Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Türk Tarihi», sayfa 3

Yazı tipi:

ASYA-ARAZİ

Batıya doğru uzanmış bir kolundan ibaret olan Avrupa kıtası gibi, Asya’nın da sahillerinde derince içeriye sokulmuş denizler vardır. Güneyde Hint Okyanusu Asya kıtasının içerilerine girerek Şap Denizi’ni (Bahr-i Kulzüm), Basra Körfezi’ni veya Acem Denizi’ni, Siyam ve Tonkin kıyılarını teşkil eder. Avrupa’nın İber, Rhone ve Po nehirleri, Akdeniz’den Pirene ve Alp yamaçlarına çıktıkları gibi bu girintilere tamamlayıcı olan Fırat, Sind ve Ganj nehirleri de içerilerde Kürdistan ve Kafkas dağlarına, Hind veya Hindikuş, Bin Dağ veya Himalaya dağlarına çıkarlar. Fakat kuzeyde bu iki kıtanın manzarası büsbütün başkalaşır. Avrupa’da Baltık, Kuzey ve Manş denizleri, güneydeki Akdeniz’e karşılık kuzeyde bir iç deniz oluşturdukları gibi güneyde bulunan yarımadalara nazire olarak İsveç, Danimarka yarımadalarıyla, İngiltere, Konstantin ve Britanya arasını gösterir. Hâlbuki Asya’nın güneyinde bulunan Arabistan, Hindistan, Hint Çini yarımadalarının mukabilleri Kore ve Japonya’da ortaya çıkmıştır. Hint Okyanusu’nda bulunan canlı körfezlerle Kuzey Denizi’ni sınırlayan ruhsuz sahiller arasında pek geniş karalar vardır. İlk bakışta Avrupa ile Asya arasında görülen benzerlik, sahillerinin gözden geçirilmesiyle derhâl ortadan kalkabilir. Asya’da, Avrupa’da olduğu gibi Ren, Rhone, Po ve Tuna gibi gemi seferlerine elverişli, denizlere açılan ve aktıkları girintileri kaynaklarına yaklaştıran nehir yolları yoktur. Kuzeye doğru akmakta olup Türklerin Ögüz ve Yençü, eskilerin Oxus ve Yaksart dedikleri Ceyhun ve Seyhun3 (şimdiki adları Amuderya ve Siriderya) nehirleri ve güneye akan Fırat ve Sind nehirleri ve doğuya doğru akan Nehr-i Asfer aralarında olan benzerlik, Ren ve Alp, Ren, Po ve Tuna nehirleri arasında dahi bir dereceye kadar bulunmaktadır. Ren ve Elbe nehirlerini alan Avrupa’nın kuzey iç denizine karşılık Asya’da iskâna elverişli geniş bir toprak vardır. Nitekim vaktiyle Viking denilen deniz korsanları kuzey iç denizini Baltık’tan Manş’a kadar nasıl gezinti yeri saymışlarsa bu arazi de çöl halkına birçok zaman gezinti yeri olmuştur. Yukarı Yenisey4 ile İrtiş, Emba, Yayık (Ural), İdil (İtil-Volga), Ton (Don) nehirleri arasında bulunan stepler,5 dağlar, ormanlar Vistül ve Luvar arasında bulunan denizler, körfezler, yarımadalar ve burunlara mukabildir. Eğer doğuya doğru bakılırsa iş büsbütün değişir. Çünkü Yeni Çay’ın yüksek havzasından hareket eden bir Tatar, atından inmeksizin Nehr-i Asfer’e doğru gidebildiği gibi Don Nehri’ne de varabilir. Hâlbuki Vistül veya Danimarka ile İsveç arasındaki boğazdan gemiye binen bir seyyah gemisini terk etmeksizin Tuna ağızlarına inemez. Çünkü burada gemi seyri çok karışık, ziyadesiyle eğri büğrü, çok engellidir. Asya’da Hazar Denizi’nin kuzeyinde bulunan ekinsiz ve geniş yerler Aral,6 Balkaş gölleri arasından bir atlı ulağın geçmesi için mevcut olan kolaylık ve güçlük Avrupa’da da Kuzey İç Deniz yaygın adıyla anmakta olduğumuz Baltık, Kuzey ve Manş denizleri arasında sefer gerçekleştirecek gemiciler için de mevcuttur. Denizci nasıl Cebel-i Tarık Boğazı’nda bir engelle karşılaşacak ise seyyah da Karadeniz Boğazı’nda öyle olacaktır. Fakat Avrupa’ya has olan şu nehir ve denizlerin birleşmesi keyfiyeti, Asya’nın hiçbir yerinde bulunmayan imara sebep olmuştur. Avrupa’da Tuna kaynaklarından Po, Rhone, Ren, Sen kaynağına gidildiği gibi Asya’da da kara yoluyla mesafe oranı korunmak şartıyla Asfer Nehri kaynaklarından Yenisey, İrtiş, hatta Ceyhun ve Seyhun kaynaklarına kadar gidilir. Fakat Seyhun ve Ceyhun nehirlerinin denize bir çıkış yeri olmadığı gibi Obi, Yenisey ve Nehr-i Asfer ağızlarının arasında da gemi seyahati imkânı olmayan Kuzey Buz Denizi yolu veya devr-i âlem yolundan başka ulaşım vasıtası yoktur. Avrupa’da ulaşım hayatı damar mesabesinde bulunan kara yolları, nehirler ve denizlerde cereyan ettiği hâlde Asya’nın içerisinde kara yollarıyla, dışarıya çıkışı bulunmayan nehirlerde cereyan ediyor. Avrupa’nın kuzey iç denizinin baktığı yön Asya’nın Karadeniz kuzeyinden ve Tuna’dan başlayarak Japon Denizi ve Nehr-i Asfer’e kadar uzanan bozkır mıntıkası olduğundan beri bir denizden ibaret olan şu ulu yolun adaları yerinde olan dağlarını, körfezlerini teşkil eden vadilerini, boğazlarını, çukurlarını, sarp yerlerini, su akıntılarını incelemek gerekir.

Nehr-i Asfer’den başka açık denizlere bir çıkışı bulunmayan Asya’nın karalar kısmını Baykal Gölü’nün doğu sahilinden, yerli Türklerin Pamir ve İranlıların Bam-ı Dünya dedikleri yüksek ve verimsiz ova ve yaylalara kadar, kuzeydoğudan güneybatıya bir dağ silsilesi iki havzaya ayırır. Bu havzayı ikiye ayıran dağ silsileleri veya ara duvarlarının Baykal’ın kuzeydoğusunda bulunan bir ucu Norveç toprağında olduğu gibi, Pamir’in öte tarafındaki ucu da Sicilya kadar güneşe maruz olmak üzere güneye iner. Pamir Yaylası’nın yanlarından çıkan sular Sind’e ve Yengeç Dönencesi altında bulunan denizlere yönelir. Baykal civarındaki dağlardan inen sular da Lena Nehri’ne ve kutup buzullarına doğru akar.

Doğu havzası batıdan bin metreden ziyade yüksektir. Ortalama yüksekliği bin yüz ile bin iki yüz metre arasında olup bu havzayı batıdan ayıran silsilenin eteklerinde ise bin metrelik bir çukurluk belirir. Silsilenin diğer tarafında bulunan batı havzası ise çukurlaşarak Aral Gölü düzlüğünden kırk sekiz ve Hazar Denizi’nden yirmi altı metre aşağıya iner.

Aşağı ve yukarı havzalar arasında Baykal Gölü’nün güneyinden Pamir’e kadar olan silsilede birçok noktalarda geçit verir gedikler ve boğazlar vardır. Kuzeyde yerlilerin Altay7 dedikleri doğudan batıya doğru uzanıp giden heybetli bir silsile ile güneyde buna paralel ve altı yüz kilometre uzunlukta bulunan Tanrı Dağı arasında geniş bir geçit mevcuttur. Bu Tanrı Dağı’na Çinliler kendi lisanlarında aynı manayı ifade eden Tiyen veya Tiyen-Şan diyorlar.

Bu boğazın içerisinde bulunan birtakım beller, çıkıntılar, tümsekler burada bir hayli engeller teşkil ediyor. Fakat Rusların Tarbagatay Dağları dedikleri bir yığının kuzey ve güneyinde boğazlar Altay ile Tanrı Dağı arasında yukarı havzadan aşağısına inmek üzere geniş bir geçit verir. İşte bu çukurluktan Çaysan (Dzaissan) Gölü İrtiş Nehri’ne ve Ala Kul (Lac aux Eaux-Violettes)8, Yedi Irmak (Sept Riviéres) Balkaş Gölü’ne inerler.

Altay ile Tanrı Dağı arasındaki geçit ne kadar geniş ve kolay ise doğu havzasını batıdan ayıran dağ silsilesi üzerinde ve Tanrı Dağı güneyinde bulunan gedikler de o kadar dar ve geçmesi zordur. Tanrı Dağı güneydoğudan kuzeydoğuya doğru uzanan ve aralarında yaklaşık 30 derece kadar bir açı oluşturarak başı batıya doğru yönelen yan yatmış bir (V) şeklini alan bir dağ ile birleşir. Çinliler böylece (V) şeklini alan dağın aşağı koluna Güney Dağı manasında Nan Şan dedikleri gibi, iki dağın birbirine en ziyade yaklaştıkları noktaya da Çong Ling 9 derler. Buranın coğrafyasını yazan Araplar, dağ kayalarının parlaklığına bakarak Cebel-i Billur10 demişlerdir. Avrupa coğrafyacıları da bu ismi oralarda rast gelen dağa vere vere birtakım karışıklığa sebep olmuşlar, nihayet böyle bir dağ yoktur, demeye mecbur kalmışlardır; fakat Billur ismi Güney Dağları’nın Çinlilerce Çong Ling denilen kısmından ibarettir. Yine bu Çinliler daha güneyde bulunan tepelere K’un Lun-Kouen Len İspinoz11 derler ki şimdi elde bulunan Avrupa haritalarında burası Kunlun diye kaydedilmiştir.

Pamir yığını (V) şeklinde bulunan iki dağ silsilesinin teşkil ettikleri açının güney tarafında ortaya çıkmıştır. Pamir yığınının kuzeyinde Tanrı Dağı ile Nan Şan’ın (Güney Dağı) teşkil ettikleri açıya benzer fakat iki kenarı daha kısaca ona karşı gelen bir açı daha vardır. Birincinin karşılığı olarak açıklığı batıya doğru olan ikinci (V) şeklindeki dağın birleştiği kuzey kolu birinciye nispetle -ki doğuya doğru yönelmiştir- batıya yönelerek içinde bulunan pek çok vadiden birisine Çat Tagal12 daha doğuda iki kol arasını kısmen kapayan ve bir boyun vasıtasıyla geçilmesi mümkün olan buzlu tepeye nispetle de Gök Arat13 adını alır. (V) şeklinin güney kolu yayla manasına gelen alay adını aldığı gibi Farsların tercüme ile Surh-Âb dedikleri Kızıl Su Yüksek Vadisi de Pamir Yaylaları’ndan ayırır.14 Batıdaki (V) şeklinde görünen iki silsileden oluşan ve geçit manasına gelen eski Farsçada adı Fergana15 denilen mahâl âdeta bu kara denizinin bir körfezi hükmünde olup iç taraftan gelen sel dereleri sularını aldığı gibi, güney tarafından da Altaydan gelen suları alarak Sir Derya denilen Seyhun’u oluşturur. Bu nehir önce doğudan batıya, sonra güneyden kuzeybatıya doğru akarak Tanrı Dağı ile Altay arasındaki aralıktan geçip Aral Gölü’ne dökülür. Altay ile Pamir arasında bulunan Kızıl Su deresi ilkin bu nehre paralel bir yataktan akarak, dağların geçit yerinde bir dirsek teşkil ettikten sonra Hindikûh’tan16 ayrılan bir belden dolayı kuzeydoğuya inerek vaktiyle (yani 981 hicrî tarihinden evvel) döküldüğü Hazar Denizi’ne meyil ile Aral ve Hazar havzasına girerek, Aral gölüne karışır. Dirsek ve ovadan itibaren Kızıl Su eski Arap kitaplarında Ceyhun diye anılan ve önceki kitaplarda Ögüz denilen Amuderya adını alır.

