciliğe maruz kalması için Belçika’ya verildi. Kaderin cilvesi ki Belçika’nın milli borcunu Burundi ile kıyaslayın ; ağzınızın sularının akacağını garanti ederim !!!

Şunu belirtmek de ilginç olacak, gelişmekte olan ülkeler küresel düzensizliğe dair tek kanıtım değil. Bir yanda da, halkalara tek tip bir ihtiyaç sepeti dayatmayı dileyip merdivenin alt basamağındaki nüfusun %99’unu batırarak başarısız olan merkezi ekonomiler var. Yıkılmış olan Sovyetler Birliği, gerçek anlamda bir duvarla karşılaşana dek komünizmi mükemmel şekilde yerleştirmişti. Buna karşılık liberal pazar, zirveye kurulmuş olan %1’lik küçük grubu tatmin etmek için en güçlülerin hayatta kalmasına olanak sağlayan zararlı kuralıyla bizi batırıyor. Geçtiğimiz günlerde, Amerikan Kongresi, yalnızca bir kez, sözde "batmayacak kadar büyük" olan çok sayıdaki Kuzey Amerika bankasını yeniden canlandırmak için iki partili şekilde birleşti, tıpkı sigorta şirketleri gibi. Buna karşılık, aynı Kongre 2013 yılında, Amerikan nüfusunun bir kısmının yoksulluk sınırının zar zor üzerine çıkmasına izin veren sağlıklı gıda programında birkaç milyar dolar kesintiye gitti.

Dünya ticaretinin durumunu titiz bir şekilde incelerseniz, Kapitalizm modelinin kazanç getiren uluslararası ticaret akış ilkelerinin aynı ekonomilerin kalbine nasıl hapsolduğunu fark edebilirsiniz. Diğer ülkeler basit hammadde ve ucuz el işçiliği sağlayıcısı olmaya indirgendi. Ama yağlı ve şişman kadın kayıtsızca ıslık çalmayı kesme noktasında, ayaklarının üzerinde duramayacak kadar semirdi. General Motors 2010 yılında Avrupa otomobil endüstrisindeki aşırı kapasite nedeniyle Belçika, Anvers’deki fabrikasını kapattı. Ardından Avrupa ve Kuzey Amerika’da faaliyet gösteren diğer sektörlere ait fabrikalar da kapılarını kapattı.

« Koketsu ni irazunba koji wo ezu. »

Japon Bilgeliği

Karşılıklı ekonomik doktrinlerini göz önünde bulundurursak Küba ve İngiltere ihtiyatsızca yol alıyorlar. İki ekonomik saldırı planını değerlendirirken (yoksulluk, kirlilik, savaş vs.) insani sağduyumuz bize bu iki yaklaşımın da iyi olmadığını söylüyor. Eski Sovyetler Birliği ve Çin’in, acımasızca sütten kesercesine, kafalarını deliliğin belgelenmiş formu olan psikiyatrik kapitalizmin kolaylıklarına gömene kadar, komünist cezaevi kurumuna bir son vermeye karar vermiş olduklarını öğrendiğimde umudun zirvesine çıkmıştım!

Şu anda dünya tamamlanmış ve somut alternatiflerin eksikliğini yaşıyor. Birkaç çılgın ekonomik krizden sonra dünya barbarlık ve kapitalizmin eksiklerinin dindışı olmadığını kabul ediyor. Silip süpüren mali tufanlar ışığında, ister kemer sıkma ister harcama yoluyla olsun, bu yöntemlerin hiçbiri hayatta kalacak bir çözüm olarak ortaya çıkmadı, bunlar daha ziyade zorluk içindeki bir sınıfın taşlamaları. Burada olabildiğince basit bir biçimde yeni pazarların, küresel ekonomik sistemi gençleştirmek için cesaretlendirilmesi gerektiğini kesin olarak belirtebilirim. Ama bunun için, son tufandan kaçınmak adına yeni eğilimler geliştirilmeli.

Bu değişiklik, "yoksul" ülkeleri uluslararası ekonomik sistemle bütünleştirmek bir yana dursun, bir diğer ifadeyle bu ülkelerin sömürülen nesneler olmaktan aktif üretici ve tüketici olmaya geçmeleri ama aynı zamanda eski dünya düzeninden kalan mevcut pazar anlayışını da yıkmaları konusunda uygun sosyo-politik-ekonomik formüller uygulanmasını gerektiriyor.

İnsanlık kadar usta bir şekilde, süper kadının gelip bizi kurtaracağı kapımın basamağında bekleme alışkanlığı edindim. Daha sonra 1945 yılında, Amerikan ve İngiliz gem ive uçak gemileri Japon kıyılarına yaklaşacakken sıradan gençlere Şark Güneş İmparatorluğu’nu kurtarmak için hayatlarını feda etmelerini istediklerini öğrendim. Hiroşima ve Nagazaki’ye yapılan nükleer saldırıların kurbanlarının sayısı bu gençlerin cesaretini ülkeleştirmeye izin veriyor. Nanjing katliamı ve Japon askerlerinin seks köleliğine maruz kalan kadınların dramını öğrendikten hemen sonra, kapitalizme yaptığım saldırılar yüzünden benden kamikaze diye bahsetmelerinden dolayı gücendim.

Bize dayatılan kendi kendimizi mahvetmemizin sonunu gösterecek düdüğü beklemekten yorulmuş olarak, Kapitalizmimiz veya sosyo-politik-ekonomik adaletsizliklerle bağdaştırdığınız aynı sızlanma çığlığıyla sizi rahatsız etmeyeceğim. Sizi bulutlardan yere indirmek adına, çözüm ne en düşük maaşların yükseltilmesi ne de geçici çare olacak sosyo-politik-ekonomik bir tedaviden başka bir şey olmayan vergi kalkanları oluşturmak.

Hoşunuza gitsin veya sizi öfkelendirsin, kalan nöronlarınızın birkaçını, nüfusun %99'unu yukarı çekerek ve merdivenin alt basamağındaki az gelirli olanların %1'ine özen göstererek genel kavramların yerini potansiyel olarak değiştirebilecek yeni bir toplumsal, politik ve ekonomik forma maruz bırakacağım. Ve Sezar, size söylemek istediğim şu ki, okuyucu, kaderime karar vermeniz gerekecek!

BÖLÜM III


Yoksul İnsanlar Görüyorum

« İyi yönetilen bir ülkede yoksulluk utanç verici bir şeydir. Kötü yönetilen bir ülkede ise zenginlik utanç vericidir.»

Konfüçyüs

Benim gözümde, insanı en çok çöktüren internet sitelerinden birisi, fanatiklerinden biri tarafından M. Night Shyamalan’a adanandı. Hint kökenli bir Amerikalının büyük bir seyirci kitlesine sahip bir sinema devine dönüştüğünü ve senarist, yapımcı ve yönetmen olarak da Bollywood sinemasının beklenen klişelerinden uzak (şarkı söylemek ve dans etmek gibi) bir şekilde aynı başarıyı elde ettiğini görmek yeterince etkileyici. Ben bizzat ilk filmi Altıncı His’ in (1999) büyük bir hayranıyım. Gişede elde ettiği makbuzlar, insan türünün çoğunun bu filmi izlediğini düşünmenize yol açıyor. Mağarada yaşayanlar için işte senaryosu: Cole, ölü olduklarını bilmeyen ruhlarla konuşabilen bir çocuktur. 90’lı yıllar boyunca Hollywood’un en büyük yıldızlarından birinin oynadığı, bunalımdaki bir psikatrist tarafından gözlenmektedir: Bruce Willis. Filmin en bilinen sahnelerinden birinde yavaş çekimde çocuğun, ardından Cole’ü oynayan Haley Joel Osman’ın ürkmüş halde mırıldanan yüzüne yaklaşılır : « Ölü insanlar görüyorum. » Bu replik hızla bir kült haline geldi.

Ben de genç Cole ile benzer bir durumdaymışım gibi hissediyorum. Benim savaşım, hayata olan yaklaşımımı tamamen değiştirdi. Elbette keşişler ve münzevilere hiçbir zaman özenmedim, ama sürekli olarak bıçak üstündeymişim ve tüm hislerimle çevremi tarayıp bilinç durumumu artırmam gerekiyormuş gibi hissediyorum. Günlük hayatımı işgal eden yeni önceliklerimle beraber, uyumakta zorlanıyorum ve işteyken veya insanlarla tartışırken aklım yolunu kaybediyor. Zihniniz şunu bunu suçlayıp şikâyet eden seslerle dolu olduğu zaman, hayat Rus dağlarına dönüyor. Kendime sordum, hangi şeytani ruh beni ele geçirmiş olabilir? Morali bozuk bir psikiyatriste ödeme yapacak imkânım yok, hele de Bruce Willis'e (denedim). İblislerimden kurtulmak için gittiğim yoldaki saplantılarıma neden olan önemli olayları, bundan mahrum kalmış olanlar için anlatmayı deneyeceğim. Yoksulları görmemezlik edemem!

Tara’nın Haitili göçmenler olan ailesi, kızlarının doğumu üzerine, onu Florida’nın güneyinde (emekli Amerikalıların krallığı) yetiştirmek için New York ve onun zorlu yaşamından kaçmıştı. Karşılaştığımız zaman kafasında yalnızca tek bir fikir vardı: ailesinin göç döngüsünü tersine çevirmek ve hiçbir zaman uyumayan şehirde yaşamaya gitmek. Florida'da karşılaştığım, propagandasına sürekli reklamı da ekleyen, New York’un şovenist kalabalığı, bu şehri vaat edilmiş topraklar, fırsat ve coşkunun kalıcı nirvanası gibi görmemi sağladı. Hayallerindekinden ziyade Massachusetts’in küçük, çekici bir şehrine taşındığımızda karımın uğradığı hayal kırıklığını takdir edersiniz. O esnada ben çalışmalarım için düzenli olarak New York’a gidiyordum. Kaydolduğum yüksek lisans dersleri, gökdelenler ile yılın her günü turistlerin akın ettiği Times Square'ın arasında, Manhattan’ın kalbinde bulunuyordu. Onu ısırma hayalleri kuranları oraya yerleşmeden önce, bu şehrin çılgınlığını bilinçli bir şekilde incelemelerinin daha iyi olacağı ve yaşlılar ile zenginlerin vebadan kaçar gibi buradan kaçtıkları konusunda uyarmak için "Büyük Elma"da (New York) yeterince zaman geçirdim.

New York, yeryüzündeki en açgözlü mali suçluların (Borsa ve Nasdaq) sığınağı ve aynı zamanda en kötü şekilde yönetilen uluslararası kuruluşun merkezidir: BM. New York'un Gayri Sarfi Milli Hâsılası, Suudi Arabistan'ınkinden daha büyük ve İsviçre'ninkinin ise neredeyse iki katı, milyarder bir belediye başkanına (Michael Bloomberg) sahipti, aynı zamanda tüm zencileri için yarı resmi bir multimilyoner belediye başkanı (Sean John Combs namı diğer Puff Daddy) var ve dünyanın daha fazla ihtişamla hesaba kattığı şey Broadway'in duvarlarında afişe edilmiş ve gülünç ölçüde pahalı olan lüks mağazaların vitrinlerinde Bergdorf Goodman gibi sunulmuş durumda. Şimdilik süründürücü sefalet ve Brooklyn'deki Brownsville gibi bir mahallenin özelliği haline gelmiş düzenli kan banyoları üzerinde bile durmadan, şehir bu yetersiz noktadayken yoksullarıyla nasıl uygun biçimde ilgilenecek? Bir an bile duramayacak kadar meşgul olan kalabalıkların geçip gittiği bu caddelerin her köşesinde yüzlerini görmemek benim için imkânsız. Neden Donald Trump gibi milyarderlere doymuş bir şehirde yoksullar için çözüme biraz benzeyen bir şey bulmak neden zor? Alışveriş teorisi gardını alıyor...

New York merkezi garından geçiş sıklıkla, orada sürünen akıl hastalarından kaçmak ve yerde yatan insanlarla bütün göz temasından kaçınmaktan ibarettir. Bu üzücü gösteri sıkça Efkaristiya (öğle yemeği param) dağıtan bir rahibe dönüşmemle sonuçlanıyor. Kış gelirken, haç yolumu oluşturan dilencileri giderek daha az görüyordum. Nihayet midemi yakan bu korkunç suçluluk duygusunu hissetmeden düzgün bir yemek yiyebiliyordum. Ama kendi kendime soruyordum, sığınacak yeri olmayan alıştığım bu kalabalık bu kadar iyi nerede saklanabilirdi? Aslında mucizevî hiçbir yanı yoktu, yalnızca hava durumu. Uğursuz kış belirdiğinde daha iyi ısınmış bir yer bulmayı denemişler ve onları görmek çok daha zor olmuştu.

2013 yılında evsizlerin sayısı o kadar artmıştı ki, çok sayıda insan, yetişkinler gibi çocuklar da sığınaklarda kalamıyordu. Kalacak yeri olmayan savaş gazilerinden bahsetmiyorum bile… Şu anda dünyanın en zengin ülkesi olan Birleşik Devletler ulusu savunma çağrısına karşılık verenlere yardım için elinden geleni yapmıyor ve ulusunu korumak için hayatını riske atan bu asil bireyleri kendi kaderlerine terk ediyorsa yakınlık gösterebilecekleri başka birini bilmiyorum.

Ayrıca empati konusunda, 2014 yılında Dünya Bankası, Mumbai sakinlerinin yarısından biraz daha fazlasının Slumdog Millionaire filminde batı kamuoyuna karşı açığa çıktığı gibi şu gecekondularda yaşadığını tahmin ediyordu. Mumbai, orada Bollywood starları gibi, Hindistan'ın bir takım en zengin işadamları da yaşadığından paradokslarla dolu bir şehir. Bu ülkedeki eski kast sistemi ve derin dindarlığın açık bir şekilde orta sınıf Hintlilerin, tanrılar böyle istiyormuşçasına içinde yaşadıkları toplumun eşitsizliğini kabul etmelerini sağladığı fikrinin önüne geçemiyorum... Piyasadaki hiç kimse Hindistan uzay araştırmaları kuruluşu ISRO'nun 2013 yılında 1,3 milyar dolar olan bütçesindeki kademeli artış yüzünden telaşa kapılmıyor. Bu rakamlar « büyük ingiliz kardeş » ile « büyük amerikalı kuzen »in Hindistan için olan para yardımlarını kesme noktasına getirdi. Meblağ, ISRO bütçesine kıyaslandığında gülünç olsa da, bu kesintiden büyük oranda etkilenecek olan ülkedeki 421 milyon yoksula yardım eden çeşitli programlar için çok önemliydi. Buna karşın, en yoksul 26 Afrika ülkesinin yoksul nüfusunu bir araya getirerek 410 milyon yoksul elde ediyoruz. Peki Hintli idareciler buna nasıl cevap verdi ? « Bu para yardımlarına gerçekten ihtiyacımız yok » diye buyurdu Ekonomi Bakanı Palaniappan Chidabaram.

2013 yılında Hint kökenli Amerikalı arkadaşlarım iddialı ISRO projesinin başarısını kutlamak için bir parti yaptı: Mars Orbiter uzay sondasının fırlatılması. Ben bu konuda şüpheliydim, çünkü bu sonda özellikle dünyanın yörüngesinde dönerek başlamıştı. Şüphe yok ki, Hintli bilim adamları ülkelerindeki gecekonduları görerek üzülüyorlardı, bu yüzden teleskoplarını aksi yöne çevirmeye karar vermişlerdi… Bu görevin amacı tam olarak neydi, elit Hintliler için kalacak yeni bir yer mi yoksa yoksulların sığacağı genişlikte devasa bir çöplük mü bulmak? Eğer ikincisiyse, Nijerya ve Hindistan arasında onaylanan uzay programı anlaşmasının, okuma konusunda gerçekten acele ettiğim Abuja'nın gecekondu mahalleleri konusunda birkaç madde içermesi gerekir !

Google’da insanlık tarihindeki en pahalı evin hangisi olduğunu araştırın. Bu ne Manhattan’dane de Paris’te değil, Mumbai’de, bir milyar dolardan daha fazla değer biçiliyor! Bu 27 katlı gökdelenin yer altında da altı kat otoparkı var, katlarından biri bir spa ve bakımı yaklaşık 600 kişiyi gerektiriyor. Bu devasa bina orada karısı, iki oğlu ve kızıyla yaşayan Hintli milyarder Mukesh Ambani’ye ait. Çok sayıda çocuğun açlık çektiği ve çöplüklerde yaşadığı bir ülkede bu adam, daha önce yetimhane bulunan bir arsada kendisine bir milyar dolarlık bire v yaptırmayı tercih etti. Şüphesiz güzel bir şehir ve gecekondu manzarası isteyecektir.

Güzel bir manzara, dünyanın en muhteşem plajları arasında bulunun Florida körfezindeki plajlar da bunu sunuyor. Hem büyük bir şehirde yaşayıp hem de her koşulda beyaz kumlar üzerinde bronzlaşmak isteyenler için Tampa, kıyı kenti St. Petersburg’a olan yakınlığından dolayı tercih edilecek bir yer. Burası, güneşten faydalanmak, şehir merkezinde Amerikan usulü semirmek ve plajda dondurma yemek isteyen turistler için bir cennet. Ama benim bizzat tecrübe edebildiğim kadarıyla bir kez güneş battı mı şehir merkezinde dışarı çıkmamak daha iyi. Suç yüzünden değil. Daha ziyade, Katolik Kilisesi tarafından yönetilen ağırlama merkezinde yer kapabilmek için kavga eden evsiz takımının dokunaklı manzarasını görmemek için. Ve eğer onları bu durumda görmek yeterli değilse, şehir halkı tarafından koyulan yoksullara karşı sıfır tolerans politikası (ben böyle diyorum) bu talihsizlerin sürekli olarak polis tarafından rahatsız edilmesini sağlıyor. Tutuklandıklarında, St. Petersburg’dan uzağa gitmeleri « önerilmeden » serbest bırakılmıyorlar. En çok Tampa’ya gidiyorlar. Ve bu şeytani ve faydacı önlemler sayesinde şehir, turistler için kırsal imajını koruyabiliyor.

« Kırsal imaj » sözlerini duyduğumda her zaman Birmanya’yı (pardon Myanmar Birliği Cumhuriyeti’ni) düşünüyorum. Uzun süre bu ülkenin, 2006 yılında internete sızdığında izlediğim, General Than Shwe’nin kızının düğün videosuna benzediğine inandım. Her yerde elmaslar ve şampanya. Evlenenler, içinde evler ve lüks arabaların da olduğu milyon dolarlar değerinde hediyeler almıştı. Şişesi birkaç asgari ücretli maaşına denk şampanyayı davetlilerin kadehlerine doldurup çiçeği burnunda eşine devasa düğün pastasını kesmekte yardım ettiğini gördüğümüz damadı çok kıskanmıştım. Aung San Su Kyi 2011 yılında serbest bırakıldığında videoyu izledim ve bazı araştırmalar yaptım. Gülümseyen ve Oscar içinmiş gibi giyinen davetliler, ülkeyi demir yumrukla yöneten zalim ve kanlı bir diktatörlüğün üyeleriydi. Bu kutlama, fakirlik ve askeri baskının giderek arttığı bir ülkede yapılmıştı. O zamandan beri, cunta imajını düzeltmek için çaba harcamış ve o düğünde bulunan yırtıcı hayvanlar daha ölçülü giyinmek için uğraşmıştı. Ama hala aynıydılar. Yakın zamanda Birmanya askeri gücü üzerindeki kontrollerini bırakacaklarını düşünmüyorum, çünkü ülke ve doğal kaynakları bu şekilde kontrol ediliyor. Bununla beraber, büyüleyici saldırı etkili oluyora benziyor. Yangon Uluslararası Havaalanına, büyük uluslararası finans adamları ve onların uşak orduları için kırmızı halılar serilmiş. Babil tarzı şenlikler hiç şüphesiz devam edecek, kimse görmeden.

Bu beni, bu defa gizli bir şekilde gerçekleşmeyen Amerika Birleşik Devletleri'nin en ünlü ve heyecan verici partisinden bahsetmeye götürüyor. 2003 yılında, festival enerjisi ve övgüleriyle dolu gençlerin resimleriyle bolca desteklenmiş New Orleans'daki Büyük Perhiz'i tanıtan Bayou gastronomisi konusunda bir broşür okuduğumda, Amerikalıların Karayipli ve Afrikalı göçmenler konusunda söylemekten hoşlandığı şekliyle "gemiden indim". Oraya, bir partide bulunmak fikrinden benim kadar heyecan duyan iki arkadaşımla beraber gitmiştim. Arabayı sürebileceğimiz kadar hızlı sürerek ve sürekli bir hafif sarhoşluk halinde herhangi bir kaza veya tutuklanmadan mucizevî şekilde kurtulduk. Bourbon Caddesi’ndeki ikram ve misafirperverlik inanılmazdı. Ve şunu söyleyebileceğime inanıyorum ki çok az eğlence düşkünü ünlü Büyük Perhiz dönemlerinde bizimki kadar başarı elde etmiştir. Otelden, düzgün şekilli bir göğüs şocu karşılığında değiş tokuş ettiğimiz birkaç yüz inciyle ayrılıyorduk ve ellerimiz sistemli biçimde yine boştu…He he !

₺152,63