Kitabı oku: «Ejderhaların Yükselişi », sayfa 16
Askerler duvarlar boyunca konuşlanıyor, dışarıya, ufka doğru bakıyordu. Hiçbiri içeriyi kontrol etmiyordu. İki kızın tam ortalarından bir yerden kaçabileceklerine ihtimal vermedikleri açıktı ve bu da kızlara avantaj sağlıyordu. Ayrıca ortam hala onları saklamaya yetecek kadar karanlıktı ve Kyra avlunun uzak ucundaki, çok sıkı korunan girişe baktığında, eğer kaçmak için bir şansları varsa onun da şimdi olduğunu biliyordu.
Fakat avlu koşarak geçmek için çok uzundu ve geçemeyeceklerini biliyordu. Avluyu geçseler bile kapıdan geçerken yakalanabilirlerdi.
“Şuraya bak!” dedi Dierdre parmağıyla göstererek.
Kyra o yöne baktı ve avlunun diğer tarafında, yanında dizginlerini tutan, onlara sırtı dönük bir asker olan bağlı bir at duruyordu.
Dierdre ona döndü.
“Bir ata ihtiyacımız olacak,” dedi. “Tek yolu bu.”
Kyra başıyla onayladı. Dierdre’yle aynı şekilde düşündüklerine ve onun bu kadar yüksek bir kavrayışa sahip olmasına şaşırmıştı. Dierdre, Kyra’ya başlarda bir sorumluluk olacak gibi görünmüştü ama şimdi yavaş yavaş zeki, hızlı ve kararlı biri olduğu ortaya çıkıyordu.
“Yapabilir misin?” diye sordu Dierdre askere bakarak.
Kyra asasını sıkıca kavradı ve başıyla onayladı.
Hemen ardından, gölgelerden dışarı, sessizce avluda koşmaya başladılar. Kyra askere odaklanmış olarak, arkasında Dierdre’yle koşarken kalbi deli gibi çarpıyor, her adımda daha fazla yaklaşıyor ve bu sırada fark edilmemeleri için dua ediyordu.
Kyra o kadar hızlı koşuyordu ki, zor nefes alıyordu. Karda düşmemeyi istiyordu ve damarlarında adrenalin dolaşmaya başladığından beri artık üşümüyordu.
Sonunda askerin olduğu yere ulaştılar fakat adam son anda onları duydu ve arkasını döndü.
Fakat Kyra hareket halindeydi ve asasını kaldırıp adamın karın boşluğuna vurdu. Adam böğürerek dizlerinin üstüne düştüğünde asasını etrafında döndürüp adamın kafasının arkasına indirdi ve adamı baygın halde yüzüstü karlara serdi.
Kyra ata binerken Dierdre de atı çözdü ve hemen arkasına atladı, ikisi birlikte atı koşturmaya başladılar.
At karlı avluda hızla, avlunun uzak ucunda, belki yüz metre uzaktaki kapıya doğru koşarken Kyra saçlarında soğuk bir rüzgâr hissetti. Onlar ilerledikçe uykulu askerler onları fark etmeye ve onlara dönmeye başladı.
“Haydi, koş!” diye bağırdı Kyra ata, çıkışın gözünde büyümekte olduğunu gördükçe atı hızlanması için teşvik etmeye çalışıyordu.
Devasa taş kemer önlerinde uzanıyordu. Kale kapısı kalkıktı ve köprüye çıkış açıktı. Ondan sonrasını görmek ise Kyra’nın kalbinin hızlanmasına sebep oluyordu; açık alan. Özgürlük.
Çıkıştaki askerlerin olan bitenin farkına vardıklarını görünce atı tüm gücüyle mahmuzladı.
“DURDURUN ONLARI!” diye bağırdı arkalarından bir asker.
Birçok asker hızla demir kranklara koştu ve Kyra’nın korktuğu üzere, kale kapısını indirmek için krankları döndürmeye başladı. Kyra, onlar yetişemeden o kapı inerse hayatlarının da sona ereceğini biliyordu. Kapıya yirmi metreden daha yakınlardı ve o zamana kadar sürdüğünden çok daha hızlı at sürüyorlardı. Dokuz on metre yüksekliğindeki kale kapısı her seferinde bir metre kadar yavaş yavaş iniyordu.
“Eğilebildiğin kadar eğil!” diye bağırdı Kyra Dierdre’ye, kendisi de yüzü atın yelesine değecek kadar eğilmişti.
Kyra acele ediyordu. Kemerli geçitteki eğilmesinin gerektirecek kadar alçalmış kapıya doğru koşarlarken kalbi kulaklarında atıyordu. O kadar yakındı ki, başarıp başaramayacaklarını bilmiyordu.
Sonra tam artık öleceklerinden emin olduğu anda atları ileri doğru atıldı ve kale kapısı arkalarından büyük bir gürültüyle kapandı. Bir an sonra köprünün üzerindeydiler ve açık gökyüzünün altında Kyra muazzam bir rahatlama hissetti.
Arkalarında borular çalıyordu ve bir an sonra Kyra kulağının dibinden geçen bir okun vızıltısıyla irkildi.
Arkasına dönüp baktığında Lordun Adamlarının surlarda konuşlanmakta olduklarını ve kendilerine ok atmaya başladıklarını gördü. Hala okların menzilinde olduklarını fark edip atı çapraz koşturmaya başladı ve daha da hızlanması için zorladı.
İlerleme kaydediyorlardı, belki elli metre kadar uzaklaşmışlardı. Çoğu okun kısa kalması için yeterli uzaklığa gitmişlerdi fakat aniden bir ok korktuğu şekilde gelip atın yan tarafına saplandı. At aniden ikisini birden sırtından fırlatarak devrildi.
Kyra’nın dünyası bir anda allak bullak oldu. Yere çok sert çarpmıştı ve nefesi kesilmişti. At yükseğe sıçrayıp yanlarına devrilmişti. Şanslarına birkaç santim uzaklarına düşmüştü.
Kyra dizleri ve ellerinin üzerinde doğruldu. Sersemlemişti ve kafası çınlıyordu. Kafasını kaldırıp yanındaki Dierdre’yi gördü. Dönüp arkasına baktığında uzakta kale kapısının kaldırılmakta olduğunu gördü. Yüzlerce asker sıraya girmiş bekliyordu ve kale kapısı açıldığında kapıdan dışarı fırladılar. Bu tam büyüklükte bir orduydu. Nasıl bu kadar hızlı toplanabilmiş olduklarına şaşırmıştı fakat sonradan hatırladı, şafakta Volis’e saldırmak üzere zaten hazır olacaklardı.
Kyra ayağa kalktı ve ölmüş atlarına baktı. Önlerindeki devasa açık alana baktı ve nihayet onların zamanının geldiğini biliyordu.
BÖLÜM YİRMİ DOKUZ
Aidan yanında Leo’yla birlikte sabırsız bir şekilde babasının odasına gitti. İçinde bir şeylerin ters gittiğine dair derinleşen bir önsezi vardı. Yanında Leo’yla birlikte kalenin her yanında ablası Kyra’yı aramış, silah deposu, demirci, Savaşçıların Geçidi, gibi genelde dolaştığı yerlere bakmış fakat hiçbir yerde bulamamıştı. Kyra’yla arasında doğduğu günden beri özel bir bağ vardı ve onunla ilgili bir şeyler ters olduğunda her zaman bilirdi. Şimdi de içinde uyarı sinyalleri hissediyordu. Ziyafetten beri kayıptı ve onun bunu kaçırmayacağını biliyordu.
Daha da canını sıkan şey Leo’nun da onun yanında olmamasıydı ki, bu hiçbir zaman, asla olmamış bir şeydi. Aidan Leo’ya da sormuştu, kurt açık bir şekilde ona bir şey anlatmaya çalışıyordu ama iletişim kuramıyorlardı. Aidan’a adeta yapışmış, dibinden bir an olsun ayrılmıyordu.
Aidan ziyafeti ruh sıkıntısıyla geçirmiş, Kyra’dan bir işaret görme umuduyla sürekli kapıyı kontrol etmişti. Yemek sırasında durumu babasına söylemeye çalıştı fakat Duncan bir yığın adamla çevriliydi ve hepsi de yaklaşan savaş hakkında konuşmaya odaklanmış, hiçbiri onu ciddiye almamıştı..
