Kitabı oku: «Kahramanların Görevi », sayfa 11

Yazı tipi:

“Hayır ben sokmadım.” dedi Thor. “Bunu sen yaptın. Sancak için koşan sensin. Hepimizi bir kenara attın. Kendinden başka bir suçlu arama!”

“Senden nefret ediyorum!” diye bağırdı Elden.

Thor’a saldırarak onu yakasından tuttu ve yere fırlattı. Elden’ın ağırlığı Thor’u hazırlıksız yakalamıştı. Thor yerde döndü ama Elden onu tekrar yakaladı. Elden o kadar iri ve güçlüydü ki, Thor’un ona dayanması imkansızdı.

Ancak birden Thor’u bıraktı. Thor kınından çekilen bir kılıcın sesini duymuş ve kafasını o yöne çevirdiği zaman Reece’in kılıcını Elden’ın boğazına dayadığını gördü.

O’Connor eğilerek Thor’a elini uzattı ve ayağa kalkmasına yardım etti. Ayağa kalkan Thor iki arkadaşıyla beraber yerde yatan Elden’a bakıyordu. Reece’in kılıcının korkusundan, yerinden kıpırdayamaz haldeydi.

“Eğer arkadaşıma bir daha dokunursan,” dedi Reece olanca ciddiyetiyle, “bundan şüphen olmasın ki, seni öldürürüm.”

17

Thor, Reece, O’Connor, Elden ve Erec hep beraber kamp ateşinde etrafında oturuyorlardı. Thor havanın bir yaz gecesi bu kadar soğuk olabileceğine ilk kez tanıklık ediyordu. Bu kanyonda garip bir şeyler vardı. Soğuk ve mistik rüzgarlar bir an dahi kesilmeden esiyor, hiç bitmeyen sis ile birleşerek, her yeri nem içinde bırakıyordu. Thor ateşin üzerinde eğilip, ateşin üzerinde ellerini ovuşturdu ama bunun hiçbir faydası yoktu.

Diğerlerinin istemediği bir parça kurutulmuş eti çiğnemeye başladı; sert ve tuzlu et yine de Thor’un hoşuna gitti. Erec, Thor’a doğru şarap tulumunu uzattı. Büyük bir yudum alan Thor, uzun sürenin ardından ilk defa içinin biraz ısındığını hissetti.

Herkes sesine çıkarmadan ateşi izliyordu. Thor halen gergindi. Kanyon’un halen diğer tarafında olduğu için sanki tedbiri elden bırakmaması gerektiğini düşünüyordu. Sanki evinin arka bahçesinde oturuyormuş gibi görünen Erec’e şaşıyordu. Tabii Thor gene de birazcık rahatlamıştı. Ne de olsa ormanın içinden çıkmışlar ve burada, ateşin başında Erec ile oturuyordu. Ormandan yükselen en küçük çıtırtıya bile dikkat kesilen Erec, buna rağmen gayet rahat ve kendinden emine görünüyordu. Thor, eğer kötü bir şey olursa Erec’in onları koruyacağını biliyordu.

Diğerlerine de şöyle bir bakan Thor, suratsız Elden hariç hepsinin keyfinin yerinde olduğunu gördü. Sabahki tavırlarından eser kalmamıştı ve şimdi kılıcı bile olmadan öylece oturuyordu. Thor komutanların böyle bir hatayı asla affetmeyeceğini biliyor ve Elden’ın Lejyon’dan atılacağını düşünüyordu. Böyle bir durumda Elden’ın tepkisinin ne olacağını merak ediyordu. Bu kadar kolay pes etmeyeceğini, muhakkak bir numaralar çevireceği kanaatindeydi. Bu her neyse, kesin kötü bir şeydir, diye düşündü Thor.

Thor, Erec’in güney ufkuna doğru bakan gözlerini takip etti. Uzaktaki silik bir parlaklık tüm ufuk boyunca yayılmış, geceyi aydınlatıyordu. Thor meraklandı. En sonunda dayanamayıp Erec’e sordu, “Devamlı baktığınız o parlaklık nedir?”

Erec bir süre cevap vermedi. En sonunda kafasını Thor’a çevirmeden, “Dağ İnsanları.” dedi.

Thor ve diğerleri arasında korku dolu bakışmalar yaşandı. Thor ürperdiğini hissetti. Dağ İnsanları. Hem de bu kadar yakınlarında. Bir orman ve ardından gelen bir açıklık haricinde bu insanlarla arasında hiçbir engel yoktu. Onları güvende tutan devasa Kanyon’da arkalarında kalmıştı. Vahşi Topraklar’da yaşayan bu cani barbarlarla ilgili hikayeleri tüm hayatı boyunca dinlemişti. Bunlara göre Dağ İnsanları’nın tek amacı bir gün Halka’ya saldırabilmekti. Bu kadar fazla olmalarına inanamıyordu. Devasa ve her an saldırıya hazır bir ordu.

“Korkmuyor musunuz?” diye sordu Erec’e. “Aramızda hiçbir engel yok.”

Erec kafasını salladı. “Dağ İnsanları hep beraber hareket ederler. Orduları her gece o noktada kamp yapar. Eğer saldıracak olsalar, tüm bir ordu halinde yaparlar bunu. Fakat bunu deneyecek cesarete sahip değiller. Kılıç’ın sağladığı kalkan etkisini aşamayacaklarını çok iyi biliyorlar.”

“O zaman niçin kamp kuruyorlar?” dedi Thor.

“Bize göz dağı vermek için. Ve tabii hazırlık da yapıyorlar. Tarih boyunca saldırdıkları çok olmuştur. Ama her zaman başarısızlığa uğradılar. Fakat son saldırıları üzerinden epey bir vakit geçti.”

Thor, sarı, mavi ve turuncu yıldızların asıl olduğu gökyüzüne baktı. Kanyon’un bu tarafında olduğuna halen inanamıyordu. Burası, o doğduğundan beri kabuslarının kaynağıydı. Kafasına gelen korkunç düşünceleri uzaklaştırmaya çalışıyordu. Ne de olsa artık Lejyon’un bir üyesiydi ve buna uygun davranması gerekiyordu.

“Endişelenme.” dedi Erec. Sanki Thor’un düşüncelerini okumuş gibiydi. “Hanedan Kılıcı bizde olduğu sürece saldıramazlar.”

“Onu hiç tuttunuz mu?” diye sordu merakla. “Kılıcı?”

“Tabii ki hayır.” diye cevapladı Erec kesin bir şekilde. “Kral’ın soyundan gelenler haricinde kimsenin ona el sürmesine izin verilmez.”

Kafası karışan Thor adama baktı. “Niçin?”

Boğazını temizleyen Reece, “İzninizle ben cevaplayabilir miyim?”

Erec başıyla onayladı.

“Kılıç’la ilgili bir efsane vardır. Şimdiye kadar kimse onu kaldıramadı. Ancak efsaneye göre seçilmiş kişi bir gün gelecek ve onu yerinden kaldıracak. Sadece Kral veya onun soyundan gelerek Kral seçilen birinin denemeye izni vardır. Bu şekilde yüzlerce yıldır, kimse tarafından yerinden kaldırılamadan duruyor.

“Peki ya şu anki Kral? Yani baban?” diye sordu Thor. “Onu kaldırmayı deneyemez mi?”

“Bunu bir kere denemiş. Tacı ilk taktığı zamanlar. Dediğine göre kılıç yerinden bile oynamamış. Kılıç’ın sanki onunla alay ettiğini düşünür. Bu yüzden de ondan nefret eder. Seçilmiş olan geldiği zaman Halka’yı tüm düşmanlarından arındıracak ve hepimizi çok daha büyük bir yazgının parçası haline getirecek. Böylece tüm savaşlar sona ermiş olacak.”

“Peri masalları ve saçmalıklar.” diye söze karıştı Elden. “O kılıcı kimse kaldıramayacak. Bunun için fazla ağır. Kıpırdatmanın imkanı yok. Hem ayrıca ‘seçilmiş olan’ diye biri de yok. Boş inanışlar. Halkı hizada tutmak, hepimizin bu ‘seçilmiş olan’ kişiyi beklememizi sağlamak için uydurulmuş efsaneler. MacGil sülalesine olan bağlılığımızı sağlamak için uydurulmuşlar. Onların epey işine yarayan bir efsane aslına bakarsan.”

Öfkelenen Erec, “Kes sesini evlat.” diye bağırdı. “Kral’dan bahsederken asla saygısızlık yapmayacaksın.”

Elden başını öne eğdi.

Thor söylenenleri düşünmeye başladı. Tüm hayatı boyunca Hanedan Kılıcı’nı görmek istemişti. Onun kusursuz şekliyle ilgili anlatılan hikayeleri dinlemişti. Kimsenin bilmediği bir maddeden yapıldığına ve büyülü olduğuna inanılırdı. Bu devasa Kanyon’u tek başına koruyor olduğuna inanamıyordu. Thor, acaba ona sahip olmasaydık ne yapardık, diye içinden geçirdi. Barbar imparatorluğu Kral’ın ordularını ezer geçer miydi? Thor tekrar ufka, upuzun yayılmış parlaklığa baktı.

Thor, Erec’e, “Hiç oralarda bulundunuz mu?” diye sordu. “O kadar uzaklarda. Ormanın ötesinde, Vahşi Topraklar’da?”

Diğerleri de bakışlarını Erec’e çevirdi. Thor cevabı sabırsızlıkla bekliyordu. Fakat Erec hiçbir şey yapmadan önündeki ateşe o kadar uzun süre baktı ki, Thor onun bir cevap vermeyeceğini düşünmeye başladı. Thor, acaba fazla mı şey sordum, diye endişelendi. Erec’e karşı o kadar minnettar ve kendini borçlu hissediyordu ki, şövalyeyi sinirlendirecek bir şey yapmaktan çekiniyordu. Hem zaten Thor da cevabı gerçekten öğrenmek istediğinden emin değildi. Thor tam soruyu sorduğundan pişman olmak üzereydi ki Erec cevapladı:

“Evet.” dedi sakince.

