Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Türk Tarihi», sayfa 8

Yazı tipi:

Buradaki âlim Çinli, çeri Türk’tür: Bu kanaatkâr Türk’e Çinli altın, gümüş, kumaş verdiği ve “mutedil” bir vergi verdiği “mülayemetle” etkin olduğu süre ne kadar uzun olursa olsun iki taraf her türlü taarruzdan korunur, mağlubiyeti mümkün olmaksızın müttefik kalır. Fakat ilk önce Çinlilerin kağana mutedil bir vergi vermesi şarttır. Çünkü ulusları Çin hükümdarlarının aksine olarak kağan kendi uluslarını bakıp besliyor. Şöyle ki: Milleti ihya ettim, çıplak iken giyindirdim, fakir iken zengin ettim. Çünkü yukarıdaki “gökte” Tengri, kağanı “kara toprak” üzerinde ancak Türk toplumuna, muzaffer Türk milletine hayat vermek için tayin ettiğinden; askerî açıdan büyük hâkim, yasaları koruyan cengâver, tecessüm etmiş bir nizam ve intizam olan kağan, bu muzaffer millete karşı sorumludur. Kendisi kağan “âlim” İlteriş “milleti ihya eden” olmak hasebiyle milletin azameti tamamıyla kendisine emanet edilmiştir. İlk önce kağan millete şereften bahs açar: Milletbahş olan Tanrı, Türk kavminin nam ve şanı silinmemesi için Tanrı, beni kağan kıldı. Zengin bir kavim üzerine atanmadım. İçinde yiyeceği, dışında giyineceği olmayan, fakir ve mahrum bir kavim üzerine tayin kılındım. Ben ve kardeşim Kültigin, iki (şad) birlikte baba ve amcamız tarafından Türk milletine kazanılan ad ve ün silinmesin diye sözleştik. Türk milleti için gece uyumadım, gündüz rahat etmedim ölünceye kadar çalıştım. Çıplak kavme giyecek verdim, halk fakir idi zengin ettim. Azı çok ettim. Faziletli kavimleri, kağanın haşmet ve itibarını artırdım. Tanrı2nın yardımı ile ben çok kazandığım gibi, Türk kavmi de çok kazandı.

Tercümesi:

Ötüken Ormanı’nda Türklerin tabi olanları yok idi. Devletin idare olunduğu yer Ötüken Ormanı idi. Bu yerde oturur iken Çinlilerle barıştım. Bunlar altın, gümüş issiğ122 ipeğini zahmetsizce verirler. Çinlilerin daveti tatlı ve hediyeleri yumuşak idi. Tatlı davetleri ve yumuşak hediyeleri ile uzakta bulunan milletleri kendilerine yaklaştırırlar. Yakın konduktan sonra onların arasında medeniyet ve kültür yayarlar. İyi âlim kişi, iyi cesur kişiye taarruz etmez idi.

İl birigme Tengri, Türk budun atı, küsi yok bolmazun tiyin, özümin ol Tengri kağan olurtı erinç. Ming yıllık budunka olurmadım; İçre aşsız, taşra tonsız yabız-yablak budunda üze olurtım. İnim Kültigin iki şad, nim Kültigin birle sözleştimiz. Akanımız, eçimiz kazganmış budun atı küsi yok bolmasın tiyin. Türk budun içün tün udımadım, küntüz olurmadım erinç. Kültigin birle iki şad ölü, yitü kazgandım. Anca kazganıp bir budunung ot-sub kılmadım. Men özüm kağan olurtukuma yir sayu yazmış budun ölü yiti yadağın yalangın yana kelti. Ötüken yışda yığ idi yok ermiş. İl-tutsık yer Ötüken yışı-ermiş. Bu yirde olurup Tabgaç budun birle tüzültim. Altun, Gümüş ıssıgtı kutay bungsuz anca birür Tabgaç budun sabı süçik, ağısı yımşak ermiş. Süçik sabın, yımşak ağın arap ırak budunug anca yağıtur ermiş. Yağuru kondukta kisre arıyıg bilig anda öyür ermiş. Edgü bilge kişig edgü alp kişig yorıtmaz ermiş.

Türk hükümdarının gece uyumaması, gündüz rahat etmemesi, soyulmuş tebası içinde bulunan fukarayı beslemek, giyindirmek için ölmeyip gece gündüz çalışıp savaşması ün kazanmak, millî şerefi artırmak içindir. Mısır firavunu, İran şahı, Âsur kralı kendilerine has azametlerini ilan, ilahlarının kudretini beyan için sürü sürü halkları kurban eder, Türk kağanı ise milletinin şan ve şerefinden başka bir şey düşünmez.

Şarlman’ın yeğeni olduğu sanılan milâdî yedi yüz altmış yedi senesinde Roncevaux Geçidi Savaşı’nda öldürülen Roland’ın “Tatlı Fransa” dediği gibi Türk kahramanı kendi memleketinden hiç dem vurmaksızın Ol yirgerü barsa Türk budun ölteçisen; Ötüken yir olurup arkış tirkiş ısar. Nening, bunung yok. Ötüken yış olursar beriggü il tuta olurtaçı sen ve Türk budun.

Tercümesi:

Ey Türk milleti! Eğer ol yere yani Çin’e gidersen öleceksin. Ötüken toprağında oturup kervanlar, kafileler gönderirsen. Ötüken ormanında kalır isen orada ne zenginlik ve ihtişam ve ne de çeşitli kederler ve elem vardır. Ebedî bir devleti burada muhafaza edeceksin, diyor. O mahsulsüz memleketi bütün kuvvetiyle seviyor ve devletinin ilelebet bekasını arzu ediyor.

Kuteybe bin Müslim’den rivayeten Cahiz: Bir Türk, bağlı bir deveden ziyade vatanı için inler, diyor. Zira: Deve Basra arkalarından Umman’dan her bir dağı aşarak, her bir ovayı geçerek mekânına gelinceye kadar ancak bir defa yürüdüğü yolları koklamak ve meskenine varıncaya kadar Umman ile Basra arasındaki mesafe ne kadar uzak olsa bile vatan ve yatağı olan yerine kendisine mahsus olan koklama, şiddetle koklama ile tabiattan delil toplar.