Kuzeydeki körfez Tanrı Dağı, Pamir yığını ve Ku’en Lun sularını, Lop denilen bataklık ve çukur yere gidip kaybolan Tarım nehrine birleştirir. Tarım kelimesi Osmanlıcada ekmek manasına gelen “tarımak-taramak” mastarından türemiş bir isim olup bu vadiye sembol olmuştur. Pek eski bir zamandan beri ekilip biçilmekte olan bu mıntıkaya düzgünlük hâlini göstermek üzere Türkler Altı Şehir adını da veriyorlar. Yine bunun gibi Altay ile Tanrı Dağı arasındaki kuzeydeki büyük boğaz civarında bulunan Türkler, kendi yerlerine Biş Balık17 ve kendi kendilerine de ekinci manasında “tarancı” diyorlar.

Çinliler kuzey boğazına, güney körfezine “geçit ve gedikleriyle beraber Rumların “Pontus-Pontos” ve İranlıların “Fergana” isimlerine uygun olarak Lou adını vermişlerdir. Çinliler boğaz ve körfezlere “Tanrı Dağı’nın kuzeyindeki cadde” manasında Tiyan Şan Pe-Lu ve “Tanrı Dağı’nın güneyindeki cadde” anlamına gelen Tiyan Şan Nan-Lu diyorlar. İşte bu kuzey caddesi ve güney gedikleri vasıtasıyla kuzeydeki yukarı ve doğudaki aşağı havzalar arazi ve ahalisi irtibat ve münasebet kurarlar.

Batı Havzası, güneyden Pamir ve Hindikuş ile kapanık ve yarımada bölgesinden yani Hindistan’dan ayrıktır. Daha ileride, batıya doğru bu havza, Hazar’ın güneyinde bulunan Elbruz ve Kafkas’ın güneyindeki Ararat Dağlarıyla birtakım tepeler veya silsileler ile de kapalıdır. Orta yerdeki açıklık Hazar’a doğru olan bu tepelerin arasında Türklerin Alatağ ve güneyde Kopet Dağ18 dedikleri dağlar bulunur. Etrek19 Çayı’nın kuzeyinde bulunan bir gedikten Tecen Irmağı veya Herîrûd akar. Bu ırmağın Hindikûh’tan çıkan suları Kopet Dağı’nın kuzeyinden geçerek nihayet toprak üstüne yayılıp kurur gider. Kopet Dağlarının uzanımı Kara Tağ, Gülistan, Kopet, Koran, Balkan dağları olarak adlandırılıp Hazar Denizi’nde son bulur.

Kuzeyde Merv, güneyde Herat eski şehirleri arasında bulunan Tecen gediği, batı havzasından yüksek İran iklimine çıkmaya müsaittir.

Batı ve kuzey havzalarının ayrıldıkları yere yakın, Alay Dağı’nın batıya doğru uzanan bir kolundan Türklerin Kara Göl dedikleri bir batağa kadar Ceyhun ile Seyhun arasında katran uzanıp giden çok geniş bir yer bulunduğuna dikkat etmelidir. Buranın içerisinde Alay Dağı’nın yüksek vadilerinden inen bir ırmak akmaktadır. Türklerin bu ırmağın kollarına Kara Derya-Kara Su, Ak Derya-Ak Su; İranlılar ise bu nehir şebekesine Zerefşan yani Altın Saçan derler. Hakikaten vaktiyle Soğd daha sonra İslâm fatihleri tarafından Maveraünnehir denilen ve şimdi Buhara imaretiyle Rusya’nın Semerkant nahiyesinden ibaret olan bu arazi mahsullerini Zerefşan süslemektedir. Türkler bu suya Yançu yani İnci demişler.

Doğu havzası K’un Lun Dağları ve büyük Tibet Ovası’nın güney tarafı ile kapalıdır. Bu Tibet ovasının güney tarafında ortalama yükseklik, yaklaşık olarak üç bin altı yüz metreyi aşan Bin Dağlar-Himalaya bulunur. Kuzeydoğuda arazi birçok set çekilmiş havzalara ayrılmış gibi görünür. Burası tuzlu bataklar ve çimenlik yüksek ovalardan ibarettir. Coğrafya kitaplarımızda Nehr-i Asfer-Huang Ho ve Nehr-i Ahzar-Kiang Çu diye gördüğümüz iki nehir işte buradan çıkarak okyanusa iner, Nehr-i Asfer yatağının orta yerlerinde doğu havzasından geçer, buraya Khukhunur-Khokhonourun20 kuzeyde bu K’un Lun silsilesini takip eden ve nehrin çöl sahili üzerinde “Alaşan”21 ile sağ sahili kenarında Çin’in Lan Chau şehri civarında yükselmeye başlayarak sonra “güney nehri” manasına gelen Hunan kıtasına kadar batıya akıp bu isimde olan doruklar arasındaki bir gedikten çıkar. Buradan sonra kuzeye doğru iki yüz fersahdan fazla uzayıp giden bir dirsek teşkil eder.

Hunan ile Nehr-i Asfer’in sağ sahili arasında bulunan gediğin doğusundaki havzanın kuzey yönü, güneyden kuzeye doğru uzanan Kingan (Kadırgan) Dağlarından müteşekkildir. Bu dağların belli başlı gedikleri Nehr-i Asfer’i Pekin ve Pihu-Peiho; Nehr-i Ebyaz ve Çin ile Kore arasındaki derin körfez ovasıyla birleştirirler. Kingan’ın güneyinin sonu, Gobi’nin22 güney sınırını oluşturan K’un Lun silsilesiyle birleşir. Bu heybetli dağ silsilesi hakikatte eski hayvanlar devrine mensup olup Rus jeoloji âlimlerinden Çihaçov, Mösyö Richthofen’den naklen burayı Asya kıtasının en eski yeri saymaktadır. Kingan’ın (Kadırgan) doğusunda Japonya ve Büyük Okyanus’tan hâsıl olan bulutlarla nemli, her türlü yeşilliklerle ferahlık veren Mançurya yamacı bulunur.

Her iki havzada zeminin üstü ve altı birdir: Şöyle ki birbirinden ayrılmış ve bazı kere de granit, profiro, diyorit kayalarıyla kesilmiş billur kayalar ve eski, tortulanmış kaygan zeminin altını oluşturur. İşte bu kayalar üzerinde tufandan kalma ya da yeni tortular bulunur. Bu suretle oluşan arazinin uzantısı Altay silsilesinin kuzeyinden Kuzey Buz Denizi’ne ve batıda Ural Dağlarına ve yukarıda adı geçen silsilenin güneyinden Hindikuş, Elbruz, Ararat Dağlarına ve doğuda (Tibet) Yaylası’na, Nehr-i Asfer’e, Mançurya Dağlarına ve Kore ile Nehr-i Asfer arasında bulunan geniş Peçili Körfezi vasıtasıyla Büyük Okyanus’a kadar gider.

Bu geniş kıta arazisi dünya ulemasının “Loess”23 diye adlandırdıkları bir tür toprakla diğer toprakların karışmasından ve ara sıra özü sağlam kayalarla yırtılıp kum ve çakıl taşı tabakalarıyla tabakalar oluşmasıyla meydana gelmiştir.

Asya Loess’e Ora Türkleri tofrak (toprak) derler. Toprak gözenekli bir kil olup, kurak havalarda toz haline ve ıslak günlerde çamura dönüşür. Suların geçmesiyle ıslanan ve sürüler geçmesiyle yoğurulan, güneşte kuruyan bu toprak kaskatı taş haline gelir. Sel sularıyla akıp giden kısmı Nehr-i Asfer ve Kızıl Su’yu kendi rengine boyar. Çukurları doldurur, su yataklarının iki yanında bulunan yerleri, dağ sırtlarında bulunan dere ve yarları mümkün mertebe doldurarak bitki yetiştirme güçlerini artırır. Alçak vadi ve ovalarda doksan santimetre kadar bir tabaka meydana getirir. Dağlarda on bin kadem ve daha ziyade yüksekte bulunan granit taşlarının aralıklarını örter. Doğu ve batı havzalarıyla boğazlardaki ahaliden bu toprağı edinebilenler, bununla evlerini, şehirlerinin duvarlarını, mahzenlerini inşa ettikleri gibi, ekinleri vesair lazım olan yerleri sulamak için kullandıkları sayısız arklarını da bununla yapmışlardır. Bura ahalisi işte bundan dolayı: Toprak ve su olan yerde Sart bulunur.24 derler. Nehr-i Asfer, İli, Tarım, Seyhun ve Ceyhun vadilerinde bulunan köylü Çinliler, çiftçi Türkler, İranlı Sartlar, köylü ve şehirliler tarihin kaydetmediği zamanlardan beri burada buğday, arpa, pirinç, süpürge darısı, mısır, akdarı ekip biçtikleri gibi; asma, elma, dut fidanları yetiştirmişlerdir. İnsanlar bu sarı topraklı yer kadar hiçbir yerde kökleşip kalmadıkları gibi, hiçbir yerin de köylüsü, tarlası, evleri bu kadar birbirinin eşi ve aynı olduğu görülmemiştir.

Türk tarihçi Ebulgazi Bahadır Han, Hazreti Âdem’in toprağı buradan başka yerden alınmamıştır.25 diyor. Hakikaten burada insanla toprak birbirinden ayrılmaz. Buraların kendisine mahsus bir manzarası var: Yazın birkaç hafta bir damla yağmur yağmadığı, yerler susuz kaldığı zaman Taşkent, Buhara, Semerkant yolu üzerinde bulunan seyyah büyük, sarı, renksiz topraklı bir yol üstünde bulunarak; ortalığı fırtınaya hazırlanmış bir hafif rüzgâr içinde meydana gelen sıcak ve bayıcı bir giysiye bürünmüş gibi görür. Yaya, atlı, arabalı yolcuları gayet ince ve göz pınarlarında çamur lekesi hâsıl eden ve ortalığı göz gözü görmez bir hâle koyan toz içinde bulundurur. Ağaçlar, insanlar her şey bu tozla sıvanmıştır. Yol sarı renkli dikey iki sarp kaya arasından, kurumuş bir dere başına indiği zaman güneşin tesiriyle insan kendini bir fırına girmiş sanır. Irmak suyu veya sel ile kazınan bu derede su yerine kızgın çakıl taşları bulunur. Sarp kayaların çatlak kovuklarında baykuş, kuzgun ve oraya mahsus bir tür kartal yuva yapmışlardır. Bu dereler şiddetli sularla çatlamış, mağara gibi oyulmuş, güneşin tesiriyle âdeta kuru kiremit şeklini alarak kuvvetlenmiştir.

Yerlilerin Orda-Ourda26 dedikleri yüksek kerpiç duvarla çevrilmiş barınakları güneşte pişip dayanıklılık kazanan çamurdan inşa edilmiştir. O çukur yerler ekin, mezar, bazen bütün köyü çevreleyip şehirlerin civarında gayet latif manzara oluştururlar.

Asya’nın şu iki havzasını düzgün bir “toprak” tabaka örtmemiştir. Bu toprak Ora ahalisinin “kum” dedikleri silisli kil ile vaktiyle Hazar Denizi’nden Baykal Gölü’ne ve Nehr-i Asfer’e kadar uzayıp giden denizin bırakmış olduğu tuzla muhtelif miktarda karışarak, biri suyun geçişine mâni yoğun kil, diğeri akışkan ve kumlu silisli kil, üçüncüsü de tuza doymuş çorak toprak olmak üzere üç tür ortaya çıkarır. Bunların üçünü de sertliğinden dolayı insanlar işlemekten acizdir.

Orada Yer katık, âsmân ırak27 sözü Türklerce darb-ı meseldir. Doğu havzası akarsu yatakları arasında hendekleri, dağ yamaçlarında ağaçlıklı dereleri kapsayan ve balçıklı, kumlu, yol yol tuzlu ve çakıllı araziden ibaret olup batı havzası ise arazinin her hâl ve türünü beyanda milletlerin dillerine gıpta verecek kadar zengin olan Türkçede barkan28 olarak adlandırılan dalgalı ve hareketli kum yığınlarıyla kesilmiştir. Mösyö Richthofen burayı sarı toprak (Loess), kumsal, çakıllık ve taşlık bozkırlar diye üç kısma ayırıyor. Bu tasnif kumlu ve balçık çölleri kapsar ki bunları hakkıyla tespit ve sınırlandırma o kadar kolay değildir.

Bazı yerlerde balçıklı bozkır kumsalları ortaya çıkar, böyle yerlere Türkçede takır denilir.

Çukur ve oyuk olan su ve çamurun birikinti yerlerine de bataklık (batak) derler. Asya topografya haritalarında kamış ismi ile balçık ve batak kelimesiyle kum ismine birlikte rastlanır. Takır yerler daima ve genel olarak çıplaktır. Mösyö Henri Morez Türkistan Seyahatnamesi’nde: Takır yerler her türlü ziraata uygun değildir. Çünkü bunların toprakları toz tortularıyla beraber veya özellikle özlü balçıktan ibaret olup üstlerine düşen yağmur sularını aşağı tabakalara indirmeyerek buharlaştırdıklarından alt katları bitkilerin gelişimine yeterli gelecek miktarda rutubete sahip olamazlar. Kışın veya baharın yağan yağmurların buhar olup gitmesinden sonra sıcaktan yeryüzü pişerek âdeta cilalı tuğla şekline girer. Üzerinden geçen develerin ayakları kayar ve tesadüfen buraya düşen tohum taneleri bu pişmiş toprak altında çimlenip baş göstermeyi başaramadıkları gibi, feyz almak üzere baş gösterenler de ilkbaharın şiddetli güneşinde kurur gider.

Akar ve durgun sulardan uzak olup yüzleri tuğla gibi pişmiş takırlardan ve barkan denilen seyyar kum yığınlarından, yeri boğan çakıl ve kumlardan uzak ve bağımsız ovanın sair kısımları ekinlik ve ağaçlık ile örtülüdür.

Genç ve bakımlı ormanlar, ekinli yerler arasında Kara Kum, Kızıl Kum, takır ve barkan olan yerler kil gibi leke leke görünürler. Orta Asya’da hakikaten “çöl” denilebilecek her tarafı bitkilerden mahrum ve imara elverişsiz, boydan boya boş yer yoktur. Her yerde, her iki havzada “saksaul” bulunur. Bu ağacımsı kaba ot türünden bitki kumsal, üstü nemsiz kurak yerleri sever. Dört metre kadar boy atar. Ağacı baltanın güç işleyeceği kadar sert olduğu hâlde yanlamasına şiddetle vurulduğu gibi kolayca kırılır. Amuderya kenarı Heftrik, Harezm, Merv, Çârcûy arasında çorak bulunur. Kurtlanmaz. Oraların kömürü makbuldür. Saksaul ile birlikte bakliyat, sayvaniye ailesinden ağaçlar ve bitkiler de bulunur. Kazuarina ve okaliptüs denilen ağaçlar da Orta Asya’da bunlardan daha ziyade gölgelik oluyor.

Bakliyat ailesinden olan bitkilerin işgal ettiği yerlerde çöl az çok uzayıp giden bozkır hâline gelir. Birtakım yerlerde, yani güneş tesirinin çok olduğu, toprağa çokça toz karıştığı yerlerde etli, parlak, genellikle yapraksız fakat kalın ve sulu, başka bitkilerle birlikte bulunmayı sevmeyen, kuvvetli ve tatlı su ile sulanmış, toprak istemeyen birtakım bitkiler yetişmektedir.

Derelerin ağzında, yağmurlu, büyük hava cereyanlarına elverişli bölgelerde, iki havzanın sınırları üstünde, Baykal’ın doğu, Altay’ın kuzeyinde Balkaş, Aral Hazar gölleri etrafındaki çay ve Orhun, İrtiş, Yedi Irmak, 29 Çu30, Sarı Su, Turgan31 nehirlerinin Yayık (Ural), İdil (Etil), yani Volga’ya Kuban, Kafkas etekleri ve (Don) nehrine kadar Avrupalıların “step”, Çinlilerin “Tsao-ti” Türkler ve Moğolların bu manaya gelen “Kıpçak” ve “Gobi” dedikleri göz alabildiğine kadar boş çayırlı arazi uzanıp gider. Türk ve Moğol lisanları bu ulu yerlerin çayırlarını, iki havzanın içinde, kenarında kuzey boğazları arasında, tayga yani Sibirya ormanında da bulunan her türlü ahval ve görünümü ifade eden kelimelerle dopdoludur. Buraların bir kısmı otlak, bazı yerleri hem kara, hem de suya salıverilen dala32 saksaulluk, togay33 ortalığa saçılmış tuz kristallerinden dolayı, güneş ışınlarında yansımalar ve hayaller meydana getiren yalgın yani serap ve birtakım yerleri de imardan yoksun hakikaten çöldür.

Bu iklimin bazı bölgeleri de Kırgız keskin ıtrî kokulu çayır manasına gelen ve içinde alacalı atlar otlayan natırdır.34 Hatta arazi şekillerine dayanan ıstılahları tamamlamak için meydan ve deşt gibi Farsça isimlerini bile ahali kullanmaktadır. Şu kitabı yazmak için eserini eleştirdiğimiz Mösyö Leon Cahun: Türk ve Moğolların arazi şekillerini belirlemek için kullandıkları türlü kelime ve ıstılahları karşılayacak kadar Fransızca sözlük geniş değildir diyor. Burada fırtınalar hiçbir engelle karşılaşmaksızın çölü süpürür. Bağırlak denilen kırlangıçlar coşkun rüzgârları ok gibi yararak bir hışıltı ile uçar.

Batı havzada Tanrı Dağı’na doğru uzun bir meyil ile çıkan vadiler, o dağın zirvesinden şiddetli bir meyil ile batı havzaya inen yamaçlara donmuş araziden akıp gelen sular tüm çöküntü ve canlı maddeler ile toprağı karıştırarak ormanlık bölgelerin siyah zeminini hâsıl eder. Fergana, Yukarı Siriderya tarafları hakkında Nalvikin şöyle diyor: Takriben bin iki yüz yıl evvel sanavber, ardıç, ceviz, dişbudak, kayın, elma, zerdali ağaçları kesintisiz Fergana’yı çevreleyen dağları kaplar ve hatta bu orman orta bölge ırmaklarının kenarına kadar inerdi…

…Bu orta bölgenin büyük kısmı şam fıstığı, ılgın, döngel, hanımeli vs. fidanlarıyla kaplı idi. Hatta bundan seksen sene evvel bugün büsbütün çıplak ve âdeta çorak yerler olan Namangan şehrinin kuzey tarafındaki yüksek alanın şamfıstığı fidanlığı olduğunu ihtiyarlar hatırlıyorlar.

Vadinin ortalarını örten gümrah bitkiler arasında pek çok yerlerde, karların erimesinden hâsıl olan sularla dolan kuyular bulunuyordu. Bununla beraber geniş yeşillikler, meralar vardı… Vadinin aşağı tarafları hemen göz alabildiğine bataklıklar, göller, kamışlıklar, çalılıklar ve geniş turangalıklarla (tarafatamarix- ılgın) örtülü idi. 35 Üç yüz otuz üç senesi Buhara ahvalini yazan Türk tarihçi Ebubekir Muhammed Bin Caferü’n Nerşahî vaktiyle bütün Maveraünnehir ikliminin Seyhun Nehri’nin yüksek vadilerine benzediğini rivayet ediyor ve diyor ki: Vaktiyle Buhara, bataklık ve sazlıklı kamış ve ormancıklarla örtülü çukur bir yerdi. Şimdi Semerkant’ın bulunduğu doğu tarafı dağlarının karları eriyerek her yıl ırmak ve dereleri şişirir ve sularını düz yerlere taşırır ve buraları ne ekinci ve ne de bakıcı ve avcıların işine yaramaz bir hâle düşürür idi. İşte bundan dolayı Türkistan içerilerinden birtakım kimse av arkasında geldiler.36 Sonra birleşerek araziyi ektiler ve Tarkamurd, Pervane, Ezvana ve Nur kasabalarını tesis ettiler.37

Güneyde ve Hind Dağları’nın diğer tarafında, arazi kuvvet kazanır.

Muazzam Moğol Devleti’nin kurucusu olan zat Sultan Babür, Maveraünnehir ile Hindistan arasında bulunan dağların arka yönünü, yani güney yüzünü kendine mahsus bir surette şöyle tasvir ediyor: Çamlarla örtülü, pınarları bol, yumuşak toprakla örtülü tepeciklerle çevrilidir. Bitkiler, dağlar, dereler tekdüze ve ruh okşayıcıdır. Biraz daha aşağıda da serviler, meşeler, zeytinler, sakızlar… Sert kayalar üzerinde birbirini müteakip uzayıp giden bir hat oluşturan dağcağızlar… Batıda bir demet otsuz dağ başları ve sırtları… Üzerlerinde at koşturulabilir düz dağ tepeleri… Derin, dikine meyilli, geçilmez derelerde akan sular, her yerde dağ tepeleri en güç geçilen yerler olduğu hâlde, burada yamaçlar eteğe yaklaştıkça sarplaşmakta ve etekler ise büsbütün sarp bir hâlde bulunmaktadır… Afganistan’da tepeler az yüksek, toprak kil, sular nadir, bitkiler yok, manzara kederli ve vahşi memleket ahalisine benzer.38 diyor. Burada Belucistan’ın boş fundalıkları ve çakıllı dereleri, güneyde ise İran’ınkiler sıralanır.

Tanrı Dağı’nın kuzey, Himalaya’nın güney vadilerinin yanları çam, söğüt, kavak ve kayın ağaçlarıyla örtülüdür. Çayır ve boş arazilerini gölgeleyen gölgelikli dağları, Ora ahalisi:

 
Bauru Ala Tau deyenin kılman terk
Ala Tağ yamacında söğüt ve kavaklar 39
 

diye şarkılarla överler.

İçlerinde bozkırlar yahut saksaulluk, yahut göz alabildiğine çayırlık, içinde takır, barkanlar, bol bol taşlıklar vardır. Bozkırlardaki toprağa hayat veren sulak yerlerde, nehir kıyılarında sarımtırak yerler, otlar ve ormanlarla ferahlık bulur. İli’nin Türk “tarancı”ları köylerinin letafetini güzel şarkılarla ilan ederler:

 
Şu zengin Altaylarda
Erik, elma olur dağda,
Elma, erik olur bağda
Hoş kalınız dağlar, kırlar
Kandilimiz sönmez yanar
Evim, yurdum hoş kalınız 40
 

Altay’ın doğusunda bulunup doğu havzasından verimsiz bir zemin ile ayrılan Khingan Dağlarının etekleri de kavak, çam, ak ve kara kayın, söğüt, iri ögüz, bodur meşe, ıhlamur, ardıç gibi bitkilerle örtülü olup bunlar Moğolistan’ın bozkır, kıpçak, çayır, çakıl ve kumluklarını Çin’in ekili arazisinden tefrik ederler.

Gobi’nin batısında, yeşillikli kıpçağın orta yerinde yani Baykal Gölü ile Kentei arasında ormanlarla bezenmiş, Selenga, Orhun, Tula gibi büyük ırmaklar kıyısında Eski Türk ve Moğolların mukaddes bildikleri arazi bulunuyor. Çin’den Sibirya’ya giderken buradan geçen Rahip Palladius, burada şahit olduklarını şöyle tarif ediyor:

Kuzey doğuya yönelen yol Çin’den gelen Buğu Uula Dağı’nın batıya doğru uzanan kolu ile kapanıverir. Binaenaleyh yol burada dağın alçaldığı yere kadar kuzeybatıya döner. Bu geçidi geçtiğimiz gibi ovaya indik… Ufuk uzaktan dağlarla çevrilmiştir. Batıda bulunan bir tepe bizi Urga Vadisi’nden ayırır. Kuzeyde, yüksek dağlar eteğinde, doğudan batıya doğru Tula Nehri boyunca uzanan ve onunla beraber, kuzeybatıda, kenarları sarp dar bir geçitte kaybolan sık bir karaağaç ormanı görüyoruz.

…Urga vadisini bizden saklayan alçak tepenin zirvesine ulaşıyoruz. İşte o zaman bu vadi önümüzde belirerek doğudan kuzeydoğuya uzanmış sarı bir yer görüyoruz ki burası Kouren’dir. Güneydoğuya doğru yolumuzu takip ettiğimiz sırada tepeleri sık çam ormanlığı olan yüksek bir sıradağ boyunca gidiyoruz… Sağımızda Buğu Uula’nın 41 bir aşaması uzayıp gidiyor. Tula buna pek yaklaşır, bunun kıyıları ve dağın eteği yeşil bir ormanla örtülüdür. Dağlar dikine yükselmekte tepeleri bütün silsilede olduğu gibi sıkı çamlarla örtülü olarak suya aksetmektedir.

Gobi’nin bu apaçık görünen dağlarının Kentei güneyinde ayrılan mukaddes Kerulen Suyu, Tarhan ve Kentei nehirleriyle Urga’nın üstünde bulunan Han Uula Kut Dağı arasında akar. Kerulen suları Moğollar nazarında mukaddes gibi tanıtılmaktadır. Hatta buna seçkinler şifalı gözüyle bakmakta ve pek uzak yerlerden çimmek için gelinmekte olduğunu seyyah Palladius rivayet ediyor.

Kerulen’in yukarı kesimleri sahili sağında, Tarhan kutsal dağı semaya doğru yükselir. Önce adı geçen silsilenin zirvesi üzerinde, bazı yerleri kara yahut demir pası gibi sarı bir yosunla kaplı ve tamamı kırmızımtırak bir renk alan taş yığınları vardır. Düz, yeşillikli ve yalnız bir tarafa meyyal bir ova üzerinde bulunan bu taş yığınları tek veya dikine olduğu hâlde ovanın etrafını çevirmişlerdir. Bu tabii kaleler arasında, bir tür çatlak tarzında bulunan bir geçitte rüzgâr sıkışarak geçer ve uzaktan gelen gök gürlemesi gibi bir ses peyda eder. Ova üstünde demirci örsü şeklinde birçok kaya parçaları görülür. İşte bu dağın “Cengiz Han Demir Ocağı” namını almasına sebep şüphesiz bu hâldir. Bununla birlikte vaktiyle burada demir madeni işlendiğini reddedecek bir belge de yoktur… Tarhan üzerinde Moğollar dağ perilerinden korkarlar… Bu periler için Obu’ya götürülen kurbanları bize gösterdiler… Son kayanın tepesi üzerinde iki adet Çaça temsilî tasviri telakki edilen küçük koniler vardır.

Daha kuzeyde, Büyük Okyanus ve Kuzey Buz Denizi’nin yağmur ve rüzgârına maruz kalan arka kısmında Lena; Yeni Çay (Yenisey) ve Obi nehirleri boyunca çayırlar, büyük ormanlar, sonra karlı çukurlar uzayıp giderek ıssız ve âdeta Ölü Deniz söylemine uygun kutup denizlerine ulaşırlar. Bahar olunca buralarda göz alabildiğine çayırlar, meralar uzanır gider. Bu mevsim leylâkıyye ve bakliyye dönemi olup Türk ve Moğolların pek sevdikleri değişik renkli laleler açar. İşte bu sebebe dayanarak herkes:

Geldi Nevruz! Cümle âlem gülistandır şu gün 42 diye mutluluklarını ifade ederler. Sevinçten ferahlayan Ora halkı, mutluluğunu ilan için ölenk yani çiçekli çemen kelimesini kullanırlar. Türk delikanlılarıyla arkadaşları gelinin etrafını alarak:

Hay hay ölenk hay 43 diye şarkı söylerler. Millî sanayiden olarak kadınların dokudukları halılardaki renklere sebep çiçekli çemenlerin renklerinin sürekli değişmesidir.

Yaz geldiği zaman, sonsuz çöl acınacak bir hâlde kupkuru kesilir. Etrafta bulunan dağ payelerinin zirveleri yağmur bulutlarını yırtar, dağıtır, çayırlar kuruyup sular sarı bir kasırga hâlinde ağırca havada damla damla saçılır. Yakıcı bir rüzgâr önüne toprak tozlarını, barkan kasırgalarını katar. Dağlara yakın olan göçebeler yaylaklara çıkar. Yahut ovada bulunanlar pınar başlarına gider veya bir iş becermek üzere öteye beriye başvurur:

3.Seyhun’a “Hocend Suyu” derler. Babürnâme, s. 1.
4.Bunun bize göre telaffuzu (Yeni Çay) şeklinde olmalıdır. Türkçenin Kaşgar kolunda (ç) s’ye dönüşür. “Yenice” olmak ihtimali de mümkündür.
5.Bu step kelimesinin Türkçede karşılığı bozkırdır.
6.Arapçada “cezair-i müctemia” denilen takımadaların Türkçe ismidir. Bu göle Aral denmesi de çok adalı olmasındandır.
7.Altay kelimesini bazı lügatler Altun Dağı terkibinden bozma kıyas ediyorlar ise de bu nazar Türkçe telaffuz ile uygun değildir. Altay Ora Türkçesince yüksek orman manasında Al-Tayga terkibinden ibarettir. Bu, oryantalistlerin bakışı ve seyyahlardan Radloff’un sözüdür. Bize kalırsa yine bu manada olarak Al-Toyga’dan değişmiştir.
8.Ala Kul, Ala Göl demektir.
9.Çincenin (ling) kelimesi “geçitli tepe” demektir. Çung Ling Türkçenin “Gök Arat” terkibinin tam tercümesidir. Türkçede arat kelimesinin asıl manası çatı şeklinde olan dam olması sebebiyle, böyle yerler de bu terimle anılmıştır. Arat yüksekliği çok bir boyunu, yanaşılması kolay veya imkânsız olan komşu iki akarsuyun beslenme teknelerini ayıran sınırdır. Hâlbuki (davan) sarp boğaz ve (bel) gibi geçilmesi kolay boyun veyahut fark olunmadan bir vadiden diğer vadiye geçilen boğaz manasındadır. (Arat) komşu iki akarsuyun beslenme teknelerini ayıran sınır üzerinde boyun, (davan) ise bir geçittir.
10.Billur; vahan bölümünde bulunan güney dağlarının bir kısmında iskân olan bir kabile dahi bu adla anılır.
11.“Kouen” (değnek, kuru fidan) ve “len” (böğürtlen) demektir.
12.Rusların şimdi (çotkal) yazdıkları kelime Türkçenin (çatkal) terkibinden bozmadır. Manası: vadinin dibi ve sel yatağıdır.
13.Ruslar bu kelimeyi Kog-art şeklinde tahrif etmişlerdir.
14.Alay Vadisinde Kızıl Su Irmağı bir değildir. Bu isimde Kızıl Bel’den itibaren birbirinin aksi yönde akan iki ırmak daha vardır. Bunlardan birisi Surh-âb’ın başıdır. Diğeri kollarında birisi olan Kaşgar-Derya adıyla da anılan Tarım nehrinin baş tarafıdır.
15.Bu kelimenin aslı Türkçenin barmak mastarından müşterek olan Bargana’dan olması muhtemeldir, çünkü barmak sınırı aşmak manasınadır.
16.Hind Dağı demek olan Hindikûh’a İranlılar Hint öldüren manasına gelen Hindûkûş ismini vermişlerdir.
17.Osmanlı şivesine göre “Biş Balık” “Beş Şehir” demektir.
18.“Kopet” Türkçede “eğer kaşı” ve “hallaç yayı” manasınadır. Osmanlı okçuları meyanında acemilerin talimine mahsus gevşek yaya “kepade-kepaze” diyorlar.
19.“Etrek” “Türk” kelimesinin Arapça çoğulu olan (Etrâk)in bozulmuş hâlidir. Yani bu nehir “Türk Nehri” diye Arapların verdikleri isimdir. Etrek’in güneyinde bulunan “Gürgan” (Kurtlar) Nehri, şimdi İran ile Türkistan hududundadır.
20.Moğolca olan bu kelime (Mavi Göl) demektir.
21.(Alaşan) ismi Türk kaidesine uygun bir terkiptir. Birinci kelimesi Türkçeden alınmış (Ala) ve diğeri Çincede (dağ) demek olan (şan)dır.
22.Gobi’nin ne demek olduğu bir iki sahife aşağıda görülecektir.
23.Loess yahut Lehem Almanca salsal-balçık manasında olup Ren Nehri’nin teşkil ettiği hakiki araziye verilen addır.
24.Aslı gerek Türk ve gerekse İranlı olsun buralarda yerleşip kalana “Sart” denildiğini Avrupalı seyyahlar rivayet ediyor. Çağatay Lügati’ni yazan Şeyh Süleyman Efendi bu kelimeyi: “Türkistan’da Asabire denilir ki aslı Tacik ve Farsdır, Tat dahi derler.” diye tarif ediyor.
25.Şecere-i Türkî, s. 3.
26.(Orduluk) demek olacak.
27.Türkçeye “yer katı, gök uzak” diye tercüme olunabilir.
28.Barmak, yani varmak mastarından türemiştir.
29.Ruslar buna (Semirçe-Sémirtché) derler.
30.İyi su demek.
31.Toygarlı su demek.
32.Türkçede beyabân, deşt manasınadır. Moğolcanın (dalay), (döngel) kelimesi ise (deniz) demektir.
33.Orman, gabe manasında Türkçe bir kelimedir.
34.Aşaşnıng boyı ay natır Alalı cılkı coşatır, Radloff, C. 3, s. 22
35.Sayılan bitkilere hâlâ ismi “kendbadem” adıyla kasabaya âlem olup kalmış olan badem ağaçlarını ve Bâbür’ün eserinde saydığı birçok bitkiyi, mesela kırmızı kabuklu “ayık otu-ayu otu”, “tabolga”yı “terek” yani (kavak) ağacını ilave etmelidir.
36.Hicrî 6. Yüzyılda Kara Göl’de kuğu kuşları avlanıyordu.
37.Nerşahî burayı Ebu’l Hasan Bin Muhammed Nişâburî’den iktibas etmiştir.
38.Babürnâme, s.173 ve devamı…
39.Radloff, C. 3, s. 82.
40.Bu buralı bir Türk şarkısı tercümesidir ki Çin’de söylenmesi yasaktır. Radloff, C. 6, s. 202.
41.Uula, Moğolcada dağ demek olduğundan (Han Dağı) demektir. Buraya Türkler “Kut Dağı” derler ki buradaki (Kut) kelimesi (iktidar) manasına geldiğinden iki isim birbirinin tercümesi demek oluyor.
42.Vambery: Türkmen Şarkısı.
43.Neş’e bahş, çiçekli çayırlar, neş’e bahş Bantu Suu’n tarancı şarkılarından, s. 57.
₺35,23
Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
11 temmuz 2023
Hacim:
3 s. 5 illüstrasyon
ISBN:
978-625-99843-2-2
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre