Kitabı oku: «Avonleali Anne», sayfa 2
“Tabii bana konuşma fırsatı verirse…” diye düşündü üzgün bir şekilde, yolu ayıran çitlerden atlayıp tarlalardan geçerek yolu kısalttığı o rüya gibi ağustos akşamının altın ışıklarında. “İdama götürülen insanların nasıl hissettiklerini şu anda çok iyi anlayabiliyorum.”
BÖLÜM 3
BAY HARRISON’IN EVİNDE
Bay Harrison’ın evi, sık bir ladin korusunun karşısında, alçak saçaklı, kireç badanalı eski usul bir yapıydı.
Bay Harrison, sarmaşıkların gölgelediği verandasında oturmuş, üzerinde gömleği akşam piposunun keyfini çıkarıyordu. Yoldan kimin geldiğini anladığı anda derhâl ayağa kalkıp evine fırladı ve kapıyı kapattı. Bunun sebebi rahatsız edici bir şaşkınlık hissiydi. Bir önceki günün öfke patlamasının getirdiği mahcubiyetin de hatırı sayılır bir katkısı vardı bu hareketinde. Fakat bu durum Anne’in kalbindeki geri kalan cesaret kırıntısını da süpürmüştü.
“Şu anda çok öfkeliyse acaba yaptığımı öğrenince neye dönüşecek?” diye perişan hâlde düşünüyordu Anne, kapıya vurduğu sırada.
Kapıyı açan Bay Harrison’ın yüzünde ürkek bir gülümseme vardı. Yumuşak ama dostane, bir miktar da gerginlik barındıran bir ses tonu ile genç kızı içeri davet etti. Piposunu kenara koyup ceketini giydi. Sonra aşırı tozlu bir koltuğa oturmaya davet etti genç kızı. Bu kabul yeterince nazik olabilirdi. Tabii kafesinin parmaklıkları arasından altın gözleriyle haince bakan ispiyoncu papağan olmasaydı… Anne oturur oturmaz Zencefil şöyle bağırdı:
“Aman aman, bu kızıl kafalı süprüntü buraya neden geliyor acaba?”
Bay Harrison’ın mı yoksa Anne’in mi yüzünün daha çok kızardığını kestirmek güçtü.
“Sen o papağana aldırma.” dedi Bay Harrison, Zencefil’e öfke dolu bir bakış atarken. “Hep saçma sapan şeyler söyler. Onu denizci olan kardeşimden almıştım. Denizciler de pek münasip dille konuşmazlar. Papağanlar da çok taklitçi kuşlardır.”
“Öyledir herhâlde.” dedi zavallı Anne. Neden oraya gittiğini hatırlamış, gücenikliğini bastırmıştı. Eğer bir adamın Jersey ineğini bilgisi ve rızası olmadan düşüncesizce satıvermişseniz papağanının tatsız şeyler söylemesine aldırmamanız gerekir. Neyse, “kızıl kafalı süprüntü” normal zamanlarda olduğundan daha uysaldı.
“Size bir şey itiraf etmeye geldim Bay Harrison.” dedi kararlılıkla. “Şey… Jersey ineği ile ilgili.”
“Aman aman!” diye haykırdı Bay Harrison gergince. “Gene mi daldı tarlama? Neyse boşver, önemli değil. Fark etmez zaten, hiç sorun değil. Dün fazla aceleci davrandım. Tarlaya girdiyse de sorun değil.”
“Ah, keşke öyle olsaydı!” diye iç çekti Anne. “Ama on kat daha kötüsü oldu. Ben…”
“Aman aman, buğday tarlama mı girdi yani?”
“Hayır, hayır… Buğdaya değil. Ama…”
“O zaman lahana tarlama girdi demek ki! Benim panayır için yetiştirdiğim lahana tarlama daldı.”
“Lahanalar da değil Bay Harrison. Size her şeyi anlatacağım. Bunun için geldim zaten. Ama lütfen sözümü kesmeyin. Siz sözümü kesince geriliyorum. Müsaade edin ne olduğunu anlatayım ve bitirinceye kadar bir şey söylemeyin… Sonra çok şey söyleyeceğinizden şüphem yok.” diyerek sözlerini tamamladı. Son cümleyi sadece aklından geçirmişti.
“Tek kelime daha etmeyeceğim.” diyen Bay Harrison dediğini yaptı. Ancak Zencefil’i bağlayan herhangi bir sözleşme hükmü yoktu ve pat pat konuşmaya devam etti. Aralıklı olarak “kızıl kafalı süprüntü” demeye devam etti. Ta ki Anne delirir gibi oluncaya dek.
“Dün Jersey ineğimi ağılımıza kapatmıştım. Bu sabah Carmody’e gittim. Döndüğümdeyse yulaf tarlanızda bir Jersey ineği gördüm. Diana ile birlikte onu oradan kovalayarak çıkardık. Ne kadar zorlandığımızı tahmin bile edemezsiniz. Sırılsıklam olmuştum, yorgun ve sinirliydim. Tam o sırada Bay Shearer geldi ve ineği almayı teklif etti. Orada öylece yirmi dolara sattım ineği. Yanlış yaptım. Tabii ki beklemeli ve Marilla’ya danışmalıydım. Ancak düşünmeden iş yapmak gibi kötü bir huyum var. Beni tanıyan herkes bunu söyleyecektir size. Bay Shearer derhâl ineği aldı ve akşamüstü treniyle yolladı.”
“Kızıl kafalı süprüntü!” dedi Zencefil, derin bir küçümseme içeren bir tonda.
O sırada Bay Harrison, papağan dışında herhangi bir kuşu dehşete düşürecek bir yüz ifadesiyle ayağa kalktı ve Zencefil’in kafesini yan odaya koyup kapıyı kapattı. Zencefil, çığlık atıp küfretti ve namının hakkını verdi. Ancak yalnız bırakıldığını anladığı anda somurtkan bir sükûnete gömüldü.
“Kusuruma bakma ve devam et.” dedi tekrar oturan Bay Harrison. “Denizci kardeşim bu kuşa hiç terbiye vermemiş.”
“Eve gittim ve çaydan sonra süt ağılına uğradım. Bay Harrison…” Anne öne doğru eğildi, bilindik çocukça hareketiyle ellerini birleştirip Bay Harrison’ın mahcup yüzüne gri gözleriyle yalvarırcasına baktı. “İneğimin hâlâ ağılda kapalı olduğunu gördüm. Bay Shearer’a sattığım sizin ineğinizdi.”
“Aman aman!” diye haykırdı Bay Harrison. Bu beklenmedik netice karşısında müthiş şaşırmıştı. “Ne kadar da sıra dışı bir şey!”
“Kendimin ve başkalarının başını belaya sokmam kesinlikle sıra dışı bir şey değil.” dedi Anne üzülerek. “Bununla tanınırım. Bu yaşımda bunu aşmış olmam gerekirdi. Gelecek mart on yedi olacağım. Ama galiba değişmemişim. Beni affedeceğinizi ümit etmek büyük bir temenni olur muydu Bay Harrison? İneğinizi geri almak için artık çok geç maalesef. Ama parası burada. Ya da isterseniz benim ineğimi alabilirsiniz. Kendisi iyi bir inektir. Olanlardan dolayı ne kadar üzüldüğümü anlatamam.”
“Hay aksi!” dedi Bay Harrison çabucak. “Tek kelime daha etmeyin bayan. Eğer bir anlamı olmayacaksa. Bir anlamı ya da sonucu olmayacaksa. Bazen kazalar olur. Ben kendim de bazen çok aceleci oluyorum bayan, çok aceleci hem de. Ama düşündüğümü söylemeden edemiyorum ve insanlar beni böyle kabul etmeliler. Eğer o inek lahanalarımın arasına girmiş olsaydı… Neyse boş ver, girmedi ve sorun yok. Sanırım bunun karşılığında sizin ineğinizi almak isterim. Madem ondan kurtulmak istiyorsunuz.”
“Çok teşekkür ederim Bay Harrison. Kızmadığınıza sevindim. Bundan korkuyordum çünkü.”
“Dün çıkardığım yaygaradan sonra buraya gelip bana bunu söylemekten ölümüne korkuyordun zannedersem. Ama bana aldırmamalısın. Ben korkunç derecede dobra yaşlı bir adamım hepsi bu. Birazcık çirkin de olsa hep doğruyu konuşmaya meyilli oluyorum.”
“Aynı Bayan Lynde gibi.” dedi Anne kendine hâkim olamayarak.
