Kitabı oku: «Nutuk», sayfa 5
Refet Bey’le Haberleşmeler
Efendiler, 3’üncü Kolorduya, bu münasebetle Refet ve Selahattin Beylere tekrar temas etmek gerekiyor. Vesile şudur:
İngilizler, Sivas’a bir tabur gönderecekleri haberini yaydılar. Her ihtimale karşı, Sivas’a gelen muhtelif yönlerde askerî tedbirler aldırmak lazım geldi.
Bu münasebetle Amasya’da bulunan 5’inci Tümen Komutanlığına, 18 Temmuz 1919 tarihinde verdiğim bir emir metninde, henüz Amasya’da bulunan Refet Bey’e ait de şu cümleler vardı: “Durum hakkında Refet Bey’ in önemle dikkati çekilir. İhtimal ki Refet Bey, böyle bir durumu göz önüne alarak şimdilik Amasya’da kalmayı da tercih eder.”
5’inci Tümen Komutanının 19 Temmuz 1919’da verdiği cevapta, şu dikkate değer cümleler vardı:
“Selahattin Bey henüz Samsun’dadır. Şimdiye kadar kendisiyle temas edemediğim gibi hiçbir ciddi ve önemli haberleşme de cereyan etmemiş olduğundan, adı geçen komutanın fikir ve inancının ne merkezde olduğunu bilemiyorum.”
“Fakat Refet Bey gerektiğinde İngilizlere karşı koyacak kadar cesaret gösteremeyeceğini hissettirmişti.”
“Refet Bey, 18 Temmuz 1919’da Sivas’a hareket etti.” (Ves. 35). Bunun üzerine Refet Bey’e şu şifreyi verdirdim.
19 Temmuz 1919
Şifre
Kişiye özeldir.
Sayı: 115
Amasya’da 5’inci Tümen Komutanlığına,
Sivas’ta 3’üncü Ordu Sıhhiye Müfettişi Albay İbrahim Tali Beyefendi’ye, Refet Bey’edir: Selahattin Bey’e telgrafımı verdiniz mi? Bu arkadaşımızın kesin kanaatlerinin mutlaka öğrenilmesi tereddüt yahut iki cepheli idare gibi felaket doğuracak bir duruma hiçbir şekilde tahammül ve rıza gösterilmemesi bir vatan vazifesi olduğundan, bu hususta evet veya hayır tarzında kendisinden söz alınması ve ona göre bir karar verilmesi şarttır. Sizin bıraktığınız noktadan başlamak, kendileri için yegâne programdır. Şimdiye kadar hemen bir hafta olduğu hâlde hiçbir kesin bilgi alınmaması ve İstanbul’dan gelen malumatta kendisi hakkında sağlam bir kanaat gösterilmemesi ve hareketinden önce Sadık Bey ile gizli bir temas ve hususiyetinden bahis ve şikâyet edilmesi, bu telgrafımın yazılmasına sebeptir. Bunu ve bunun neticelerini bilhassa sizin takdir ve halletmeniz lazımdır.
Zira herhangi bir halk topluluğunda söyleyeceği yanlış ve millî gayeye aykırı bir tek sözün dahi meydana getireceği aksi tesiri ve bunun yaratacağı durumu şimdiden düşünmek kâfidir. (Mustafa Kemal)
3’üncü Ordu MüfettişliğiKurmay Başkanı AlbayKazım
Yalnız bu telgrafımıza değil, çok şeye cevap eden Refet Bey’in şu telgrafını aynen arz edeceğim:
Asayişle ilgili ve çok aceledir. Sivas’tan 22.7.1919 1828
Erzurum’da 3’üncü Ordu Müfettişliği Vekili Kazım Karabekir Paşa Hazretleri’ne,
1- Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine:
Telgrafınızı Selahattin Bey’den ayrıldıktan sonra aldığım için kendisine veremedim. Selahattin Bey’i herkes gibi siz de çok iyi tanırsınız. Kararsız tabiatlı bir kimse. On günden fazla bu bölgede kalmamak niyetiyle gelmiş. Az kaldı, komutayı almadan geri kaçacaktı. Kendisini ikna ve tatmin ederek vatani vazifesini hatırlattım. Memleketini her hâlde sever fakat vakitsiz iş görmeye gelemez. Aşağı yukarı Vali Reşit Paşa’dan biraz daha iyi. 13’üncü Kolordudan geçen silahlardan haberi olduğu gibi bu işi halletmek için İstanbul’da da çalışmış ve muvaffak olmuş. Buraya, Cevat Paşa tarafından seçilerek gönderilmiş. Bu itibarla gaye için zararlı olamaz ve hiçbir halk topluluğunda gayeye aykırı tek bir söz söylemez. Aksine millî gaye uğrunda fakat sessiz bir şekilde çalışmayı vadetti. Sadık Bey ile münasebeti hakkında verilen bilgilere inanamıyorum. Zaten aldığımız haberi iyi kontrol etmeden ve muayyen bir program yapmadan çalışmak, kuvvetlerin kaybedilmesine sebep oluyor. Doğudaki durum hakkında bana verdiğiniz bilgilerde, aldığınız mübalağalı haberlere kapılmamış olsaydınız, ihtimal ki ben vaziyeti daha iyi idare eder ve komutayı terke mecbur kalmazdım. Tek başına karar verecek insanların, hakiki durumu bildirmeleri lüzumunu siz de takdir buyurursunuz. O hâlde Selahattin Bey’i boşuna ürkütmek ve hayır dedirtmekle ne çıkacak? Zaten o kaçmaya hazır. Yerine acaba kim gelecek? Emirlerinizin kısa ve açık olmasını rica ederim. Selahattin Bey hakkındaki telgrafınızı lütfen bir daha okuyunuz. Fırtınayla başlayıp sükûnetle biten bu telgraftan kesin niyetinizi çıkaramadım. Bununla beraber birkaç güne kadar Selahattin Bey Samsun’dan dönüyor. Kendisiyle görüşeceğim. Her hâlde onu uygun bir tarzda gayeye hizmet yolunda idare için tedbirler alıyorum.
2- Samsun’a çıkarılan taburun, buradaki Hintli Müslümanları değiştirmekle beraber, bilhassa Sivas’ta bulunduğunu zannettikleri zatıalilerine karşı bir tehdit maksadıyla çıkarıldığımı, İngilizlerle temasımda anladım. Beni İstanbul’a gitmeye razı etmek için Kavak’ta bulunduğum zaman bir İngiliz binbaşısı geldi. İngilizlere gösterdiğim mukavemeti bahane ederek zatıalilerinin kuvvetini zaafa uğratmak için beni vazifeden aldırdıklarını açıkça söyledi. Zatıalilerinin dayandığı diğer şahsiyet Kazım Karabekir Paşa imiş, bundan dolayı Kazım Paşa İngilizlerin ısrarına yol açacak görünürde bir vesile yaratmamalıdır. Ferit Paşa’nın, istifanız üzerine Kazım Paşa’yı vekil olarak tayin etmesi, İstanbul’dakilerden bir kısmının fena bir maksadı olmadığını gösteriyor. Fakat İngilizlerin ısrarı karşısında bir şey yapamazlar. Kazım Paşa’nın vekil olarak tayini de Selahattin Bey’in Sadık Bey hesabına buraya gelmediğine delildir.
3- Benim İstanbul’a götürülmem için İngilizlerin resmî olarak İstanbul hükûmetine baskı yapmaları pek muhtemeldir. Çünkü benimle İngilizlerin arasında resmî bir münasebet var (!). Bu baskı artarsa Selahattin Bey ‘i güç bir durumda bırakmamak için izimi kaybettireceğim.
4- Hamit Bey’in değiştirileceği söylentisi henüz gerçekleşmedi. Onun yerinde bırakılması için gerek Selahattin Bey ve gerekse İngilizler İstanbul’a müracaat ettiler. Kendisinin değiştirilmesi teşebbüsü, Dâhiliye Nezareti ile kavga etmesinin neticesidir. Selahattin Bey’in yerine, Konya’ya, Sedat Bey’in geldiği de doğru değildir. Her ne kadar Hamit Bey bütün komutanların değiştirileceğini haber aldığını yazıyorsa da Kazım Paşa’nın vekil olarak tayini bunun aksini gösteriyor.
5- Sivas Kongresi hakkında Sadrazamlıktan (Başbakanlık) doğruca vilayetlere tebliğ olunan 20 Temmuz 1919 tarihli telgrafı gördünüz mü? Karahisar’daki Tümen Komutanı, bu kongreye temsilci seçilmesi için buralara beyanname yayımlamış. Bu hareket tarzını yerinde buluyor musunuz? Almanya ile yapılan barış anlaşması ve doğudaki sükûnet, bir yandan durumun gelişmesini beklerken, öte yandan bizim de ihtiyatlı bulunmaklığımızı gerektirmiyor mu? Şahsım hakkında hiçbir endişem olmadığını artık anlamışsınızdır (!). Yalnız kararsız ve programsız hareketlerle gayeyi çıkmaza sokacağız. Ya ihtiyatlı olalım veyahut hemen işi açığa vuralım. Fakat ikisinden birini yapalım. Sivas Kongresi’nden bugün için bir fayda ümit ediyor musunuz? Bugünkü duruma göre, bu kongrenin, Sivas’ta ve herkesin gözü önünde yapılmasını tehlikeli bulmuyor musunuz? Güney taraflarından Sivas’a gelecek bir darbe, bilhassa bu vilayet halkının kansızlığı sebebiyle, Anadolu’yu ikiye ayırır ve pek tehlikeli olur. Bunun için bu vilayetin son zamana kadar âdeta tarafsız görünmesi pek ziyade önemlidir. Bu kongrenin mutlaka toplanmasına lüzum varsa, aldığınız haberlere göre temsilcilerin gelmesi mümkünse acaba bunun doğuda bir başka yerde toplanması daha doğru olmaz mı?
6- Sivas ve Amasya şehirleri halkı pek karışık; kazalarda, köylerdeki halk bunlara göre pek çok iyi. Bundan sonra çalışmalarımı ona göre ayarlayacağım.
7- İstanbul’dan aldığım haberde, buradaki millî mücadelenin hiçbir parti veyahut bir şahsın kendi ihtiraslarını tatmin maksadıyla olmayıp, sırf milletin selamet ve istiklalini temin gayesini güttüğü hakkında, zatıalileri tarafından bir beyanname yayımlanarak İngilizlerin yatıştırılması tavsiye olunuyor. Buna lüzum görüldüğü takdirde, ben, bunun zatıaliniz tarafından bir beyanname şeklinde değil, belki Erzurum Kongresi’ nin kararlarına dâhil edilerek yayımlanmasının uygun olacağını zannediyorum.
8- Ajanslar, Meclisimebusan (Millet Meclisi) seçimlerinden bahsediyorlar. Bu hususta ne düşünüyorsunuz? (Refet).
3’üncü Kolordu Kurmay BaşkanıZeki
Bu telgrafa verdiğimiz cevabı da aynen zikretmekle yetineceğim:
23.7.1919
Şifre
Subay tarafından çekilmesi
Aceledir.
171
Sivas’ta 3’üncü Kolordu Kurmay Başkanı Zeki Bey’e;
Refet Beyefendi’ye,
1- Selahattin Bey hakkındaki telgrafı bir defa daha okumak üzere aradım. Fakat bulunamıyor. Hatırladığıma göre bu zat hakkında söz konusu olan hususlar İstanbul’dan bildirilmişti. Her alınan haberin doğruluğu arzu edildiği şekilde kontrolüne nadir olarak imkân bulunur. Doğudaki durum hakkında aldığınız bilgiler, mübalağadan uzak olmamakla beraber, bize yanlış bir adım attırmış değildir, kanaatindeyim. Mukadderatımızda, yalnız doğudaki hadiselerin gelişmesi esasına dayanılarak yetinilmiş değildir. Millî teşkilatı genişleterek düzenli bir şekilde kökleştirmek, kongrelerle millî davayı benimsetmek, ordunun millî teşkilata yardım ve desteğini sağlamak, millî davanın kaybedilmesine meydan vermemek için komuta, silah meselelerinde gereken, kesin kararı vermek hususlarında, yapıldığından başka türlü ve daha ihtiyatlı davranmak acaba bugünkü müspet neticeyi verebilir miydi? Herhâlde şimdiki durum, herkesi memnun edecek derecededir.
2- Kazım Paşa’nın komutan vekilliğine tayini pek yerinde olmuştur. İngilizlerin ısrarına yol açacak görünürde bir vesile yaratmamaya çalışıyor. Fakat silah meselesi ve Trabzon’a asker çıkarılmasını önlemek hususunda müsamahalı davranamayacağımız şüphesizdir. Hâlbuki bu sebepler İngilizlerin elbette hoşuna gitmeyecektir.
3- İngilizler, benim İstanbul’a götürülmem hususunda pek çok ısrar ettiler ve hükûmete son derece baskı yaptılar.
Hükûmet ve Zatışahane ile makine başında günlerce devam eden görüşmelerde bu nokta pek açık olarak bildirildi. Bu konuşmaların metinleri, görüştüğümüzde zatıaliniz tarafından görülecektir. Fakat meslekten istifa edince ısrar son buldu.
Bu bakımdan zatıaliniz hakkında da istifa etmenizden sonra büyük ısrar gösterileceğini sanmam. Bununla beraber, aksi olsa bile, izinizi kaybettirmektense, Selahattin Bey’in güç durumda kalmasını tercih ederim. Burada Halit Bey hakkında, Hükûmet ve İngilizler Kazım Paşa’ya çok ısrar ettiler. Kazım Paşa, bir şey yapılamayacağını söylemekte direndiğinden şimdi Halit Bey, resmî olmasa da tümeninin başında bulunuyor.
4- Hamit Bey, son bir telgrafıyla, hepimizden daha çabuk hareket etmek arzusunu gösteriyor. Şimdilik yumuşatıldı.
5- Sivas Kongresi hakkındaki telgrafı henüz görmedim. Hakikaten bazı yerlerde müspet ve bazı yerlerde de menfi aşırılıklar görülüyor. Şüphesiz, duruma göre, semereli hareketlerde bulunabilecek şekilde ihtiyatlı davranmak taraftarıyım. Herkes için bu kesin ve açık program, bugün toplanmaya başlayan Erzurum Kongresi görüşmelerinden çıkacaktır.
Sivas Kongresi’nden pek çok fayda beklerim. Bugün değil, Sivas Kongresi ilk defa söz konusu olduğu gün dahi, her taraftan ve bilhassa güneyden bir darbe gelebileceğini büyük bir ihtimal olarak gördüğümü ve bu sebeple savunma tedbirleri alınması için ricada bulunduğumu hatırlarsınız. Bununla beraber, Erzurum Kongresi toplandıktan sonra, Sivas’a gelecek temsilcilerin sayısına ve Erzurum Kongresi’nin yapacağı tesirlerle ortaya çıkacak duruma göre daha pratik ve emniyetli bir şekil dahi düşünülür.
6- Siz kardeşimin, çalışmalarını düzenlemek hususundaki düşüncesi pek yerindedir. Ancak şehirlileri de millî duygu ve tesir altında tutmaktan uzak kalınmayacağını ümit ederim.
7- Millî Mücadele’nin gaye ve maksadı, kongre tarafından yayımlanacak beyannamelerle, tasavvur buyurduğunuz şekilde neşrolunacaktır.
8- Meclisimebusan toplanmalıdır. Fakat İstanbul’da değil, Anadolu’da. Bu husus kongrede görüşülecek ve bunun üzerine teşebbüse geçilecektir.
Hepinizin gözlerinizden öperiz, kardeşim.
(Mustafa Kemal)3’üncü Ordu MüfettişliğiKurmay Başkanı AlbayKazım
Erzurumluların Yardımları
Efendiler, askerlikten istifa edince, istisnasız bütün Erzurum halkının ve Vilayatışarkiye Müdafaaihukuk-ı Millîye Cemiyetinin Erzurum Şubesinin, hakkımda pek açık şekilde gösterdikleri güven ve içten yakınlığın bende bıraktığı unutulmaz hatırayı burada açıkça belirtmeyi bir vazife sayarım.
Cemiyetin Erzurum şubesinden aldığım 10 Temmuz 1919 tarihli yazıda, “Cemiyetin başına geçmemi ve idare heyeti başkanlığını kabul etmemi teklif ediyorlar ve beraber çalışmak üzere seçtikleri beş kişinin isimlerini bildiriyorlardı.”
Bu beş kişi; Raif Efendi, Emekli Binbaşı Süleyman Bey, Emekli Binbaşı Kazım Bey, Albayrak gazetesi müdürü Necati Bey, Dursun Beyzade Cevat Bey idi. Bahsettiğim yazıda, Rauf Bey’in de idare heyeti ikinci başkanlığına seçildiği bildiriliyordu (Ves. 36).
Bu tarihlerde Erzurum Şubesi İdare Heyeti Başkanı Raif Efendi ve üyeler Hacı Hafız Efendi, Süleyman Bey, Mansur Bey, Mesut Bey, Necati Bey, Kazım Bey ve Kâtip Cevat Bey idi.
Erzurum Şubesi, İstanbul’daki Genel İdare Merkezi Başkanlığına iletmeye çalıştıkları bir telgrafla “Genel merkez adına karar ve konuşma yetkisinin bana verildiğinin telgrafla bildirilmesini” de rica ettiler (Ves. 37).
Bundan başka, bizim Erzurum Kongresi’ne katılmamızı kolaylaştırmak için, kongreye Erzurum temsilcisi olarak seçilmiş bulunan Emekli Binbaşı Kazım ve Dursun Beyzade Cevat Beyler temsilcilikten istifa ettiler.
Erzurum Kongresi
Efendiler, yüksek malumunuz olduğu üzere, Erzurum Kongresi, 1919 senesi Temmuz’unun 23’üncü günü, pek gösterişsiz bir okul salonunda toplandı. İlk günü, beni başkanlığa seçtiler. Kongre heyetini durum ve bir dereceye kadar, takip edilen yol hakkında aydınlatmak için yaptığım konuşmada, tarihin ve hadiselerin zoruyla, fiilen içine düştüğümüz kanlı ve kara tehlikeleri görmeyecek ve bundan ürpermeyecek hiçbir vatanseverin tasavvur edilmeyeceğine işaret ettim. Ateşkes Anlaşması hükümlerine aykırı olarak yapılan tecavüz ve işgallerden bahsettim.
Tarihin, bir milletin varlığını ve hakkını hiçbir zaman inkâr edemeyeceğini, bu bakımdan vatanımız, milletimiz aleyhinde verilen hükümlerin muhakkak iflasa mahkûm olduğunu söyledim.
Vatan ve milletin mukadderatını kurtarmak ve korumak hususunda, son sözü söyleyecek ve bunun hükmünü tatbik ettirecek kuvvetin, bütün vatanda bir elektrik şebekesi hâline girmiş olan millî cereyanın kahramanlık ruhu olduğunu ifade ettim.
Maneviyatı kuvvetlendirmek üzere de yeryüzünde, bilinen bütün milletlerin millî gayelerine ulaşmak için içinde bulunduğumuz tarihteki mücadelelerine dair mevcut bazı bilgileri özetledim.
Ve milletin mukadderatına hâkim bir millî iradenin ancak Anadolu’dan doğabileceğini belirttim ve millî iradeye dayanan bir millet meclisi kurulmasını ve kuvvetini millî iradeden alacak bir hükûmetin teşkil edilmesini, kongre çalışmalarının ilk hedefi olarak gösterdim (Ves. 38).
Erzurum Kongresi Beyannamesi ve Kararları
Efendiler, Erzurum Kongresi on dört gün devam etti. Çalışmalarının neticesi, tespit ettiği nizamname ve bu nizamname hükümlerini ilan eden beyannamedeki maddelerden ibarettir.
Bu nizamname ve beyanname metni, zaman ve muhitin gerektirdiği birtakım ehemmiyetsiz ve ikinci derecede fikir ve görüşler çıkarılarak incelenirse bazı esaslı ve geniş çaplı prensiplere ve kararlara varırız.
Müsaade buyurursanız, bu prensiplerin ve kararların bence, daha o zaman nelerden ibaret sayılmış olduğunu işaret edeyim:
1- Millî sınırlar içinde bulunan vatan parçaları bir bütündür. Birbirinden ayrılamaz. (Beyanname, Madde 6; Nizamname, Madde 3’ün tafsilatı; Nizamname ve beyannamenin 1’inci maddeleri okunup tetkik buyrulsun…)
2- Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı ve Osmanlı hükûmetinin iş yapamaz duruma gelmesi hâlinde, millet topyekûn kendisini savunacak ve direnecektir (Nizamname, Madde 2 ve 3; Beyanname, Madde 3.).
3- Vatanı korumaya ve istiklali elde etmeye İstanbul hükûmeti muktedir olamadığı takdirde, bu gayeyi gerçekleştirmek için geçici bir hükûmet kurulacaktır. Bu hükûmet üyeleri millî kongrece seçilecektir. Kongre toplanmamışsa, bu seçimi Heyetitemsiliye (Temsilciler kurulu) yapacaktır (Nizamname, Madde 4; Beyanname, Madde 4.).
4- Kuvayımilliye’yi tek kuvvet tanımak ve millî iradeyi hâkim kılmak temel prensiptir (Beyanname, Madde 3.).
5- Hristiyan azınlıklara siyasi hâkimiyet ve sosyal dengemizi bozacak imtiyazlar verilemez (Beyanname, Madde 4.).
6- Manda ve himaye kabul olunamaz (Beyanname, Madde 7.).
7- Millî meclisin derhâl toplanmasını ve hükûmet işlerinin Meclis tarafından kontrol edilmesini sağlamak için çalışılacaktır (Beyanname, Madde 8.).
Bu prensipler ve kararlar çeşitli şekillerde görülmüşlerse de, asla hakiki mahiyetlerini değiştirmeksizin uygulanma imkânı bulmuşlardır.
Efendiler, biz Kongre’de, özetlediğim bu kararları ve prensipleri tespite çalışırken, Sadrazam Ferit Paşa da ajanslarla birtakım demeçler yayımlıyordu. Bu demeçlere, Sadrazam’ın milleti jurnali dense yeridir. 23 Temmuz 1919 tarihli ajanslar, dünyaya şunu ilan ediyordu: “Anadolu’da anarşi çıktı. Kanuniesasi’ye (anayasa) aykırı olarak Meclisimebusan adı altında toplantılar yapılıyor. Bu hareketin sivil ve askerî memurlar tarafından önlenmesi icap eder.”
Buna karşı gereken tedbirler alındı ve Meclisimebusanın toplantıya çağrılması istendi (Ves. 39).
Ağustos’un yedinci günü, toplantı kapanırken Kongre heyetine:
“Esaslı kararlar alındığını ve bütün dünyaya milletimizin varlık ve birliğinin gösterildiğini” söyledim ve “Tarih, bu kongremizi çok az görülen büyük bir eser olarak kaydedecektir.” dedim (Ves. 40).
Sözlerimde isabetsizlik bulunmadığını zaman ve hadiselerin ispat etmiş olduğuna inanıyorum, efendiler.
Erzurum Kongresi, nizamname gereğince bir Heyetitemsiliye seçmişti.
Cemiyetler Kanunu’na göre, dilekçe yerine geçmek üzere Erzurum Valiliğine verilen 24 Ağustos 1919 tarihli beyannamede Heyetitemsiliye üyelerinin isim ve kimlikleri şu şekilde gösterilmiştir:
Mustafa Kemal: Eski 3’üncü Ordu Müfettişi, askerlikten ayrılmış.
Rauf Bey: Eski Bahriye Nazırı
Raif Efendi: Eski Erzurum Mebusu
İzzet Bey: Eski Trabzon Mebusu Servet Bey: Eski Trabzon Mebusu
Şeyh Fevzi Efendi: Erzincan’da Nakşî Şeyhi
Bekir Sami Bey: Eski Beyrut Valisi
Sadullah Efendi: Eski Bitlis Mebusu
Hacı Musa Bey: Mutki Aşiret Reisi (Ves. 41).
Efendiler, bu arada şunu arz edeyim ki bu kimseler hiçbir vakit bir araya gelip birlikte çalışmış değillerdir. Bunlardan İzzet, Servet ve Hacı Musa Beyler ve Sadullah Efendi hiç gelmemişlerdir. Raif ve Şeyh Fevzi Efendiler, Sivas Kongresi’ne iştirak etmişler ve ondan sonra biri Erzurum’a, diğeri Erzincan’a dönerek bir daha Heyetitemsiliyeye katılmamışlardır. Rauf Bey ve Sivas Kongresi’nde aramıza katılan Bekir Sami Bey, İstanbul’da Meclisimebusana gidinceye kadar beraber bulunmuşlardır.
Erzurum Kongresi’nde Görülen Tereddütler
Efendiler, hatıra olarak küçük bir noktaya da işaret etmek isterim. Benim, bu Erzurum Kongresi’ne üye olarak girip girmemekliğim hususu mesele yaratmış olduğu gibi Kongre’ye katıldıktan sonra da başkan olup olmamaklığım üzerinde tereddüt gösterenler de bulunmuştur. Bu tereddütü gösterenlerden bir kısmının düşüncelerini iyi niyet ve samimiyetlerine vermek mümkün olduğu hâlde, diğer bazı kimselerin bu hususta tamamen samimiyetten uzak, aksine melunca bir maksat peşinde olduklarına daha o zaman şüphem kalmamıştı. Mesela, düşman casusu olup, her nasılsa Trabzon vilayetinde bir yerden kendini kongreye temsilci tayin ettirerek gelen Ömer Fevzi Bey ve onun arkadaşları gibi. Bu şahsın sonradan Trabzon’da ve oradan kaçtıktan sonra İstanbul’daki faaliyet ve hareketleriyle hıyaneti sabit olmuştur.
Kongre’nin bitiminden iki-üç gün önce, diğer bir münakaşa da söz konusu olmaya başlamıştı. Bazı samimi arkadaşlarım, benim, Heyetitemsiliyeye girerek açıkça faaliyet göstermemi mahzurlu buluyorlardı. Düşünceleri şu noktalarda özetlenebilir: “Millî teşebbüs ve faaliyetlerin bütün manasıyla milletten doğduğunu, hakikaten millî olduğunu göstermek lazımdır. Bu takdirde teşebbüsler, daha kuvvetli olur ve kimsenin kötü yorumuna ve bilhassa yabancıların menfi düşüncelerine fırsat vermez. Fakat tanınmış ve hele İstanbul Hükûmetine ve Hilafet ve Saltanat makamına karşı aksi duruma düşmüş, hücumlara hedef olan benim gibi bir adamın, bütün bu millî teşebbüslerin başında bulunduğu görülürse, faaliyetin millî gayelere dayanmaktan ziyade, şahsi ihtirasların tatmini maksadını güttüğü kanaati uyanır. Bu bakımdan Heyetitemsiliye, vilayetlerin ve müstakil sancakların seçeceği kimselerden meydana gelmelidir. Ancak bu suretle millî bir kuvvet gösterebilir.”
Bu düşüncelerde ne dereceye kadar isabet olup olmadığını araştıracak değilim. Yalnız benim de bu düşüncelere karşı olan düşüncelerimi dayandırdığım noktalardan bazılarını sayayım: Evvela ben, mutlaka Kongre’ye katılmalı ve onu idare etmeliydim. Çünkü zaman kaybetmeksizin, millî iradenin faaliyete geçirilmesini ve milletin bizzat fiilî ve silahlı olarak tedbirler almaya başlamasını temin etmek zaruretine inanıyordum. Bu esaslı noktaları, takdir ve tespit ettirebilmek için, Kongre’de, aydınlatmak, yol göstermek ve bizzat idare etmek suretiyle çalışmamı zaruri görüyordum. Nitekim öyle oldu. Erzurum Kongresi’nin, daha önce açıkladığım prensip ve kararlarını herhangi bir temsilciler heyetinin tatbik ettirebileceğine benim emniyetim olmadığını itiraf ederim. Nitekim zaman ve hadiseler beni haklı çıkarmıştır. Bundan başka daha Amasya’da iken karar altına alınan ve bütün millete her türlü vasıtayla tebliğ ettirdiğim Sivas Umumi Kongresi’nin toplanmasını sağlamak, bütün milleti ve memleketi yalnız bir heyetle temsil etmek, sonra yalnız doğu vilayetlerinin değil bütün vatanın her köşesini aynı dikkat ve hassasiyetle savunma ve kurtarma çarelerini bulmaya çalışmak hususlarını, herhangi bir heyetin başarabileceğine inanmadığımı açıkça ifade etmek zorundayım. Çünkü bende böyle bir kanaat olsaydı, benim iş başına geçtiğim güne kadar faaliyet ve teşebbüslerde bulunanların elde edecekleri neticeleri bekleyerek istifa etmemek yolunu bulurdum. Hükûmet, Padişah ve Halife’ye karşı isyana lüzum görmezdim. Tam tersine, ben de bazı ikiyüzlü ve iki cepheliler gibi görünüşte pek parlak ve gösterişli olan o günün Ordu Müfettişliği görevini ve Yaver-i Hazret-i Şehriyarı (Padişah Hazretlerinin Yaveri) sıfatını taşımaya devam ederdim. Gerçi benim açıkça ortaya atılmamda ve bütün millî ve askerî hareketlerin başına geçmemde şüphesiz mahzur vardı. Fakat o mahzur, başarısızlık hâlinde, herkesten önce ve herkesten çok benim, en büyük ceza ve azaba uğratılmamdan başka bir şey olabilir miydi? Hâlbuki bütün vatanın ve koskoca bir milletin ölüm kalımı söz konusu olurken, vatanseverim diyenlerin kendi akıbetlerini düşünmelerinin yeri var mıdır?
Efendiler, ben, bazı arkadaşlarca ileri sürülen düşünce ve vehimlere uysaydım, iki bakımdan büyük mahzurlar doğacaktı. Birincisi, düşüncelerimde, kararlarımda ve bütün şahsiyetimde isabetsizlik ve zaaf olduğunu itiraf etmek ki, bu husus benim, vicdanımın emriyle yüklendiğim vazife itibarıyla telafisi imkânsız bir hata olurdu.
Efendiler, tarih, itiraz edilemez bir şekilde ispat etmiştir ki büyük meselelerde başarı için sarsılmaz bir kabiliyet ve kudrete sahip bir liderin varlığı şarttır. Bütün devlet adamlarının ümitsizlik ve aciz içinde… Bütün milletin başsız olarak karanlıklar içinde kaldığı bir sırada, her “vatanseverim” diyen binbir çeşit insanın, binbir hareket ve görüş tarzı ortaya attığı karmakarışık bir ortamda danışmalarla, birçok hatırlı ve nüfuzlu kimselere bel bağlamak gerektiğine inanmakla, emin ve kararlı ve bilhassa sert yürümek ve en sonunda, çok çetin olan hedefe varmak mümkün müdür? Tarihte bu tarzda başarıya ulaşmış bir cemiyet gösterilebilir mi? İkincisi, efendiler, millet, memleket, siyaset ve ordu idareleriyle hiçbir alaka ve münasebetleri ve bu hususta liyakatleri görülmemiş ve tecrübe edilmemiş gelişigüzel kişilerden, mesela Erzincanlı bir Nakşî şeyhi ve Mutkili bir aşiret reisi gibi zavallılardan da kurulması düşünülebilecek herhangi bir temsilciler heyetine, böyle bir durum ve vazife bırakılabilir miydi? Ve bırakıldığı takdirde, memleket ve milleti kurtaracağız dediğimiz zaman, milleti ve kendimizi aldatmış olmak gibi bir hataya düşmeyecek miydik? Bu mahiyette bir heyete, perde arkasından yardım edilebileceği düşünülse dahi bu hareket tarzı emin bir yol sayılabilir miydi?
Bu söylediklerimin o günlerde değilse bile, artık bugün bütün dünyaca inkâr edilemeyecek hakikatler olarak kabul edildiğine asla şüphe yoktur. Bununla beraber ben, bu söylediklerimi geçmiş günlere ait bazı hatıralar ve vesikalarla da burada bir defa daha belirtmeyi gelecek nesillerin sosyal ve siyasi ahlak terbiyesi bakımından bir vazife sayarım.
Bu dakikaya kadar olduğu gibi bundan sonra da temas edeceğim hadiseler münasebetiyle, bu husus kendiliğinden aydınlanmaya başlayacaktır.
Efendiler, Erzurum Kongresi’nin bitiminde, Ferit Paşa’dan sonra Harbiye Nezaretine yeni gediği anlaşılan bir Nazım Paşa imzasıyla, 15’inci Kolordu Komutanlığına 30 Temmuz 1919 tarihli şöyle bir emir geldi:
“Mustafa Kemal Paşa ile Refet Bey’in, Hükûmetin kararları aleyhinde faaliyet ve hareketlerinden dolayı hemen yakalanarak İstanbul’a gönderilmeleri Babıalice uygun görülüp, mahallî memurlara gerekli emirler verildiğinden, Kolorduca ciddi yardımda bulunulması ve neticesinden bilgi verilmesi rica olunur.”
Bu emre, Kolordu Komutanlığı tarafından layık olduğu şekilde cevap verildi ve bu cevabı diğer komutanlara da verdirerek dikkatlerini çektirdim.
Kongre beyannamesi memleket içinde her tarafa ve yabancı devlet temsilcilerine çeşitli vasıtalarla bildirildi. Nizamname de komutanlara ve başka güvenilebilir makamlara kısım kısım şifreyle verilerek, bulundukları yerlerde basılmasının ve çoğaltılıp dağıtılmasının teminine çalışıldı. Bu iş tabiatıyla günlerce devam etti. Bu münasebetle, Sivas’ta 3’üncü Kolordu Komutanı Selahattin Bey’den, 22 Ağustos 1919 tarihiyle aldığım bir telgrafta “Nizamnamenin, ikinci ve dördüncü maddelerinin yayımlanmasını mahzurlu bulduğu, bir kere daha incelenmesi lüzumu” bildiriliyordu (Ves. 42).
İkinci Madde, topyekûn savunma ve direnme esasının kabul edildiğine; Dördüncü Madde, geçici bir idare kurulabileceğine dair olan maddelerdir.