Gece boyunca hiç uyumayan Aidan, günün ilk ışığıyla yataktan sıçrayıp pencereye koşmuş, ablasından bir işaret görme umuduyla söken şafağa bakmıştı. Fakat hiçbir iz yoktu. Odasından fırlamış, koridordan aşağı yürümüş, babasının adamlarını geçip, kapıyı çalma ihtiyacı bile hissetmeden, kapıyı omzuyla açarak Kyra’nın odasına dalmış ve onu aramıştı.
Fakat ablasının yatağını, hala bozulmamış ve boş görünce yüreği sıkışmıştı. Bir şeylerin ters gittiğinden emindi.
Aidan babasının odasına giden koridorları koşarak geçmişti ve şimdi dev kapının önünde duruyor, kapının önündeki iki muhafıza bakıyordu.
“Kapıyı açın!” diye emretti Aidan aceleyle.
Muhafızla aralarında ne yapacaklarını bilmez şekilde bakıştı.
“Uzun bir geceydi delikanlı,” dedi muhafızlardan biri. “Baban bu şekilde uyandırılmayı hoş karşılamayacaktır.”
“Bugün savaş başlayabilir,” dedi diğeri. “Dinlenmeye ihtiyacı var.”
“Tekrar söylemeyeceğim,” diye ısrar etti Aidan.
Muhafızlar şüpheci bir şekilde ona baktılar. Aidan daha fazla bekleyemedi ve ileri atılıp kapı tokmağını vurdu.
“Yavaş, delikanlı!” dedi muhafızlardan biri.
Oğlanın kararlılığın fark eden diğer muhafız, “Pekala—fakat bir şey olursa senin kellen gider. Ayrıca kurt burada kalıyor.”
Leo hırladı fakat muhafız kapıyı isteksiz şekilde sadece Aidan’ın geçebileceği kadar açtı ve o geçince de kapıyı hemen kapattı.
Aidan babasının yatağına koştu. Babası kürklerin içinde uyuyor ve horluyordu. Yanında yarı çıplak bir hizmetli kız yatıyordu. Babasının omzunu kavrayıp defalarca sarstı.
Nihayet babası öfkeli bir bakışla gözlerini açtı ve sanki onu dövecekmiş gibi baktı. Fakat Aidan geri adım atmadı.
“Baba hemen uyanmak zorundasın!” dedi Aidan. “Kyra kayıp!”
Babasının yüzü kafa karışıklığını belli eder bir hal aldı. Gözleri kan çanağıydı, sanki sarhoş gibiydi.
“Kayıp mı?” dedi, sesi gür ve hırıltılıydı, göğsünde gürüldüyordu. “Ne demek istiyorsun?”
“Dün gece odasına dönmedi. Ona bir şey oldu, bundan eminim. Hemen adamlarını uyar!”
Babası kalkıp oturdu. Bu sefer daha uyanık görünüyordu. Yüzünü ovuşturuyor ve uykulu halinden çıkmaya çalışıyordu.
“Ablanın iyi olduğundan eminim,” dedi babası. “O her zaman iyidir. Ejderhayla karşılaşmadan kurtuldu, sence bir kar fırtınası onu uçurabilir mi? Buralarda, senin bulmayacağın bir yerlerdedir, tek başına gezmeyi sever. Şimdi git. İyice bir tokatlanmadan önce odadan çıksan iyi olur.”
Fakat Aidan kararlı bir şekilde durdu, yüzü kızarmıştı.
“Onu sen bulmayacaksan, ben tek başıma bulurum,” diye bağırdı ve odadan koşarak çıktı. Bir şekilde babasını peşinden getirebilmeyi umuyordu.
*
Aidan yanında Leo’yla birlikte Volis’in kapılarının dışındaydı. Gururlu bir şekilde dikiliyor ve kırsalın üzerine yayılmakta olan şafağı izliyordu. Kyra’dan bir iz görebilmek için ufka baktı; ok atış taliminden dönüyor olduğunu görmeyi umuyordu fakat hiçbir şey yoktu. Kötü bir şeyler olduğuna dair sezgileri daha da kuvvetlendi. Son bir saatini, ağabeylerinden kasaba kadar herkese, ablasını dün gece en son kimin gördüğünü sorarak geçirmişti. Sonunda babasının adamlarından biri onu Maltren’le birlikte Dikenli Orman’a doğru at sürerken gördüğünü söylemişti.
Aidan Maltren’i bulmak için bütün kaleyi taramış ve sabah avı için dışarıda olduğunu öğrenmişti. Şimdi orada durmuş Maltren’in geri dönüşünü bekliyor, ablasına ne olduğunu sormak için Maltren’le yüzleşmeye can atıyordu.
Aidan dizine kadar karın içinde duruyordu. Titriyordu fakat umurunda değildi. Elleri belinde, bekliyor ve izliyordu. Sonunda ufukta, karın içinde dörtnala at koşturarak yaklaşan, babasının adamlarının giydiği, göğüslüğünde ejderha başı olan zırhını giyen birini görünce gözlerini kıstı. Gelenin Maltren olduğunu görünce kalp atışları hızlandı.
Maltren kaleye doğru dörtnala geldi. Atının arkasından sarkan bir geyik vardı. O yaklaştıkça Aidan onun yüzündeki hoşnutsuzluğu gördü. Aidan’a şöyle bir baktı. Durmaya pek istekli görünmüyordu.
“Yoldan çekil ufaklık!” diye bağırdı Maltren. “Köprüye geçişi engelliyorsun.”
Fakat Aidan yerinden kıpırdamadı, onunla zıtlaşıyordu.
“Ablam nerede?” diye sordu Aidan.
Maltren ona bakarken Aidan adamın yüzünde bir anlık tereddüt fark etti.
“Nereden bilebilirim?” diye bağırdı. “Ben bir savaşçıyım—Edepsiz kızların kaydını tutmuyorum.”
Fakat Aidan yerinden kıpırdamadı.
“Bana en son seninle olduğu söylendi. Nerede o?” diye daha sert bir şekilde tekrarladı.
Aidan kendi sesindeki otoriter tondan etkilenmişti. Babasının hatırlatıyordu fakat sahip olmayı deli gibi istediği derinliğe henüz sahip olamayacak kadar gençti.
Aynı ton Maltren’e de geçmiş olmalıydı; atından inmişti. Gözlerinde öfke ve sabırsızlık vardı. Aidan’a doğru tehditkâr bir havayla yürüdü, o yürürken zırhı ses çıkartıyordu. Yaklaştığında Leo çok öfkeli bir şekilde hırladı ve Maltren’in bir iki adım kala durmasına sebep oldu. Maltren bir kurda bir Aidan’a bakıyordu.
Aidan’a küçümseyerek baktı. Terden kokuyordu ve her ne kadar belli etmemeye çalışsa da Aidan korkmuştu. Yanında Leo olduğu için Tanrıya şükretti.
“Babanın adamlarından birine meydan okumanın cezasının ne olduğunu biliyor musun?” diye sordu Maltren, sesi şeytaniydi.
“O benim babam,” diye diretti Aidan. “Ve Kyra da onun kızı. Şimdi söyle, nerede o?”
Aidan içten içe titriyordu fakat geri adım atmaya niyeti yoktu, hele ki Kyra tehlikedeyken…
Maltren omzunun üzerinden birilerinin gelip gelmediğini kontrol etmek için baktı. Kimsenin gelmediğini görünce memnun oldu, öne doğru eğilip gülümsedi:
“Onu Lordun Adamlarına sattım—hem de çok iyi bir fiyata. O bir hain ve baş belasıydı—tıpkı senin gibi.” dedi.
Aidan’ın gözleri uğradığı şokla büyümüş, ihanet karşısında hiddetle dolmuştu.
“Sana gelince,” dedi Maltren, uzanıp Aidan’ın bluzundan yakaladı ve kendine çekti. Aidan adamın elinin hançerine gittiğini görünce yüreği ağzına geldi. “Bu hendeklerde her yıl kaç çocuğun öldüğünü biliyor musun? Çok talihsiz bir durum. Bu köprü çok kaygan ve aşağıdaki yükseltiler çok dik. Hiç kimse bunun bir kazadan başka bir şey olduğunu düşünmez.”
Aidan adamın elinden kurtulmaya çalıştı ama Maltren çok sıkı tutuyordu. Ölmek üzere olduğunu anlayıp paniğe kapıldığını hissetti.
Aniden, Leo hırladı ve Maltren’in üstüne atlayıp dişlerini Maltren’in bileğine geçirdi. Maltren Aidan’ı bırakıp kurdu bıçaklamak üzere hançerini çekti.
“HAYIR!” diye bağırdı Aidan.
Derken bir boru sesi duyuldu ve arkasından köprüye doğru koşan atlılar belirdi. Atlar dörtnala köprüyü geçti ve Maltren hançer havada donakaldı. Aidan dönüp babasının ve iki ağabeyinin arkasında düzinelerce askerle birlikte yaklaştığını görünce kalbine bir rahatlama çöktü. Adamlar yaylarını germiş Maltren’in göğsüne nişan almıştı.
Aidan kaçıp kurtulurken Maltren öylece durdu. İlk defa korkmuş görünüyordu; suçüstü yakalanmıştı. Aidan parmaklarını şaklattı ve Leo isteksiz bir şekilde geri çekildi.
Duncan atından indi ve adamlarıyla birlikte onlara yaklaştı. Onlar yaklaşınca Aidan onlara döndü.
“Gördün mü Baba! Sana söylemiştim! Kyra kayıp. Ve Maltren ona ihanet etti, onu Lordun Adamlarına sattı!”
Duncan yaklaştı ve adamları Maltren’in etrafını sardığında gergin bir sessizlik oldu. Omzunun üstünden gergin bir şekilde atına baktı, kaçmayı düşünüyor gibiydi fakat adamlar gelip atın dizginlerinden tuttu.
Maltren tekrar Duncan’a baktı, gergin olduğu belli oluyordu.
“Oğluma el sürecektin, öyle mi?” diye sordu babası, Maltren’in gözlerine bakıyordu, sesi sert ve soğuktu.
Maltren yutkundu ve hiçbir şey söylemedi.
Duncan yavaşça kılıcını kaldırdı ve Maltren’in gırtlağına dayadı. Gözlerinde ölüm vardı.
“Bizi kızıma götüreceksin,” dedi “ve ben seni öldürmeden önce yapacağın son şey bu olacak.”
BÖLÜM OTUZ
Kyra ve Dierdre buzun üzerinde kaydıklarında karlı düzlüklerde, soluk soluğa, can havliyle koşuyorlardı. Tüm dondurucu sabah boyunca koşmuşlardı. Ağızlarından buhar çıkıyor, soğuk Kyra’nın ciğerlerini yakıyordu. Asasını kavrayan eli uyuşmuştu. Binlerce atın gürültüsü havayı doldurdu. Dönüp arkasına baktığında bakmamış olmayı diledi: Ufukta Lordun Adamları atağa geçmişti ve binlercesi geliyordu. Koşmanın bir anlamı olmadığını biliyordu. Önlerindeki açık arazide hiçbir sığınacak yer yoktu ve işleri bitmişti.
Yine de koştular; içlerinde hayatta kalma içgüdüsü ile hareket ediyorlardı.
Kyra kaydı ve yüzüstü kara düştü. Nefesi kesilmişti. Kolunun altında kendisini yerden kaldıran bir el hissetti. Dönüp baktığında kendisini hızla ayaklarının üzerine kaldırmaya çalışan Dierdre’yi gördü.
“Şimdi duramazsın!” dedi Dierdre. “Sen beni bırakmadın. Şimdi de ben seni bırakmayacağım. Kalk hadi!”
Kyra Dierdre’nin sesindeki otorite ve özgüvene şaşırmıştı. Hapishaneden çıktığından beri sanki yeniden doğmuş gibiydi; sesi, tüm olumsuz duruma rağmen umut doluydu.
Kyra kalkıp tekrar koşmaya başladı. Bir tepeye tırmanmaya başladıklarında her ikisi de inliyordu. Eğer bu ordu kendilerine yetişirse neler olabileceğini düşünmemeye çalıştı; Volis’e ulaşıp halkını katlederlerdi. Ayrıca Kyra asla pes etmemek üzere eğitim görmüştü; ne kadar kasvetli olursa olsun.
Tepeye ulaştıklarında olduğu yerde durdu; önündeki manzara karşısında afallamıştı. Oradan kırsal alan görülebiliyordu. Önünde büyük bir plato yer alıyordu ve gördükleri karşısında kalbi coşkuyla doldu. Babası, yüz adamıyla birlikte onlara doğru at koşturuyordu. Buna inanamıyordu; babası onun için gelmişti. Onlarca adam bu kadar yolu gelmiş ve sadece onu kurtarmak için bu intihar görevine katılmıştı.
Kyra gözyaşlarına boğuldu. Halkına karşı çok büyük bir sevgi ve minnettarlıkla doldu. Onu unutmamışlardı.
Kyra onlara doğru koştu. Yaklaştığında Maltren’in kesik kafasının atına bağlanmış olduğunu gördü ve neler olduğunu anladı: İhanetini fark etmişlerdi ve onun için gelmişlerdi. Babası da aynı şekilde, onu açıklıkta kendisine doğru koşarken gördüğüne şaşkındı. Büyük ihtimalle kızını bir kaleden kurtarmak zorunda kalacağını düşünüyordu.
Adamlar durdu ve babası atından inip kızına doğru koştu. Onu büyük bir sevgiyle kucakladı. Babasının güçlü kollarını etrafında hissettiğinde içi büyük bir rahatlamayla doldu. Bu ezici ihtimallere rağmen dünyada her şeyin iyiye gideceğini hissetti. Babasıyla hiçbir zaman o anda olduğu kadar çok gururlanmamıştı.
Babasının yüz ifadesi bir anda değişti. Kızın omuzlarının üzerinden yukarıya baktığında ifadesi oldukça ciddileşti. Kyra, babasının, Lordun Adamlarının büyük ordusunun tepeye tırmandığını gördüğünü biliyordu.
Beklemekte olan bir atı getirtti. Boş bir tanesini de Dierdre için istedi.
“Atın seni bekliyor,” dedi, güzeller güzeli beyaz bir aygırı işaret ederek. “Şimdi bizim yanımızda savaşacaksın.”
Konuşacak vakit kalmamıştı. Kyra, babası kendi atına binerken, hemen atına bindi ve adamların arasında yerini aldı. Hepsinin yüzü ufka dönüktü. Hemen önlerinde, ufukta, Lordun Adamlarının binlerce askerinin yayılmakta olduğun gördü. Kendi yaklaşık yüz kişilik ordusuna karşı binlerce atlı. Fakat babasının adamları oldukları yerde gururla duruyorlardı ve hiçbiri bir adım bile geri atmadı.
“YOLDAŞLARIM!” diye bağırdı babası, sesi kuvvetliydi ve gürlüyordu. “SONSUZLUK İÇİN SAVAŞALIM!”
Adamlardan büyük bir savaş çığlığı yükseldi, borularını öttürdüler ve sanki hepsi tek vücutmuş gibi, düşmanla karşılaşmak için acele edercesine atağa kalktılar.
Kyra bunun intihar demek olduğunu biliyordu. Lordun Adamlarının binlerce adamının arkasında daha binlercesi vardı ve onların da arkasında daha binlercesi… Babası da bunu biliyordu ve tüm adamları da biliyordu. Fakat hiçbiri tereddüt etmiyordu. Toprakları için değil, çok daha değerli bir şey için savaşıyor gibilerdi; kendi varlıkları. Özgür insanlar olarak yaşama hakları için. Bu adamlar için özgürlük her şey demekti ve burada öleceklerse de en azından kendi istekleriyle ve özgür insanlar olarak öleceklerdi.
Kyra babasının ve Anvin, Vidar ve Arthfael’in yanında at sürerken canlanmıştı ve adrenalinle dolmuştu. Hayalinde tüm hayatı gözlerinin önünden geçti. Tanıdığı ve sevdiği tüm insanları, gittiği tüm yerleri ve sürdüğü hayatı gördü, bitmek üzere olduğunu bildiği hayatı. İki ordu yakınlaştığında Lord Valinin çirkin suratını gördü, orduya yol gösteriyordu. İçinde Pandesia’ya karşı taze bir öfke dalgası hissetti. Damarları intikam ateşiyle yanıyordu.
Kyra gözlerini kapattı ve son bir dilek diledi.
Eğer gerçekten büyük bir savaşçı olacağım kehaneti doğruysa, şimdi olmamı sağla. Gerçekten özel bir gücüm varsa, bana göster. Düşmanlarımı ezmeme yardım et. Sadece bir kez, sadece bu gün. Adaletin sağlanmasına izin ver.
Kyra gözlerini açtı ve aniden havayı delip geçen korkunç bir çığlık duydu. Ses boynunun arkasındaki tüylerin diken diken olmasına sebep oldu. Ne olduğunu görmek için gökyüzüne baktığında nefesi kesildi.
Theos.
Muazzam büyüklükteki ejderha uçuyor ve onun üzerine doğru geliyordu. Büyük, parlak sarı gözlerini ona dikmişti. Bu gözler rüyalarında ve uyandığı zamanlarda gördüğü gözlerdi. Bu gözler, aklından hiçbir şekilde çıkartamadığı ve bir gün tekrar göreceğinden adı gibi emin olduğu gözlerdi.
Kanadı iyileşmişti. Theos pençeleri indirdi ve sanki onu öldürecekmiş gibi tam kafasına doğru dalışa geçti. Kyra babasının adamlarının, yukarı baktıklarını, kafalarını eğmiş, ağızları korkudan açık halde, ölmeye hazırlandıklarını gördü. Kyra korkmadığını hissetti. Ejderhanın içindeki gücü hissetti ve bu kez biliyordu ki, ejderha ve o birdi.
Kyra huşu içinde Theos’un kendisine doğru gelişini izledi. Kanatları o kadar büyüktü ki güneşi kapatıyordu. Güçlü çığlığı tüm adamları korkutmaya yetiyordu. Pençeleri kafalarını sıyıracak kadar alçaldı ve son anda tekrar yükseldi.
Kyra dönüp Theos’un doğrudan yükselişini ve bir tur atıp geri gelişini izledi. Bu kez babasının adamlarının arkasından uçuyordu. Sanki onlarla savaşacak gibi, Lordun Adamlarına doğru gidiyordu.
Büyük çenelerini açtı ve orduya liderlik eder hale gelene kadar uçtu. Babasının adamlarının önünde, Lordun Adamlarıyla tek başına karşılaşmak üzere hızlandı.
Kyra, ejderha yaklaşırken Lord Valinin yüzünün kibirden korkuya geçişini hayranlıkla izledi. Tüm adamların yüzlerindeki dehşeti gördü. Hepsi korku içindeydi ve neyin gelmekte olduğunu biliyorlardı: İntikam.
Theos ağzını kocaman açtı, büyük bir tıslama ve çatırtı sesiyle ateş püskürttü; karlı sabahı aydınlatan bir alev dalgası. Büyük yangın ordunun sıraları arasında hızla yayılıp, adamları küle çevirirken, çığlıklar her yanı kapladı.
Ejderha, uçmaya, daireler çizmeye, ateş püskürtmeye ve görüş alanındaki tüm düşmanları, bir tane bile kalmayıncaya kadar öldürmeye devam etti. Sonunda, önceden atların ve adamların durduğu alanda artık külden başka bir şey kalmamıştı.
Kyra meydana gelen olayları gerçek üstü bir hisle izledi. Kendi kaderinin gözler önüne serilişini izlemek gibiydi. O andan itibaren artık biliyordu ki, o farklıydı, o özeldi. Ejderha sadece onun için gelmişti.
Artık geri dönüş yoktu. Lordun Adamlarının hepsi ölmüştü. Pandesia saldırmış, Escalon ise ilk ağır darbeyi vurmuştu.
Ejderha, hemen önlerine, küllerle kaplı Alana indi. Kyra ve diğer adamlar durmuş, hayretler içinde ona bakıyordu. Fakat Theos sadece Kyra’ya bakıyordu. Parlak sarı gözlerini kızınkilere sabitlemişti. Kanatlarını kaldırdı; sonsuza uzuyor gibilerdi. Bir çığlık sesi çıkarttı; tüm evreni dolduruyormuş gibi gelen, korkunç bir öfke çığlığı.
Ejderha biliyordu.
Büyük Savaş başlamak üzereydi.