Kitabı oku: «Kahramanların Görevi », sayfa 16

Yazı tipi:

26

Ormanın dolambaçlı yollarında saatlerce yürüyen Thor, Gwen ile geçirdiği anları düşünüyordu. O anları düşünmeden edemiyordu. Beraber rüya gibi vakit geçirmişlerdi ve Thor artık kızın samimiyeti karşısında şüphe duymuyordu. Her şey kusursuz geçmişti, ta ki günün sonunda yaşadıkları o olay gerçekleşene dek.

Nadir rastlanan beyaz yılan çok kötü bir kehanetti. Yılanın onları ısırmamış olması büyük şanstı; her zaman olduğu gibi mutlu şekilde yanında yürüyen Krohn’a baktı. Eğer Krohn orada olmasaydı ve yılanı öldürmesiydi acaba başımıza neler gelirdi, diye aklından geçirdi. Acaba halen hayatta olabilirler miydi? Krohn’a hayatı boyunca minnettar kalacak ve onu en güvenilir yoldaşı olarak görecekti artık.

Ancak kehanet onu rahatsız etmeye devam ediyordu: yılanın nadirliği bir yana, bu hayvan krallığın bu taraflarında gözükmezdi bile. Daha aşağılarda, bataklıklar bölgesinde yaşardı. Buraya ulaşmayı nasıl başarmıştı? Ayrıca neden tam o anda kendini göstermişti? Bu durum fazla gizemliydi: bunun bir işaret olduğundan emindi. O da Gwen gibi bunun kötü bir işaret olduğunu ve birisinin ölümünü haber verdiğini biliyordu. Fakat ölecek olan kimdi?

Yılanın görüntüsünü kafasından atmaya çalışan Thor ne yaparsa yapsın bunu başaramıyordu. Bu görüntü zihnini ele geçirmişti. Kışlaya dönmesi gerektiğini biliyor, ama bunu yapamıyordu. Bugün de tatil ilan edildiği için, kışlaya dönmek yerine orman yolunda saatlerde dönüp durmuş ve kafasını boşaltmaya çalışmıştı. Yılanın ona bir şeyler anlatmak istediğini ve kendisinden bir an önce harekete geçmesini beklediğini düşünüyordu.

İşin kötü yanı, bu yılan Gwen’le kötü bir şekilde ayrılmasına neden olmuştu. Ormanın sınırına geldiklerinde tek bir laf etmeden ayrılmışlardı. Kızın kafası karışmış gibiydi. Bunun yılandan kaynaklandığını düşünüyor olsa bile gene de emin değildi. Ayrıca tekrar ne zaman buluşacaklarını da söylememişti. Yoksa kız fikrini mi değiştirmişti? Thor yanlış bir şeyler mi yapmıştı?

Bu düşünce Thor’u kahretti. Saatlerce düşünmesine rağmen ne yapması gerektiğini çözememişti. Birilerine içini dökmek istiyor, kötü işaretler ve kehanetlerden anlayan biriyle konuşmak istiyordu.

Adımlarını birden kesti. “Tabii ya” dedi. Argon. O bu işlerden anlardı. Thor’a neyin ne olduğunu söyleyebilecek yegane insan oydu.

Ormanın sınırı oluşturan bayırdan aşağı bakan Thor’un karşısında tüm bir şehir uzanmıştı. Bir yol ağzında duruyordu. Eğer yoldan sola dönerse Argon’un tek başına yaşadığı, kayalık bir arazinin üzerindeki kulübesine gidebileceğini biliyordu. Böylece  yolculuğuna başladı.

Yol epey uzaktı ve Thor, Argon’u evinde bulamama ihtimalinin epey yüksek olduğunun farkındaydı. Ancak şansını denemeliydi. Cevap bulana kadar kafası rahat etmeyecekti.

Thor adımlarını sıklaştırdı. Güzel bir yaz günüydü ve güneş ışıkları etrafındaki tarlaları harika şekilde aydınlatıyordu. Yanındaki Krohn bazen bir sincabın üzerine atlıyor ve onu ağzında gururla taşıyordu.

Yol gittikçe daraldı, rüzgar kuvvetlendi ve tarlalar gözden kayboldu. Thor’un önünde artık taş ve kayalardan oluşan kurak bir arazi vardı. Bir süre sonra yolun kendisi de belirsiz bir hal aldı. Thor yolculuğunun onu yok olmuş bir dünyaya getirdiğini düşünmeye başladı. Çakısı taşlarının üzerinde ilerlemeye devam etti.

Krohn mızmızlanmaya başlamıştı. Havada tüyleri diken diken eden bir şey vardı. Bu illa kötü bir şey değil de, daha çok farklı bir şey gibiydi. Ruhani yanı ağır bir sis gibi.

Thor tam doğru yolda olduğundan şüphelenmeye başlamıştı ki, ilerde bir tepenin üzerinde duran taş kulübeyi fark etti. Yuvarlak olan yapı bir halka gibi dizilmişti ve siyah renkli sağlam taşlardan yapılmıştı. Pencereleri olmayan kulübenin sadece bir kapısı vardı, fakat bu kapının da herhangi bir kolu bulunmuyordu. Argon sahiden de bu terk edilmiş yerde yaşıyor olabilir miydi? Davetsiz bir şekilde gelen Thor’u hoş karşılayacak mıydı?

Thor planını tekrar düşünmeye başladı. Ancak ilerlemesini de kesmedi. Kapıya yaklaştığı zaman havadaki enerjiyi hissedebiliyordu. Kapıyı çalmak için elini kaldırdığı zaman kaygısı iyice artmıştı.

O daha elini indiremeden, kapı hafifçe aralandı. İçerisi kapkaranlıktı ve Thor kapıyı açanın rüzgar olup olmadığından emin değildi. Böyle bir karanlığın içinde kimsenin durmayacağını düşündü. Kapıyı hafifçe ittirdi ve kafasını içeri sokup, “Merhaba?” diye seslendi.

Kapıyı ardına kadar açtığı zaman içerde yanan güçsüz bir ışık fark etti.

“Merhaba?” diye seslendi bu sefer daha yüksek bir sesle. “Argon?”

Ardındaki Krohn inledi. Thor bunun kötü bir fikir olduğunu ve Argon’un evde olmadığını düşünmeye başlamıştı. Ancak yine de içeriye bakmaktan kendini alamadı. İçeriye doğru iki adım atmasıyla beraber kapı kendiliğinden hızla kapandı.

Korkarak arkasına dönen Thor, karşısında Argon’u gördü.

“Seni rahatsız ettiğim için üzgünüm.” dedi heyecanlanan Thor.

“Davetsiz geldin.” dedi Argon.

“Beni affet. Böyle rahatsız etmek istemezdim.”

Gözleri karanlığa alışan Thor, duvarın içine bir çember oluşturacak şekilde yerleştirilmiş mumları gördü. Odaya dışardan gelen tek ışık kaynağı ise tavanda yer alan küçük ve yuvarlak bir açıklıktandı. Bu sade kulübe insanı daraltan gerçeküstü bir yerdi.

“Çok az insan burada bulunmuştur.” dedi Argon. “Eğer burada olmanı istememiş olsam, içeri giremezdin. Kapı sadece benim irademle açılır. İradem olmaksızın, dünyanın tüm orduları bile onu yerinden kıpırdatamaz.

Thor biraz rahatlamıştı. Fakat Argon’un kendi gelişinden nasıl haberdar olduğunu bilmiyordu. Bu adamla ilgili her şey çok büyük bir gizemdi.

“Anlam veremediğim bir olay geçti başımdan.” dedi Thor. Yaşadıklarını adama anlatmak ve onun fikirlerini duymak istiyordu. “Bir yılan vardı. Beyaz Sırtlı. Neredeyse bize saldırıyordu. Leoparım Krohn sayesinde kurtulduk.”

“Biz?”

Ağzından bunu kaçırdığı için Thor utandı. Ne diyeceğini bilemedi.

“Tek başıma değildim.”

“Kiminleydin o zaman?”

Thor ne diyeceğini düşündü. Ne de olsa bu adam Gwen’in babasına, yani Kral’a yakındı ve ona her şeyi anlatabilirdi.

“Bunun yılanla ne alakası var?” diye sordu Thor.

“Pekala var. Belki de yılanın gözükmesi bununla alakalıdır. Bunu düşünmüş müydün?”

Thor savunmasız yakalanmıştı. “Anlamıyorum.” dedi.

“Gördüğün her kehanet seninle ilgili olmak zorunda değildir. Bazıları başka insanlar içindir.”

Loş ışığın altında Argon’a bakan Thor, adamın ne kast ettiğini anlamaya başlıyordu. Gwen’in kaderinde kötü bir şeyler mi vardı? Eğer öyleyse, onu durdurabilecek miydi?

“Kaderi değiştirmek mümkün müdür?”

Argon odanın diğer tarafına doğru ilerledi.

“Asırlardan beri sorulan bir sorudur bu.” dedi Argon. “Kader değiştirilebilir mi? Diğer yandan ise her şey önceden yazılmıştır, deriz. Fakat özgür iradeye de sahibiz. Seçimlerimiz de kaderimizi belirler. Bu iki kavramın yan yana gelmesi imkansız gibi görünse de, öyleler. İşte insanların seçimleri, tam da bu ikisinin birleştiği noktada ortaya çıkar. Kader her zaman değiştirilemez, ancak büyük fedakarlıklar ya da özgür irade sayesinde bazen yönü değiştirilebilir, hatta tamamen baştan yazılabilir. Fakat çoğu zaman sabittir kader. Çoğu zaman bir kenara oturur ve olanları, hiçbir şey yapamadan, izleriz. Ona müdahale ettiğimizi düşünsek bile, aslında yanılıyoruzdur. Biz olsa olsa izleyiciyizdir, katılımcı değil.”

“O zaman evren niye bize kötü alametleri gösterir ki? Madem bunlarla ilgili bir şey elimizden gelmiyor.”

Argon gülümsedi.

“Çabuk kavrıyorsun. Bunların gösterilme sebebi, kendimizi gelecek olana hazırlamak içindir. Çok nadiren bize bu kehanetlere müdahale etme şansı tanınır.”

“Beyaz sırtlıların ölümü haber ettikleri doğru mu?” diye sordu Thor.

“Evet.” dedi Argon. “Hem de her seferinde.”

Cevap karşısında yıkılan Thor’un en büyük korkuları onaylamıştı. Argon’un bu açıksözlülüğü de onu şaşırtmıştı.

“Bugün bu hayvanlardan bir tanesiyle karşılaştım.” dedi Thor. “Fakat ölecek olanın kim olduğunu bilmiyorum. Ya da benim bunu engellemek için elimden bir şey gelip gelmeyeceğini. Yılanın görüntüsünü kafamdan atamıyorum. Neden?”

Bir süre Thor’u inceleyen Argon iç geçirdi.

“Çünkü ölecek olan kişi, seni ve kaderini doğrudan etkileyecek biridir.”

Thor’un gerginliği tırmanıyordu; sorduğu her soru, daha çok soruyu doğuruyordu.

“Ancak bu adil değil!” dedi Thor. “Ölecek olanın kim olduğunu bilmeliyim. Onları uyarmam lazım.”

Argon yavaşça kafasını salladı.

“Bu kişinin kim olduğunu bilmemen gerekiyor olabilir.” dedi Argon. “Biliyor olsan bile, elinden bir şey gelmeyebilir de. Birisi önceden uyarılsa bile, ölüm onu yine de bulacaktır.”

“O zaman bana neden gösterildi bu kehanet?” dedi Thor üzüntüyle. “Ve neden onu aklımdan atamıyorum?”

Thor’a iyice yaklaşan Argon’un gözleri sanki oğlanı delip geçiyor gibiydiler. Thor ürpermişti. Adamın güneş gibi parlayan gözlerinden bakışlarını alamıyordu. Argon elini Thor’un omzuna koydu. Thor vücuduna soğuk bir şok dalgasının yayıldığını hissetti.

“Henüz gençsin.” dedi Argon yavaşça. “Öğreniyorsun. Aşırı duyarlısın. Geleceği görebilmek, büyük bir ödüldür. Fakat aynı zamanda bir lanettir de. İnsanların çoğu hayatlarını yazgılarının farkında olmadan geçirirler. Daha güçlerini bile kavramaya başlamadın. Ancak onları bir gün kontrol edebileceksin. Nereden geldiğini öğrendiği gün.”

“Peki neredenim?” diye sordu kafası karışan Thor.

“Annenin doğduğu topraklardansın. Buralarda çok uzakta, Kanyon’un bile ötesinde, Vahşi Topraklar’ın uzak köşelerinden. Gökyüzüne doğru uzanan bir kale var. Bir uçurumun ucunda tek başına duruyor. Ona ulaşmanın tek yolu rüzgarlı, taş bir yoldan geçmek. Çok derin güçlere ev sahipliği yapan bu kaleden geliyorsun. Ve oraya ulaşmadan, gerçekte kim olduğunu asla bilemeyeceksin. O kaleye girmeyi başardığın zaman, tüm soruların cevaplanacak.”

Gözlerini kırpan Thor, onları tekrar açtığı zaman kendisini Argon’un kulübesinin dışında buldu. Şaşırmış haldeydi ve bunun nasıl gerçekleştiğini hiç bilmiyordu.

Rüzgar kayalıkların arasından eserken, güneşin güçlü ışıkları Thor’un gözlerini alıyordu. Hemen yanındaki Krohn ise iniltiler çıkarıyordu. Argon’un kapısını yumrukladı ve ona seslendi. Ancak ıslık çalan rüzgar dışında hiçbir cevap yoktu. Kapıyı açmaya çalışıp, onu omuzladı. Fakat hiçbir faydası yoktu.

Günün ilerleyen saatlerine kadar orada bekleyen Thor, en sonunda oradan ayrılmaya karar verdi. Kafası hiç olmadığı kadar karışık bir halde, geri dönmeye başladı. Artık bir ölümün yaklaşıyor olduğundan emindi. Ve bunu durdurmayacak olduğundan da.

Bu çorak yerde yürürken, birden ayaklarında bir soğukluk hissetti. Kafasını yere çevirdiği zaman kalın bir sis tabakasının bacaklarını sardığını gördü. Hızla yükselmeye devam eden sisin nedenini Thor anlayamıyordu.

Thor adımlarını hızlandırmıştı. Ancak birkaç dakika içinde sis öylesine yayılmıştı ki, önünü bile göremiyordu artık. Aynı zamanda uzuvları ağırlaşıyor ve sanki yapılan bir büyü yüzünden, gökyüzü kararıyordu. Üzerine bir yorgunluk çöküyor, bir adım daha atamayacakmış gibi hissediyordu. Yere yığılıp, bir top gibi kıvrıldı. Gözlerini açmaya ve hareket etmeye çalışsa bile, başaramıyordu. Bir süre sonra uykuya daldı.

*

Thor kendini bir dağın tepesinde, Halka Krallığı’na bakarken buldu. Hemen önünde Kraliyet Sarayı ve kale yer alıyordu. Yapının her yerinden fırlayan ağaçlar ve bitkiler, yazın etkisiyle çiçeklere boğulmuştu. Bin bir renkli çiçeklerden meyveler taşıyor ve etraflarından müzik ve eğlence gürültüleri geliyordu.

Fakat bunların hepsi birden kararmaya başladı. Meyveler ağaçlardan düştü. Ardından ağaçlar çürümeye başladı. Solan çiçekler renklerini kaybetti ve tüm krallıktan hiçbir şey kalmaya dek, binaların hepsi birer birer yıkıldı.

Thor aniden bacaklarının arasında dolanan devasa bir beyaz sırtlı yılan gördü. Bacaklarından başlayarak vücudunu saran hayvanı durdurmak için yerinden kıpırdayamıyordu. Önce beline, ardından kollarına sarınan hayvan, Thor’u sıkıp, nefessiz bırakmaya başlamıştı. Kafasını Thor’un suratına yaklaşan yılan, çıkardığı uzun diliyle yanağına dokunduktan sonra ağzını sonuna kadar açarak sivri dişleriyle Thor’un suratını yuttu.

İrkilen Thor şimdi ise tek başına Kral’ın kalesinde duruyordu. İçerisi tamamen boştu ve taht olması gereken yerde değildi. Fakat Hanedan Kılıcı ise yerinden hiç oynamamış, zeminin üstünde uzanıyordu. Tüm camlar kırılmıştı ve vitraylardan arda kalanlar taşların üzerine dağılmışlardı. Uzaktan gelen bir müzik sesi duydu ve birbiri ardına bir sürü boş odadan geçerek ona doğru ilerledi. En sonunda uzunluğu elli metreye yakın olan iki devasa kapının önüne geldi ve tüm gücüyle bu kapıları açtı.

Asillerin yemek yediği odaya ulaşmıştı. Önünde uzanan iki masanın üstü yemeklerle doluydu, ama bunları yiyen kimse yoktu; salonun en ucunda oturan tek bir kişi hariç. Tahtın üzerinden Thor’a bakan bu kişi dalgın gözüküyordu.

Thor ona ulaşması gerekiyormuş gibi hissetti. Masaların arasından ona doğru ilerlemeye başladı. O ilerledikçe masadaki yemekler çürümeye ve üzerleri böceklerle dolmaya başladı. Etrafında sinekler dolaşıyordu.

Thor hızlandı. Kralla arasında on metre kadar kalmıştı ki, aniden beliren bir hizmetçi elinde içi şarap dolu, altından yapılma büyük bir kadehle karşısına çıktı. Kadehin etrafı değerli taşlar ve yakutlarla sarılıydı. Thor hizmetçinin kadehin içine beyaz bir şeyler döktüğünü fark etti ve bunun zehir olduğunu anladı.

Hizmetçinin bunu MacGil’e uzattığını gören Thor, “Hayır!” diye bağırarak ileri atıldı ve kadehi Kral’ın elinden düşürmeye çalıştı.

Ancak yeteri kadar hızlı davranamamıştı. Kafasını geriye atan MacGil, kadehi dikti. Kadehi solukla almaksızın bitiren Kral’ın ağzından dökülen şarap, yanaklarından ve sakallarından akmış, göğsüne kadar ulaşmıştı.

MacGil ardından bakışlarını Thor’a çevirdi ve bunu yapmasıyla beraber gözleri şaşkınlıkla açıldı. Elleriyle boğazını tuttu ve tahtından aşağı kayarak, dizlerinin üstüne düştü; ardından ise yana devrildi. Kafasından fırlayan tacı taş zeminde sekerek, yuvarlandı.

Ölmüş olan Kral hareketsiz halde, gözleri açık bir şekilde yatıyordu.

Ephistopheles aşağı doğru dalışa geçti ve MacGil’in kafasının üzerine kondu. Thor’un gözlerinin içine baktıktan sonra, Thor’un tüylerini ürperten bir çığlık kopardı.

“Hayır!” diye bağırdı Thor.

*

Thor haykırışlar içinde uyandı.

Terler içinde, soluksuz bir halde yattığı yerden doğrularak, nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Halen Argon’un dağındaydı. Burada uyumayı başardığına inanamıyordu. Sis kaybolmuştu ve gün ağarıyordu. Kan kırmızı güneş ufuktan yükselerek, yeryüzünü aydınlatmaya başlamıştı. Thor’un yüzüne atlayan Khron, onun suratını yalamaya başladı.

Halen uyanıp uyanmadığından emin olmaya çalışan Thor, hayvanı tek eliyle kucakladı. Az önce yaşadıkları ona o kadar inandırıcı gelmişti ki, hepsinin bir rüya olduğunu henüz yeni anlıyordu.

Bir çığlık sesi duyan Thor, kafasını o yöne çevirince, pençelerini geçirdiği bir kayanın üzerinde duran Ephistopheles’i gördü. Ona bakan hayvanın attığı çığlıkların ardı arkası kesilmiyordu.

Bu ses Thor’un tüylerini ürpertiyordu. Rüyasında duyduğu sesin aynısı olan bu çığlıklar sayesinde Thor, gördüklerinin bir işaret olduğunu anladı. Kral zehirlenecekti.

Yerinden fırlayan Thor, yeni doğan güneşin ışıklarının altında hızla Kraliyet Sarayı’na doğru ilerlemeye başladı. Kral’a ulaşmalı ve onu uyarmalıydı. Kral belki onun delirdiğini düşünecekti ama başka bir şansı yoktu; Kral’ın hayatını kurtarmak için her şeyi göze almaya hazırdı.

*

Asma köprünün üzerinden hızla geçen Thor’un şansına buradaki iki muhafız onu tanımış ve ön kapıdan sorunsuzca geçmesine izin vermişlerdi. Khron da onunla beraber koşuyordu.

Önce avluyu, ardından süs havuzlarını geçen Thor, doğrudan sarayın içine girdi ama, dört muhafız onu durdurdu.

Thor soluksuz kalmıştı.

“Derdin ne çocuk?” diye sordu içlerinden biri.

“Anlamıyorsunuz. İçeri girmeme müsaade edin.” dedi Thor zorlanarak. “Kral’ı görmem lazım.”

Şüphelenen muhafızlar birbirlerine baktılar.

“Benim adım Thorgrin. Kraliyet Lejyonu üyesiyim. Geçmeme izin vermelisiniz.”

“Ben bu çocuğu tanıyorum.” dedi muhafızlardan biri. “O da Lejyondan.”

Ancak başlarındaki muhafız öne çıktı ve “Kral ile ne işin var?” diye bastırdı.

Halen kendine gelmeye çalışan Thor, “Çok acil bir mesele. Onu bir an önce görmeliyim.” dedi.

“Eksik bilgilendirilmiş olduğuna göre, seni beklemiyor olduğu açık. Çünkü Kral burada değil. Sarayla ilgili bir iş için saatler önce adamlarıyla beraber ayıldı. Geç saatlerde yapılacak olan şölene kadar da dönmeyecek.”

“Şölen mi?” diye sordu endişelenen Thor. Rüyasında gördüğü yemek dolu masaları hatırlayınca tüyleri diken diken oldu.

“Evet, şölen. Eğer Lejyondan biriysen, senin de orada olacağından şüphem yok. Fakat kendisi şimdilik burada değil. Yani onu görmen imkânsız. Bu gece diğerleriyle beraber gel.”

“Ancak ona bir mesaj iletmem gerek.” diye ısrar etti Thor. “Ve bunu şölenden önce yapmalıyım!”

“İstersen mesajı bana bırakabilirsin. Ancak ben bile o mesajı senden önce iletemem.”

Thor böyle önemli bir şeyi muhafızla paylaşmak istemiyordu. Çünkü muhafız ona deli muamelesi yapardı. Bunu kendisi iletmeliydi ve bunu şölenden önce yapmalıydı. Tek dileği, her şey için çok geçmeden olmadan önce Kral’ın huzuruna çıkabilmekti.

27

Günün ilk ışıklarıyla beraber Lejyon kışlasına varan Thor, şans eseri idmanlar başlamadan önce oraya ulaşabilmişti. Yanında Khron ile beraber oraya vardığında bitkin düşmüş haldeydi. Yeni uyanan ve güne hazırlanmaya başlayan diğer oğlanların arasından geçti. Soluklanırken, bu haliyle idmana nasıl çıkacağını düşünüyordu; akşamki şölene kadar dakikaları sayıyor olacaktı. Kehanetin ona gözükmesinin sebebinin Kral’ı uyarıp, tüm krallığı kurtarmak olduğunu düşünüyor ve Krallığın geleceğinin tüm yükünü omuzlarında hissediyordu.

Sahaya çıkmak üzere olan Reece ve O’Connor’ın yanına gitti.

“Dün gece neredeydin?” diye sordu Reece.

Thor buna ne cevap vereceğini bilmek isterdi, fakat kendisi de nerede olduğunu bilmiyordu. Ne diyebilirdi ki? Argon’un dağında uyuya kaldığını mı? Bu onun kulağına bile mantıklı gelmiyordu.

“Bilmiyorum.” diye yanıtladı. Reece’e ne kadarını anlatmalıydı?

“Bilmiyorum da ne demek?” dedi O’Connor.

“Kayboldum.” dedi Thor.

“Kayıp mı?”

“Zamanında dönebildiğin için şanslısın.” dedi Reece.

“Eğer geç gelmiş olsaydın, seni içeriye almazlardı.” diye ekledi Elden. Etli ellerinden birini Thor’un omzuna koydu ve “Seni görmek güzel. Dün kendini özlettin.” dedi.

Kanyon’un diğer tarafından yaşananlardan sonra Elden’ın ona karşı değişen tavırları Thor’u halen şaşırtıyordu.

“Kız kardeşimle işler nasıl gitti?” diye sordu Reece kısık sesle.

Yanakları kızaran Thor ne diyeceğini bilemedi.

Reece ısrarcıydı, “Onu gördün mü?”.

“Evet, beraberdik.” dedi Thor. “Harika zaman geçirdik. Ancak zamansız bir şekilde ayrılmak zorunda kaldık.”

“O zaman,” dedi Reece, Kolk ve Kral’ın adamlarının karşısında sıraya geçtiler, “onu bu gece tekrar görebilirsin. En şık giysilerini giysen iyi olur. Kral şölen verecek.”

Thor’u tekrar bir telaş sardı. Aklına gene rüyası geldi ve Kral gözlerinin önünde öldürülürken, bunu çaresiz bir şekilde izleyişini hatırladı.

“SESSİZLİK!” diye bağırdı Kolk ve sıra boyunca dolaşmaya başladı.

Diğerleriyle beraber hazır ola geçen Thor, konuşmayı kesti. Kolk hepsini teker teker inceliyordu.

“Dün yeteri kadar eğlendiniz. Artık çalışmalarınıza dönme vakti geldi. Bugün hendek kazmanın kadim sanatını öğreneceksiniz.”

Oğlanların hepsi bir ağızdan sızlanmaya başladı.

“KESİN!” diye bağırdı Kolk.

Tekrar sessizlik hakim oldu.

“Hendek kazmak zor iştir.” diye devam etti Kolk. “Fakat önemlidir. Bir gün kendinizi düşman hatlarının gerisinde, krallığımızı tek başınıza korurken bulabilirsiniz. Hava o kadar soğuk olacak ki, ayak parmaklarınızı hissetmeyeceksiniz. Gecenin karanlığında kendinizi bundan korumak için yapabileceğiniz tek şey kazmaktır. Ya da cephedesiniz, ki bu durumda düşman oklarından korunmak için siper almanız gerekecektir, yine hendek kazmanız lazım. Bunlar gibi daha milyonlarca durum için, hendek kazmayı öğrenmelisiniz. Bir hendek en iyi dostunuz olabilir.”

“Bugün,” diye devam etti boğazını temizledikten sonra, “Tüm gününüzü kazarak geçireceksiniz. Elleriniz nasırdan kızarana ve sırtınız tutmayana kadar buna devam edeceksiniz. Böylece bir gün savaş vakti geldiği zaman, kazmakta o kadar zorlanmayacaksınız. Beni takip edin!”

Oğlanlardan gene hayal kırıklığı dolu bir ses yükseldi. Kolk’un peşinden sahaya doğru ilerlemeye başladılar.

“Harika.” dedi Elden. “Hendek kazacakmışız! Ben de, hendek olsa da kazsak, diyordum zaten.”

“Daha kötüsü olabilirdi.” dedi O’Connor. “Mesela yağmur yağıyor olsaydı.”

Hep beraber gökyüzüne baktılar. Thor tehditkar bir şekilde onlara doğru yaklaşan bulutlar gördü.

“Yağabilir de.” dedi Reece. “Şom ağızlılık etme.”

“THOR!” diye bağırdı birisi.

Thor öfkeyle kendisine bakan Kolk’u gördü. Şimdi neyi yanlış yaptım, diye düşünerek adamın yanına koştu.

“Evet efendim.”

“Şövalyen seni çağırıyormuş.” dedi sert bir sesle. “Erec sarayın orada seni bekliyor. Şanslısın; bugün hendek kazmana gerek yok. Tüm silahtarların yapması gerektiği gibi şövalyene hizmet ediyor olacaksın. Fakat hendek kazmaktan kurtulacağını sanma; yarın buraya döndüğünde, tek başına tüm gün hendek kazacaksın. Şimdi koş!” diye bağırdı.

Thor diğer oğlanların suratındaki kıskanç ifadeyi görebiliyordu. Saraya doğru koşmaya başladı. Erec ondan ne istiyor olabilirdi? Bunun Kral ile bir ilgisi var mıydı?

*

Kraliyet Sarayı’nda hızla ilerleyen Thor, daha önce hiç girmediği bir yola girmişti; Gümüşler Kışlası. Lejyon’un kışlasından çok daha büyük olan bu yapı, kendi binalarının neredeyse iki katı kadardı ve ona uzanan taş yol henüz yeni yapılmıştı. Thor içeriye girmek için şimdiye kadar gördüklerinden iki kat daha büyük bir kemerli kapıdan geçmek zorunda kalmış ve bir düzine Kraliyet muhafızına kendini tanıtmak zorunda kalmıştı. Ardından yol genişleyip, geniş bir meydana açılmıştı. Etrafı çitlerle taş korunan binaların girişlerinde şövalyeler nöbet tutuyorlardı. Buranın görünüşünden Thor epey etkilenmişti.

Açık alanda koşuşuyla dikkatleri üzerine çeken Thor’u gören şövalyeler mızraklarını indirerek yolunu kapattılar. Thor henüz uzaklarında olmasına rağmen temkinli davranmayı seçmişlerdi.

“Burada işin nedir?” diye sordu şövalyelerden biri.

“Görev için çağrıldım.” dedi Thor. “Ben Erec’in silahtarıyım.”

İhtiyatı elden bırakmayan şövalyeler birbirlerine baktılar. Ancak arkadan gelen başka bir şövalye onlara kafasıyla işaret yapınca mızraklarını kaldırıp, geri çekildiler. Ardından kapılar yavaşça açıldı ve demir kazıklar yukarı doğru çekildi. Neredeyse iki metre kalınlığında olan kapı devasa boyutlardaydı. Thor buranın Kral’ın kalesinden bile daha iyi savunulduğunu düşündü.

“Sağdaki ikinci bina.” diye bağırdı yeni gelen şövalye. “Onu ahırda bulabilirsin.”

Avludan içeriye giren Thor etraftaki yapıları inceleyerek ilerliyordu. Gördüğü tüm yapılar bakımlıydı ve etrafları tertemizdi. Buradaki her şey gücün simgeleşmiş haliydi.

Thor aradığı binayı bulunca, gördükleri karşısında hayrete düştü; gördüğü en büyük ve güzel atlar, yapının hemen sıraya dizilmişlerdi. Çoğunun üzerinde zırhlar bulunuyordu. Atların hepsi tertemizdi. Buradaki her şey daha büyük ve iriydi. Buna inanamıyordu; Gümüşler’in evine gelmişti.

Gerçek şövalyeler ellerinde silahlarla her yerde dolaşıyor ve çeşitli kapılardan avluya girip çıkıyorlardı. Bu yoğun yerde Thor savaşın varlığını hissedebiliyordu. Lejyon gibi burası bir idman yeri değil, savaşın yeriydi. Ölümün ve yaşamın.

Thor küçük bir kemer geçidin altından geçerek, karanlık bir koridorda aceleyle ilerledi. Birbirine ardına sıralanan ahırlarda Erec’i arıyordu. Ancak en son ahıra geldiği halde şövalyesini hala görememişti.

“Erec’i arıyorsun, değil mi?” diye sordu bir muhafız.

Ona dönen Thor kafasıyla bunu onayladı.

“Evet efendim. Ben onun silahtarıyım.”

“Geç kaldın. Çoktan dışarı çıktı ve atını hazırlamaya başladı. Çabuk ol.”

Thor koridordan koşarak, ahırdan dışarı çıktı. Beyaz burunlu dev gibi siyah bir aygırın önünde duran Erec’i gördü. Thor’u gören at burnundan soludu ve Erec oğlana baktı.

“Üzgünüm efendim.” dedi soluksuz haldeki Thor. “Gelebildiğim kadar hızlı geldim. Geç kalmak istemezdim.”

“Tam zamanında geldin.” dedi Erec memnuniyet dolu bir gülümsemeyle. “Thor, Lannin ile tanış.” dedi atı göstererek.

Burnundan soluyan at neşeyle yerinde oynadı. Sanki Thor’a selam vermek istiyor gibiydi. Thor elini uzatarak, hayvanın burnunu okşadı; at bunun üzerine neşeli sesler çıkardı.

“Onu yolculuklarım için kullanırım. Senin de öğreneceğin gibi, yüksek rütbeli bir şövalyenin birçok atı vardır. Bir tane mızrak müsabakaları için, biri savaşlar için ve biri de uzun, tek başına çıkılacak yolculuklar içindir. En iyi dostlukları bu uzun mesafe atlarıyla kurarsın. Seni sevdi sanırım. Bu iyiye işaret.”

Lannin burnunu Thor’un avucuna sürtüyordu. Thor ise bu hayvanın büyüklüğü karşısında oldukça etkilenmişti. Onun parlayan gözlerinde zekanın belirtilerini görebiliyordu. Bu aslında ürkütücü de bir histi; çünkü bu at her şeyi anlıyormuş gibi gözüküyordu.

Fakat Erec’in söylediği bir şey Thor’u hazırlıksız yakaladı.

“Yolculuk mu, dediniz efendim?” diye sordu Thor şaşkınlıkla.

Hayvanın koşum takımlarını sıkmayı bırakan Erec, Thor’a baktı.

“Bugün benim doğum günüm. Yirmi beşinci yaşıma ulaştım. Bugün özel bir gün. Seçim Günü’nün ne olduğunu biliyor musun?”

Thor hayır anlamında kafasını salladı. “Çok az efendim; sadece başkalarından duyduğum kadarını.”

“Biz, yani Halka’nın şövalyeleri, nesilden nesile devam etmeliyiz.” diye söze başladı Erec. “Yirmi beş yaşına geldiğimiz zaman kendimize bir gelin seçmemiz gerekir. Eğer bu yaşımıza kadar bir karar vermemişsek, yasalar bizden bunu derhal yapmamızı ister. O kişiyi bulmak ve evlenmek için bir yıl süre tanınır. Eğer ki bulamadık, o zaman kralın sunacağı biriyle evlenmek zorundayızdır. İşte bugün o gelin adayını bulmak için yollara çıkıyorum.”

Diyecek laf bulamayan Thor bir süre adama baktı ve ardından, “Nasıl yani efendim?” dedi. “Siz şimdi bir yıllığına ayrılıyor musunuz?”

Bunu düşünmek bile Thor’un canını sıkmaya yetmişti. Tüm dünyası alt üst olmuştu. Bu ana kadar Erec’e duyduğu sevginin nedenini anlayamamıştı. Ama şimdi çok iyi biliyordu ki bunun sebebi, Erec’in onun için bir çeşit baba figürü olmasındandı.

“Fakat o zaman ben kime silahtarlık yapacağım?” diye sordu Thor. “Ayrıca siz nereye gideceksiniz?”

Thor, Erec’in kendisi için yaptıklarını ve hayatını nasıl kurtardığını hatırladı. Onun ayrılacak olduğu fikri bile Thor’u kahrediyordu.

Erec’in attığı kahkaha, anca kaygısız birinin atabileceği cinstendi.

“İlk hangisine cevap vermeli?” dedi. “Endişelenme. Başka bir şövalyeye atandın. Ben dönene kadar onun silahtarlığını yapacaksın. Kral’ın en büyük oğlu, Kendrick.”

Thor bunu duyunca az da olsa rahatladı; Kendrick’e de bu şövalyeye duyduğuna benzer bir bağlılık hissediyordu. Ne de olsa kendisini kollayan ilk kişi Kendrick olmuş ve Lejyon’a katılmasını sağlamıştı.

“Yolculuğuma gelirsek…” diye devam etti Erec. “…Henüz bilmiyorum. Güneye, yurdumun topraklarına gideceğim ve gelinimi orada arayacağım. Eğer Halka’nın içinden birini bulamazsam, o zaman denizi aşarak, kendi krallığıma bile gidebilirim.”

“Kendi krallığınız mı, efendim?”

Thor o an aslında Erec ile ilgili ne kadar az şey bildiğini fark etti. Nereli olduğunu bile bilmiyordu. Halka’nın dışından gelmiş olma ihtimalini hiç düşünmemişti bile.

Erec güldü. “Evet, buradan çok uzaklarda, denizin ötesinde. Ancak bu başka bir zamanın hikayesi olsun. Uzak ve uzun yolculuğuma hazırlanmalıyım çünkü. O yüzen haydi bana yardım et. Zaman dar. Atımı hazırla ve üzerine her türden silahı koy.”

Heyecandan başı dönen Thor hızla hareke geçti. Ahıra koşarak, zırhların bulunduğu depoya girip, Lannin’e ait olduğunu bildiği siyah ve gümüş zırhını parça parça dışarı çıkarmaya başladı. Hayvanın iri vücuduna zırhı yerleştirdikten sonra, son parça olan ince demir başlığı atın kafasına geçirdi.

Lannin memnun olmuş gibi bir inilti çıkardı. Thor’un görebildiği kadarıyla asil ve savaşçı bir at olan Lannin, zırhının içinde, tıpkı bir şövalyenin olacağı kadar rahat görünüyordu. Erec’in altın mahmuzlarını yerleştirdikten sonra, şövalyenin ayaklarını geçirmesi için yardımcı oldu.

“Ne tür silahlara ihtiyacınız olacak, efendim?” diye sordu.

Thor’un bulunduğu noktadan kocaman gözüken Erec oğlana doğru baktı.

“Bir yıl boyunca ne tür kavgalara girebileceğim meçhul. Fakat hem avlanabilmeli hem de kendimi savunabilmeliyim. O yüzden uzun kılıcıma kesinlikle ihtiyacım olacak. Ayrıca kısa kılıcımı, okumu, yaylarımı, topuzumu, hançerimi ve kalkanımı da alsam iyi olur. Bu kadar yetecektir sanırım.”

“Emredersiniz efendim.” diyen Thor hemen işe koyuldu. Lannin’in ahırının arkasında yer alan silah kabinine koştu ve silahları incelemeye başladı. Aralarında seçim yapılabilecek onlarca silah vardı. Erec’in istediği silahları dikkatle seçti ve onları tek tek şövalyeye geri götürdü. Kimini Erec’e verdi kimini ise atın koşumları üzerine yerleştirdi.

Thor zırhlı eldivenlerini sıkarak, gitmeye hazırlanan Erec’in görüntüsü karşısında üzülüyordu.

“Efendim, size eşlik etmek görevimmiş gibi hissediyorum.” dedi. “Ne de olsa silahtarınızım.”

Kafasını sallayan Erec, “Bu tek başıma çıkmam gereken bir yolculuk.” dedi.

“O zaman en azından ilk yol ayrımına kadar size eşlik edebilir miyim?” diye ısrar etti Thor. “Madem güneye gidiyorsunuz, bırakın da bir süre sizinle geleyim. Ben de güneydenim ve o yolları iyi bilirim.”

Bu teklifi düşünen Erec, “Madem öyle diyorsun. Bunda bir sakınca göremiyorum. Ancak hemen yola çıkmalıyız çünkü yol epey zorlu. Silahtar atını al. Onu hemen ahırın yanında bulabilirsin. Kırmızı yeleli kahverengi at.”

Ahıra geri dönen Thor atı hemen buldu. Ata binmesiyle beraber kıyafetinden kafasını çıkaran Khron etrafına bakıp, tedirginliğini ifade eden bir ses çıkardı.

“Sakin ol Khron.” diye güvence verdi Thor.

Ayağıyla ata işaret vermesiyle, Erec ile beraber ahırdan dışarı çıktılar. Ancak yerinden fırlayan Lannin’e yetişmek çok zordu. Thor onları kaybetmemek için elinden geleni yapıyordu.

Kraliyet Sarayı’nın kapısından geçerek dışarı çıktılar. Onları gören muhafızlar kenarı çekiliyordu. Onları izleyen birkaç Gümüş, Erec’i görür görmez yumruklarını havaya kaldırıp, şövalyeyi selamladılar.

Thor bu adamın yanında at sürebildiği için şeref duyuyordu. Onun silahtarı olmak ve bu kadar kısa bir mesafe için olsa bile ona eşlik edebilmek, oğlan için heyecan verici şeylerdi.

Yaş sınırı:
16+
Litres'teki yayın tarihi:
09 eylül 2019
Hacim:
283 s. 6 illüstrasyon
ISBN:
9781632910752
İndirme biçimi:
Metin
Ortalama puan 4,8, 6 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 4 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 4,3, 3 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 5, 2 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4, 2 oylamaya göre
Metin, ses formatı mevcut
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,8, 6 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,8, 5 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 2 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre