Kitabı oku: «Şövalyelerin Mızrak Dövüşü », sayfa 2
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Kendrick çöl zemininde, Brandt ve Atme bir yanında; Halka kardeşliğinden geriye kalan yarım düzine Gümüş üyesi arkasında eski günlerdeki gibi atını sürerek ilerliyordu. Büyük Çöl’de giderek derinlere geçerken, Kendrick üstüne nostaljinin ve üzüntünün çöktüğünü hissetti. Bu yolculuk ona Halka’nın altın çağını hatırlatmıştı. O zamanlar, Gümüş’le, asker arkadaşları ve binlerce adamla beraber savaşa katılırlardı. Kraliyetin en iyi savaşçılarıyla bir aradaydı, hepsi birbirinden büyük savaşçılarla beraber her yere atlarını sürerlerken trompetler çalar, onu karşılamak için köylüler yollara çıkardı. O ve adamları her yerde hoş karşılanır ve savaş, kahramanlık hikayelerini, kanyondan daha da kötüsü vahşi diyardan çıkan en korkunç canavarlara karşı verdikleri mücadeleleri anlatırken gece geç saatlere kadar ayakta kalırlardı.
Kendrick gözlerindeki tozdan kurtulmak için gözlerini kırptı. Şimdi farklı bir zaman ve farklı bir yerdeydi. Etrafına bakınca Gümüş’ün sekiz adamını gördü, yanlarında binlercesini görmeyi bekledi. Fakat gerçeklik hemen yüzüne çarptı, geriye kalan artık yalnızca sekiz kişiydi, işlerin ne kadar çok değiştiğini fark etti. Eski günlerin o ihtişamı yerine yeniden gelecek miydi diye merak etti.
Kendrick’in bir savaşçıyı savaşçı yapan şeylerle ilgili fikirleri yıllar içinde değişti, mesela bu günlerde bir savaşçıyı savaşçı yapanın yetenek ve onur değil, hayatta kalabilme becerisi olduğunu hissediyordu. Yaşamak için devam etme yetisi olmalıydı. Hayat yoluna çok sayıda engel, felaket, trajedi, kayıp ve hepsinden önemlisi değişim bırakıyordu; sayamayacağı kadar çok arkadaşını kaybetmişti, uğruna hayatını vereceği Kral ise artık yaşamıyordu. Vatanı yitmişti. Fakat yine de ne için olduğunu bilmese bile yaşamaya devam etmişti. Amacını aradığını biliyordu. Bir savaşçıyı savaşçı yapan, bir adamın diğerleri birer birer düşerken zamanın sınavlarına dayanmasını sağlayan şey belki de hepsinden önemli derecede devam etme yetisiydi. Bu, gerçek savaşçıları, tabanları yağlayanlardan ayırıyordu.
“İLERİDE KUM DUVARI VAR!” diye bağırdı bir ses.
Bu, Kendrick’in hala alışmaya çalıştığı yabancı bir sesti, dönüp bakınca, Kral’ın büyük oğlu Koldo’yu gördü; siyah derisi grubun arasında çok dikkat çekerken, Ridge’in bir grup askerine önderlik ediyordu. Kendrick’in onu tanıdığı bu kısa süre zarfında Kendrick Koldo’nun adamlarına önderlik etmesine ve ona duydukları hayranlığa bakarak saygı duymaya başlamıştı. O, Kendrick’in birlikte at sürmekten gurur duyacağı bir şövalyeydi.
Koldo ufku işaret ederken Kendrick gösterdiği yere baktı, aslında görmeden önce de ne olduğunu duydu. Acı bir ıslıktı bu, sanki bir fırtınaydı ancak Kendrick, Çöl’deki zamanını, yarı baygın halde sürüklendiğini hatırladı. Kızgın kumların, asla sona ermeyen bir hortum gibi sürekli dikilerek göğe kadar yükselen katı bir duvar oluşturduğu aklına geldi. Nüfuz edilemez gibiydi, sanki gerçek bir duvardı bu şekilde Ridge, İmparatorluk’un geri kalanından görünmez hale geliyordu.
Islık giderek büyürken Kendrick buraya yeniden girmekten çekiniyordu.
“ATKILAR!” diye emretti bir ses.
Kendrick, Kral’ın daha büyük ikizi Ludvig’in uzun, iç içe geçen beyaz bir kumaşı alıp yüzüne sardığını gördü. Sırayla askerler onu takip ederek aynı şeyi yaptılar.
Kendrick’in yanına kendini Naten olarak tanıtan bir asker atıyla geldi, Kendrick bu adamı görür görmez ondan hazzetmemişti. Kendrick’e verilen liderliğe karşı isyankardı ve saygısız hareketleri gözüne batıyordu.
Naten, yakına gelirken Kendrick ve adamlarına küçümseyerek baktı.
“Bu yolculuğa önderlik ettiğini düşünüyorsun,” dedi, “sırf Kral sana bu görevi verdi diye. Ancak adamlarını Kum Duvarı’ndan koruyacak kadar bile bir şey bilmiyorsun.”
Kendrick adama bakınca, gözlerinde ona karş duyduğu nedensiz bir nefret barındırdığını gördü. Başlangıçta Kendrick, bir şekilde onun yüzünden kendini tehdit altında hissetmiş olabileceğini düşündü. Ne de olsa bir yabancıydı ama şimdi bu adamın nefreti sevdiğini anlıyordu.
“Ona atkıları verin!” diye bağırdı Koldo Naten’a, sabırsız bir şekilde.
Bir zaman geçip de duvara git gide yaklaşınca kumlar şiddetlendi ve ancak o zaman Naten nihayet uzanıp atkı çuvalını Kendrick’e fırlattı, çuval at üstündeki Kendrick’in göğsüne sertçe çarpıp durdu.
“Bunu adamlarına dağıt,” dedi, “yoksa duvar sizi haklar. Seçim senin, gerçekten umurumda değil.”
Naten atını adamlarının olduğu yere döndürerek gitti, Kendrick her birinin yanına giderek atkıları adamlarına tek tek dağıttı. Sonrasında kendi atkısını Ridge’den gelen diğerlerinin yaptığı gibi nefes alacak kadar boşluk bırakarak güvende olmasını sağlayarak kafasına ve yüzüne tekrar tekrar doladı. Dışarıyı zar zor görebiliyordu, dünya ışık altında bulanıktı.
İyice yakınlaşıp döne döne havaya çıkan kumlar kulaklarını sağır edici hale gelince kendini duruma hazırladı. Şimdiden sadece elli metre uzağındayken, hava zırhına çarparak seken kum sesleriyle doluyordu ve bir an sonra hissetmeye de başladı.
Kendrick Kum Duvar’ına dalarken sanki kendini bir kum okyanusuna bırakıyormuş gibi hissetti. Çıkardığı ses o kadar yüksekti ki, kendi kalbinin atışını kulaklarında zar zor duyuyordu. Tüm vücudu kumla kaplanmış, içeri girmeye çalışıp onu yırtıyorlardı. Dönerek kalkan tozlar o kadar yoğundu ki sadece bir kaç adım yanında olan Brandt’ı ya da Atme’yi göremiyordu bile.
“SÜRMEYE DEVAM EDİN!” diye bağırdı Kendrick adamlarına, onu duyabileceklerinden emin bile değildi ama sesini duyurarak onlara olduğu kadar kendine de güven vermek istiyordu. Atlar deli gibi kişniyor, yavaşlıyor, garip hareketlerde bulunuyorlardı. Kendrick aşağı bakınca kumun atların gözlerine girdiğini gördü, gittikçe daha sert darbelerle vuruyordu kum, atların durmaması için dua etti.
Kendrick hiç durmadan ilerlerken bunun asla sonu gelmeyeceğini düşünmeye başladı ta ki nihayet duvardan minnet duyarak çıkana kadar. Diğer tarafa yanında adamlarıyla beraber geçti, Büyük Çöl’ün öte tarafındalardı, açık gökyüzü ve boşluk onları karşılamak için diğer tarafta bekliyordu. Kum Duvarı ilerledikçe etkisini yitirdi, sükûnet yeniden galip geldi ve Kendrick Ridge adamlarının ona ve kendi adamlarına şaşkınlıkla baktıklarını gördü.
“Başaramayacağımızı mı düşündünüz?” diye sordu Kendrick, şaşkın şaşkın bakan Naten’a.
Naten omuz silkti.
“Her iki şekilde de umurumda değil,” dedi ve adamlarıyla beraber atını sürdü.
Kendrick, Brandt ve Atme’yle bakıştı, hepsi yeniden Ridge’ten gelen bu adamların kim olduklarını merak etti. Kendrick güvenlerini kazanmanın uzun ve zorlu bir yol olacağını hissetti. Neticede o ve adamları yabancılardı, bu yolu yaratan ve başlarına dert olan onlardı.
“Önümüzde!” diye bağırdı Koldo.
Kendrick önüne bakınca orada, çölde, o ve Halka’nın diğer halkı tarafından bırakılan izleri gördü. Tüm ayak izleri artık kumun üstünde sertleşmiş, ufka doğru ilerliyordu.
Koldo bittikleri yerde durdu, tıpkı diğerleri gibi biraz ara verdi, adamlar ve atlar nefes nefeseydi. Hepsi aşağı bakıp izleri incelemeye başladılar.
“Çölün bu izleri silmesini beklerdim,” dedi Kendrick şaşkınlıkla.
Naten onlara alaycı bir bakışla baktı.
“Bu çöl hiç bir şeyin izini silemez. Burada yağmur yağmaz, her şeyi hatırlar. Bu izleriniz sizi doğruca bize yönlendirecekti ve Ridge’in çöküşüne neden olacaktı.
“Onunla uğraşmayı bırak,” dedi Koldo Naten’a karamsar bir tonla, sesi otoriterdi.
Hepsi dönüp ona baktı ve Kendrick ona karşı hissettiği minnet duygusuyla doldu.
“Neden uğraşmayayım,” diye cevapladı Naten. “Bu sıkıntıya onlar sebep oldular, şimdi evimde, Ridge’te son derece güven içinde olabilirdim.”
“Devam edersen,” dedi Koldo, “seni hemen eve göndereceğim. Bu görevden atılacaksın ve Kral’a tayin ettiği kumandanına nasıl saygısızlık ettiğini anlatmak zorunda kalacaksın.”
Naten nihayet aklını başına getiren bu azarla aşağı bakıp grubun diğer tarafına geçti.
Koldo, Kendrick’e baktı ve kumandan diğerine saygıyla kafasını salladı,
“Adamlarımın itaatsizliği için özür dilerim,” dedi. “Eminim senin de bildiğin gibi bir kumandan tüm adamlarıyla aynı fikirde olamaz her zaman.”
Kendrick saygıyla başını sallarken Koldo’ya her zamankinden çok saygı duyuyordu.
“Halkının izleri bunlar mı yani?” diye sordu Koldo aşağı bakarak.
Kendrick kafasıyla onayladı.
“Öyle görünüyor.”
Koldo iç geçirip döndü ve takip etti.
“Sonuna kadar bu izi takip etmeliyiz,” dedi. “En sonuna ulaştığımızda geriye dönüp izi sileceğiz.”
Kendrick şaşırmıştı.
“Fakat geri gelirken kendi izimizi bırakmayacak mıyız?”
Koldo işaret edince Kendrick nereyi gösterdiğine baktı. Adamların atlarının arkasında tırmığa benzeyen çok sayıda aletin olduğunu gördü.
“Süpürücüler,” diye açıkladı Ludvig, Koldo’nun yanına gelerek. “İlerlerken arkamızdan izleri silecekler.”
Koldo gülümsedi.
“Ridge’i yüzyıllardır düşmanlardan uzak tutan şey işte budur.
Kendrick bu dahiyane aletlere hayranlıkla bakarken adamlar atlarını topuklayıp izi takip ederek çöl boyunca dört nala koşarak Çöl’e, ufkun sadece boşluktan oluştuğu bu yere geri döndüler. Kendrick kendine rağmen onlar ilerlerken Kum Duvarı’na son bir kez bakmak için geriye döndü, bir şekilde buraya bir daha asla ve asla dönemeyeceklerine dair his çökmüştü üstüne.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Erec geminin pruvasında, Alistair ve Strom yanında dururken daralan nehre endişeyle bakıyordu. Arkalarından onları yakından takip eden küçük donanma Güney Adalar'dan çıktıkları zamanı hatırlatarak bu sonsuz nehirde yılan gibi kıvrılıp geliyordu ve hep beraber İmparatorluk'un derinliklerine doğru ilerliyorlardı. Bazı noktalarda bu nehir bir okyanus kadar genişti, kıyıları görünmüyordu ve suları berraktı fakat Erec şimdi ufukta daraldığını, belki yirmi metre genişliğe düşerek bir dar geçide dönüştüğünü ve suların bulanıklaştığını görüyordu.
Erec'in profesyonel asker olan tarafı tetikteydi. Adamlarına önderlik ederken dar alanlardan hoşlanmazdı, daralan bu nehrin onları pusuya düşmeye daha açık bir hale getireceğini biliyordu. Erec omzundan geriye baktığında denizde kaçtıkları kalabalık İmparatorluk donanmasından hiç bir iz göremiyordu fakat yine de oralarda bir yerlerde olmadıkları anlamına gelmiyordu bu. Onu bulana kadar aramaktan asla vazgeçmeyeceklerini biliyordu.
Erec, elleri belinde sırtını dönüp gözlerini kısarak her iki yanda uzanan İmparatorluk'un terk edilmiş ve sonsuzluğa uzanan topraklarına, kuru kum ve sert kayalardan oluşan, ağaçsız ve medeniyet izi taşımayan kara parçalarına baktı. Erec, nehrin kıyılarına bakınca en azından her hangi bir kale ya da nehir kenarına konuşlanmış İmparatorluk taburlarından bir iz görmediği için minnettardı. Donanmasını mümkün olan en çabuk şekilde Volusia'ya götürmek, Gwendolyn ve diğerlerini bulup onları serbest bırakmak ve buradan çıkmak istiyordu. Onları yeniden koruma sağlayabileceği Güney Adalar'ın güvenli bölgesine götürmek istiyordu. Yol üstünde dikkatini dağıtacak her hangi bir şey istemiyordu.
Fakat öte yandan, uğursuz sessizlik ve ıssız arazi de onu endişelendiriyordu: İmparatorluk pusu kurmak için onları bekliyor olabilir miydi?
Erec, düşmandan beklenen saldırıdan daha büyük bir tehlikenin orada olduğunu biliyordu, açlıktan ölebilirlerdi. Bu çok daha endişe vericiydi. Esasen çorak bir çöl arazisini geçiyorlardı ve zaten az olan erzakları tükenmek üzereydi. Erec orada dururken midesinden gelen gurultuları duyabiliyordu, kendilerine ve diğerlerine uzun zamandır sadece bir öğün için izin verebiliyordu. Bu yolculukta yakın bir zamanda bereketli topraklara rastlamayacakları kesindi bu nedenle çok daha büyük bir problemleri vardı. Bu nehir bir şekilde sona erecek miydi? Volusia'yı hiç bulabilecekler miydi?
Daha fenası, ya Gwendolyn ve diğerleri artık burada değiller veya öldülerse diye düşündü.
"Bir tane daha!" diye bağırdı Strom.
Erec dönünce adamlarının ucunda parlak sarı bir balığın olduğu balık ağını çektiklerini gördü, balık güvertede can çekişiyordu. Denizci üzerine bastı ve Erec diğerleriyle beraber etrafına toplanıp baktı. Kafasını hayal kırıklığıyla salladı: iki kafası vardı. Bu nehirde bolca yaşadıkları anlaşılan zehirli bir başka balıktı bu da.
"Bu nehir lanetli," dedi adamı, balık ağını suya fırlatırken.
Erec tırabzana geri yürüyüp sinirlenerek suları inceledi. Birinin varlığını hissedip dönünce yanı başında Strom'u gördü.
"Ya bu nehir bizi Volusia'ya götürmezse?" diye sordu Strom.
Erec, kardeşinin yüzündeki endişeyi okudu, aynısını o da hissediyordu.
"Bizi bir yerlere çıkaracağı kesin," diye cevapladı Erec. "Bizi kuzeye götürüyor. Eğer Volusia'ya değilse karayı yürüyerek geçip mücadelemizi veririz."
"Öyleyse gemileri terk mi etmeliyiz? Bu yerden nasıl kurtulacağız? Güney Adalar'a nasıl döneceğiz?"
Erec yavaşça başını sallayıp iç geçirdi.
"Dönemeyebiliriz," diye dürüstçe cevapladı. "Hiç bir onur görevi güvenli olmamıştır. Bu seni ya da beni hiç durdurdu mu?"
Strom ona dönüp gülümsedi.
"Bu yaşama sebebimiz," diye cevapladı.
Erec de ona gülümseyip döndü ve diğer yanına gelen Alistair'i gördü. Tırabzanları tutup, yol alırken gittikçe daralan nehre bakıyordu. Gözleri alev alev yanıyordu ama sanki burada değilmiş gibiydi, Erec onun başka bir dünyada kaybolduğunu görebiliyordu. Onda değiştiğini düşündüğü başka bir şey daha vardı, ne olduğundan emin değildi ama sanki içinde tuttuğu bir sırrı var gibiydi. Ona sormak için sabırsızlanıyor ama onu rahatsız etmek de istemiyordu.
Boru sesleri duyulunca Erec şaşkınlıkla dönüp geriye baktı. Kasvetli görüntü karşısında kalbi sıkıştı.
"HIZLA KAPANIYOR!" diye bağırdı denizci direğin tepesinden, çıldırmış gibi işaret ederek. “İMPARATORLUK DONANMASI!”
Erec güverteyi ardından geminin kıçını Strom'la beraber arşınlarken savaş paniği yaşayan tüm adamlarını hızla geçiyordu. Herkes kılıçlarını alıyor, yaylarını hazırlıyor ve kendilerini zihinsel olara duruma hazırlamaya çalışıyorlardı.
Erec kıça gidip tırabzanı tuttu ve öne baktı, gerçek olduğunu gördü: orada, nehrin kıvrımında, sadece bir kaç yüz metre ötede siyah ve altın renkli yelkenleri açık olan bir sıra İmparatorluk gemisi vardı.
"İzimizi bulmuş olmalılar," dedi yanında duran Strom.
Erec kafasını salladı.
"Tüm bu zamandır bizi takip ediyorlardı," dedi durumu fark ederek. "Sadece kendilerini doğru zamanda göstermeyi bekliyorlardı."
"Neyin doğru zamanını?" diye sordu Strom.
Erec döndü ve omzunun üstünden nehrin kaynağına baktı.
"Bunun," dedi.
Strom döndü ve daralan nehri inceledi.
"Nehrin en dar noktasına kadar gelmemizi beklediler," dedi Erec. "Tek sıra halinde ilerlememizi ve geri dönmemiz için geç olmasını beklediler. Nerede olmamızı istiyorlarsa oraya ulaşmamızı beklediler."
Erec donanmaya bakarken orada durdu, adamlarını ve kendini kriz anlarında yönlendirdiği tüm zamanlardaki gibi inanılmaz bir şekilde odaklandığını hissediyordu. Böyle zamanlarda olduğu gibi birden bir hisle doldu, aklına bir fikir geldi.
Erec kardeşine döndü.
"Yanımızdaki gemiye adam çıkartın," diye emretti. "Donanmamızın arkasını boşaltın, adamları en sondakinden indirin ve yanındakine geçirin. Beni duydun mu? O gemiyi boşaltın. Gemi boşaldığında en son terk eden sen olacaksın"
Strom aklı karışmış halde ona baktı.
"Gemi boşalınca mı?" diye tekrarladı. "Anlamadım."
"Batırmayı planlıyorum."
Şaşkına dönen Strom, "batırmak mı?" diye sordu.
Erec kafasını salladı.
"En dar noktada, nehir kıyıları birleşirken gemiyi yana doğru döndürüp terk edeceksin. Bir tıpaç yaratacağım, ihtiyacımız olan engeli kuracağız. Kimse bizi takip edemeyecek. Şimdi git!" diye bağırdı Erec.
Strom, ağabeyinin talimatlarını takip ederek hareket geçti, fikrini kabul etse de etmese de hemen davrandı. Erec gemiyi diğerlerinin yanına götürürken Strom bir tırabzandan diğerine atladı. Diğer gemiye çıkınca emirleri yağdırmaya başladı ve adamlar hemen harekete geçtiler. Hepsi sırayla gemiyi terk edip Erec'inkine atladı.
Erec, gemilerin ayrıldığını gördüğü için endişelendi.
"İplere!" diye bağırdı Erec adamlarına. "Kancaları kullanın- gemileri bir arada tuttu!"
Adamları emirleri takip ederek geminin yanına koşuştular, ipli kancaları kaldırıp havaya attılar ve yanlarındaki gemiye fırlatıp tüm güçleriyle çekerek gemilerin birbirlerinden ayrılmasını durdurdular. Bu hareketleri, süreci hızlandırdı, onlarca adam bir tırabzandan diğerine geçip gemilerini terk ederken aceleyle silahlarını tutuyorlardı.
Onları kontrol eden Strom emirler yağdırırken, tüm hepsinin gemiyi terk etmesini ve güvertede kimsenin kalmamasını sağlamaya çalışıyordu.
Strom Erec'in bakışlarını yakaladı, onu onaylıyordu.
"Gemideki erzakları ne yapalım?" diye bağırdı Strom sesi yankılanıyordu. "Ya fazla cephanelik?"
Erec kafasını salladı.
"Bırak kalsın," diye cevap verdi. "Sadece arkayı tutup gemiyi yok et."
Erec döndü ve pruvaya koşarak donanmayı yönlendirirken hepsi onu takip etti ve dar geçitte arkasından geldiler.
"TEK SIRA!"
Tüm gemiler, nehir en dar noktasına geldiğinde arkasına dizilmişti. Erec donanmasıyla beraber ilerlerken, geriye baktı ve İmparatorluk donanmasının arayı hızla kapattığını ve belki sadece yüz metre uzaklarında olduğunu gördü. İmparatorluk birliklerindeki adamlar yaylarını çıkarıp oklarını hazırlayıp ateşe verdiler. Aralarındaki mesafenin saldırı için makul sınırlara geldiğini ve kaybedecek zamanları olmadığını biliyordu.
Strom'un gemisi, donanmadaki sonuncusu tam en dar noktaya girdiğinde "ŞİMDİ!" diye bağırdı Erec Strom'a.
Erec'i izleyip bekleyen Strom kılıcını kaldırıp gemiyi Erec'in gemisine bağlayan ipleri kesti ve aynı anda Erec'in yanına gelecek şekilde tırabzanlardan atladı. Terk edilmiş gemi tam en dar bölüme geldiğinde kesmişti ipleri, gemi dümensiz şekilde hareket etmeye başladı.
"YANA ÇEVİRİN!" diye emretti Erec adamlarına.
Adamlar uzanıp geminin artık sadece bir yanında kalan ipleri tuttular ve olabildiğince kuvvetli bir biçimde çektiler. Gemi, korkunç sesler çıkarıp yavaşça yana doğru, akıntının aksi istikametine döndü ve nihayet akıntıyla taşınıp iki nehir kıyısındaki kayalıklara oturdu. Yükselen sesler arasında çatırdamaya başladı.
"DAHA SERT ÇEKİN!" diye bağırdı Erec.
Hiç durmadan iplere abanan adamlarına eşlik etti Erec, tüm güçleriyle çekerken hepsi inliyordu. Yavaşça gemiyi döndürmeyi başardılar, sıkı sıkı tutarak kayalıklara oturduğu yere daha sıkı yerleşmesini sağladılar.
Gemi kayalıklara tam oturup hareket etmeyi kesince Erec nihayet tatmin oldu.
"İPLERİ KESİN!" diye bağırdı, bunu ya şimdi yapacaklardı ya da asla, kendi gemisinin gücünü yitirdiğini hissediyordu.
Erec'in adamları, kalan ipleri kesip gemiden kurtardılar, ne bir saniye geç ne bir saniye erken.
Terk edilen gemi çatırdayarak çökmeye başladı, enkazı nehri sıkı sıkıya kapattı ve bir an sonra gök, Erec'in donanmasının üstüne yanarak inen İmparatorluk oklarına ev sahipliği yaparken karardı.
Erec adamlarının zarar görmeyecekleri şekilde tam zamanında çekilmelerini sağladı, oklar Erec'in donanmasına yirmi metre kala terk edilmiş gemiye isabet ettiler ve böylece geminin alev alması görevine hizmet ederek İmparatorluk'la aralarında bir engel daha oluşturdular. Şimdi nehir geçilmez durumdaydı.
"Tam gaz ileri!" diye bağırdı Erec.
Donanması tam süratle ilerleyip rüzgarı arkalarına aldı, oluşturdukları engelle aralarındaki mesafeyi açıp gittikçe kuzeye ilerleyerek İmparatorluk oklarının onlara zarar veremeyeceği uzaklığa gittiler. Ateşli oklardan oluşan bir başka yaylım ateşi geldi ve hepsi suya düştü, bu olurken suya çarpan oklar tıslayarak söndü.
Denizde ilerlemeye devam ederken Erec pruvada durup, yanan geminin önünde İmparatorluk donanmasının zorunlu duruşunu keyifle izledi. İmparatorluk gemilerinden biri alevli engeli aşmaya çalıştı fakat tüm çabalarının sonunda gemi alev aldı ve içindeki yüzlerce İmparatorluk askeri alevlerce yutulurken güverteden aşağı atladılar. Alev topuna dönen gemileri de enkaz halinde denizin dibini boyladı. Bu manzaraya bakarken Erec, İmparatorluk'un daha günler boyunca onlara engel olamayacağını anladı.
Erec omuzunda güçlü bir el hissedince döndü ve yanında ona gülümseyerek duran Strom'u gördü.
"İlham verici stratejilerinden biri daha," dedi.
Erec ona gülümsedi.
"İyi işti," diye cevapladı.
Erec döndü ve geride kalan nehir kaynağına baktı, sular her taraftan akıyordu, henüz tam olarak rahatlamamıştı Erec. Bu savaşı kazanmışlardı ama önlerinde belirecek engellerin nele olduğunu kim bilebilirdi?