Kitabı oku: «Nutuk», sayfa 3
İstanbul’a Geri Çağrılışım
Bu tarihten beş gün sonra yani 8 Haziran 1919’da İstanbul’a Harbiye Nazırı tarafından çağrıldığımı ve gizlice sormam üzerine, kimler tarafından ve niçin istenildiğimi, devlet adamlarımızdan bir zatın haber verdiğini daha önce bir münasebetle yaptığım açıklamamda ifade etmiştim. O zat Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti (Genel Kurmay Başkanlığı) makamında bulunan Cevat Paşa idi. Bunun üzerine İstanbul ile yapılmış olan yazışmaların bir kısmı herkesçe öğrenilmiştir. Bu yazışmalar, Erzurum’da istifa ettiğim tarihe kadar muhtelif Harbiye Nazırlarıyla ve doğrudan doğruya Sarayla devam etmiştir.
Anadolu’ya geçeli bir ay olmuştu. Bu müddet zarfında bütün ordu birlikleriyle temas ve bağlantı sağlanmış ve millet mümkün olduğu kadar aydınlatılarak dikkatli ve uyanık bir hâle getirilmiş, millî teşkilat kurulması fikri yayılmaya başlamıştı. Umumi durumu artık bir komutan sıfatıyla sevk ve idareye imkân kalmamıştı. Yapılan davet emrine itaat etmemiş ve onu yerine getirmemiş olmakla beraber, millî teşkilat ve mücadelenin sevk ve idaresine devam etmekte bulunduğuma göre, şahsen asi duruma geçmiş olduğuma şüphe edilemezdi. Bundan başka ve bilhassa girişmeye karar verdiğim teşebbüs ve faaliyetlerin esaslı ve şiddetli olacağının tahmini güç değildir. Bundan dolayı teşebbüs ve faaliyetlerin bir an önce şahsi olmak mahiyetinden çıkarılması ve bütün milletin birlik ve beraberliğini temin ve temsil edecek bir heyet adına olması zaruriydi.
Sivas’ta Umumi Bir Millî Kongre Toplamak Kararı
Bu sebeple, 18 Haziran 1919 tarihinde, Trakya’ya verdiğim talimatta işaret ettiğim bir noktanın uygulanması zamanı gelmiş bulunuyordu. Hatırınızdadır ki o nokta Anadolu ve Rumeli teşkilatlarını birleştirerek bir merkezden temsil ve idare etmek üzere Sivas’ta umumi bir millî kongre toplamaktı. Bu gayenin gerçekleşmesi için yaverim Cevat Abbas Bey’e 21-22 Haziran 1919 gecesi, Amasya’da yazdırdığım genelgenin esas noktaları şunlardı:
1- Vatanın bütünlüğü, milletin istiklali tehlikededir.
2- İstanbul hükûmeti, üzerine aldığı sorumluluğun icaplarını yerine getirememektedir. Bu hâl, milletimizi âdeta yok olmuş gösteriyor.
3- Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.
4- Milletin içinde bulunduğu durum ve şartlara göre harekete geçmek ve haklarını yüksek sesle cihana işittirmek için her türlü tesir ve kontrolden uzak millî bir heyetin varlığı zaruridir.
5- Anadolu’nun her bakımdan en emniyetli yeri olan Sivas’ta, millî bir kongrenin acele toplanması kararlaştırılmıştır.
6- Bunun için bütün vilayetlerin her sancağından halkın güvenini kazanmış üç temsilcinin, mümkün olduğu kadar çabuk yetişmek üzere hemen yola çıkarılması icap etmektedir.
7- Her ihtimale karşı, bu meselenin bir millî sır hâlinde tutulması ve temsilcilerin, lüzum görülen yerlerde, seyahatlerini kendilerini tanıtmadan yapmaları lazımdır.
8- Doğu vilayetleri adına, 10 Temmuz’da, Erzurum’da bir kongre toplanacaktır. Bu tarihe kadar diğer vilayetlerin temsilcileri de Sivas’a gelebilirlerse Erzurum Kongresi’nin üyeleri, Sivas Umumi Kongresi’ne katılmak üzere hareket ederler (Ves.26).
Görüyorsunuz ki bu yazdırdığım hususlar zaten dört gün önce Trakya’ya tebliğ etmiş olduğum bir kararın Anadolu’ya da bir genelgeyle bildirilmesinden ibarettir. Bu kararın 21-22 Haziran 1919 gecesi, karanlık bir odada alınmış korkunç ve esrarlı yeni bir karar olmadığı, zannımca, kolaylıkla takdir buyurulur.
Bu noktanın aydınlanması için, arzu buyurursanız küçük bir izahta bulunayım.
Efendiler, o müsvedde işte bu kâğıtlardır, (göstererek) dört maddeliktir, içindekileri söyledim. Sonunda, benim imzam vardır. Bir de vazife dolayısıyla Kurmay Başkanı’m bulunan Albay Kazım Bey’in (şimdiki İzmir Valisi Kazım Paşa), kurmay heyetimden tebliğ işleriyle vazifeli Hüsrev Bey’in (hâlen büyükelçi), askerî makamlara şifre eden yaverim Muzaffer Bey’in ve sivil makamlara şifre eden bir memur efendinin imzaları vardır. Bundan başka daha bazı imzalar vardır.
Adını Saklayan Bir Tanıdığın Amasya’ya Gelmesi
Bu imzaların, bu müsveddeye konması güzel bir talih ve tesadüf eseridir.
Daha Havza’da bulunduğum sırada Ankara’da bulunan 20’nci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’dan bir şifre telgraf aldım. Bu telgraf aşağı yukarı, “Tanıdığınız bir zat, bazı arkadaşlarla İstanbul’dan buraya gelmiştir. Nasıl hareket etmeleri lazım geldiği hakkında ne emir buyuruyorsunuz?” manasındaydı. Âdeta bir muammayı andıran bu telgraf, bende pek ziyade merak ve hayret uyandırdı. Bahsedilen zatı tanıyorum, benden nasıl hareket edeceğini soruyor, Ankara’da arkadaşım olan güvenilir bir komutanın yanında, telgraf da şifredir. O hâlde neden adını şifre olarak dahi yazdırmaktan çekiniyor? Bir hayli düşündüm. Anlar gibi oldum; tahmin buyrulur ki muamma çözmekle uğraşmaya zamanım müsait değildi. Fakat Fuat Paşa’yı yakından görmeyi, bölgeleri, çevreleri, düşünceleri hakkında kendisiyle görüşmeyi, pek ziyade arzu ediyordum. Bu muammalı telgrafın ilhamıyla kendisine şu ricada bulundum: “Ankara’dan ayrıldığınızı hissettirmeyecek şekilde hazırlıklarınızı yapıp tedbirlerinizi aldıktan sonra isim ve kıyafet değiştirerek birkaç gün içinde acele yanıma geliniz. İstanbul’dan gelen arkadaşları da beraber getiriniz.
Hakikaten Fuat Paşa, dediğim gibi Havza’ya hareket eder. Fakat bazı zorlayıcı sebeplerden dolayı derhâl Havza’yı terk edip Amasya’ya gitmeye mecbur olmuştum. Fuat Paşa, Havza yolunda durumu anlar ve Amasya’ya doğru hareket eder. İşte bu suretle 21-22 Haziran’da, Amasya’da, yanımda bulunuyor. Adı şifrede yazılmayan zat da Rauf Bey idi.
İstanbul’u terk etmek üzere, evimden otomobile bineceğim sırada Rauf Bey yanıma gelmişti. Bineceğim vapurun takip olunacağını ve İstanbul’da iken tevkif etmediklerine göre belki de Karadeniz’de batırılacağını emin bir yerden işitmiş, onu haber verdi. Ben İstanbul’da kalıp tevkif olunmaktansa batıp boğulmayı tercih ettim. Ve hareket ettim. Kendisine de eninde sonunda İstanbul’dan çıkmak zorunda kalırsa benim yanıma gelmesini söyledim.
Rauf Bey, gerçi İstanbul’dan çıkmak lüzumunu hissetmiş ve çıkmış… Fakat benim yanıma gelmedi, arkadaşı olan 56’ncı Tümen Komutanı Albay Bekir Sami Bey’in yanında, İzmir cephesine daha yakın bir yerde, daha tesirli ve faydalı olacağını zannederek Bandırma-Akhisar yoluyla Manisa bölgesine gitmiş. Gittiği yerde halkın maneviyatının bozuk, durumun tehlikeli ve dehşetli olduğunu görmüş, derhâl isim değiştirerek oradan Ödemiş, Nazilli, Afyonkarahisar üzerinden Aziziye-Sivrihisar yoluyla ve arabayla Ankara’ya, Fuat Paşa’nın yanına gelmiş ve bana haber göndermiş; pek güzel ama adını saklamak suretiyle beni üzmekte mana var mıydı?
Diğer taraftan, 3’üncü Kolordu Komutanı’m olup, Samsun Mutasarrıflığı’nda bıraktığım Refet Bey’i, artık Sivas’ta Kolordu merkezine göndermek istiyordum. Birkaç defa gelmesi için emir vermiştim. Bölgeyi teftişe çıkmış. Emirlerime cevap dahi alamıyordum. Nihayet o da bir tesadüf eseri, o gün gelmişti.
Rauf ve Refet Beylerin Tereddütleri
Şimdi imza meselesine gelelim:
Ben, müsveddenin yeni gelen arkadaşlar tarafından da imzalanmasını arzu ettim. O esnada, Rauf ve Refet Beyler benim odamda, Fuat Paşa diğer bir odada bulunuyorlardı.
Rauf Bey, misafir olduğundan bu müsveddeye imza koymak için kendinde bir ilgi ve yetki görmediğini nezaketle ifade etti. Bunun tarihî bir hatıra olduğunu belirterek imza etmesini söyledim. Bunun üzerine imza etti.
Refet Bey, imzadan kaçındı ve böyle bir kongre yapılmasındaki maksat ve faydayı anlayamadığını söyledi.
İstanbul’dan beri beraber getirdiğim bu arkadaşın “tuttuğumuz yola göre” anlaşılması pek basit olan bir meselede böyle düşünmesi ve hissetmesinden elem duydum.
Fuat Paşa’yı çağırttım. Paşa maksadımı anlayınca derhâl imza etti. Fuat Paşa’ya Refet Bey’in tereddüdünün sebebini anlayamadığımı söyledim. Fuat Paşa, Refet Bey’den biraz ciddi izahat istedikten sonra, Refet Bey, müsveddeyi eline alarak kendine mahsus bir işaret koydu. Öyle bir işaret ki bunu bu müsveddede bulmak biraz güçtür.
(Buyurun! Merak eden inceleyebilir.)
Efendiler, lüzumsuz gibi görülebilen bu açıklamalar, sonraki yıllara ve olaylara ait bazı karanlık noktaları aydınlatmaya yarar düşüncesiyle yapılmıştır.
İstanbul’da Bazı Kimselere Gönderdiğim Mektup
Kongreye davet genelgesi sivil ve askerî makamlara şifre olarak verildi.
Bundan başka İstanbul’da bulunan bazı kimselere de gönderildi. Fakat bu kimselere ayrıca bir de umumi mektup yazdım. Kendilerine mektup yazdığım kimseler şunlardı: Abdurrahman Şeref Bey, Reşit Akif Paşa, Ahmet İzzet Paşa, Seyit Bey, Halide Edip Hanım, Kara Vasıf Bey, Ferit Bey (Nafıa Nazırı-Bayındırlık Bakanı idi), Sulh ve Selamet Partisi Başkanı Ferit Paşa (Sonradan Harbiye Nazırı oldu.), Cami Bey, Ahmet Rıza Bey.
Bu mektupta söylediğim noktaları kısaca tekrar edeceğim:
1- Yalnız mitingler ve nümayişler, büyük gayeleri hiçbir vakit kurtaramaz.
2- Bunlar ancak milletin bağrından fiilen doğan ortak kudrete dayanırsa kurtarıcı olur.
3- Zaten acı olan durumu tehlikeli şekle koyan en kuvvetli tesir, İstanbul’daki muhalif akımlar ve millî davayı zararlı bir şekilde yüzüstü bırakan siyasi ve millet aleyhine propagandalardır. Bunun cezasını vatanımız aleyhinde fazlasıyla görmekteyiz.
4- Artık İstanbul Anadolu’ya hâkim değil, tabi olmak mecburiyetindedir.
5- Size düşen fedakârlık pek büyüktür (Ves. 27).
Ali Kemal Bey’in Genelgesi
25 Haziran’a kadar Amasya’da kaldım. Hatırlardadır ki o tarihlerde Dâhiliye Nezaretinde (İçişleri Bakanlığı) bulunan Ali Kemal Bey, benim azledildiğim ve artık benimle hiçbir resmî muameleye girişmemek ve hiçbir isteğimi yerine getirmemek hususunda şifre ile bir genelge yayımlamıştı.
23 Haziran 1919 tarih ve 84 numaralı olan bu şifre metnini, dikkate değer bir zihniyeti gösterir vesika olduğu için aynen arz edeceğim:
Dâhiliye Nazırı Ali Kemal Bey’in 23.6.1919 tarihli ve 84 sayılı şifresinin çözülmüş suretidir:
Mustafa Kemal Paşa büyük bir asker olmakla beraber, günün siyasetinden o derece haberi olmadığı için büyük vatanseverlik ve gayretine rağmen yeni vazifesinde asla başarı gösteremedi. İngiliz Fevkalade Temsilcisi’nin istek ve ısrarıyla azledildi ve edildikten sonra yaptıkları ve yazdıklarıyla da bu kusurlarını daha çok meydana vurdu. Reddiilhak Cemiyetleri gibi Karasi (Balıkesir) ve Aydın dolaylarında Müslüman ahaliyi boş yere kırdırmaktan veyahut bu vesileden istifadeyle halkı haraca kesmekten başka bir iş görmeyen emirsiz, saygısız ve kanunsuz olarak kurulan bazı teşekküller için öteden beri çektiği telgraflarla da siyasi hatasını idari bakımdan da artırdı. Kendisinin İstanbul’a getirilmesi Harbiye Nezaretine ait bir vazifedir. Fakat Dâhiliye Nezaretinin size kesin emri, artık o zatın azledilmiş olduğunu bilmek, kendisiyle hiçbir resmî muameleye girişmemek, hükûmet işlerine dair hiçbir isteğini yerine getirmemektir. Bu talimata uygun hareket etmekle ne gibi sorumlulukların ortadan kalkacağını takdir buyuracağınızdan eminim. Ve bu önemli ve tehlikeli günlerde, memur, halk, her Osmanlı’ya düşen büyük vazife, barış konferansınca mukadderatımıza dair karar verilirken ve beş senedir yaptığımız çılgınlıkların hesapları görülürken, artık aklımızı başımıza devşirdiğimizi göstermek, akıllıca ve tedbirli davranmak, parti, mezhep, ırk ayrılıklarını gözetmeksizin her ferdin hayatını, malını, ırzını koruyarak, medeni dünyanın gözünde bu memleketi bir daha lekelememek değil midir?
Ali Kemal Bey ve Padişah
Bu şifre-genelgeden, benim ancak Sivas’a vardığım 27 Haziran 1919 tarihinde haberim oldu. Ali Kemal Bey, 23 Haziran tarihinde bu genelgesiyle düşmanlara ve Padişah’a önemli bir vazife yaptıktan sonra 26 Haziran 1919 tarihinde hükûmetten çekilmiştir. Ali Kemal Bey’in Sadrazamlığa verdiği resmî istifa yazısından başka, Saraya gidip Padişah’a bizzat verdiği istifa yazısı suretlerini ve sözlü maruzatını ve Padişah’ın ona verdiği cevabı çok sonra öğrendim.
Ali Kemal Bey, istifa yazılarında, bilhassa Padişah’a sunduğunda: “Muhtelif Osmanlı vilayetlerinde patlak vermiş olan ayaklanma ve karışıklıktan, ihtilal ateşinin derhâl ve olduğu yerde bastırılıp söndürülerek yok edilmesi için tedbirler almak yalnız kendi makamına aitken Padişah’tan gördüğü iltifat ve itimadı çekemeyen bazı arkadaşlarının birçok asılsız bahaneler ileri sürerek ihtilalin daha da genişlemesine yol açmakta olduklarından” bahsettikten sonra “resmî memuriyetten çekilmekle beraber özel şekilde hizmet ve sadakate devam edeceğini” ilave ediyor ve sözlü olarak da “Resmî vazifeden ayrılmasını fırsat sayan düşmanlarının hücumlarından kulunuzu muhafaza buyurunuz.” istirhamında bulunuyor.
Padişah cevap olarak “Beni büsbütün yalnız bırakmayacağından eminim. Sadakatiniz bana büyük ümit ve teselliler vermiştir. Saray, her dakika size açıktır. Refik Bey ile iş birliği yapmaktan ayrılmayınız.” iltifatında bulunuyorlar (Ves. 28).
Sadakatinden Padişah’ın büyük ümit ve teselliye kapıldığı Ali Kemal’i, nazırlık makamında ve Padişah’ın huzurunda gördükten sonra, onu bir de asıl hakiki vazifesi başında görelim!
Canınız sıkılmazsa, Sait Molla’nın Rahip Frew’ya yazdığı mektuplardan birini gözden geçirelim:
Ali Kemal Bey’e,
Son felaketi üzerine üzüntünüzü bildirdiğinizi söyledim. Bu zatı elde bulundurmak lazım; bu fırsatı kaçırmayalım. Bir hediye takdimi için en uygun bir zamandır.
Ali Kemal Bey, dün o zatla görüşmüş. Basın işinde biraz ihtiyatlı davranmak lazım geldiğini söylemiş. Bir kere, bir yola yöneltilen fikir ve kalem sahiplerini, öncekine aykırı bir gayeye sevk etmek bizde kolaylıkla mümkün olmaz. Bütün resmî memurlar, millî mücadeleyi şimdilik iyi görüyorlar, dedi. Ali Kemal Bey talimatınıza harfi harfine uyacak; Zeynelabidin Partisiyle de iş birliği yapmaya çalışıyor. Hülasa işler bulandırılacak.
Aynı mektubun bir notu vardır. Şimdi onu da okuyalım:
“Not: Birkaç defadır söylemek istediğim hâlde unutuyorum. Mustafa Kemal Paşa’ya ve taraftarlarına biraz kendilerinden yanaymış gibi görünmeli ki kendisi hiç şüphelenmeden buraya gelebilsin. Bu işe son derecede önem veriniz. Kendi gazetelerimizle taraftarlık edemeyiz.”
Bu vesikalar hakkında sırası gelince daha çok bilgi veririm. Şimdilik bu kadarı kâfidir.
Ali Galip Bey Sivas’ta
Ali Kemal Bey’in Amasya’da iken henüz haberdar olmadığımı arz ettiğim genelgesi, mebusların ve halkın zihinlerini hakikaten bulandırmış. Her yerde eksik olmayan menfi ruhlu kimseler, derhâl aleyhimde propagandaya ve faaliyete geçmişler.
Bu yoldaki menfi gösterilerin ve fiilî hareketlerin en önemlisi Sivas’ta hazırlanmaya başlanmış.
Müsaade buyurursanız, bunu kısaca anlatayım: Dâhiliye Nazırı Ali Kemal Bey’in yukarıdaki genelgesiyle verdiği emrin tarihi olan 23 Haziran günü Sivas’ta, Ali Galip Bey adında bir zat, on kadar adamıyla hazır bulunuyormuş. Bu zat, İstanbul’dan Elazığ valisi olarak gönderilmiş olan Kurmay Albay Ali Galip’tir. Güya ikinci derecede vilayet memurlarından olmak üzere, birtakım insanları da İstanbul’dan seçmiş, beraberinde götürüyor.
Ali Galip, yolu üzerinde bulunan Sivas’ta kalmış. Özel vazifesi bulunduğuna şüphe etmemek lazım gelen Ali Galip, orada derhâl kuvvetli taraftarlar bulmuş. Vazifesini layığıyla yerine getirmek için hazırlıklara ve tedbirler almaya başlamış.
Dâhiliye Nezaretinin, aleyhimdeki emri gelir gelmez faaliyet başlamış. Sivas sokaklarında “benim hain, asi, zararlı bir adam olduğuma dair” duvarlara yaftalar yapıştırılmış.
Kendisi de bir gün, Sivas’ta vali bulunan Reşit Paşa merhumun yanına giderek Dâhiliye Nezaretinin emrinden bahsettikten sonra, Sivas’a gittiğim takdirde hakkımda uygulayacağı muameleyi sormuş.
Reşit Paşa, ne yapılabileceğini öğrenmek istemiş. Ali Galip, “Ben senin yerinde olsam, derhâl kollarını bağlar, tevkif ederim ve senin de böyle yapman lazımdır.” demiş.
Reşit Paşa, bu işin bu kadar basit olacağına inanmamış, görüşme hayli uzamış. Görüşmeye katılanlar çoğalmış… Hatta bir kısım halk verilecek kararı öğrenmek üzere toplanmış…
Bugün, Haziran’ın 27’nci günüdür. Gözlerimizi, tekrar dönmek üzere, bir an için, bu tablodan ayıralım ve Amasya’ya çevirelim.
Sivas’a Hareket
Ayın 25’inci günü, Sivas’ta aleyhimde bazı münasebetsiz olaylar çıkmaya başladığını öğrendim. 25-26 Haziran gecesi, yaverim Cevat Abbas Bey’i çağırdım ve yarın sabah, karanlıkta, Amasya’dan güneye hareket edeceğiz, dedim. Bu hareketimizin gizli tutularak hazırlanılması için emir verdim.
Bir taraftan da 5’inci Tümen Komutanı ve kurmay heyetimle aramızda gizli olarak şu tedbiri kararlaştırdık: 5’inci Tümen Komutanı, tümeninin seçme subay ve erlerinden meydana gelen ve mümkün olduğu kadar kuvvetli bir atlı piyade müfrezesini derhâl geceden başlayarak süratle kuracaktı. Ben 26 Haziran sabahı, karanlıkta, arkadaşlarımla beraber otomobille Tokat’a hareket edecektim. Müfreze kurulur kurulmaz, Tokat üzerinden Sivas’a doğru sevk olunacak, benimle temas arayacaktı. Hareketimiz hiçbir tarafa telgrafla bildirilmeyecek ve mümkün olduğu kadar Amasya’da da duyurulmayacaktı.
1 Haziran’da Amasya’dan hareket ettim. Tokat’a varır varmaz telgrafhaneyi kontrol altına aldırarak benim varışımın Sivas’a ve hiçbir tarafa bildirilmemesini temin ettim. 26-27 gecesini orada geçirdim. 27’de Sivas’a hareket ettim. Otomobille Tokat’tan Sivas’a aşağı yukarı altı saattir.
Sivas valisine, Tokat’tan Sivas’a hareket ettiğime dair açık bir telgraf yolladım. İmzada Ordu Müfettişliği unvanımı kullanmıştım.
Telgrafta, maksatlı olarak hareket saatimi kaydetmiştim. Fakat bu telgrafın hareketimden altı saat sonra çekilmesini ve o zamana kadar hiçbir şekilde Sivas’a bilgi verilmemesini temin edecek tedbirleri aldırdım.
Şimdi efendiler, gözlerimizi tekrar Sivas’ta bıraktığımız tabloya çevirelim:
Ali Galip Bey ve Reşit Paşa arasında, hakkımda uygulanacak muamelenin münakaşası sahnesine… Münakaşanın kızıştığı bir safhada, Reşit Paşa’nın eline, benim Tokat’tan çekilen telgrafımı verirler. Reşit Paşa hemen Ali Galip Bey’e uzatır. “İşte kendisi geliyor, buyurun, tevkif edin!” der. Reşit Paşa telgrafta yazılı olan hareket saatini görünce hemen kendi saatini çıkarır, bakar “Efendim geliyor değil, gelmiş olacaktır.” diye ilave eder.
Bunun üzerine, Ali Galip, “Ben tevkif ederim dedimse, benim vilayetim içinde olursa tevkif ederim, demek istedim.” deyince toplantı hâlinde bulunanları bir heyecan kaplar… Hep birden “Haydi öyleyse, karşılamaya gidelim.” diyerek toplantıya son verirler.
Ancak eşraf ve ileri gelenler, halk ve askerle parlak bir karşılama töreni hazırlayabilmek için biraz zaman kazanmak lazım geldiğini, hâlbuki hesapça benim Sivas şehri kapılarına kadar yaklaşmış olabileceğimi göz önüne alarak, beni şehrin girişine yakın olan Ziraat Numune Çiftliği’nde biraz istirahat ettirmenin çaresini düşünmüşler. Vali Paşa, karargâhının sıhhiye başkanı olup, evvelce teşkilat için Sivas’a göndermiş olduğum Tali Bey’i davet ve bu vazifenin yerine getirilmesini ondan rica etmiş ve hazırlıkları bitirir bitirmez kendisinin de bize katılacağını söylemiş.
Hakikaten tam Numune Çiftliği civarında, karşımıza çıkan bir otomobilin içinden Tali Bey göründü. Otomobillerden indik, çiftliğin avlusunda oturduk. Tali Bey, hikâye ettiğim durumu etraflıca izah ettikten sonra, vazifesinin beni burada biraz meşgul etmek olduğunu söyleyince, derhâl ayağa kalktım ve “Çabuk otomobillere ve Sivas’a” dedim!
Bunun sebebini ifade edeyim. O anda hatırıma gelen şuydu: Karşılama töreni yapacağız, diye Tali Bey’i aldatmış olabilirler ve hakikatte aksi bir tertip yapmak için zaman kazanmak isteyebilirlerdi. Otomobillere binmek üzereyken Sivas tarafından diğer bir otomobil yanımıza yaklaştı. İçinde Vali Paşa vardı.
Reşit Paşa, “Efendim birkaç dakika daha istirahat buyurmaz mısınız?” diye söze başladı. “Yarım dakika dahi istirahata ihtiyacım yoktur. Derhâl hareket edeceğiz ve sen benim yanıma gel.” dedim.
“Efendim.” dedi. “Sizin yanınıza Rauf Bey binsin, ben arkadaki otomobille de gelirim.”
“Hayır hayır.” dedim. “Siz buraya…”
Bu basit tedbirden maksat, izaha muhtaç değildir.
Sivas şehrine girerken caddenin iki tarafı büyük bir kalabalıkla dolmuş, askerî birlikler tören düzenini almış bulunuyordu. Otomobillerden indik, yürüyerek askeri ve halkı selamladım.
Bu manzara, Sivas’ın muhterem halkının ve Sivas’ta bulunan kahraman subay ve askerlerimizin bana ne kadar bağlı ve sevgiyle dolu olduğunu ispat eden canlı bir şahitti.
Bundan sonra doğru Kolordu Komutanlığı binasına gittim ve derhâl maiyetiyle beraber Ali Galip’i ve onun yardakçısı olduğunu anladığım fesatçıları getirttim. Onlara yaptığım muameleyi anlatarak zaten kâfi derecede yorgunluğa sebep olduğuna şüphe etmediğim teferruatı uzatmak istemem.
Yalnız bir noktayı işaret etmekle yetineceğim.
Efendiler, bu Ali Galip, gördüğü kötü muameleden sonra bana bazı gizli söyleyecekleri olduğunu bildirerek gece yalnız olarak yanıma gelmek istedi. Kabul ettim. Hareketlerinin görünüşüne önem vermemekliğimizi rica ile Elazığ vilayetini kabul ederek gelmekten maksadının, benim fikirlerime hizmet etmek ve Sivas’ta kalış sebebinin beni görüp bizzat talimat almak için olduğunu izaha ve bin türlü delillerle ispata çalıştı. Bizi sabaha kadar oyalamak suretiyle bunu başardığını da itiraf etmeliyim.