Ağzından çıkan bu tek kelime havada uzun süre asılı kaldı ve ondaki ağırlığı gören Thor, duymak istediği her şeyi öğrendi.

“Nasıldı peki?” diye sordu O’Connor.

Tek soru soranın kendisi olmadığını gören Thor rahatladı.

“Oralar acımasız bir imparatorluğun boyunduruğu altında.” dedi Erec. “Fakat toprakları çok geniş ve içinde yaşayanlar da bir o kadar çeşitli. Vahşilerin ülkesi, kölelerin ülkesi ve canavarların ülkesi var. Akla hayale gelmeyecek canavarlar ve gözün alabildiğine uzanan çöller ile dağlar var. Bataklıkları ve büyük bir okyanusu var. Druidler’in de kendilerine ait toprakları var. Ve tabii bir de Ejderhaların.”

Bunu duyan Thor’un gözleri kocaman açıldı. “Ejderhalar mı?” dedi şaşkınlıkla. “Onların var olmadığı sanırdım.”

Erec ona ciddi bir bakış attı. “Şüphen olmasın ki varlar. Orası asla gitmek istemeyeceğin bir yer. Dağ İnsanları bile oradan korkar.”

Thor yutkundu. İmparatorluğun o kadar derinlerine inmenin nasıl olacağını merak ediyordu. Erec’in nasıl canlı dönmeyi başardığını öğrenmek isterdi. Bunu ona başka bir zaman sormak için kafasının bir köşesine not etti.

Bu kötü imparatorluğun neye benzediği hakkında sormak istediği o kadar çok soru vardı ki; mesela imparatorun kim olduğunu, neden saldırmak istediklerini, Erec’in ne zaman gittiğini ve nasıl döndüğünü öğrenmek için sabırsızlanıyordu. Ancak kamp ateşi gittikçe sönüyor ve soğuyordu. Kafasında tüm bu sorular gezinirken göz kapakları ağırlaşmaya başladı. Bu soruları başka bir zaman saklaması gerekecekti.

Kendini uykuya bıraktı. Gözlerini kapatmadan önce son düşündüğü şey, bu yabancı topraklardan evine ne zaman dönebileceğiydi.

*

Thor kafası karışık bir halde uyandı ve bir süre nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Etrafa kalın bir sis tabakası çökmüştü. Ayaklarını görmekte bile zorlanıyordu. Kanyon’un ilerisinde, evinin olduğu yerlerde şafak söküyordu. Ben ise halen olmamam gereken taraftayım, diye düşündü.

Köprüye bakan Thor etrafında askerler göremeyince şaşırdı. Her yer boşalmış gibiydi. Neler olduğunu anlamadı. Köprünün tahtaları birden domino taşları gibi düşmeye başladı ve ardından da köprü çökmeye başlayarak, uçurumun içinde kayboldu. Uçurum o kadar derindi ki köprünün yere çarpan parçalarının sesini duymadı bile.

Yutkunan Thor diğerlerini aramaya başladı ama kimseyi göremiyordu. Ne yapacağına dair en ufak fikri bile yoktu. Kanyon’un bu tarafında, karşı tarafa geçmek için hiçbir şansı olmadan kalakalmıştı. Herkesin nereye kaybolmuş olabileceğini anlamıyordu.

Ormandan yükselen bir sese doğru döndü. Bir şeyler hareket ediyordu. Ayağa kalkıp ona doğru ilerlemeye başladı. Biraz yaklaştığı zaman bir ağın içine hapsolmuş haldeki Elden’ı gördü. Elden’u tutan ağ sallanıyor, o sallandıkça dallar çatırdıyordu.

Elden’ın kafasına gümüşi renkle parlayan bir şahin tünedi. Alnından aşağı inen bir çizgi gözlerinin arasında sonlanıyordu. Kafası ileri eğip, Elden’ın bir gözünü çıkardı ve Thor’a döndü.

Thor kafasını çevirmek istiyor, ama yapamıyordu. Tam Elden’ın çoktan ölmüş olduğunu fark etmişti ki, birden ormanın her yerinden Dağ İnsanları’ndan oluşan ordu akın etmeye başladı. Kaslı göğüslere sahip bu iri insanların üzerinde sadece kürkleri vardı. Üçgen suratlarında üç tane burunları ve sivrilmişti iki tane uzun dişleri vardı. İnsanın tüylerini ürperten sesler çıkararak Thor’a doğru geliyorlardı. Kılıcını almak için uzanan Thor, silahın orada olmadığını fark etti.

Thor haykırışlar içinde uyandı. Soluğu kesilmişti. Çılgınca etrafına baktı. Her yer sessizlik içindeydi. Ancak bu sessizlik, rüyasındakinden daha inandırıcı ve gerçekti. Her şeyin bir rüya olduğuna şükretti.

Reece, O’Connor ve Erec sabahın ilk ışıkları altında yere kıvrılmış uyuyorlardı. Ateşten geriye sadece közler kalmıştı. Hemen onun yanında ise bir şahin duruyordu. Kafasını Thor’a doğru çevirdi. Büyük ve gümüş renkli hayvanın kendinden emin bir duruşu vardı. Alnından aşağı inen siyah çizginin yanlarındaki gözler doğrudan Thor’unkilerin içine bakıyordu. Birden tiz bir ses çıkaran hayvan Thor’u ürküttü. Thor buna inanamıyordu; rüyasında gördüğü şahinin ta kendisiydi.

Thor bunun kendisine yollanan bir mesaj olduğunu anladı. Ters giden bir şeyler olmalıydı. Sırtından kollarına ufak bir titreme yayıldı. Yanlış giden şeyin ne olduğunu görebilmek umuduyla hızla ayağa kalktı ve etrafına bakmaya başladı. Köprü ve onu koruyan askerler halen oradaydı. Ters giden şey ne olabilir, diye düşündü.

Ve birden anladı; içlerinden biri kayıptı. Elden.

En başta belki onları özellikle terk ettiğini düşündü. Köprüyü geçmiş ve gitmiş olabilirdi. Belki de kılıcını kaybettiği için o kadar utanmıştı ki Kanyon’u hepten terk etmişti.

Thor kafasını ormana çevirdiği zaman ise sabah çiyinde yosunların arasında az önce oluşmuş ayak izlerini gördü. Bunların Elden’a ait olduğuna şüphe yoktu. Elden onları terk etmemiş, ormana geri dönmüştü. Hem de tek başına. Belki biraz rahatlamak istemişti. Ya da, dedi Thor dehşete düşerek, kılıcını almak için geri döndü.

Böyle gitmesi çok salakça bir hareketti ve ne kadar çaresiz durumda olduğunu gösteriyordu. Thor, Elden’ın başının belada olabileceğini hissetti. Elden’ın hayatı tehlikedeydi, Thor bunu bir şekilde biliyordu.

Şahin, Thor’un endişelerini onaylarmış gibi tiz bir çığlık attı. Ardından havalanan kuş, hızla Thor’un suratına doğru dalışa geçti. Hayvanın pençelerinden son anda kurtulan Thor, uzaklaşan kuşun ardından bakakaldı.

Thor derhal harekete geçti. Ne yaptığını bile düşünmeden doğrudan ormanın içine doğru uzanan ayak izlerini takip etmeye başladı. Vahşi Topraklar’ın derinlerine inerken bir an bile korku hissetmiyordu. Eğer bir an durup yaptığı işi düşünecek olsa, büyük ihtimalle her yanını panik sarar ve donup kalırdı. Ancak o bunu düşünmemeye çalışıyordu. Bir an önce Elden’a yardım etmesi gerektiğinin farkındaydı ve o yüzden hızla ormanın derinliklerine doğru koşmaya devam etti.

“Elden!” diye haykırdı.

Nasıl olacağını açıklayamasa da Elden’ın ölmek üzere olduğunu hissediyordu. Elden’ın ona yaptıkları düşünülürse belki onun başına gelecekleri umursamaması gerekirdi, ancak buna izin veremezdi. Kendisi aynı durumda olsa, Elden ona yardım etmek için kesinlikle gelmezdi. Kendisinin ölümünden zevk alacak birisi için hayatını bu şekilde tehlikeye atmak çılgınca olabilirdi; ancak içindeki bir his, ona daha önce hiç olmadığı kadar kuvvetli bir şekilde sesleniyor ve Elden’a yardım etmesi gerektiğini söylüyordu. Thor sanki vücudu başka birisinin kontrolündeymiş gibi hissediyordu. Sanki bir çeşit mistik güçtü onu yönlendiren. Bu durum onu huzursuz ediyordu. Acaba aklını mı yitiriyordu? Yoksa abartıyor muydu? Hala rüyada mıydı? Geri dönmeli miydi?

Ancak dönmedi. Korkulara veya şüphelere taviz vermeden, bacaklarının onu gideceği yere götürmesine izin verdi. Soluğu kesilene kadar koştu.

Bir dönemeci döndüğü zaman karşılaştığı görüntü Thor’u durdurdu. Soluklanıp, karşısındaki görüntüye anlam vermeye çalıştı. Ancak bu şey en deneyimli savaşçının bile içine dehşet salacak kadar korkunçtu.

Kısa kılıcıyla karşısında duran Elden’ın önünde Thor’un daha önce hiç görmediği cinsten bir yaratık duruyordu. Bu dehşet verici şey ikisine de tepeden bakacak kadar uzundu. Boyu en az üç metre, genişliği ise aşağı yukarı dört insan kadardı. Tırnağa benzeyen üç parmaklı kırmızı kolları vardı. Bir iblise benzeyen kafasının üstünde dört tane boynuza, uzun bir çeneye ve geniş de bir alına sahipti. Kocaman iki sarı göz ve boynuzdan farkı olmayan iki tane uzun sivri dişi ile dehşet salıyordu. Bir haykırış kopardı.

Hemen yanındaki yüzlerce yıllık kalın bir ağaç sesin kuvvetiyle ortadan ikiye yarıldı.

Korkudan hareket edemeyen Elden elinden kılıcını düşürdü ve ayaklarının altında bir ıslaklık oluşmaya başladı; Thor, altına işiyor olmalı, diye düşündü.

Ağzından salyalar akan yaratık Elden’a doğru bir adım attı.

Thor da Elden gibi korku içindeydi, fakat ona teslim olmamıştı. Bir şekilde korku onu bir şeyler yapması için teşvik ediyordu. Thor’un algıları açılmıştı. Thor doğrudan yaratığa odaklanmış, onun hareketlerini ve kuvvetini tartıyordu. Ayrıca yapacağı hamleyi ve kılıcını nasıl kullanmasını gerektiğini de çok net bir şekilde hesaplayabiliyordu.

Thor korkusuzca harekete geçti. Hızla Elden’ın yanından geçerek, oğlanla yaratığın arasına girdi. Yaratık kükredi ve sıcak nefesi Thor’un üzerine vurdu. Çıkan ses Thor’un vücudundaki tüm tüyleri diken diken etmiş ve bir anlık da olsa oradan kaçması gerektiğini düşündürtmüştü. Ancak kafasında Erec’in sözleri yankılanmaya başladı. Ona cesur ve korkusuz olmasını, soğukkanlılığını koruması gerektiğini söylüyordu. Bunları düşünen Thor yerinden kıpırdamadı.

Kılıcını kaldırıp yaratığa doğru saldırıya geçti ve silahın sivri ucunu yaratığın kaburgalarından içeri sokarak, kalbine saplamaya çalıştı. Yaratık acı içinde bir çığlık attı ve yaradan akan kan Thor’un kolunu baştan aşağı kapladı. Fakat yaratığın ölmemesi Thor’u şaşırttı. Bu şey sanki ölümsüz gibiydi.

Thor’a öyle bir sert darbe indirdi ki, ayakları yerden kesilen oğlan, kaburgalarının kırılma sesini duyabiliyordu. Bir ağaca çarparak anca durabildi. Başına şiddetli bir ağrı saplandı.

Thor’ un kafası allak bullak olmuştu. Yaratık Thor’un kılıcına uzanarak, onu kaburgalarının arasından çekti. Onun avucunun içindeyken kılıcın bir kürdandan farkı yokmuş gibi gözüküyordu. Yaratık ağaçların içine doğru onu fırlattı. Ardından tüm dikkatini Thor’a yoğunlaştırıp, üzerine doğru ilerlemeye başladı.

Halen kıpırdamadan yerinde duran Elden, yaratığın Thor’a saldırdığını görünce birden harekete geçti. Koşarak canavarın sırtına atladı. Bu, Thor’a ayağa kalkacak kadar zaman tanıdı. Öfkelenen yaratık kollarını geriye savurarak Elden’ı üstünden fırlattı. Elden bir ağaca çarptıktan sonra yere çakıldı.

Derin nefesler alan canavarın yarasından halen kanlar akıyordu. Thor’a dönüp öfkeli bir bakış attı ve dişlerini iyice dışarı doğru çıkardı.

Thor’un yapabileceği hiçbir şey kalmamıştı. Kılıcı gitmişti ve yaratıkla aralarında hiçbir engel yoktu. Yaratık ona doğru atıldı ise de Thor son anda yuvarlanarak kurtulmayı başardı. Demin Thor’un sırtını verdiği ağaca o kadar büyük bir güçle çarptı ki, ağaç köklerinden söküldü.

Yaratık Thor’un üzerine doğru ayağını indirdi. Ucu ucuna kaçan Thor’un bulunduğu yerde şimdi koca bir ayak izi vardı. Thor hızla sapanına bir taş yerleştirip fırlattı. Şimdiye kadar yapmadığı güçte olan bu atış yaratığın tam alnının ortasına çarparak, onun sendelemesine yol açtı.

Thor güçlerini kullanabilmek için elinden geleni yapıyordu. Yaratığa doğru hızla koşarak, insan üstü güçlerini kullanarak onu sırtının üstüne devirebileceğini düşünüyordu. Fakat güçleri hiç oralı olmadı. O bu yaratığın karşısında kırılgan, güçsüz bir çocuktu.

Yaratık ileri doğru eğilerek Thor’u tuttuğu gibi yukarı kafasının üzerine kaldırdı. Havada çaresizce sallanan Thor’u yaratık hızla fırlattı. Ok gibi fırlayan çocuk bir ağacın gövdesine yapıştı.

Kafası ortadan ikiye yarılıyormuş gibi hisseden Thor’un sanki tüm kaburgaları kırılmış gibiydi. Yaratığın gene saldırıya geçtiğini görünce, bu sefer her şey bitti, diye düşündü. Kızıl renkli, adaleli ayağını kaldıran yaratık, onu Thor’un kafasına indirmeye başladı. Thor kendini mutlak son için hazırlıyordu.

Fakat sonra birden yaratık o şekilde dondu kaldı. İnanamayan Thor gözlerini kırpıştırarak, sebebini görmeye çalışıyordu. Yaratık elini boğazına doğru götürdüğünde, Thor orada bir okun ucunu fark etti. Dizlerinin üzerine düşen yaratık, yana devrildi.

Erec, yanında Reece ve O’Connor ile beraber ağaçların arasından çıktı. Thor’un gözlerinin içine bakan Erec, ondan iyi olduğuna dair bir şeyler duymak istiyor gibiydi. Fakat istese de cevap veremeyecek durumda olan Thor’un dünyası yavaşça karanlığa gömüldü.

18

Gözlerini aralayan Thor nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Samanların üzerinde yatıyor olduğunu görünce bir an için kışlaya geri dönmüş olabileceğini düşündü. Dirseğinin yardımıyla biraz doğrulup, etrafını inceledi.

Başka bir yerdeydi. Görünüşe göre burası özenle hazırlanmış taştan bir odaydı. Belki de bir kaleydi. Kraliyete ait bir kale. Daha nerede olduğunu tam anlayamamıştı ki odanın kapısı aralandı ve Reece içeri girdi. Thor dışardan gelen kalabalığın sesini duyabildi.

“Sonunda aramıza dönmüşsün.” dedi Reece gülümseyerek. Thor’u elinden yakalayıp, kalkmasına yardım etti. Thor birden başlayan baş ağrısını engellemesi umuduyla elini kafasına götürdü.

Thor’u çekiştiren Reece, “Hadi gidelim. Herkes seni bekliyor.” dedi sabırsızca.

“Lütfen biraz dur.” dedi Thor. Halen kendini toparlamaya çalışıyordu. “Neredeyim ben? Neler oldu?”

“Kraliyet Sarayı’ndayız ve sen günün kahramanı olarak kutlanmak üzeresin!” dedi neşeyle Reece.

“Kahraman mı? Ne demek istiyorsun? Hem ben buraya nasıl geldim?” diye sordu. Hatırlamak için uğraşıyordu.

“O yaratık seni yere yıktı. Bir süredir bu şekilde baygındın. Kanyon’daki köprüden seni sırtımızda taşıyarak geçirdik. Epey heyecanlıydı. Diğer tarafa bu şekilde döneceğin aklıma bile gelmezdi!” diyen Reece güldü.

Kalenin koridorlarında ilerlemeye başladılar. Kadın, erkek, silahtar, muhafız veya şövalye, herkes Thor’a bakıyordu. Hepsinin gözlerinde sanki bir saygı ifadesi vardı. Thor ilk defa böyle bir şeye rastlıyordu. Şu ana kadar herkes ona farklı bir gözle bakmıştı; sanki bir fazlalıkmış gibi. Ancak artık onlardan biriymiş gibi bakıyorlardı.

“Tam olarak ne oldu?” diye sordu Thor. Kendini zorluyor, hatırlamaya çalışıyordu.

“Hiç mi hatırlamıyorsun?” dedi Reece.

Thor kendini zorladı. “Ormanın içine koşuşumu hatırlıyorum. Sonra o yaratıkla olan dövüşümü. Fakat ardından…” Thor çok uğraşsa bile gerisini hatırlayamıyordu.

“Elden’ın hayatını kurtardın.” dedi Reece. “Tek başına, cesurca ormanın içine koştun. Onun hayatını kurtarmak için neden uğraştın bilmiyorum ya, neyse. Ancak hayatını sana borçlu. Kral bu davranışından aşırı derecede memnun kaldı. Elden’ı umursadığından değil, cesareti umursadığından. Bu tür şeyleri kutlamayı çok sever. Diğerlerine ilham vermesi için bu tür kutlamaları asla kaçırmaz. Hem ayrıca bu tür şeyler Kral’ın ve Lejyon’un itibarını da arttırıyor. Buradasın, çünkü babam seni ödüllendirecek.”

“Ödül mü?” dedi şaşıran Thor. “Fakat ben bir şey yapmadım ki!”

“Elden’ın hayatını kurtardın.”

“Sadece müdahale ettim. İçimden geldiği gibi davrandım.”

Thor utandığını hissediyordu. Eylemlerinin bir ödülü hak ettiğinden emin değildi. Ne de olsa Erec yardımına gelmese şu an ölmüş olacaktı. Thor bunu hatırlayınca, Erec’e karşı bir kere daha minnet duydu. Bir gün ona borcunu ödeyebilmek istiyordu.

“Peki ya devriye görevine ne oldu?” diye sordu Thor. “Henüz tamamlamamıştık.”

Reece onu rahatlatmak için elini omuzuna koydu. “Dostum, sen birinin hayatını kurtardın. Lejyon’dan birinin hem de. Bu devriyemizden çok daha önemli.” dedi Reece ve güldü. “Olaysız ilk devriye buraya kadarmış!”

İki muhafızın onlar için açtığı bir kapıdan girdiler. Thor kendini geniş bir mekanda buldu. Odada en az yüz kadar şövalye vardı. Yüksek tavanlı odanın duvarlarında vitraylar yer alıyor, her yerde zırhlar ve silahlar asılı duruyordu. Silahlar Salonu. Burası bütün büyük savaşçıların ve Gümüş’ün üyelerinin buluşma yeriydi. Duvarlardaki ünlü silahları, efsanevi şövalyelere ait zırhları inceleyen Thor heyecanlandı. Burayı bir gün görebilmek en büyük hayallerinden biriydi. Burada olduğuna inanamıyordu. Normal şartlarda buraya bir silahtarın girmesine asla izin verilmediğini biliyordu.

Onu daha çok şaşırtan şey ise, odaya girmesiyle beraber tüm şövalyelerin bakışlarını ona çevirmesi olmuştu. Bu bakışların hepsi takdirle bezenmişti. Thor kendini bir rüyada gibi hissediyordu. Biraz önce uyanmış olduğu için, belki de öyledir, diye düşündü.

Reece, Thor’un suratındaki aptal ifadeyi fark etmiş olmalıydı ki “Gümüş’ün ileri gelenleri seni onurlandırmak için burada toplandı.” dedi.

Kendiyle gururlanan Thor, bir yandan bu duruma inanamıyordu da. “Onurlandırmak mı? Ama ben bir şey yapmadım ki.”

“Yanlış düşünüyorsun.” dedi birisi. Sese dönen Thor omuzunda güçlü bir el hissetti. Bu, gülümseyen yüzüyle Erec’ti. “Cesur, onurlu ve yiğitçe, kimsenin senden talep etmeyeceği bir şeyi yaptın. Kendi ekibinden birini kurtartmak için neredeyse hayatını kaybediyordun. Bizim Lejyon’da aradığımız da budur. Ve tabii Gümüşler’de aradığımız da.”

“Siz de benim hayatımı kurtardınız.” dedi Thor. “Eğer siz olmasaydınız, o yaratık beni öldürmüştü. Borcumu nasıl ödeyeceğimi bilmiyorum.”

Sırıtan Erec, “Çoktan ettin bile. Mızrak müsabakasını hatırlamıyor musun yoksa? Artık ödeştik.” dedi.

Thor bir yanında Erec, diğer yanında Reece ile birlikte MacGil’in salonun diğer tarafında yer alan tahtına doğru ilerlemeye devam etti. Yüzlerce göz onun üzerindeydi.

Kral’ın yanında danışmanları ve en büyük oğlu Kendrick duruyordu. Thor, Macgil’e yaklaştıkça, kendiyle hepten gurur duyuyordu. Kral’ın bu kadar kısa bir süre içinde kendisini ikinci kere kabul ediyor olmasına inanamıyordu. Hem de bu kadar önemli bir izleyici kitlesi varken.

Tahta yaklaştıkları zaman MacGil ayağa kalktı ve salondaki diğer tüm sesler kesildi. MacGil’in ifadesiz suratında yavaşça bir gülümseme belirmeye başladı ve Thor’a doğru yaklaşarak, çocuğu da şaşırtacak bir şekilde, onu kucakladı.

Odanın içinden neşeli bağırışlar yükseldi.

Thor’u omuzlarından nazikçe tutup geriye itti ve ona gülümsedi. “Lejyon’a iyi hizmet ettin.” dedi.

Hizmetçilerden biri Kral’a bir kadeh uzattı. Kadehi kaldıran Kral şöyle bir etrafına baktıktan sonra yüksek bir sesle, “YİĞİTLİĞE!” diye bağırdı.

“YİĞİTLİĞE!” diye cevap verdi odadaki yüzlerce adam. Ardından aralarında heyecanlı bir şeyler mırıldandıktan sonra tekrar sessizliğe büründüler.

“Başarılarının şerefine, sana büyük bir ödül sunuyorum.” dedi Kral. Eliyle bir hareket yaptı ve kolunun üzerindeki zırhlı eldivende olağanüstü bir şahini taşıyan görevli belirdi. Pençelerini eldivenin üzerine yaymış olan şahin, bakışlarını Thor’a çevirip, sanki onu tanıyormuş gibi gözlerinin içine baktı.

Şahin, Thor’un nefesini kesmişti. Bunun rüyasındaki şahinin tıpatıp aynısı oluşuna inanamıyordu. Rengi gene gümüşiydi ve alnındaki siyah çizgi de oradaydı.

“Şahin, krallığımızın ve hanedanın sembolüdür.” diye gürledi MacGil. “O bir avcıdır ve şeref ile onuru temsil eder. Fakat aynı zamanda beceriklidir de. Sadık ama acımasız olan bu kuş, diğer hayvanlara hep üstten bakar. Aynı zamanda kutsal bir yaratıktır da. Derler ki, kişi bir şahine sahip olduğu zaman, şahin de o kişiye sahip olur. Belki bazen seni terk edebilir, fakat her zaman geri döner. Artık onun sahibi sensin.”

Şahinci Thor’a yaklaşarak, çocuğun kolunu ve bileğini saran ağır zırhlı bir eldiveni taktı ve kuşu kaldırarak, Thor’un koluna yerleştirdi. Thor’un tüyleri diken diken oldu. Hayvanın ağırlığı karşısında şaşıran Thor, kolunu bu şekilde havada tutmakta epey zorlandığını fark etti. Hayvanın pençelerini batırıyordu, ama zırh sayesinde Thor’un hissettiği tek şey sadece kolunda oluşan baskıydı. Kuş ona bakıp bir bağırış attı. Thor hayvan ile aralarında sanki mistik bir bağ varmış gibi hissediyordu. Artık hiçbir zaman ayrılmayacaklarını anlamıştı.

“Adını ne koyacaksın?” diye sordu Kral. Konuşması sessiz odada yankılandı.

Thor şaşkınlıktan durmuş olan kafasını çalıştırmayı denedi. Hızla bir şeyler düşünmeye çalışıyordu. Kraliyetin tüm meşhur savaşçılarının adını aklına getirmeye çalıştı. Gözlerini duvarlarda gezdirdi ve tüm savaşların yazılı olduğu plaketlere baktı. Gözü bir tanesine takıldı. Daha önce hiç gitmediği bu yerle ilgili duyduğu şeyler, oranın mistik güçlerle dolu olduğunu yönündeydi. Bu isim aklına yattı. “Onu Estopheles diye çağıracağım.” dedi.

“Estopheles!” diye bağırdı kalabalık. Thor’un seçiminden mennun gibiydiler.

Şahin de kendisine verilen ismi onaylıyormuş gibi bir çığlık attı ve birden yüksek tavana doğru havalanıp, açık pencerelerin birinden dışarı uçtu.

“Endişelenme.” dedi şahinci. “Her zaman sana geri dönecektir.”

Thor bakışlarını Kral’a çevirdi. Thor hayatı boyunca ilk defa bir hediye almıştı. Ne diyeceğini bilemiyor, Kral’a nasıl teşekkür edebileceğini düşünüyordu. Aklı başından gitmişti.

“Efendim.” dedi başını öne eğerek. “Size nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum.”

“Çoktan ettin bile.” dedi MacGil.

Kalabalık coşkuyla bağırdı ve adamların arasında neşeli bir muhabbet başladı. Thor’a doğru o kadar çok şövalye yaklaşıyordu ki, önce hangisiyle konuşacağını bilemedi.

“Bu Doğu Eyaleti’nden Algod.” dedi Reece. “Ve bu da Aşağı Bataklıklar’dan Kamera. Bu ise Kuzey Kaleleri’nden Basikold.”

Bir süre sonra Thor isimleri söylendiği gibi unutmaya başladı. Bu şövalyelerin onunla tanışmak istemesine inanamıyordu. Hayatında bu kadar çok kabul gördüğü başka bir gün daha olmamıştı ve böylesinin bir daha yaşanamayacağını düşünüyordu. Hayatında ilk defa kendini değerli hissediyordu.

Ve Estopheles aklından çıkmıyordu.

Thor anlamadığı isimler eşliğinde diğer şövalyelerle tanışmaya devam ederken, kalabalığın arasından sıyrılan birisi Thor’un avucuna bir parşömen bıraktı. Kağıdı açıp, içindeki kusursuz el yazısını okudu. Kimden olabileceğini anlamamıştı. Hayatında ilk defa biri ona mesaj yolluyordu:

Benimle kapının arkasındaki avluda buluş.

Pembe parşömenden hoş bir koku yükseliyordu. Thor bunun kim olabileceğini çözmeye çalışırken kafası epey karışmıştı. Parşömende imza bile yoktu.

Thor’un omzunun üzerinden parşömeni okuyan Reece, güldü. “Görünen o ki kız kardeşim seninle ilgileniyor.” dedi gülerek. “Yerinde olsam giderdim. Bekletilmekten nefret eder.”

Thor’un yanakları kızardı.

“Yan avlı şu kapıların hemen arkasında. Çabuk ol. Fikrini çabuk değiştirmesiyle ünlüdür.” dedi Reece ve güldü, “Ayrıca ailemden biri olmanı çok isterim.”

Yaş sınırı:
16+
Litres'teki yayın tarihi:
09 eylül 2019
Hacim:
283 s. 6 illüstrasyon
ISBN:
9781632910752
İndirme biçimi:
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 3,6, 5 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 5, 3 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,8, 6 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,8, 5 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 2 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre