Kitabı oku: «Kahramanların Görevi », sayfa 17
Thor’un içinde Erec’e söylemek istediği o kadar çok şey vardı ki. Ona en içten şekilde teşekkür edebilmeyi istiyordu. Ancak şu an bunun için zamanları yoktu. Dört nala güneye doğru ilerleyen atlar ovaların üzerinden geçiyor, öğlen güneşiyle görünümleri değişen yollarda ilerliyorlardı. Bir tepenin üstüne vardıklarında aşağı bakan Thor, hendek kazmaktan canları çıkmış haldeki arkadaşlarını görebildi. Onların arasında bulunmadığı için halinden memnundu. Hendek kazanlardan biri onu görünce doğruldu ve yumruk yaptığı elini ona doğru kaldırdı. Bu güneşin altında yumruğun sahibini görmek zor olsa da, Thor bunun Reece olduğundan emin gibiydi. Thor da yumruğunu kaldırıp, onu selamladı ve yollarına devam ettiler.
İyi döşenmiş yollar yerini bakımsız köy yollarına bıraktı. Daralan yollar zorlaştı ve karşılaştıkları insan sayısı gittikçe düştü. Bunlar ara yollar sayılırdı. Sıradan insanların, özellikle geceleri buralardan yol alması tehlikeli bir iş sayılırdı. Ancak Erec’in yanında olması onu rahatlatıyordu. Ola ki bir soyguna uğradılar, Thor kendininkinden çok soyguncunun hayatı için endişelenirdi. Gerçi bu zaten düşük bir ihtimaldi. Hangi soyguncu bir Gümüş’ün karşısına çıkmaya cesaret edebilirdi ki?
Neredeyse tüm gün dinlenmeden yol aldılar. Thor artık tükenmişti. Erec’in dayanıklılığına hayran kalmıştı ve kendi yorgunluğunu adama belli etmemeye uğraşıyordu. Ona güçsüz görünmek istemezdi.
Ana kavşaklardan birine geldikleri zaman Thor burayı hatırladı. Eğer sağa dönecek olursa, yolun onu kendi köyüne götüreceğini biliyordu. Thor’un içi bir anlığına nostalji ile doldu ve köyüne dönüp, babasını görmek istedi. Acaba adam şu an neler yapıyor ve koyunlarıyla kim ilgileniyordu? Onun dönmemiş olmasına kim bilir ne biçim öfkelenmişti. Aslında Thor sadece ona yabancı olmayan bir yerde olmak istiyordu. Bir yanı o küçük köyden kaçtığı için memnundu ve oraya asla dönmek istemiyordu.
Güneye doğru dört nala devam ettiler ve Thor’un ilk defa gördüğü bölgelere ulaştılar. Kendisi hiç burada bulunmamış olsa bile, güney kavşağını daha önceden duymuştu. Burası Halka’nın güney kısımlarına uzanan üç ana kavşaktan bir tanesiydi. Kraliyet Sarayı’ndan yarım gün kadar uzaklaşmışlardı ve güneş çoktan batmaya başlamıştı. Terler içinde soluksuz kalmış olan Thor, acaba bu geceki şölene yetişebilecek miyim, diye düşünüyordu. Bu kadar uzaklara kadar Erec’e eşlik etmekle hata mı yapmıştı?
Bir tepenin üzerine çıktıklarında Thor sonunda orayı görebildi; ilk kavşağın kaçırması imkansız olan işareti. Yerden yükselen uzun, ince bir kulenin üzerinde dört bir yana dalgalanan Kral’ın sancağı vardı. Kulenin üzerindeki muhafız Erec’i görmesiyle borusunu çalması bir oldu. Önlerinde uzanan kapı yavaşça yükseldi.
Birkaç yüz metre kala Erec atını yavaşlattı. Bunun şövalye ile geçireceği son dakikalar olduğunu anlayan Thor’u bir hüzün sardı. Onun dönüp dönmeyeceğini asla bilemeyecekti. Bir yıl gibi uzun bir sürede insanın başına her türlü şey gelebilirdi. Ona buraya eşlik etmiş olmak bile bir şeydi. Görevini başarıyla yerine getiren biri gibi hissediyordu kendini.
Yan yana kuleye doğru ilerlediler. Hem atlar hem binicileri yorgun düşmüşlerdi.
“Seni aylarca göremeyebilirim.” dedi Erec. “Döndüğüm zaman, yanımda gelinim olacak. Bu işleri değiştirebilir. Ancak ne olursa olsun şunu bil ki, sen her zaman silahtarım olarak kalacaksın.” Derin bir nefes aldıktan sonra devam etti, “Ayrılmadan önce hatırlamanı istediğim birkaç şey var. Bir şövalyeyi yaratan gücü değil, zekasıdır. Tek başına cesaret bir işe yaramaz. Ona onur ve bilgeliğin eşlik etmesi gerekir ki, cesareti bir işe yarasın. Ruhunu ve zihnini kusursuz hale getirmek için sürekli uğraşmalısın. Şövalyelik bir kenarda durmak değil, bir şeyler yapmaktır. Bunun için uğraşmalı ve günün her anını kendini geliştirmek için kullanmalısın.”
“Aylar geçtikçe her türlü silah ve yeteneği kullanmayı öğreneceksin. Ancak şunu unutmak; bizim kavgamızın başka bir yönü daha bulunur. Bu, büyücünün yoludur. Argon’u bul. Gizli güçlerini açığa çıkarman için sana yardım etmesini sağla. Bunların varlığını sende sezinleyebiliyorum. Müthiş bir potansiyele sahipsin. Bunda utanılacak bir şey yok. Beni anlıyor musun?”
“Evet efendim.” diye yanıtladı Thor. Adamın anlayışı ve bilgeliği karşısında minnettarlık duyuyordu.
“Seni kanatlarımın altına almamın bir sebebi vardı. Çünkü diğerlerine benzemiyorsun. Senin kaderinde daha büyük şeyler var. Bunlar büyük ihtimalle benimkimden bile daha önemli şeyler. Ama hazıra konmamalı, bunları elde etmek için uğraşmalısın. Büyük bir savaşçı olmak için ihtiyaç duyacağın tek şey korkusuz veya yetenekli olmak değildir. Bir savaşçının ruhuna sahip olmalı, onu her zaman kalbinde ve zihninde taşımalısın. Kendi hayatını başkaları için feda etmeye hazır olman lazım. Büyük bir şövalye, onur, şan, şöhret ve zenginliklerin peşinden gitmez. O en zor olan görevi üstlenir: kendini daha kusursuz hale getirecek olanı. Sadece başkalarından değil, kendinden de üstün olmaya çalışmalısın. Senden daha güçsüz insanların davaları için çarpışmalı ve kendini koruyamayacak olanlar adına savaşmalısın. Bu keyfi sebeplerle yapılacak bir iş değildir. Bu, kahramanların görevidir.
Erec’in sözlerini dikkatle dinleyen Thor, hepsini sindirmeye çalışıyordu. Adama karşı inanılmaz bir minnettarlık duyuyor, ona nasıl cevap vereceğini bilmiyordu. Bu öğütleri kavrayabilmesi için aylar geçmesi gerekeceğinin farkındaydı.
Geçide ulaştıkları zaman birkaç Gümüş üyesi Erec’i karşılamak üzere dışarı çıktılar. Suratlarında koca gülümsemelerle atlarını yanlarına sürdüler ve eski bir dostu görmenin verdiği sevinçle Erec’in sırtına vurdular.
İkisi de atlarından indi. Thor, Lannin’in dizginlerini tutarak onu geçitteki seyise götürdü. Temizlendiğinden ve beslendiğinden emin olmak istemişti. Thor arkasını dönüp, Erec’e son bir kez baktı.
Bu son vedalarında Thor’un söylemek istediği o kadar çok şey vardı ki. Ona teşekkür etmek istiyordu. Fakat aynı zamanda bahsetmek istediği başka şeyler de vardı. Gördüğü rüyayı, karşılaştığı kehaneti ve Kral için duyduğu endişeleri paylaşmak istiyordu. Erec’in bunları anlayacağını düşünüyordu.
Ancak yapamadı. Erec’in etrafı çoktan başka şövalyeler tarafından sarılmıştı ve eğer yanına gidip, bunlardan bahsedecek olsa ona deli gözüküyle bakabilirlerdi. O yüzden ağzını bile açamadan öylece durdu. Erec elini omzuna koydu ve kesin bir sesle, “Kralı koru.” dedi.
Bunu duyan Thor’un tüyleri diken diken oldu. Sanki Erec onun zihnini okumuştu.
Arkasını dönen Erec, diğer şövalyelerle beraber kapıdan geçti ve Thor demir kazıkların yavaşça inişini izledi. Erec artık yoktu. Thor buna inanamıyordu. Onu tekrar görene kadar koca bir yıl geçecekti.
Atına binip dizginleri kavradı ve hayvanı dehledi. Güneş neredeyse batmıştı ve şölene yetişebilmek için önünde yarım günlük bir yol vardı. Erec’in söylediği son sözler kafasında yankılanıyordu. Tıpkı bir duanın sözleri gibi.
Kralı koru
Kralı koru.
YİRMİ SEKİZ
Karanlığın içinde atını süren Thor, Kraliyet Sarayı’na uzanan son kapıdan geçti ve atı henüz tam durmamışken üstünden atlayıverdi. Dizginleri de seyise teslim etti. Tüm gün at sürmüş, güneş saatler önce batmıştı. Etraftaki ışıklardan ve uzaktan duyabildiği gürültülerden anladığı kadarıyla Kral’ın şöleni hız kesmeden devam etmekteydi. Bu kadar geç olduğu için kendine kızdı ve çok fazla şey kaçırmadığını umdu.
Koşarak bir hizmetçinin yanına yaklaştı ve “İçerde her şey yolunda mı?” diye sordu panikle. Kral’ın sağlığından emin olmak istiyordu.
Şaşıran hizmetçi ona garipseyerek baktı, “Neden olmasın ki? Geç kalmanız dışında her şey yolunda. Kraliyet Lejyonu’nun tüm üyeleri zamanında gelmelidir. Hem kıyafetlerin de pislik içinde. Akranlarını kötü şekilde temsil ediyorsun. Ellerini yıka ve içeri gir.”
Terler içindeki Thor içeri girdi ve oyulmuş bir taşın içindeki lavanta kokulu suyun içinde ellerini ve yüzünü temizledi. Hafifçe uzamış saçlarının arasında ıslak elini gezdirdi. Sabahtan beri sürekli hareket halindeydi ve yolun tüm tozu toprağı üstüne bulaşmıştı. Sanki bir günün içine on gün sığdırmış gibi hissediyordu. Derin bir nefes alıp soluklandı ve kendine çeki düzen verdikten sonra koridorda aşağı, şölenin yapıldığı salona doğru ilerlemeye başladı.
Büyük kapılardan içeri girdiği zaman karşılaştığı görüntü aynı rüyasındaki gibiydi; önünde en az elli metre boyunda iki tane yemek masası uzanıyor ve Kral salonun diğer ucunda, etrafı adamları tarafından sarılmış halde oturuyordu. İçerdeki gürültü kulakları sağır eden cinstendi. Etrafta sadece Gümüşler ve Lejyon üyeleri değil, aynı zamanda gezgin ozanlar, dansçılar, şaklabanlar ve genelevlerden gelmiş onlarca kadın da vardı. Hizmetçiler, muhafızlar ve köpekler etrafta koşturuyorlardı. Etraf akıl hastanesi gibiydi.
Büyük kadehlerden şarap ve biralar içiliyor, masaların üstüne çıkmış adamlar şarkılar söylüyordu. Masaların üzeri yemeklerle dolup taşmıştı ve geyiğinden boğasına kadar, daha onlarcası ateşin üzerinde dönüyordu. Adamların bazıları etrafta dolaşıyor, kimileri ise tıka basa yemek yiyorlardı. Tüm bu sarhoşların arasında işinin zor olduğunu düşündü Thor. Eğer erken gelmiş olsaydı, işleri daha kolay yoluna koyabilirdi.
Thor Kral’ın halen hayatta olduğunu görünce epey rahatlamıştı. Her şey yolundaydı. Belki tüm bu kehanet ve rüyaların hiçbir anlamı yoktur, dedi içinden. Kendini böyle şeylere fazla kaptırıp, abartmış olabileceğini düşünüyordu. Ancak Kral ile konuşması ve onu uyarması gerektiğini düşüncesini kafasından atmak öyle kolay değildi.
Kralı koru.
Thor kendine kalabalığın arasında yol açmaya çalışarak ilerlemeye başladı. Bu sarhoş ve kaba adamların arasında ilerlemek zordu. MacGil ona onlarca metre uzaktaydı.
Thor kalabalığın ortasına kadar gelmeyi başarmıştı ki, Gwendolyn’i görünce durdu. Salonun kenarındaki küçük masalardan birinde hizmetçi kızlarla beraber oturuyordu. Kızın asık suratı onu şaşırtmıştı. Normalde böyle değildir halbuki, diye içinden geçirdi. Önündeki yemekler el sürülmemiş halde duruyordu. İçeceğine de dokunmamış ve kendini hizmetçilerinden bile ayrı tutacak şekilde oturmuştu. Thor kızı böyle üzen şeyin ne olduğunu merak etti.
Kalabalıktan kurtulan Thor kızın yanına yaklaştı. Kız Thor’un geldiğini görünce her zaman yaptığı gibi gülümsemek yerine surat astı. Thor ilk defa kızın gözlerinde öfkeyi görüyordu.
Sandalyesinden kalkan Gwen ona sırtını döndü ve hızla uzaklaşmaya başladı.
Thor sanki kalbine bir bıçak saplanmış gibi hissetti. Bu tepkini nedenini anlayamıyordu. Yanlış bir şey mi yapmıştı acaba? Masanın yanından geçerek kıza doğru koştu ve nazikçe bileğinden yakaladı. Ancak kız onu şaşırtan bir hareket daha yaparak kolunu çekti ve öfkeyle suratına baktı.
“Sakın bana dokunayım deme!” diye bağırdı.
Geri çekilen Thor bu tepki karşısında dehşete düşmüştü. Bu tanıdığı Gwendolyn değildi.
“Özür dilerim.” dedi. “Kötü bir niyetim yoktu. Sadece konuşmak istemiştim.”
“Sana söyleyecek sözüm kalmadı.” dedi kız öfkeyle. Gözleri nefretle parlıyordu.
Thor nefes almakta zorlandı, yanlış olanın ne olduğunu anlayamıyordu. “Leydim,” dedi, “lütfen sizi bu kadar kızdıracak ne yaptığımı söyleyin. Bu her ne ise, sizden özür dilerim.”
“Yaptığın şey affedilmenin ötesinde. Hiçbir özür bunu telafi etmeye yetmeyecektir. Sorun senin olduğun kişiyle ilgili.”
Tekrar uzaklaşmaya başladı. İçinde bir ses kızı kendi haline bırakmasını söylese de, aralarında geçen güzel şeylerin anısı ona bunu yapmamasını söylüyordu. Kızın ondan neden bu kadar çok nefret ettiğini öğrenmeliydi. Öne atılıp kızın yolunu kesti. Bu böyle bitmemeliydi.
“Gwendolyn, yalvarıyorum. En azından hatamın ne olduğunu söyle bana. Bana bunu çok görme.”
Kız ona öfke dolu bir bakış attı ve “Bence biliyorsun. Hem de çok iyi biliyorsun.” dedi.
“Hayır, bilmiyorum.” dedi Thor tüm içtenliğiyle.
Kız ona şöyle bir baktıktan sonra, oğlanın hakikaten bilmediğine karar vermiş olmalı ki, şunları söyledi, “Son görüşmemizden önceki gün, bir geneleve gittiğin söylendi bana. Orada birçok kadınla, tüm gece beraber olmuşsun. Ardından günün ilk ışıklarıyla beraber benimle buluşmak için geldin. Şimdi hatırladın mı? Bunları söylerken bile midem bulanıyor. Seninle tanışmış olmak, bana dokunmuş olman, tüm bunlar beni iğrendiriyor. Umarım yüzünü bir daha görmem. Sen beni aptal yerine koydun ve kimse beni aptal koyamaz!”
“Leydim!” diye bağırdı Thor. Kızın gitmesini engellemek ve ona işin doğrusunu anlatmak istiyordu. “Bu anlatılanlar doğru değil!”
Fakat kız, aralarına giren müzisyenlerden istifade ederek oradan uzaklaştı. Kalabalığın içinde o kadar hızlı kaybolmuştu ki, Thor’un artık onu bulması imkansızdı.
Thor öfkeyle dolmuştu. Birinin kıza yaklaşıp, kendiyle ilgili böyle yalanlar uydurmuş olmasına inanamıyordu. Bunun arkasında kimin olduğunu merak ediyordu. Gerçi artık pek önemi yoktu ya; ne de olsa kızla beraber olmak için hiçbir şansı yoktu bundan sonra. Tüm yaşama isteği kaybolmuştu.
Kral’ı hatırlayan Thor, sersemlemiş halde tekrar salonda ilerlemeye başladı. Uğruna yaşayacağı hiçbir şeyi yoktu artık.
Birkaç adım atmıştı ki, karşısına birden Alton çıkıverdi. Tatmin olmuş birinin gülümsemesiyle Thor’a küçümser bir bakış atarak, yolunu kesti. İpek tozluklar, kızıl renkli bir gömlek giymişti ve kafasında ucu tüylü bir şapka vardı. Uzun burnu ve çenesiyle Thor’a bakarken, suratında müthiş küstah ve kendiyle gurur duyan bir ifade vardı.
“Şuna da bakın.” dedi. “Bu bizim köylü çocuk değil mi? Müstakbel gelinini bulamadın mı yoksa? Ah, tabii ki bulamadın. Genelevde yediğin haltlar hemencecik yayılıvermiş galiba.” Suratını Thor’unkine yaklaştırarak sarı dişlerini ortaya çıkan bir sırıtış attı, “Bence kesin duymayan kalmamıştır.”
“Ne derler bilirsin: ortada gerçeğin küçük bir parıltısı bile olsa, bu koca bir dedikodu ateşini yakmaya yetecektir. İşte ben o parıltıyı buldum ve tüm itibarını yerle bir ettim, evlat.”
Öfkeden deliye dönen Thor’un artık dayanacak gücü kalmamıştı. Alton’ın üzerine fırladığı gibi karnına bir yumruk indirerek, onu dizlerinin üzerine düşürdü.
Saniyeler geçmeden etrafları sarıldı ve aralarına giren birçok asker ile konuk onları ayırdı.
“Haddini aştan evlat!” diye bağırdı parmağıyla onu gösteren Alton. “Kimse bir asile dokunamaz! Zindanlarda çürüyeceksin! Seni tutuklatacağım! Bundan şüphen olmasın! Günün ilk ışıklarıyla beraber seni almaya gelecekler!” diyen Alton arkasını dönerek, öfkeyle oradan ayrıldı.
Alton’un tehditleri şu an Thor’un umrunda bile değildi. Muhafızları da düşünecek değildi. Aklında sadece Kral vardı. Etrafını saran Lejyon üyelerini ittirerek, MacGil’e doğru ilerlemeye başladı. Aklı karman çormandı ve olayların bu şekilde nasıl geliştiğini kafası almıyordu. Tam herkes tarafından saygı görmeye başladığı vakit, aşağılık bir sürüngen yüzünden tüm itibarı zedelenecekti. Aşkı elinden alındığı yetmiyormuş gibi, şimdi bir de hapse atılma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Zaten Kraliçe de ondan nefret ediyorken, hapse atılmamısı için hiçbir sebep yoktu.
Ancak şu an bunlar umurunda değildi. Tek isteği Kral’ı korumaktı. Adımlarını sıklaştırdı. Bir şaklabana omuz atarak, gösterisini bozdu ama umursamadı. Üç hizmetçiyi daha geçtikten sonra, en sonunda Kral’ın masasına ulaşmayı başardı.
Neşesi yerinde olan MacGil elinde büyük bir şarap kadehiyle gösterileri izliyordu. Çevresini en önemli komutanlarının sardığı bir masanın başında oturuyordu. Suratı içkiden kıpkırmızıydı. Kral onu fark edene kadar ilerledi.
“Lordum.” diye bağırdı Thor umutsuz bir sesle. “Sizinle konuşmalıyım. Çok önemli!”
Bir muhafız Thor’u oradan uzaklaştırmak için harekete geçmişti ki, MacGil onu durdurdu.
“Thorgrin!” dedi MacGil, o derinden gelen, krallara yaraşır sesiyle. “Evlat, niye masamıza geldin? Lejyon’un yeri orada.”
Thor diz çöktü. “Kralım, rahatsız ettiğim için üzgünüm. Fakat derhal konuşmamız gerekiyor.”
MacGil Thor’un kulağının dibinde zil çalan bir müzisyeni yaptığı bir el hareketiyle uzaklaştırdı. Müzik kesilmişti. Tüm komutanların bakışları Thor’un üzerine dönmüştü.
“Evet genç Thorgrin. Sahne artık senin olduğuna göre konuş bakalım. Yarına kadar bekleyemeyecek olan bu şey nedir?” dedi MacGil.
“Lordum,” diye başladı Thor ama hemen durdu. Ne diyecekti ki? Rüya mı gördüm, deseydi. Ya da kehanetten mi bahsetmeli, diye düşündü. Kral’ın zehirleneceğini önceden hissettiğinden? Kulağa saçma mı gelirdi acaba?
Ancak başka bir şansı yoktu, o yüzden devam etti. “Lordum, bir rüya gördüm.” dedi. “Sizinle ilgiliydi. Gene bu salonda yapılan bir şölendeydik. Rüyamda…içmemeniz gerekiyor.”
Şaşıran Kral Thor’un üzerine eğildi. “İçmemeli miyim?” diye yavaşça. Birden kendini arkaya atıp kahkahalar içinde gülmeye başladı. Kahkahaları tüm masayı sallıyordu.
“İçmemeliymişim!” diye tekrarladı. “Ne biçim bir rüya bu! Bence bir kabus demek daha doğru olur!”
Kral tekrar kahkahalara boğuldu ve masadaki tüm adamları da ona katıldılar. Thor utanmıştı ama vazgeçmeye de niyeti yoktu.
MacGil eliyle bir hareket yapınca kenarda duran muhafızlardan biri Thor’u tutup uzaklaştırmaya niyetlendi ama adamdan kurtulan Thor kararlıydı. Kral’a mesajı iletmeliydi.
Kralı koru.
“Kralım, sizden dinlemenizi talep ediyorum.” diye bağırdı ve masaya doğru atılarak, yumruğunu indirdi. Bu hareketin üzerine herkes inanmayan gözlerle Thor’a baktı. Herkes şaşkına dönmüştü ve tüm sesler kesilmişti. Kral’ın suratına öfkeli bir ifade çöktü.
“SEN mi talep ediyorsun?” diye bağırdı Kral. “Benden hiçbir şey talep edemezsin evlat!” diye bağıran MacGil’in öfkesi iyice kabarıyordu.
Bunun üzerine masadakiler hepten sessizliğe gömüldü. Thor utançtan yanaklarının kızarışı hissedebiliyordu.
“Kralım, beni affedin. Saygısızlık etmek istemedim. Ancak güvenliğiniz için endişeliyim. Yalvarıyorum size. Hiçbir şey içmeyin. Rüyamda zehirlendiğinizi gördüm. Lütfen. Siz benim için çok önemlisiniz. Bu yaptıklarımı göze alma sebebi de bu!”
MacGil’in öfkesi yavaşça kayboldu. Thor’un gözlerine içten bir bakış attıktan sonra derin bir nefes aldı.
“Evet, beni umursadığını görebiliyorum. Şapşalca davransan bile bu böyle. Saygısızlığını affediyorum. Şimdi git. Ve sabaha kadar gözüme gözükme.”
Ardından muhafızlarına bir hareket yaptı ve adamlar bu sefer daha sert bir şekilde Thor’u tutarak, uzaklaştırmaya başladılar. Olayın şaşkınlığı üzerinden atmaya başlayan masadakiler, cümbüşlerine kaldıkları yerden devam ettiler.
Gördüğü muamele karşısında öfkelenen Thor bir süre daha sürüklendi. Bu gece burada yaptığı şeylerin bedelinin kendisine ödetileceğini düşünüyordu. Belki ondan sonsuza kadar buradan ayrılması istenecekti.
Muhafızlar onu Lejyon masasının olduğu yere getirip ittiler. Kral on metre kadar uzağında kalmıştı. Elinde bir omuz hissedince arkasını döndü ve karşısında Reece’i gördü.
“Tüm gün seni aradım durdum. Neler oldu sana böyle?” diye sordu Reece. “Hayalet görmüş gibisin.”
Thor cevap veremeyecek kadar allak bullak haldeydi. Şimdi ne yapması gerektiğini bilmiyordu.
“Gel, yanıma otur. Senin için ayırmıştım burayı.” dedi Reece ve onu yanına oturttu. Burası Kral’ın ailesi için ayrılmış bir masaydı. İki elinde de kadeh tutan Godfrey ile etrafı dikkatle izleyen Gareth da bu masadaydı. Thor bir an için Gwendolyn’in de burada olmasını umut etti ama bu boşunaydı.
“Sorun nedir Thor?” diye Reece ısrarla sordu. “Masaya seni yiyecekmiş gibi bakıyorsun.”
Thor kafasını salladı. “Sana anlatacak olsam, bana inanmazdın. O yüzden en iyisi çenemi kapalı tutmak.”
“Anlat Thor. Bana her şeyi söyleyebilirsin.” dedi Reece samimiyetle.
Onun gözlerinin içine bakan Thor, sonunda birinin onu ciddiye aldığını görebiliyordu. Derin bir nefes aldıktan sonra konuşmaya başladı. Kaybedecek bir şeyi yoktu nasıl olsa.
“Önceki gün ormanda kız kardeşinle beraberken beyaz sırtlı bir yılan gördük. Gwen bunun bir ölümün habercisi olduğunu söyledi ki, ben de buna inanıyorum. Daha sonra Argon’u gördüm. O da bana bir ölümün yaklaştığından bahsetti. Bundan kısa bir süre sonra, rüyamda baban zehirleniyordu. Bu gece, burada oluyordu bu olay. Tam da bu salondaydı. O zaman bundan emin oldum. Baban zehirlenecekti. Birilerine ona suikast girişiminde bulunacak.”
İçini bu şekilde dökmek onu rahatlatmıştı. Onu ciddiye alıp dinleyen birine sahip olmak güzeldi.
Reece bir süre onun gözlerinin içine baktı ve sonun ağzını açtı. “Söylediklerinde samimi gibisin. Bundan şüphem yok. Babamı kolluyor olman da hoşuma gidiyor. Sana tüm kalbimle inanıyorum. Ancak rüyalar insanın aklını karıştırabilirler. Her gördüğümüz gerçek olacak diye bir şey yok.”
“Bunları Krala da anlattım.” dedi Thor. “Bana bakıp güldüler. Bu gece içmeye devam edecek.”
“Thor, rüyanda gerçekten bunları görmüş olduğuna dair hiçbir şüphem yok. Ya da bunu hissetmiş olmandan. Ancak ben de hayatım boyunca buna benzer bir çok kötü rüya gördüm. Geçen geceki rüyamda birileri beni kalenin tepesinden aşağı itiyordu. Gerçekten düştüğümü sanırken, bir anda uyanıverdim. Rüyalar garip şeylerdir. Hem ayrıca Argon hep bulmaca gibi konuşur. Dediği her şeyi ciddiye almamalısın. Babam iyi durumda. Ben de öyle. Hepimizi iyiyiz. Arkana yaslanıp içkini yudumla ve keyfine bak.”
Sözlerini bitiren Reece kürk kaplı sandalyesine yaslanarak içkisini içmeye başladı. Hizmetçilerden birine işaret etti ve adam Thor’un önüne geyik eti ile kadeh koydu.
Bunlara hiçbir tepki vermeyen Thor, sanki tüm hayatı ellerinin arasından kayıp gidiyormuş gibi hissediyordu. Ne yapacağını bilmiyordu.
Halen düşünebildiği tek şey rüyasıydı. Kendini bir türlü uyanamadığı bir kabusun içindeymiş gibi hissediyordu. Elinden gelen tek şey bir kenarda oturup, devamlı Kral’ın masasına doğru giden hizmetçileri ve taşıdıkları şarapları izlemekti. Hepsini dikkatle inceliyordu. Kral’ın her yudumunda korkudan titriyordu. Ancak gözlerini de oradan ayıramıyordu.
En sonunda bir hizmetçi Thor’un dikkatini çekti. Bunun taşıdığı kadeh diğerlerininkine hiç benzemiyordu. Daha iriydi ve altındandı. Etrafı da yakut ve başka değerli taşlarla süslenmişti.
Tıpkı rüyasındaki gibi.
Kalbi göğsünden çıkacakmış gibi atan Thor, elinde kadehle Kral’a yaklaşan hizmetçiyi sanki ağır çekimdeymiş gibi izliyordu. Thor’un bunu izlemeye daha fazla tahammülü kalmamıştı. Vücudunun her bir noktası bu kadehin içinde zehir olduğuna dair ona sesleniyordu.
Masadan fırlayan Thor, önüne çıkan herkese dirseğiyle vurarak kalabalığı yarmaya başladı. Kral kadehi tutar tutmaz Thor masanın üzerine çıktı ve eliyle kadehe vurdu.
Kral’ın elinden fırlayarak havalanan kadehin görüntüsü tüm salonu dehşete düşürdü. Sessizliğe gömülen kalabalık sayesinde taşlara düşen kadehin çıkardığı ses, tüm salonda yankılandı.
Müzisyeninden hokkabazına kadar herkes donup kalmıştı. Yüzlerce kadın ve erkek şaşkınlıktan ne yapacakları bilemiyorlardı. Kral ağır hareketlerle yerinden doğruldu ve bakışlarını Thor’a çevirdi. “Bu ne cüret!” diye bağırdı öfkeyle bağırdı. “Seni zindanlara attıracağım!”
Yaptığı şeye kendi de inanamayan Thor dehşet içindeydi. Sanki tüm dünya üzerine çöküyordu. Şu an tek isteği yerin dibine girmek ve kaybolmaktı.
Şarabın yerde oluşturmaya başladığı birikintiye yaklaşan bir av köpeği, sıvıdan biraz içti. Thor bir şey yapamadan, salondaki herhangi biri tepki veremeden, tüm gözler av köpeğine çevrildi. Çünkü hayvan insanı kahreden, acı verici iniltiler çıkarmayı başlamıştı.
Bir saniye bile geçmeden köpek cansız bir şekilde yana devrildi. Herkes dehşet içinde köpeğe bakıyordu.
“İçeceğin zehirli olduğunu biliyordun!” diyen bir ses yükseldi.
Thor sesin sahibine dönünce, bunun Prens Gareth olduğunu fark etti. Parmağını suçlayan bir ifadeyle Thor’a doğru sallayarak babasının yanına geliyordu.
“Zehri kendin koymadıysan, şarabın zehirli olduğunu nereden biliyordun? Thor Kral’ı zehirlemeye çalıştı!” diye bağırdı Gareth.
Kalabalıktan öfkeli bağırışlar yükseldi.
“Onu zindana götürün.” diye emretti Kral.
Muhafızları Thor’u sertçe tuttular ve salon boyunca sürüklemeye başladılar. Onlara direnip, karşı çıkmaya çalışıyordu. “Hayır!” diye bağırdı. “Anlamıyorsunuz!”
Ancak kimse onu dinlemedi. Kalabalığın içinde hızla ve çabucak sürüklenirken, tüm hayatının gözlerinin önünden geçip gittiğini hissediyordu. Onu salondan dışarı çıkardıktan sonra, daha önce fark etmediği bir kapıdan geçirdiler. Ve bu kapı hızla arkalarından kapandı.
İçerisi sessizdi. Muhafızlar onu merdivenlerden aşağı sürüklüyordu. Onlar aşağı indikçe etraf iyice kararıyordu. Bir süre sonra diğer mahkumların yakarışlarını duyabiliyordu.
Karşısında açılan demir bir kapı görünce nereye getirildiğini anladı. Zindanlar.
Muhafızların güçlü kolları arasında kıvranıyor, onlardan kurtulmaya çalışıyordu. “Anlamıyorsunuz!” diye bağırdı.
Kendisine doğru yaklaşan iri ve kaba görünümlü bir muhafız gördü. Tıraşsız suratında sarı dişlerini baştan aşağı gösteren bir sırıtış vardı. Thor’a küçümser bir bakış atarak, “Ooo, çok iyi anlıyorum hem de!” dedi insanı rahatsız eden bir sesle.
Adamın kendisine doğru savurduğu yumruk, Thor’un hatırladığı son şeydi. Ardından ise her şey karardı.