“Kim? Bayan Lynde mi? O dedikoducu kocakarı gibi olduğumu sakın söyleme!” dedi Bay Harrison öfkeyle. “Onunla hiç alakam yok hem de hiç. O kutuda ne var bakalım?”
“Kek var.” dedi Anne imalı bir şekilde. Bay Harrison’ın beklenmedik cana yakınlığı karşısında tüy kadar hafiflemişti. “Sizin için getirdim. Çok sık kek yemediğinizi düşündüm.”
“Yemiyorum gerçekten de. Üstelik çok da severim keki. Sana çok teşekkür ederim. Dışarıdan güzel görünüyor. Umarım tadı da güzeldir.”
“Güzel…” dedi Anne neşeli bir öz güvenle. “Bayan Allan’ın da söyleyeceği üzere daha önce güzel kekler yapmadığım da oldu. Ama bu iyi. Bu keki Geliştirme Topluluğu için yapmıştım ama onlar için başka bir tane daha yapabilirim.”
“Neyse sana diyeceğim şu ki bayan, yememe yardım etmen lazım. Ben çaydanlığı ocağa koyayım da birer fincan çay içelim. Nasıl olur sence?”
“Çayı benim yapmama müsaade eder misiniz?” dedi Anne tereddüt ederek.
Bay Harrison kıkırdadı.
“Çay yapabilme becerime pek güvenmiyorsun galiba ama yanılıyorsun. Hayatında içip içebileceğin en güzel çayı demlerim hem de. Ama sen buyur. Şansıma geçen pazar yağmur yağmıştı da bol miktarda temiz kap kacağım var.”
Anne, derhâl işe koyuldu. Çayı demlemeden önce demliği birkaç kez yıkadı. Sonra ocağı süpürüp masayı hazırladı ve dolaptan tabakları çıkardı. Dolabın vaziyeti Anne’i dehşete düşürse de akıllıca davranıp tek kelime etmedi. Bay Harrison ona ekmeğin, tereyağının ve bir kavanoz şeftalinin yerini söylemişti. Anne bahçeden topladığı bir demet çiçekle sofrayı süsledi ve masa örtüsündeki lekeleri görmezden geldi. Kısa süre sonra çay hazırdı ve genç kız kendini Bay Harrison’ın tam karşısında buldu. Ona çay koyuyor okulundan, arkadaşlarından ve planlarından bahsediyordu. İçinde bulunduğu duruma inanamaz gibiydi.
Bay Harrison, zavallı kuşun yalnız kaldığını iddia ederek Zencefil’i geri getirdi. Herkesi ve her şeyi affedebileceğini hisseden Anne, ona bir ceviz ikram etti. Fakat duyguları derinden incinen Zencefil, bütün arkadaşlık tekliflerini reddetti. Tüneğinde somurtkan bir şekilde oturup tüylerini kabarttı. Bu hâliyle yeşil ve altın rengi bir topa benziyordu.
“Ona neden Zencefil diyorsunuz?” dedi uygun isimleri seven Anne. Böylesine görkemli tüylere sahip bir kuşa Zencefil isminin uymadığını düşünüyordu.
“Denizci kardeşim koydu adını. Belki de öfkesiyle alakalıdır. O kuşu çok severim ama. Ne kadar sevdiğimi bilseydin şaşırırdın. Tabii ki kusurları var. Bu kuş, bana öyle ya da böyle çok şeye mal oldu. İnsanlar onun küfretme alışkanlıklarından rahatsız oluyorlar ama onu bundan vazgeçirmek mümkün değil. Denemedim de değil, başka insanlar da denedi. Bazı insanların papağanlara karşı ön yargıları var. Aptalca, değil mi? Ben papağanları seviyorum. Zencefil benim yakın dostum. Hiçbir şey beni ondan vazgeçiremez, dünyadaki hiçbir şey bayan.”
Bay Harrison son cümleyi âdeta patlarcasına söylemişti. Sanki Anne’in, kendisini Zencefil’den vazgeçirmek üzere gizli saklı bir planı olduğundan şüpheleniyordu. Ne var ki Anne bu tuhaf, velveleci, huzursuz ufak adamı sevmeye başlar gibiydi. Geliştirme Topluluğu hakkında bilgi sahibi olan Bay Harrison bu organizasyonu desteklemeye niyetliydi.
“Çok iyi. Aynen devam. Bu yerleşim yerinde geliştirilmesi gereken çok şey var… Kişiler de…”
“Bilemiyorum.” dedi Anne aniden. Kendisine ve can dostlarına göre Avonlea ve sakinlerinde kolayca düzeltilebilir çok sayıda ufak kusur bulunuyordu. Ancak bunu Bay Harrison gibi neredeyse yabancı olan bir kişiden duymak tamamen farklıydı. “Avonlea hoş bir yer bence. İnsanları da aynı şekilde hoş.”
“Senin de öfke huyun var galiba.” yorumunu yaptı Bay Harrison. Karşısındaki kızarmış yanaklar ile öfkeli gözleri incelemişti. “Saçınla uyumludur diye düşünüyorum. Avonlea oldukça nezih bir yer, öyle olmasaydı buraya yerleşmezdim. Ama birkaç kusuru olduğunu sen de kabul edersin zannedersem.”
“Ben kusurlarına rağmen seviyorum.” dedi sadakatli Anne. “Kusuru olmayan mekânları ya da insanları sevmiyorum. Hakikaten mükemmel bir insanın hiç ilginç olmayacağını düşünüyorum. Bayan Milton White mükemmel bir insanla hiç tanışmadığını söylüyor; ama bir tanesi ile ilgili çok şey duymuş. O da kocasının ilk karısıymış. İlk eşi mükemmel olan bir adamla evlenmenin çok rahatsız edici olduğunu düşünmez miydiniz?”
“Mükemmel bir kadınla evli olmak çok daha fazla rahatsız edici olurdu.” dedi Bay Harrison ani ve bilinmeyen bir hararetle.
Çay bittiğinde Bay Harrison evde haftalarca yetecek kap kacak olduğunun garantisini verdiği hâlde Anne bulaşıkları yıkamak için ısrar etti. Yeri süpürmeyi de çok isterdi ancak görünürde bir süpürge yoktu ve Anne, bir süpürgenin mevcut olmamasından korktuğundan sormak istemedi.
“Arada bir gelip benimle konuşmalısın.” dedi Bay Harrison genç kız yanından ayrılırken. “Burası çok uzak değil ve insanlar komşuluk etmeli. Senin şu topluluğu merak ettim. Eğlenceli olacak galiba. İlk kimle uğraşacaksınız bakalım?”
“Biz insanlara karışmayacağız. Geliştirmek istediğimiz mekânlar sadece.” dedi Anne ağırbaşlı bir ses tonuyla. Bay Harrison’ın projesiyle dalga geçtiğinden şüpheleniyordu.
Anne gittiğinde Bay Harrison onu pencereden izledi. İnce bir kız silüeti, gün batımı sonrası parlaklığında kaygısız adımlarla geçiyordu tarlalardan.
“Ben huysuz, yalnız, sert ve yaşlı bir delikanlıyım.” dedi yüksek sesle. “Ama bu kızda bana kendimi genç hissettiren bir şey var. Üstelik bu duygu o kadar hoş ki bunu arada bir tekrar etmek isterim.”
“Kızıl kafalı süprüntü!” diye öttü Zencefil alay edercesine.
Bay Harrison papağanına doğru yumruğunu sıktı.
“Seni kaba kuş!” diye homurdandı. “Denizci kardeşim seni eve getirdiğinde keşke boynunu sıksaydım diyeceğim neredeyse. Başımı belaya sokmaktan vazgeçmeyecek misin?”
Gamsız bir şekilde eve dönen Anne, maceralarını uzun süreli yokluğundan endişelenen ve neredeyse onu aramaya çıkacak olan Marilla’ya anlattı.
“Dünya güzel bir yer değil mi Marilla?” diye sonuca vardı Anne mutlu hâlde. “Bayan Lynde geçen gün bu dünyanın bir şeye benzemediğinden şikâyet ediyordu. Güzel bir şeyin beklentisine girdiğinde bir şekilde hayal kırıklığına uğranılacağını söylüyordu. Belki de doğrudur bu dediği. Ama güzel tarafları da var. Kötü şeyler de her zaman beklenildiği gibi olmuyor. Neredeyse her zaman beklendiğinden daha iyi oluyorlar. Bu gece Bay Harrison’ın yanına gittiğimde korkunç düzeyde tatsız bir tecrübe bekliyordum. Fakat o oldukça kibardı ve neredeyse iyi vakit geçirdim. Eğer birbirimizi dikkate alırsak iyi arkadaşlar olacağımızı düşünüyorum. Her şey olabilecek en iyi şekilde gerçekleşti. Ama yine de bir daha asla kime ait olduğundan emin olmadığım bir ineği satmayacağım. Ayrıca papağanlardan da hoşlanmıyorum.”
BÖLÜM 4
FARKLI FİKİRLER
Bir akşam gün batımında Jane Andrews, Gilbert Blythe ve Anne Shirley, Huş Patikası adıyla bilinen bir orman kestirme yolunun ana caddeye çıktığı noktada zarifçe salınan ladin dallarının gölgelerinin altındaki bir çitin yanında oyalanıyorlardı. Jane, o öğleden sonrayı evinin yolunun bir kısmında kendisine eşlik eden Anne ile birlikte geçirmişti. Çitlerin bulunduğu noktada Gilbert ile karşılaşmış ve kaçınılmaz sabah hakkında konuşmaya başlamışlardı. Çünkü ertesi sabah eylülün ilk günüydü ve okullar açılacaktı. Jane, Newbridge’e, Gilbert ise White Sands’e gidecekti.
“Siz benden daha avantajlı durumdasınız.” diye iç çekti Anne. “İkiniz de sizi tanımayan öğrencilere ders vereceksiniz. Fakat ben eski sınıf arkadaşlarıma öğretmenlik yapacağım. Bayan Lynde, eğer başından itibaren aksi davranmazsam bir yabancıya gösterecekleri saygıyı bana göstermeyeceklerini söylüyor. Ama ben bir öğretmenin aksi davranmaması gerektiğini düşünüyorum. Bu iş bana büyük bir sorumluluk gibi geliyor!”
“Bence bu işin üstesinden gelebiliriz.” dedi Jane teselli edercesine. Jane’in iyi örnek olma gibi bir hayali yoktu. Maaşını hakkıyla kazanmak, mütevelli heyetini mutlu etmek ve adını okul müfettişinin onur listesine yazdırmak derdindeydi. Jane’in bunun ötesinde bir amacı yoktu. “Asıl önemli olan düzeni sağlamak ve öğretmenin bunu yapabilmesi için birazcık aksi olması gerekir. Eğer öğrencilerim dediğimi yapmazlarsa onları cezalandıracağım biliyor musunuz?”
“Nasıl?”
“Tabii ki güzel bir dayakla.”
“Bunu yapmazsın Jane!” diye haykırdı hayrete düşen Anne. “Bunu yapamazsın Jane!”
“Yaparım ve yapabilirim, eğer hak ederlerse.” dedi Jane kararlılıkla.
“Ben bir çocuğa asla vuramam.” dedi Anne aynı kararlılıkla. “Bu yönteme kesinlikle inanmıyorum. Bayan Stacy hiçbirimize vurmadığı hâlde mükemmel bir düzen sağladı. Bay Phillips ise her zaman döverdi ama hiçbir şekilde düzen yoktu. Eğer ki dayak atmadan yapamayacak olursam öğretmenlik yapmayı denemeyeceğim. Bunu yönetmenin daha iyi yolları var. Ben öğrencilerimin sevgisini kazanmaya çalışacağım. Sonrasında da onlar zaten söyleyeceğim her şeyi yapmak isteyecekler.”
“Peki ya yapmazlarsa?” dedi gerçekçi Jane.
“Yine de onlara dayak atmam. Bunun bir faydası olmayacağına eminim. Öğrencilerini dövme sevgili Jane. Ne yaparlarsa yapsınlar dövme.”
“Peki, sen ne düşünüyorsun Gilbert?” diye sordu Jane. “Arada güzel bir dayak isteyen çocuklar yok mu sence?”
“Bir çocuğu, herhangi bir çocuğu dövmenin zalimce ve barbarca olduğunu düşünmüyor musun?” diye haykırdı Anne. Hararetinden yüzü kızarmıştı.
“Yani…” dedi Gilbert yavaşça. Hakiki kanaatleri ve Anne’in idealine yaklaşma arzusu arasına sıkışmıştı. “İki tarafla ilgili olarak söylenecekler var. Ben çocukları fazla dövmenin gerekli olduğuna inanmıyorum. Senin dediğin gibi öğrencileri idare etmenin daha iyi yolları olduğunu düşünüyorum Anne. Fiziksel cezaya son çare olarak başvurulmalı. Diğer taraftan Jane’in dediği gibi başka türlüsünden anlamayacak çocuklar da olur arada bir. Bu çocukların dayağa ihtiyacı vardır ve bununla geliştirilebilirler. Fiziksel ceza benim en son başvuracağım çare olacak.”
İki tarafı da memnun etmeye çalışan Gilbert, çoğu zaman olduğu gibi ikisine de yaranamadı. Jane başını savurdu.
“Yaramazlık yaptıklarında öğrencilerimi döveceğim. Bu onları ikna etmenin en kısa ve kolay yolu.”
Anne, Gilbert’a hayal kırıklığı dolu bir bakış attı.
“Ben bir çocuğa asla vurmayacağım!” diye tekrar etti sertçe. “Bunun doğru ve gerekli olduğunu düşünmüyorum.”
“Peki, bir oğlan çocuğu sen başka bir şey yapmasını söylediğin hâlde şımarıklık ederse?” diye sordu Jane.
“O zaman onu okuldan sonrasına bekletir, kibarca ve ciddi bir şekilde konuşurdum.” dedi Anne. “Eğer bulabilirsen her insanın içinde iyilik vardır. Bir öğretmenin görevi bu iyiliği bulmak ve geliştirmektir. Queens’teki okul idaresi hocamız böyle söylemişti biliyorsun. Bir çocuğu döverek içinde iyilik bulabileceğine inanıyor musun sen? ‘Çocuklara doğru bir şekilde tesir etmek onlara okuma, yazma ve matematik öğretmekten daha önemli.’ derdi Profesör Rennie.”
“Ancak müfettiş onlara okuma, yazma ve matematikten sorular soruyor unutma ki. Eğer onun standardına ulaşmazsan güzel bir rapor sunmaz hakkında.” diye itiraz etti Jane.
“Ben öğrencilerimin beni sevmelerini ve yıllar sonra beni kendilerine yardımcı olan biri olarak yâd etmelerini müfettişin onur listesinde olmaya tercih ederim.” dedi Anne kararlılıkla.
“Yaramazlık yaparlarsa onları hiç mi cezalandırmazsın?” diye sordu Gilbert.
“Evet, galiba cezalandırmam gerekecek. Gerçi bunu yapmaktan nefret edeceğimi biliyorum. Teneffüsleri yasaklanabilir, ayakta durdurulabilir ya da yazma görevi verilebilir.”
“Zannedersem kızları erkeklerle oturtarak cezalandırmazsın.” dedi Jane kurnazca.
Birbirlerine bakan Gilbert ve Anne şapşalca gülümsediler. Bir zamanlar Anne, ceza olarak Gilbert’la oturmaya mecbur edilmişti. Bunun hüzünlü ve acı sonuçları olmuştu.
“Neyse, zaman en iyi yolu gösterecektir.” dedi Jane ayrıldıkları sırada felsefi bir şekilde.
Anne, Green Gables’a gölgeli, hışırtılı ve eğrelti otu kokusunun dolduğu Huş Patikası’ndan, sonra da Menekşe Vadisi’nden geçerek ve köknarların altında karanlık ve ışığın birbirine öpücük kondurduğu Issız Yer’den yürüyerek gitti. En nihayetinde de Âşık Yolu’ndan aşağı ilerlemişti. Bu yerler Diana ile birlikte uzun zaman önce isimlendirdikleri yerlerdi. Ormanın, arazinin ve yıldızlı yaz alaca karanlılığının güzelliğinin tadını çıkararak yürüyor, yarın sabah üstleneceği yeni görevler hakkında ciddiyetle düşünüyordu. Green Gables bahçesine ulaştığında Bayan Lynde’in yüksek ve keskin ses tonu, açık mutfak penceresinden dışarı yayılıyordu.
“Bayan Lynde yarın ile ilgili bana güzel tavsiyeler vermek için gelmiş olmalı.” diye düşündü Anne yüzünü ekşiterek. “Ama içeri girmeyeceğim galiba. Onun tavsiyeleri biber gibi. Az miktarlarda mükemmel ama onun münasip bulduğu dozlarla kullanıldığında ağız yakıyor. Onun yerine Bay Harrison’a uğrayıp sohbet edeceğim.”
Meşhur Jersey ineği mevzusundan beri Bay Harrison’a ilk uğrayışı olmayacaktı. Birkaç akşam oraya uğramıştı ve Bay Harrison ile iyi arkadaş olmuşlardı. Gerçi, adamın övündüğü dobralığını zaman zaman bıktırıcı bulduğu da oluyordu. Zencefil kendisine hâlâ şüphe ile bakmaya devam ediyor ve “kızıl kafalı süprüntü” diye karşılamaktan geri kalmıyordu. Bay Harrison’ın, Anne’in gelişini her gördüğünde heyecanla ayağa fırlayıp: “Aman aman işte o güzel ufak kız geliyor!” veya benzer bir güzel şey söylemesi de bu alışkanlığı bitirmeye yetmiyordu. Durumu fark eden Zencefil bu oyunu küçümsüyordu. Bay Harrison’ın arkasından ne kadar çok iltifat ettiğini Anne asla bilemeyecekti. Yüzüne kesinlikle iltifat etmezdi.
“Sanırım ormanda olmanın sebebi yarın için ince sopalar tedarik etmekti.” diyerek selamladı Bay Harrison veranda merdivenlerine doğru çıkan genç kızı.
“Hayır, kesinlikle değil.” dedi Anne öfkeyle. Alay etmek için mükemmel bir hedefti çünkü her şeyi ciddiye alırdı. “Ben sınıfımda ince sopa bulundurmayacağım Bay Harrison. Tabii ki işaret etmek için ince bir şeye ihtiyacım olacak. Ama bu şeyi sadece işaret etmek için kullanacağım.”
“Bunun yerine onları kayışla mı döveceksin. Yani ben bilemem ama sen haklısın. Bir sopa ilk vurulduğu sırada daha çok acıtsa da kayış uzun vadelidir. Bu da bir gerçek.”
“Bu tür bir şey de kullanmayacağım. Ben öğrencilerimi dövmeyeceğim.”
“Aman aman!” diye haykırdı Bay Harrison hakiki bir hayretle. “Peki, onları nasıl hizada tutacaksın?”
“Onları sevgi ile idare edeceğim Bay Harrison.”
“Bu işe yaramaz.” dedi Bay Harrison. “Hem de hiç işe yaramaz Anne. ‘Eksik edersen sopayı, şımartırsın sıpayı.’ Ben okula giderken öğretmen beni her gün düzenli olarak döverdi. Çünkü dediğine göre eğer yaramazlık yapmıyorsam yaramazlık planlıyormuşum.”
“Sizin okula gittiğiniz zamandan beri yöntemler değişti Bay Harrison.”
“Ama insan doğası değişmedi. Bu dediğimi bir yere yaz, eğer onlar için cezayı hazırda bekletmezsen senin çocukları asla idare edemezsin. Bu imkânsız.”
“Neyse, ilk önce kendi yöntemimi deneyeceğim.” dedi iradesi kuvvetli Anne. Kendi teorilerine ısrarla tutunma alışkanlığı vardı.
“Oldukça inatçısın galiba.” diyerek ifade etti Bay Harrison bu durumu. “Neyse, göreceğiz. Bir gün feci sinirleneceksin. Senin gibi saçı olan tiplerin feci sinirlenme eğilimi oluyor. Bu güzel görüşlerini unutacak ve sağlam bir dayak atacaksın onlara. Zaten öğretmenlik yapmak için pek gençsin. Çok genç ve çocuksusun.
Nihayetinde Anne o gece yatağa karamsar bir vaziyette gitti. Kötü bir uyku çekti ve ertesi günü kahvaltıda öylesine solgun ve üzgündü ki endişelenen Marilla ona bir bardak sıcak zencefil çayı yapmak için ısrar etti. Anne, zencefil çayının ne fayda edeceğini anlayamasa da sabırla yudumladı. Acaba, kendisine yaş ve tecrübe verecek sihirli bir dem miydi bu? Eğer öyle olsaydı Anne, bir litresini tek hamlede yutuverirdi.
“Peki ya başaramazsam Marilla?”
“İlk günde başarısız olman mümkün değil, önünde daha çok gün var.” dedi Marilla. “Senin sorunun bu çocuklara her şeyi öğretip bütün kusurlarını ıslah etme beklentin Anne. Eğer ki bunu yapamazsan başarısız olacağını düşüneceksin.”