Vatana muhabbet ve onu koruma belirtileri az önce anıldığınca bütün insanlarda mahfuz ise de Türklerde zikrettiğimiz aleniyete dayanarak daha şiddetli olup diğer bir kaza, gecikme ve niyetten evvel onları dönmeye davet eder.

Türkler öyle bir kavimdir ki: Kuşatılmışlık, uzun müddet yerleşik yaşama ve harekette azlık ile acze duçar olur. Bünyelerinin aslı hareket üzerine kurulmuş olup sükûnet için onlara nasip ve zevk yoktur. Nefsani kuvvetler, bedenî kuvvetlerinden daha iyi olup onlar ateşli, hararetli, meşguliyet, dikkat ve zekâ sahibidirler. Hatıraları çok, hatları seri olmadığından yetinmeyi, acz ve uzun müddet yerleşik olmayı, izansızlığı ve rahatı esirlik bağı gibi görürler. Kavimleri karşı karşıya getirmek, milletinin iyi askeri olduğu hakkındaki şöhretini muhafaza etmek için ölür, öldürür. Kabile hissi bunlarda pek zayıf olduğundan aşiretleri sürekli karılıp karıştığı hâlde millet hâlindeki umumi birliktelikleri, askerî terbiye ve birlikte kazandıkları galibiyetlerin hikâyeleri sayesinde metanet kazanmışlardır. İşte bir sancağın altında toplanma tutkusu Türk ve sonra Moğol namını yüceltmek için çalışmak ve sipahilik buradan gelir. Bir Türk aşireti, bir siyasî organizasyon ve birlikteliği ancak savaş ile temin ederdi. Yağma kazancı veya ödenek olmadığı zaman o birliktelik takım takım dağılır ve yeniden daha kuvvetli birisinin başına toplanır ve savaşın oluşturup dağıttığı bu birlikteliklerin adı bile onlarla birlikte kaybolur giderdi.

Etnografik bağlantısı olmayıp bir askerî topluluk hâlinde bulunan Hun ve Türk hükûmetleri gibi topluluklar dağılıp parçalanmaya mahkûm olur denemez. Bunların bağları çözülür. Bu Türk kavimleri birer alaydır, büyük milletleri miralaylarının namını taşır. İşte Özbekler, Çağataylar vaktiyle böyle birer alay idi.

Kültigin yazıtlarında mezar kitabeleri, birer askerî vukuat jurnalidir. Hükümdarlar, harpleri hakkında malumat veren birer kumandandır. Bunlar hizmetlerinin durumunu, katettikleri mertebeleri sayarlar. “Yirmi dört yaşında iken Tarduş kavmi üstüne şad oldum. Amcam kağan ile birlikte ona doğru, Nehr-i Ahzar ve Şantung Ovası’na kadar harp ettik. Geriye Demir Kapı’ya kadar sefer ettik. Gökmen’in öte tarafında Kırgız memleketine kadar sefer ettik. Toplam otuz beş sefer edip yirmi üçünde düşmanla vuruştuk.

Otuz bir yaşında Çaça senüngke süngüştümiz. Eng ilki Ta-dıkıng Çorıng boz atıg binip tegdi. Ol at anda ölti. İkinçi İşbara Yamtar boz atıg binip tegdi. Ol at anda ölti. Üçünç Yeğen Silig Beging Kidimlig torug at binip tegdi. Ol at anta ölti. Kültigin yazıtlarından aldığımız bu ibarenin manası:

Otuz bir yaşında iken Çaça generaline karşı savaştık. En evvel Tadıkıng Çorıng ismindeki kır ata binip hücum etti. O at orada öldü. İkinci İşbara Yamtar ismindeki boz ata binip hücum etti. O at orada öldü. Üçüncü Yeğen Silig Bey’in Kidimlig ismindeki doru atına binip hücum etti. O at orada öldü. Savaş meydanında düşen atların isimleri, pehlivanların medhi açısından zikredilir.123

Yabancılar nezdinde gerçekleştirilen hizmetler de nam ü şan ve fayda sebebi olduğundan unutulmaz: O Çinlilere süvari götürdük… Piyade büsbütün aman diledi… Türklerim, milletim için çok mal kazandım.

Silahlı kişilerden oluşan böyle bir toplulukta, her şeyden evvel askerî terbiye ile rütbe silsilesi teşkili önemli işlerdendir. Kağan nezdinde en asi ve suçlu olanlar kaçaklar ile üstüne itaatsizlik edenlerdir. Eski Hiung-Nuların kanununda da bunların en fena ve âdeta küfür derecesinde bir cinayet olduğu görülmüş idi. Milâdî yedinci ve sekizinci asır Türkleri, isyana terk nazarıyla bakarlar: Türgişler kağanı bizim Türk milletinden idi, hakkımızda olan cehaleti, hatası sebebiyle telef oldu. Bütün beyleri, buyrukları telef oldular. Etrafında bulunan halk cezasını çektiler (….) Bars Bey vardı. Bu kağanın unvanını vermiş idik. Yedi Kunçaygu adlı milletlerimizi kendisine vermiş idi. Kendisi hatalı bir işe girişti, bu kağan telef oldu, millet hizmetçi ve esir oldu.

Firar ve isyanın önünü almak lazım olduğu gibi “toprak ve su, yer-su” devletsiz kalmamak için teşkilat ve idareye de bakmak gerektir. Hiung-Nular ve eski Türklerin idare tarzını tarif eden Çin tarihçisinin beyanatına uygun olarak Kültigin abidesinde büyük küçük yirmi sekiz memurun lakabı zikrolunmuştur. Bir kağan, diğerleri gibi yükselişe nail olmuş bir memurdan başka bir şey değildir: Ben yirmi sekiz yaşında kağan hizmetini ifa ettim. Büyük kağanın alt yanında diğer kağanlar ve bunlardan sonra şadlar vardır. Yazıtta yabgu şad, şadpıt beyleri, idikut, tigin, buyruklardan bahsediyor. Şu üç lakap ile lakaplandırılan birtakım hükümdarların isimleri geçecektir. Yazıtta itibar sahiplerine tarihimizde büyük tımar sahiplerine verilen “tarhan” lakabı da zikrolunmuştur. Hükümdarın maiyetine memur olan iki rütbeden, yani tamgacı (nişancı) alameti ile sübaşından (sefer kumandanı) bahsolunuyor.124 Bütün bu unvanlar askerî ve mülkîdir. Hiçbir yerde ruhban memurlardan, mezhep merasimlerinden, hususi sınıflardan bahsolunmuyor. Halk iki sınıftır: Beyler (liyakat ve itibar sahipleri), budunlar (yani avam; şimdiye kadar bu kitapta millet, kavim diye bir topluluğa delalet etmek üzere kullandığımız kelimeler hep budun kelimesinin Arapçadaki karşılıklarıdır. Meşhur Moğol hükümdarı Sultan Babür, Çağatayca yazdığı Bâbürnâme’sindeki hutbelerinde daima bu iki sınıfı birbirinden ayırt ederek: Beyler, yiğitler namussuz yaşamaktan, namuslu ölmek yeğdir. Beyler, yiğitler:

 
Her kim dünyaya gelirse yok olacak
Kalıcı olan Allah olacak…
 
 
Her kim ki hayat meclisine giripdür
Akıbet ecel peymanesinden içgüsidür
 
 
Ve her kişi kim terik menzilige gelipdür
Âhir dünya gamhanesinden geçgüsidür
 
 
Yaman ad bile tirilgenden,
Yahşı ad bile ölgen yahşırak
 
 
Ölümden sonra kalan tek hayır namdır.
İyilik uğruna ölürsem revadır.
 

Tengri Teâla bu nev’saadetni bizge nasib kılıptur ve mundak devletni bizge karib eylepdür. Ölgen şehid, ötkürgen gazi, barça tengrinin kelamı bile ant içmek gerek. Bu fenadin yüz yandırur hayal kılmagay tabdındın canı ayrılmagunça bu muharebe ve mukateledin ayrılmagay 125 diyerek Rana-Sanga’nın iki yüz bin cengâveri üzerine on iki bin kahramanını saldırtmıştır. Bu askerî birlikte rütbe silsilesine riayet varsa da bir zadegân sınıfı yoktur. Kumandan hukuku tahakkuk ettiren bir memur olmaktan ziyade idareyi sağlamak durumunda olduğu gibi, kanunlar da bir ahlak kitabı olmaktan ziyade bir talimname, büyükler de zâdegânlıktan ziyade büyük birer memur idiler. Hatta Hiung-Nuların torunları Çin nüfuzundan başka tesir altında bulundukları zamanda bile Mandarinlik için olan asılsız bağlılıklarını muhafaza suretiyle Çinli olmaya devam etmişlerdir. Milletler arasında kimi zadegân hükûmeti, kimisi avam hükûmeti olarak vasfedilmiştir: Türklerin hayalini ise kalem memurluğu işgal etmiştir. Attan indikleri gibi beyhude kâğıt karıştırır, kalem memuru olurlardı. Şu nizam ve talimat adamları rütbe ve memuriyet için her şeyi, hatta hürriyetlerini feda eylemişlerdir. Rütbe ve iktidar kazanmak için vücutlarını sattılar. Esir oldular. İbni Haldun Türklerin kâğıdı tercih edişlerini şöyle tasvir ediyor:

Birtakım kimseler ün, zenginlik ve iktidar kazanmak ümidiyle kölelik külfetini seçtiler. Doğudaki Abbasî ve Fatımîler hizmetinde olan Türkler bunun misalidir. Müslüman Endülüs Devleti hizmetine giren Fransızlar ve Galiçyalılar da böyledir. Bu hükûmetler, hükümdarlarının kendilerine hürmet ettiklerini görerek kendileri onların nüfuzuna girmekten çekinmediler. Bu da hükûmetin itibar ve müsaadesi ümidinden ileri gelmiştir. 126

Türklerin silsilesi, İslâmîyet’e girişlerinden sonra Müslümanlarda âdet olduğu üzere değişikliğe uğrayarak Nuh’a (a.s) bağlanmıştır.

Yafes, Nuh’un gemisinden çıktığı gibi İtil (Volga) ve Yayık (Ural) sahili üzerinde yerleşti.

Türk, Hazar, Saklap,127 Rus, Ming,128 Çin, Kimmer, Tarih adlı sekiz oğlu oldu. Yafes yedi çocuğa en büyükleri olan Türk’ü emîr ve reis tayin etti. Şu iki son isim Kimmer ve Tarih (Gomer, Tara) Turanî bir hatıra ile Müslümanlar tarafından ilave edildiklerinden, bunlar hesaba katılmamak suretiyle aileleri arasında Hunlardan ibaret olan Hazarlarla Slavlar, Ruslar, Mangotlar ve Çinliler üzerine Türklerin seçkinlik davasında bulundukları görülür. Bir de Turan’da Kafkas kavimleri Kimmer-Gomer adıyla anıldığından bu aileye Kuban ve Terek kavimleri ile Alanları da dâhil etmek uygun olur. Türklerin efsane kabilinden olan aileleri, batıda bulunan Hun birlikteliğine itaat eden kavimler ile doğudaki Çinli Hiung-Nulardan oluşur. Moğollar da milâdî on üçüncü asırda bu unsurları kendi birlikteliklerine dâhil etmişlerdir.

Esası tarihî ve dinî olan bu etnografyayı, kısmen mitolojik ve kısmen efsanevi bir silsilename takip eder. Dördüncü batında Türk’ün halefi olan Alınca Han’ın ikiz oğullarından büyüğü Tatar Han ve küçüğü Moğol Han’dır. Moğol Han’ın da Karahan, Uz Han, Guz Han, Gur Han adlı dört oğlu vardır. Şu son üç ad için de Bizans ve Arapların naklettikleri hikâyeler sebebiyle tanıdığımız Uz veya Oğuz isimleri ile Çin’i fethedip oradan Mançular vasıtasıyla sürüldükten sonra Uygur memleketine yerleşerek yeni bir devlet kuran Hıtaylar tarafından kabul olunan ismiyle Gur ismi anlaşılmaktadır. Kara Han’ın mucize kabilinden bir oğlu oldu. Bunun adı “Oğuz Han” Surhan’dır ki bu isim Türklerin alameti ve Ceyhun’un adı olmuştur. Beş Türk ulusuna Uygur, Kanglı, Kıpçak, Kalaç, Karluk adlarını veren Oğuz Han’dır. Oğuz Han bütün cihanı fethetmiş, yüz on altı yıl padişahlık etmiş ve vefat etmezden önce iktidarı temsil eden altın yayı ile üç oku oğulları arasında paylaştırmıştır.

Şecere-i Türkî’de nakledilen şu vukuat ile efsaneye giriliyor. Oğuz Han’ın Gün Han, Ay Han, Yıldız Han, Gök Han, Dağ Han, Deniz Han adlı altı oğlu var idi. Deniz Han’ın oğlu İl Han’dır129 ki Moğol hükümdarıdır. Bundan sonra efsaneden kurtularak yine rivayet ve tarihe gireriz.

Moğollara hükmeden İl Han, Tatarlara hâkim olan Sevinç Han130 ile savaşır. Bu da Kırgız yani Türk kaçkınlarıyla ittifak etti. Bir büyük savaşta İl Han mağlup olarak İl Han’ın en küçük oğlu Kayan131, İl Han’ın küçük biraderinin oğlu Tukuz ve iki kızdan başka bütün Moğollar ortadan kaldırıldı. Kayan, Tukuz ve iki kız kardeşleri kaçtılar. Yüksek dağlar aştılar, dağlar içinde güzel, çok ırmaklı, pınarlı, çayırlı, meyveli, av kuşları çok bir memleket buldular. Bu meçhul memlekette çocuklar, torunları çoğaldılar. Dört yüz yıl sonra çıkmak istediler. Fakat yol bulamadılar. O arada bir demirci, bir demir kütlesi bulur, ona ateş verince demir erir ve yol açılır. Yedi batından beri burada, şu garip memlekette kalan Kayan ve Tukuz’un torunları buradan çıkarlar. Bu memleket “Ergenekon” diye anılıyor.132 Çıktıkları vakti Ebulgazi şöyle tarif eder: Kün ninig ve ay ninig saatin karap taşkarı çıktılar. Andan beri Moğol ninig resmi turur. Şol günü ıyd kılurlar ve para temürni uşağa salıp kızıl kılurlar. Ol han inür birlen temürni tutup senitin üstünde koyup çeküç birlen urar. Andın sonın beyleri ol güni acayip aziz tutarlar.

Maden yani demirin mukaddes beş unsurdan olduğu unutulmamıştır. Milâdî beş yüz altmış yedi yılında İmparator Justinyen’in sefiri Jemark, Türk hududuna ulaştığı zaman, hudut muhafızları kendisine demir takdim etmiş, günlük yakmış ve kendisini ateş üstünden atlatmış idiler. Nazar değmesi için hâlâ alev üzerinden atlamak âdeti Anadolu’da geçerli olduğu gibi hatta İstanbul kadınları bile çocuklarını nazardan korumak için ateşe üzerlik tohumu atarak: Atdım üzerlik, gelsin güzellik! Üzerliksin güzelsin, her evlerde gezersin. Hangi evde gezsen, kaza bela savarsın. Ak göz, mavi göz, ala göz, tirşe göz, sarı göz, kara göz, altmış, yetmiş… Çıkmış gitmiş, celvetiyesini okurlar.

Yukarıda görüldüğü üzere Attila’nın Macarca ismi olan “At-sil” ismi çelik manasına geldiği gibi “Juanuil” zamanında Tatar imparatoru, yani Moğol Hükümdarı Cengiz Han’ın bir demirci olduğu rivayeti de pek yaygındı.

Ergenekon’dan çıktıkları çağda Moğollara hükmeden zatın adı “Börteçine” yani Kızıl Kurt neslindendir.

Alangu’nun133 babasız doğurduğu bir çocuk onuncu batında Cengiz Han’ın atasıdır.134 Türklerin kardeşleri Moğollar Börteçine’nin torunları oldukları gibi devletlerinin reisi olan aile de Alangu neslindendir. İşte Müslüman olanlarının Yafes’e bağladığı, Budistlerin Sakyamuni gibi bir betül ilave eyledikleri soy kütükleri bundan ibarettir.

Şimdi de İslâmîyet, Budizm Moğol devletinden önce milâdî altıncı asırda Çinlilerin Türkler hakkındaki asıl saf rivayetlerini arz edelim. Türklerin ataları muhtelif uluslara tabi münferit kabilelerden ibaret idi. Bunların aile isimleri Çince A-sse-na idi ki Türk ve Moğol imasınca “Çine” yani kurt demektir. Çin, sonra gelen Ouei sülalesinden Tzin-ki-chiler kabilesini yok ettiğinden “Asena” yani Çinelerden beş yüz aile kaçtı. Birçok nesiller Kin-Şan yani Altın Dağ üzerinde kalarak demirden avadanlıklar yaptılar.135 Bazı tarihçiler, bunların atalarının Hazar Denizi sahilinde bir devlet kurduklarını haber veriyor. Bunlara yakın komşu olan bir kral, tamamını yok ederek yalnız bir delikanlı kalmış ve onu da ellerini, ayaklarını kestikten sonra bir bataklığa atmıştır. Bu delikanlıya bir dişi kurt yiyecek getirirdi. Günlerden bir gün kendisini Hazar Denizi’nin doğusunda, üzeri yüksek bir yayla olan dik bir dağ üstündeki mağaraya götürdü. Burası “Yukarı Kankular” memleketinin kuzeybatısında idi. Dişi kurt on oğlan doğurdu ki bunlardan birisinin adı Asena Kurt’dur. İşte bu kurt Türk hükümdarı oldu. A-hien-che adlı bir adam halkın başına geçerek bunları mağaradan çıkardı.

Türklerin Çin’den gelen rivayetleri ile Moğollardan nakledilenlerin tamamıyla birbirine uymakta olduğu görülür. Sonra Moğol topluluğuna girenler de bulunduğu hâlde Türkler Hiung-Nu denilen büyük milletin duçar olduğu büyük bir felaketten kurtularak Çinlilerin Tiyen-Şan, Türklerin Tanrı Dağı, Bizanslıların Endağ dedikleri dağın kuzeyinde bulunan Altay vadisine düşmüş farklı kabilelerden ibarettir. Tiyan, Tanrı, En kelimeleri Çin, Macar ve eski ve yeni Türk dillerinde gök, sema demektir ki Avrupalılarca Mountagnes Célestes diye bilinirler. “Ergenekon” Çinlilerin Tiyan-Şan-Pe-Lu dedikleri kuzey yolu üstündedir. Buradan Türkler “Börteçine” adlı bir kahramanın hâkimiyeti sırasında bir demircinin önderlik edip yol açması ile çıkmışlardır. Bu çıkış milâdî beşinci asırda gerçekleşti. Bundan yüz yıla yakın bir zaman içinde Türk milletinin pek çok iktidar sağlayarak Çin ve Roma imparatoru ile münasebete giriştiğini ve hatta Roma imparatoruna İskit yazısı ile bir mektup yazdığını görüyoruz. Bu olay milâdın 568 (hicretten 56 yıl önce) senesinde meydana geliyor. Kültigin Yazıtı 733 tarihlidir. O devirde Türklerin bilinen en eski yazısı yüz altmış yıllık yazı idi.

Şimdi de gerçekleşen olaylara gelelim. Tarihin kaydedemediği bir zamandan beri Çin’in kuzeyinde, Çinlilerin “asi esirler” manasında “Hiung-Nu”136 genel adı ile adlandırdıkları birtakım göçebe kavimler yerleşik bulunuyordu. Bu kabileler Çin dilince “Tsenyu” yahut Tanju adlı ve bunun öncesi “Tseng-li ko-to” adlı bir hükümdar maiyetinde kuvvetli bir uzlaşı heyeti teşkil etmişlerdi. Gerek eski Türk ve Moğol ve diğer lügatler hakkındaki malumatın zamanımızca pek tamamlanmamış olması ve gerekse Çin imlasınca aslının tahrif edilmesi sebebiyle hükümdarın asıl ismini belirlemek mümkün değil idiyse de137 unvanının “Tengri kut” olduğu açıktır. Hicrî VII. asırda (milâdî XIII. asır) Moğol hükümdarları bu unvanı kabul etmişlerdi. Meşhur seyyah Marko Polo bunu semavi güç diye tercüme etmiştir. Bundan Hiung-Nu kralının unvanının Türkçe olduğu ve kendisine kutsiyet isnat edildiği anlaşılıyor.

Milâdın bir asır öncesinde (hicretten yedi asır önce) Han hükümdar sülalesi idaresi altında toplu ve rahat olan Çinliler, Hiung- Nulara karşı taarruza kalkışmışlardır.

Bundan üç asır önce Thsin sülalesinin kurucusu olan büyük imparator Huang Ti beş yüz yıldan daha çok bir zamandan beri, önce derebeylik suretinde yirmi kadar imarete, sonra da hükûmete ayrılmış olan Çinlilerin birlikteliğini iade ettikten sonra kuzeydoğuda bulunan bedevî kavimler cihetine dâhil olmuş idi. Şimdiki hâlde Sarı Irmak’ın oluşturduğu büyük çukurluk ortasında Şansi eyaletinden ibaret olan memleketten Hiung-Nuları sürmüş ise de sonra bunların torunları buraları defalarca yeniden fethetmişlerdir. Huang Ti bunları yedi hükûmetin ortak müsaadesiyle milattan önce 204-214’te, yapılmış idi. Archimandrite Palladius, çitlerde terk olunmuş olan harap istihkâmlar ile o kadar müthiş hücumlar görmüş olan buraların sakinlerini şöyle tasvir etmiştir:

King Yung Kwan’dan büyük sedde kadar on iki verstelik 138 yol dar ve arızalı ve derece derece yükselmeye meyilli bir boğazı takip eder. Bu boğazın her tarafında burçlar, kaleler, yapıtlar ve harabeler diyarı görülür. Seller boğazda geniş ve derin yarlar meydana getirmiş ve duvarların bir kısmını sular alıp götürmüştür… Boğaz aslı büyük sedde varıncaya kadar yükseldikçe darlaşmaktadır. 139 King Yung Kwan’ın büyük cenk meydanı dağlar ve kayalar üzerinde bir kırık hat şeklinde görüldüğü gibi adım başına tesadüf edilen sağlam tir sadakları, karakollar, sağlam yerler, siper harabeleri hep Çin’in kahramanlık derecesini ve kuzey kavimleri üzerine olan muharebelerini hatırlatır.

“Ünlü millet” yani Çinliler nezdinde ücretle askerlik yapan Türkler, itaat altına alınamayan vatandaşlarına karşı denetleme ve muhafaza hizmetini görürler idi. Gök ile yer arasında sarı bir toz çıkarak güneşi kapadığı zaman Çin Seddi’nin hudut kalelerinde bulunan Türkler tunç zillerini çalarak düşmanın gelmek üzere olduğunu ilan ederlerdi. Bu Türkler kendilerine Ongtutuk diyorlardı ki bu sıfatın sur askeri140 manasına gelmek ihtimali olduğu gibi sağ ve güney demek olan “öng” yani “ön”den türemiş olarak “güney askeri” manasına gelmesi de muhtemeldir. Sonraları bu isim “öngüt” şekline girmiştir.

Huang Ti de payitahtını Şansi’nin ortasında kuzey ve doğu barbarlarının yetişecekleri askerî güzergâhın set arkasındaki kilit noktasında tesis etmiştir. Çin zadegânının dönmeye meyyal ve ıslahı mümkün olmayan tuhaf fikri bu büyük hükümdarın tesisini hükümsüz bıraktı. Çin yeniden sekiz hükûmete ayrılarak birlikteliğinin esası zarar görmüş oldu. Dışarıda nüfuzu kalmayarak çit arkasında Çin Seddi ötesinde saklanmak durumunda kaldı. Şimdi aslı Şansi’den olan yeni Huang Ti önce yeni bir imparator Hunan Nan Dağları vasıtasıyla güney nehir memleketindeki isyanı bertaraf ederek Çin’in birliğini geri tesis etti. Han sülalesinden olan imparatorlar Thsin hanedanının vatanperverce eserleri ile yetinerek çitleri feth ve göçebeleri önce silah, sonra akıllıca davranış, idare ve terbiye gibi Çin medeniyetinin gerektirdiği şekilde kayıt altına alarak kendilerine alıştırmışlardır. Han hanedanının başlattıkları icraatın esası kuzey Türkleri ile doğudaki İranlıları Çinlileştirmek idi. O zamandan beri Çin bu siyaset tarzını terk etmedi. Çitlerin zaptı, buralarda yerleşik bulunanların Çinli yapılmasından ibaret olan siyaset Çin’in on sekiz asırdan beri tuttuğu irsî ve millî bir idare tarzıdır. Çin’e imparator olan Moğollar ve bunlara halef olan Sang sülalesi hükümdarlarının Han sülalesinin tesis ettiği bu millî siyaseti takip ettikleri görülecektir.

Milâdî 121 yılından itibaren Çin’in siyaset ve harp usulü oluşmuştur. Then yu yani “Tanrı kuvveti” idaresi altında yekvücut olan göçebe unsurları parçalamak; çitlerin ötesine sürerek, kabileleri ikiye bölmekle, uzaklara, kuzey ve batıya doğru sürmek beri tarafta yani çitler ile büyük set arasında alıkonulanlarını Çinlileştirmek; hatta çitlerde bile Çinli veya Çinlileştirilmiş kavimlerden ikiye ayrılan Hiung-Nuların taarruzuna karşı duracak bir heyet bulundurmak o siyasî usulün gereğindendir.

112 senesinde Çinliler, kuzey çitini geçerek Sirderya’nın geçit yeri olan İli ovasını tuttular. 108’de güney çitleri ile Hami ve Turfan’ı elde ettiler. Bunların tesis ettikleri askerî bölgeler etrafındaki kabileler toplanıp oturarak Uygur yani “itaatkâr ve medeni” oldular. Batıya doğru gidenlere Kırgız, Kazak141 yani “serseri ve serkeş” ismini verdiler.

Alan, Got, Bulgarların, daha sonraları Attila’ya olan itaatleri gibi çitlerin beri tarafında millî bir irtibatı haiz olmaksızın Hiung-Nulara katılmak ile Tsenyu’ya bağlanan kavimler çabucak dağılarak Çinli toplumuna giriyor ve çitlerin doğusunda alıkonulanlarla batıya sürülenlerin konuştukları iki Türk dili arasındaki engeli kuvvetlendiriyorlardı. İşte milâdın bu ikinci asrı başlarında Çin’in payitahtından Dahya veyahut Davaya’ya kadar dokuz muhtelif lisan zümresi sayıldığı hâlde Davan’dan Taberistan’da yerleşik Ansî’ye kadar Türkçe şubelerinden başkası konuşulmazdı. 142 Türk olmayan bu milletlerden Çinlilerle karışmayanlar Si yu, Büyük Doğu’da yahut Pamir’de Altı Balık’ın güneyinde, Hint’e Yunanlıların Kofen dedikleri Ki yen’e şiddetle sürülür idiler. Bu tarafta eski Yunanlıların İndu Skit, Latinlerin Jeta ve Çinlilerin büyük ve küçük Yu Çi olarak adlandırdıkları Saka ve Massaget adlı eski Türk kavimlerinin kalanları yerleşiktirler.

Şimdi kuzeyde ve batı yönünde bozkır halkı olan Kıpçaklar ve Gırmankad, göçebe Kırgız, Kazaklar bulunup bunlar çitler yani askerî sınırdan “medeni” Uygurlar vasıtasıyla doğuda Tsenyu’nun etrafında bulunan topluluktan ayrılmış, güneyde büyük set, hareketlerine sınır koymuş kuzey ve doğuda diğer barbarlarla, yani şimdiki Tunguz ve Mançuların ataları vasıtasıyla bastırılmış, güneydoğuda büyük set ile dağlar arasındaki geçitte Tibet’in sert kavimleri ile tehdit olunduklarından Çin’in terbiye ve idaresi altında kalmaya mecbur olmuşlardır.

Askerî hudutların zaptından sonra Çinliler Pe-Lu geçitlerini elde etmek ve doğuyu Hiung-Nuları tamamıyla yalnız bırakmak için, kuzeybatı tarafına doğru çalışmalarını yönelttiler. Milâdî 104’ün başlarında Kırgızlar içerisine doğru pek çok ilerleyerek bozkırlarda bir ordu kaybettiler. Fakat kuzey barbarları askerî sınırlar ile büyük set arasında pek çok baskıya maruz kalmış bulundukları için milâdî 694 başlarında Tsenyu, Çin imparatoruna başkenti olan Sinkian Fude’de teslimiyetini bildirerek cizye ödemeyi kabul etti.

Türk âdeti gereğince ünlü hükümdar Tsenyu’yu baba tanıyarak kendisinden bir ad istiyor.143 Ve ancak talep ederek elde ettiği bu yeni Çinli adı ile hükümdarla resmî münasebette bulunur. İşte bu vakadan itibaren Hiung-Nu ve sonra Türk hükümdarları Çin imparatorunun kendilerine bir memuriyet veya arpalık olarak verdiği Çin unvanı ile bir de millî isim taşımaya başladılar. İşte bunlar imparatorluğun ileri gelen memurlarından veya arpalık sahiplerinden olanlar gibi silahlı olarak tahta geçirilen haleflerde kendi paylarını istemek için Çin’e harp ilan ederlerdi. Hâlâ şimdi eski Hiung-Nular durumunda bulunuyorlar. Nasıl ki Batı Türkleri İslâmîyet’i kabulden sonra, haslar arpalıklar karşılığında Arap adları alarak sırf fahrî birer unvandan ibaret olan o adların hakkını talep eder oldular… Fakat sonra dinde sağlamlık peyda olunca “dinde takva uğruna” cansiperane çalıştılar, çalıştılar.

Doğudaki Han sülalesi hükümdarlığı, kuvvetli bir esas üzerine kurulmuş hükûmeti tesis ile memleketin ta göbeğinde bulunan Hunan vilayetinde bulunan Lu-Yang şehrini payitaht seçti. Çin’in kuzey ve doğusundaki fütuhat, içteki göçebeleri kendilerine benzetmek, dıştaki barbarlar üzerinde nüfuz yürütmek gibi hakikaten vücut bulan millî siyaseti hep bu eyalette gerçekleşmiştir. Bu devirde batıdaki Büyük Roma İmparatorluğu ile doğunun bir ucundaki koca Çin İmparatorluğu arasında garip bir denge icrası gerçekleşir. Şu iki büyük hükûmetten birisi İsevilik ve diğeri Budistlikten haberdar oluyor. Ve kavimlerin büyük mutluluğu içinde sert ve kuvvetli, şedit imparatorlar Ren Nehri’nden Tuna’ya kadar olan barbarları etki altına aldıkları gibi doğudakiler de İli hududundan Hazar Denizi’ne kadar olanlarını itaat ettiriyorlar. Doğudaki Hanlar, elli altmış senelik bir fark ile Roma’daki Antonyolara benziyorlar. Buda kâhinlerinin Çin çitlerindeki tarihî vaka anlatıları, Galya’da bulunan fedakâr İsevileri andırıyor. Hristiyanlığa karşı Roma İmparatorluğu’nun putperestlikle ilgili edebî rivayetlerle karşı gelmeleri gibi Budizme karşı da Çin milliyetçileri Thsinlerin tahrip ettikleri ve ilk hanların büyük bir itina ile ezberine uğraştıkları eski kitaplarla karşılık verdiler.

Bu devir büyük buluşmalarla Konfüçyus’un144 yüksek saadet mertebesi devridir.

Milâdî 64 yılında Çin millî siyaseti kesin bir sonuç elde etti. Çitlerin zaptı ve Uygurlara verilen yardım ile batılılardan ayrılan Doğu Hiung-Nular da ikiye ayrılırlar. Bunların Tanjuları (Tchenyu) büyük kardeşi ile rekabete çıktı. Bir yeni Türk âdeti gereğince mirasın nakledilebilir kısmını, yani orduyu istedi. Bunu kendi maiyeti, halkı ile birleştirerek kendi isteği ile veya zorla bir topluluk hâlinde bulunan sekiz cemaati kendisine uydurarak çölü geçip Çin imparatoruna teslimiyet bildirdi. Bu işte parmakları olması muhtemel olan Çinliler, kendisini kabulde acele edip davacı Hiung-Nu’yu gayrimeşru tanıdılar. Ve maiyeti, halkı da kuzey çitine, büyük set boyuna yerleştirdiler. Türkler kendi boylarından olan bir halkın büyük Çin Hükûmeti ile irtibatına sebep olan göçü unutmamışlardır. Milâdî XVII. asırda yaşamış olan Şecere-i Türkî müellifi Ebulgazi Bahadır Han o hatıratı bularak bu suretle kitabına kaydetmiştir: Hıtay halkı öz yurtınıng başında bir bülend divar tertîb, iki ucunı tengiz kaytgırı birdiler… Andag divarnı Arapdır. Türki birlen “turkurka” dirler. Hıtay halkı (öngü) dirler… Türk halktın bir niçe cemaatgi sizlerge her yılda an çaklı nemerse bireyin. Seddning darvazlarını saklanıgız” deyip önderleri karar kıldı. Ol Türkler anı kabul kılıp sakladılar. Oğul oğul, kız kız bu işni kıldılar. Ol cemaatge (öngüt) didiler. Moğol tilinde öngütning manası nesli may seblik bulur. Niçün kim urgancı, tabkıçı tigen tik seddni önüng ve saklagan kişilerni “öngüt” tidiler. Seddçi tikar bulur.145

122.İssiğini kelimesini “Radloff” ıtriyat ile tercüme etmiş. Mösyö Thomsen ise bu kelimenin isiğinisin olduğunu ve bir tür hububat olduğunu iddia ediyor.
123.Sanang-Sican tarafından hurafe tarzında yazılmış olan Cengizname’de atların isimleri daima zikredilmiştir. Hatta kullanılan tabirler bile tamamıyla Kültigin abidesindekilerle benzer. Her ikisi de bir tür ilmî kanuna göre yazılmışa benziyor.
124.Buradaki “sü başı”, “su başı”ile karıştırmamalıdır. Kültigin yazıtında (su)ya (sub) denir. Burada (sü) “sülemek” (sefer etmek) asker sevk etmek anlamına gelir.
125.Babürnâme, s. 408.
126.İbni Haldun, Mukaddime.
127.Saklap, Saklabe (Slav) demektir.
128.Tarihçi Boye, tarih ve coğrafya lügatinde Yafes’in oğullarını: Gomer, Magog, Madai, Yavan, Tiraz, Tubat, Mosoş olmak üzere yedi kişi saymış.
129.İl Han, milâdî on üçüncü asra ait bir tabirdir. Asıl, ilk hali yukarıda görüldüğü gibi “İlli Han” (il sahibi hükümdar) olacaktır.
130.Sasaniler devr-i şâirânesine ait olup İranlılarla savaşan Turan şahı Hoşnüvaz’ın Türkçesidir.
131.Moğolcada bu kelimenin çoğulu Kiyan’dır. Manası çığ, sel demektir ki Cengiz Hanedanı’nın ismidir.
132.Ergene, dağ beli; kon, konmak mastarından konak, mesken demektir. Macarcada Oreghon eski vatan manasına gelir.
133.Türklerin anaları olarak kabul edilen Alangu kelimesi “Alangova”dan dönüşmüştür ki parlak anlamına gelen Alank ve ahu anlamına gelen Kava kelimelerinin birleşmesinden meydana gelen nuranî, ahu gibi şairane bir addır. (ç.n.)
134.Alangu’nun üç evladı olduğu ve Cengiz’in atasının üçüncüsü olan Budençar olduğu Şecere-i Türkî’de görülüyor. Mösyö Cahun nasıl olup da bir çocuk olduğunu beyan ediyor.
135.İşte bu rivayette de demir kelimesi bulunuyor.
136.Çinliler zamanımızda Tangutları “doğulu barbarlar” manasında “Sifan” diye adlandırdıkları gibi Avrupalıları da “Kan kui” yani “Kızıl Barbarlar” olarak adlandırırlar.
137.“Tsenyu” anlaşılmıyorsa da tercümesinin tashihi mümkündür. Çinlilerin (pien i tien) adlı vakayinamelerinde 552 senesine ait şu fıkra vardır: Tukyu yahut Türklerin reisi Toumen kendisine eski Şen yu manasında İlli Han unvanını aldı. Altıncı asırda Türkçede İlli kelimesi “nâmdâr, parlak” manasında idi ki Çinlilerin “Şen yu” için yönelttikleri “parlak çehre” manasıyla uygun düşüyor. Bu durumda Hiung-Nu hanının ismi ve lakabı “semavi parlaklığa sahip güç” manasında olması gerekir. Cengiz isminin de Çinyu kelimesinin son telaffuz şeklinden ibaret olması muhtemeldir. İleride Cengiz kelimesinin türevlerinden eski Moğol dilinde “muhkem, sert” manasına gelen çing kelimesini kabul ettiğim görülecektir. (Zaten bu kelime Çağatay lügatinde “sarp” manasına geliyor.) Fakat asıl mana Kültigin Abidesi’nde Çin ve imparatoruna verilen “il veya ili” tanınmak olması ihtimale pek yakındır.
138.Bir verste 1032 metredir.
139.Seyyah, Pekin’den Kahna’ya gitmekte yani büyük seddin içerisinden dışarıya çıkmaktadır.
140.Moğol yazıtlarındaki, Sükleb tepesinde Ongtutuk Çinlileriyle, beş taburla uruşdum, ibaresinden imparatorun isyan eden Ongtutuklar aleyhine diğer ücretli Türk askerini sevk ettiği anlaşılıyor. Şecere-i Türkî’de Ong’un memleket hükümdarı manasına geldiği yazılıdır. “Tutuk” tutulmuş, kiralanmış manasınadır. Bu hâlde “ongtutuk” kira ile tutulmuş hükümdar ve askeri demek oluyor: “Bir oğlunun adı Tuğrul idi. Hıtay padişahları “ong” deyip lakap koydular. Ong’un manası velayet-i padişahî demektir.
141.Milâdî VIII. asırdan, 731 senesinden itibaren ve daha sonraları Kırgız kelimesi artık bir topluluk manasında değil, bir ulus manasında kullanılmaya başlamıştır. Bu da Moğolistan yazıtlarının şu “Tibetliler, Kırgızlar, Üç Kurıkan, Otuz Tatar, Hıtaylılar… Tokuz Oğuz, Kırgızlar, Şakırgızlar… Karluklar… Basmıl Karluk… Hıtay Tatabılar” ibaresinden anlaşılıyor.
142.Orhun Yazıtlarında, Oryantalist Downer şöyle diyor: Davan kelimesinden Terek Davan yani Kavak Limanı manası anlamlıdır. Burası şimdi Nan-lu denilen yerdir ki Fergana’daki Altı Balık yahut Kaşgar geçididir. An Si’ye gelince bunun yazılışı Arsi, Arsu olup Alan memleketinde Kuban’a kadar uzayıp gider.
143.Türk Beyler Türk atın yitti. Tapgalu çağu Beyler Tapgaç atın tutuban Tapgaç Kağanga görmis. Ellig yıl isig küçüg birmiş. Osmanlıcamıza tercümesi: Türk beyleri Türk isimlerini terk ettiler. Ve Çin beylerinin adlarını alarak Çin hakanına itaat ettiler. Elli yıl iş ve güçlerini ona verdiler. (Kültigin abidesinden)
144.Konfüçyus, Han sülalesinin zuhurundan 349 sene önce, yani hicretten 1133 sene evvel Şantung eyaletinde doğdu. Yirmi dört yaşında bütün ilimlerle milletini ilmî ve edebî aydınlatmaya başlamıştı. Bu eyaletin hükümdarı olan Lu adlı zat kendisini faziletli şöhretine dayanarak çağırıp vezirlik hizmeti ile istihdam etti. Ve onun talim ve yönlendirmesiyle ziraat ve ticaret hayli gelişti ise de sonra hükümdarın değişip bozulması ile gözden düşen Konfüçyus uzaklaştırılıp mecburen inzivaya çekildi. Konfüçyus Çinlilerin bugün sahip bulundukları dinî merasim ve ahlakın korunup devam ettirilmesine sebep olduğundan Çin memleketinde mertebe kazanma arzusunda olan Çinliler yazdıklarından imtihan olmak mecburiyetindedirler. Bu filozof, hicretten 1101 sene önce vefat etti.
145.Ebulgazi, Moğolcada kelimelerin sonuna getirilen (t) harfinin Türkçede “cı” gibi sıfat türeten bir ek olduğunu güzelce açıklıyor. Bu harf o dilde çokluk edatı da olur. Şecere-i Türkî, Kazan baskısı, s. 29.
₺35,23
Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
11 temmuz 2023
Hacim:
3 s. 5 illüstrasyon
ISBN:
978-625-99843-2-2
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre