Kitabı oku: «Türk Tarihi», sayfa 9
Diğer Türk kabileleri kendi vatandaş ve hemcinslerinden çitlerde bulunarak sürülerinin ve avlarının mahsulatını toplayıp hırdavat ve hububat karşılığı satarak Çin’in o büyük ve rağbet edilen ticaretinden istifade ediyorlardı: Ta bu asırdan itibaren Çinlilerin Türklere göre bir tür sikke bastıkları ihtimali vardır. Her ne kadar böyle ise de bir tarafı Çince ve diğer yüzü eski Türk harfleriyle yazılmış iki dilli Çinli ve Türklerin müşterek sikkeleri görülür. Pars Asya komisyonu üyelerinden ve meşhur nakkaddan Mösyö Derouen’in tedkik ettiği bu sikkelerden birisinin Çince tarafı “Kay Yuen devrinin geçer kıymeti” olduğunu gösterir ki bu da milâdın 621 tarihine denk gelir. Sikkedeki Türk harfleri kıymetini gösteriyor.
Çin’de bulunan Türkler, Çin’den arpalık almadıkları ve fırsat buldukları zaman, set boyunca olan düz araziye boylu boyunca ve dâhilen de Sarı Irmak’ın oluşturduğu büyük dirseğin iç tarafını yağma ederlerdi. Çin hükümdarının hepsini besleyip maaş veremeyeceği yeni rakipler ve dostların gelmesi bunların daha çok cesaret ve kuvvetini artırdı.
Çin Hükûmeti’ne hürmet gösterme, özür beyan etme, varlığı ile hizmet sunmakla tatminde kusur etmemekle beraber nehrin güneyinde yine yağmacılığa başladılar. Milâdî 72 tarihinde İmparator Ming Ti buna son vermek üzere güç sarf etti. Alınan tedbir en asilerin ıslahı, diğerlerinin de uzak yerlerdeki seferlerde istihdamı ile güvenliği sağlamaktan ibaret idi. Bu suretle çok kalabalık olan halkın geçim tarzları değiştirilerek ihtiyata davet edilmek vasıtası elde edilmiş oluyordu. Sevk edilen, yorulmak bilmeyen Çin kolu da o boş kalan yerleri ekecek idi. İşi başa çıkaracak, o büyük Türk oymaklarını itaat altına alacak adam bulunmuş idi ki, o da Pan Tsao idi. Bu zat o aksakallara söz dinletmek, onları itaat ettirmek için lazım gelen vasıflarla önemli askerî icraatlar üstlenecek faziletler de var idi. Bu zatta Osmanlı akıl sahiplerinden Köprülü oğlu Mehmet Paşa’nın isabetli tedbirleriyle Özdemiroğlu Osman Paşa’nın askerî becerisi birleşmiş idi. Önce memleketi temizleyip sonra imara başladı. Milâdî 76 yılında Nan-Lu fethi ve idaresi düzenlendi. Kuzeydeki Hiung-Nuların iki defa vukua gelen müdafaaları sonuç vermeyerek Pe-Lu’dan çıkarıldılar. Yine o yıl Yan Tsao yeni bir imparator tarafından Çin’e davet olunarak siyasî ve askerî tedbirlere dair bir layiha verdi. Eğer tertibatı kabul olunsa idi büyük batı yani Roma memleketlerinin etkisi için ne imparatorun millî tebasından bir nefer ve ne de hazinesinden bir akçe sarf etmek gerekecekti. Bu plan gereğince çitlerde bulunan savaşçı kavimlerle, batıdaki ufak kollukları imparatorun himayesi altına toplamak gerekiyordu. Onlar kendiliklerinden adam ve akçe temin edeceklerdi.
Çin vahşi kavimleri tanzim, idare ve teşvik ederek batıya, daima huduttan ötelere sevk edecek, sınırın beri tarafındaki kendi asıl tebaası tam bir huzur içinde olarak ziraat ve servet toplamakla meşgul olacaklardı. Kuzeydeki Hiung-Nulardan kalanlara gelince: Bunların hakkından gelmeyi görev sayıyordu. Bu dik başlıları tamamen yok etmek için yeni tedbirler hazırlanmıştı. İşte 92 senesinde Pan Tsao; Türk, Cet ve Afganlardan oluşan ordusunu batı fütuhatına sevk ederken kendisinin bir kaymakamı da o planı icra ediyordu. Bir Çin ordusu Pe-Lu geçidini İrtiş membalarında kapatarak Hiung-Nuları doğuya doğru sürüyor ve Altay boğazlarında sıkıştırıyordu: Güney tarafından da bunlar aleyhine vaktiyle kullanılan rakipleri Türkler, Beş Balık Uygurları seddolundu. Doğudan, kuzeyden bunların can düşmanları olan orman Tatarları ile hakikaten vahşi olan Tunguzlar musallat edildi. Hiung-Nular İrtiş’in yukarısından kuşatmayı yarmaya baktılar. Bir meydan savaşı vererek onu da kaybettiler. Batı tarafından birkaç kabile bu akıncı dairesini kırarak çöle çıktılar. Kıpçak’a giderek hizmet sundular. Yahut diğer Kazak ve Kırgızlar aleyhine hücum için Kırgız, Kazak oldular. İşte bunları Yayık Ural ve İdil Volga arasında, sonra Don, sonra Tuna üzerinde bulacağız. Bunlar Yayık ile İdil arasında olan Yugor Ovası’nda Finlilere galip gelerek Hunlar, Hun Yugorlar (Hunnigours), Abarlar, Macarlar diye kendi isimleri altında büyük akınlara girişmiş ve sonra asıl millî lakabı olan Peçenek146, Uz147 Kuban’dan gelme olup kendilerine Kıpçak adını veren Kubani veya Kumani Türkmenleri yahut Terek Türkleri adıyla tanınmıştır.
Bundan başka bazıları Uygur, Çinli ve Tatarlar tarafından dağıtılıp yok edildiler. Bir avuç adamdan ibaret olan diğer kısmı Altay Dağları’na kendilerini atarak ve boğazlar ve derin vadiler içinde kendilerine mesken edinerek orada karanlık bir ömür geçirdiler. Ve gitgide üreyip çoğaldılar. Vaktaki dört asır sonra onların torunları Börteçine ve demircinin önderliği ardınca Ergenekon’dan çıktılar. Artık atalarının ismi tamamıyla kaybolmuş Hiung-Nu adıyla değil ancak Tu Kiu “Türk” ismiyle isimlendirilmişlerdir.
Pan Tsao, Hazar Denizi’ne doğru ilerledi. Partları ve sonra Romalıları vuracağı sırada imparator kendisini geriye çağırdı.
Milâdî yirmi beşten, iki yüz yirmi bir yılına kadar uzayan doğu Han sülalesinin düşmesinden sonra Çin uzun müddet karışıklık içerisinde kalmış ve kuzey ve doğuda bulunan Türkler bundan çok külah kapmışlardır.
Roma’da Hristiyanlığın ortaya çıkışı zamanında olduğu gibi yeni yeni zuhur eden birtakım mezhepler de çitin eski birliklerini çözüyor, dağıtıyordu. Milâdî yüz seksen dört yılında Ta-Su mezhebi taraftarları “Sarı Külahlılar” adıyla müthiş bir kargaşa çıkardı. Yüz doksan dörtte Cao Cao isminde türedi bir asker isyanın önünü aldı. Düzeni sağlayıp kendisini “diktatör” ilan etti. Oğlu Kuzey Çin İmparatoru oldu. Hâlbuki güney Çin o zaman iki imparatorluğa ayrılıyordu. “Yeşil Nehir” ile “Büyük Set” arasında bulunan bu Kuzey Çin, ancak (Han)lar vasıtasıyla yarı yarıya Çinlileştirilmiş olan şu iki sınır arasında Güney Hiung-Nu denilen Türklerin silah kuvveti ile ayakta kalabiliyordu. Üç yüz seksen tarihinden itibaren Çin Türkleri Kuzey Çin’i aralarında bölüşerek birbirlerine süratle halef selef oldular. Batıda olduğu gibi Roma’ya uzak olan barbarların bu hükûmeti muhafaza ettikleri gibi doğunun son noktasında bulunan Türk hükümdarları da Çin’i yekdiğerine karşı savunuyorlardı. İşte bu kargaşalık esnasında Türkler bizzat Çin’de müstakil ve millî hükûmetler kurdular.
Çin’de imparatorlukların birliğinin ve Buda mezhebinin bir şekilde eşitlik tesisi ile topluca kabulü ancak milâdî beş yüz seksen dokuzda gerçekleşebildi. İşte bu kargaşa esnasında bazen aslı Türk’ten veya bunların himayesi ile iktidara gelen yerli imparatorlar sebebiyle teba ile Türk emirlikleri arasında kuvvetli bir münasebet husule gelmiş ve bu sebeple güney Hiung-Nuların millî geçimleri kuzey Çinlilerinki ile karışmıştır.
Milâdî V. asrın başlarında, hicretin iki asır öncesinde Kıpçak Türklerinden “Ural” ile “Volga” Nehirleri arasındaki Hıtay’a malik olan bir tümen “Yugur” yani “yukarı memleket” halkından Fin ve Ugorlardan oluşan ulusları idaresi altına alarak bir sefer sonucunda Volga’dan Tuna’ya kadar olan bütün ovalık iklimi etkisi altına almaya teşebbüs etti, başarılı da oldu. Bunların öncüleri Avrupa’da “Hunlar” adıyla bilinir. Bunların hoşlarına giden şey toplanma yerleri Kafkas silsilesinin kuzeyindeki bozkırlar, Kuban ve Terek yaylakları, Volga ile Kama arasındaki tepelerdir. İşte buralardan harp talihi gereği olarak kendilerine tabi’ edindikleri Macar Orta Çağ’da memleketleri “Büyük Hungarya” diye anılan Başkır,148 Bulgar, Abar Avarların149 başına geçerek bazen doğuya akın etmiş yahut Kafkas vadilerinde Azak bataklarında mağlup olarak Kazak hâlinde dağılmış veya Çinlilerin tabirince A-sularla karışıp birleşmiş yahut Avrupalıların tabirince Alains150 zamanımızın Osetler yahut Asi-Asyatları veya az çok yerleşmiş kavimler ile karışmışlardır.
Milâdın ta beşinci asrında Kıpçaklar arasında Kanklılar ve Kalaçlar görülür ki bunların birtakımı Rumların adlandırdıkları Xiadai, Hayata, Haliyat adıyla bilindikleri gibi sonraları Rusların da Türkün151 adıyla malumu olmuştur. Diğerlerini ise Çinliler Tie-le, Moğollar Teleüt,152 Bizanslılar Ak Hun, “Eftalit” yahut “Abdelit” olarak adlandırmışlardır. Bu Farsça terkibe dönüştürüldüğünde Âb-ı Telît yahut Su Kenarı Teleleri demek olur. Hâlâ zamanımız İranlıları Oxus Türkmenlerini Lebib Türkmen diye anarlar ki sahilde oturan Türkmenler demektir. İşte şu Ak Hun yahut sahilnişîn Türkler, Türk ve Finovalıları Tuna, Kafkas ve Volga arasında yerleşik Kıpçakları Nan-Lu Pe-Lu Uygurları ve Kanklı, Kalaç, Karluk adıyla Çin çitlerinde tanınan asıl Türk kabilelerini bir araya toplamışlardı. Şu son saydığımız kabileler, hicretin bir asır öncesinde İran sınırlarını etki altına almak azminde bulundukları için kendilerine iş çıktı. Doğrusu bu meselede galip çıktılarsa da İran üzerine olan bir asırdan fazla süren bu tahakkümlerle kendileri de zayıf düştüler.
İran memleketinde ortaya çıkan bir millî kargaşa, Partlar ve Farslar yerine Sasanileri getirmişti. Hazar sınırlarından gelen Partlar, Eşkaniyan Turan kavimlerinin komşuları idi. Bunlar kendilerine ordularını vermiş ve İran âlemine ahlak ve bedevi tabiatı nakleylemişler. Bunlar hiçbir zaman Dârâ’nın idare şeklini geri getirememiş ve Eşkaniyan’ın merkeze topladıkları birlik azmi yerine askerî birlik ikame etmiştir…
Roma’nın kibri bunları kendisine denk, bazen galip gördüğü ve kendilerini cihanın taksimine kabul ettiği hâlde, İran bunlara Şehnâme’sinde dört asırlık hâlleri için kırk satır tahsis ediyor: İran bunlardan ancak belirsiz ve dalgalı birkaç ad tanır: Tarih sahifeleri boş kalır ve Firdevsî’nin rivayetince: “Fildişinden olan tahta bir iktidar sahip çıkamıyor.” Sasaniler İran’ın mutlak ve millî hükûmetini iade eylediler. Yeni hükûmet millî menkıbeleri irtibatlandırmak için asılsız bir silsilename ile son Eşkaniyan hükümdarına bağlıyor.153
Türklerin bazıları Sasanilerin şiddetle karşısında idi. Eşkaniyan zamanlarında Sak ve Masagetlere yapıldığı gibi şimdi de Telelere, Kalaçlara, Kanglılara karşı güney çitlerde Soğdiyye’ye, Horasan’a olan güney ve batı yolları demirden yapılmış bir set ile kapalı idi. Partlar ile uyuşulabilirdi. Türkler ve Alanlar kendi aralarında savaşarak ve ağız kavgası yaparak yine de geçiniyorlardı. Fakat İranlılar tahakküm, istila, kovma davasında idiler. Ağır bir şekilde donatılan İran süvarisi Türk ücretli askerine muhtaç olmaksızın Türklere karşı kuzey Amuderya’nın geniş vadilerindeki ekinleri müdafaa ediyordu. Bu hâl Çin’in, o dehşetli, Çin’in barbarlaştığı, Hiung-Nuları gittikçe sıkıştırdığı, boğazlarına bıçak dayayarak pazarlık yaptığı yani “ya teslim ya kılıç” denildiği zamana tesadüf eder. Çin’in tabi olduklarına tabi olmak… Uygur Türklerine kullukta bulunmak kibirli Karlukların uşağı derekesine inmek istemeyen yahut bozkırlardaki Kıpçaklarla birleşmeye muvaffak olamayan ve Kırgız, Kazak olmayı da arzu etmeyen sahilde meskûn Telelere fevkalade hiddete geldiler. Sasaniler aleyhine düşmanlığa başladılar. Medya ve Soğdiyye çetelerinde şiddetle düşmanlık yaptılar. Türklerin Sasanilerle olan bu şiddetli çekişmeleri Firdevsi’nin Şehname’sine zemin oldu.154
Her ne kadar Sasani pehlivanı olan Behram-ı Gur, milâdî 430 yılında Horasan’da Türklerin hücumunu defetmiş ve ünlü Firuz Maveraünnehir’de telef olmuş ise de işin sonunda Tele Türkleri İran’ın Roma’ya ve İslâmîyet’ten önce henüz patlama devresinde bulunan Arap Hükûmeti’ne karşı açtığı savaşlardan faydalanarak Seyhun ile Ceyhun arasındaki İran çitlerini ellerinde muhafaza ettiler. Milâdî V. asırdan beri batıdan, güneyden ve kuzeyden bu kadar düşman baskısına da duçar olan Sasanilerin dayanışları harikuladeden sayılır. Bunlara az bir zaman için doğu tarafından bir selamet ümidi geldi. Kuzey Hiung-Nuların kalıntıları olan Altay Türkleri vaktiyle Çin egemenliğinde bulunmuş ve yarı Çinlileşmiş oldukları hâlde Çin’den çıkarıldıkları için vaktiyle Pan Thao idaresindeki atalarının yaptığı gibi bunlar da batıya atladılar. Kendi hâkimleri olan Çin hükümdarı hesabına olarak Pe-Lu ve Nan-Lu vasıtasıyla batıdaki büyük Çin yani Roma İmparatorluğu arasında yol açtılar. Milâdî VI. asrın ilk yarısında Altay Türklerinin, Tu kiuların meşhur kralı, Çin imparatorunun güzelce donattığı askerlerin Pe-Lu ve Çit üzerinden Ak Hunlar, sahilde meskûn Teleler üzerine götürüp yağma ederdi.155
Çin bu suretle, sonra Arapların Maveraünnehir dedikleri o büyük çekişmeli yerleri dolaylı yollardan sahipleniyordu. İran ile Turan arasında daima bir harp mevkisi olan Maveraünnehir’i zapteden bu ünlü Han, Çinliler tarafından Tuman Türklerinin efsane ve vekayinamelerinde Tuman’a Moğollar tarafından Dutuman olarak adlandırılan zat idi.156
İlli Kağan, Tuman Han’ın ikinci halefi fetihlerini ilerletti. Bu zat Mukan Han Çinli adıdır diye anılır. Önceleri hükümdarın en küçük biraderine mahsus olan Tigin lakabına sahip idi. Mukan Han zamanında kuzeydoğu Hiung-Nu İmparatorluğu’nun birliğini yeniden kurdu. Beş krallığa ayrılmış olan Çin hiçbir şeye karşı koyacak güçte değildi. Bir de Çin’in doğu krallığı, Türkler vasıtasıyla İran ve Roma imparatorluğu ile sınırdaş idi. Fakat her ne kadar hüküm Türk elinde idiyse de idare tarzı ve düşüncesi Çinli gibi idi. İllig Kağan beş Çin Hükûmeti’nden birisi ile birleşmiş ve onun yardım ve gerekli ödeneği ile diğer rakip olan Çinli hükûmetler aleyhine hareket üstlenmiş yani bir Çin savunucusu olmuş idi. Hamisi ise Batı Vaylar idi. Batı Vaylara iltihak ile Doğu Vayların arazisini istila eyledi ve Sai Yuan’a ulaştılar.157 Kuzey Çin ile Türk kavimleri artık yekvücut oldular. Nitekim bu hâl Roma ile barbarlar arasında da vakidir.
Üze gök tengri asra yağız yir kılındukda ikin ara kişioğlu kılınmış. Kişioğlunda üze eçüm apam Bumin Kağan, İstemi Kağan olurmış. Olurıpan Türk budunung ilin, törüsin tutabirmiş. (Orhun Yazıtları)158
İşte yüz on iki senesi, Bilge Kağan, atası Mukan Han’ın büyüklüğünü bu şekilde yüceltiyor. Etrafında birçok düşmanları olup onları birer birer tepelemeye muvaffak olduğunu bildiriyor: İlgerü Kadırkan Yışka tegi gerü Temir Kapıka tegi konturmuş. İkin ara idi oksuz Kök Türk anca olurur ermiş. Bilge Kağan ermiş, alp kağan ermiş buyuruğu bilge ermiş erinç alp ermiş. Begleri yime, budunı yime tüz ermiş. Anı üçün ilig ança tutmış erinç. İlig tutıp törü gitmiş. Özi ança kergek bolmış. Yoğçı sıgıtçı öngre kün togsıkta Bökli çölik il, Tabgaç Tüpüt, Apar Apurım “Kırgız” Üç Kurıkan Otuz Tatar, Hıtay, Tatabı bunca budun kelipen sığtamış, yuğlamış.159
Üç numaralı haşiyede geçen bazı isimler hakkında izahat verelim: Kadırgan Ormanı’nın Hingan dağlarında olması muhtemeldir. Demir Kapı, Kâş şehrinin doksan kilometre güneyinde olup arazi on iki metre yirmi santim, metre uzunluğu ise üç kilometredir. Belh’den Semerkant’a giden yol buradan geçer.
Gök Türk tabiri semanın latif ve mukaddes rengiyle ve saflık arılık, temizlik kastıyla zikrolunacağı gibi ulvî ve şanı yüce maksadıyla da zikredilmiş olabilir. Hatta Cengiz Han maiyetinde bulunan Moğolları “Köke Moğol” diye vasıflandırır idi. Bir de çöl kelimesi bir şehir veya bir ülkeden hariç yer manasında Çağatayca olup bizim bugün kullandığımız manada değildir. Bu durumda Böli Çöllik il, taşranın kuvvetli kavimleri yani yabancılar demektir.
Mösyö Thomsen “Apar, Apurım” denilen kavimlerin meçhul olduğunu beyan ediyor. Fakat Mösyö Leon Cahun bunu “Parpurim” şekline koyarak “Parpurimler Horasan halkıdır. Aparpurim ikinci Bezcerid’in milâdî 438-457 yıllarında kurduğu eski Nişabur şehridir.” Patkanian Tarihi’nin 164 ve 166. sayfalarında “Aparlar memleketinde bir şehir kurdu seferleri esnasında orada ikamet ediyordu… Savaş zamanı tabii ki Apar memleketinde Nişabur şehri ve kalesinde ikamet ediyordu.” denmektedir ki Parpurim kelimesi Apar ve Purim kelimelerinden oluşmuş olabilir. Purim, İran dilinde şehir manasına gelen Puram’dan bozulmuştur diye yazmıştır.
“Üç Kurıkanlar” Uygurlardan Baykal Gölü’nün kuzeyinde yerleşik bir taife olduğu zannedilmiştir. Radloff bunların şimdiki Yakutlar olduğunu mülahaza etmiştir. Otuz Tatarlardan kasıt da Moğollardır.
Hıtaylar, Tunguz veya Moğollardan şimdiki Mançurya kıtasının güneyinde ikamet eden bir cemaattir.
Tabaniler bilinmemektedir. Fakat daima Hıtaylarla beraber anılması bunlara yakın bir cemaat olduğunu göstermektedir.
Adları sayılan milletler arasında “haricî kavimler” yani çöllük ilden ayrılan millî topluluklar yani “içeriki budun-cemaat-i dâhilîye” zikredilmemiştir. Kullanılan tabir, iddia edilen fikir Çinlilerle Türklerde müşterektir. Çinliler de kavimleri “İçerikiler” yani merkeze ait millet fertleri, “dışarıkiler” yani hükûmet merkezine bağlı diye vasıflandırırlar. Hatta Çin, Türk ve Moğol siyasî fikri ile şiddetle karışmış olan Ruslar bile, Kırgızların bir kısmını “İç Ordu” diye vasıflandırır. Kırgızlar, Kurıkanlar, Tatarlar, Hıtaylar, Çin ile birlikte “dışarı halkı” sayılmış, hâlbuki sonraları bunlardan üç önce saydıklarımız hakiki Türk oldular. Eski yazıtların “dışarı halkı” arasında saydığı Çinliler Mukan Han’ın tabiiyeti altında bulunup gâh Türklerin müttefiki gâh tabii olan Batı Uvaylardır.160
İlli Kağan, İranlılarla ve aleyhine olmak üzere Maveraünnehir’de yerleşmiş Teleleri sürmedi, yalnız bazen içerikiler bazen dışarıkilere herhâlde aynı milletten, Türk sayıldıkları için bunları itaati altına aldı. “Bilmediğin içün bizge yangılıkun içün”161 diye vasıflandırılanlar Öküz Nehri’nin162 sol tarafına geçerek Sasani şahının hükmüne girdiler ve kendilerine yarısı Türkçe ve yarısı Farsça olmak üzere Âb Tele adını aldılar.
Maveraünnehir’de yerleşen Türkler ile nehrin beri tarafındaki Teleler, dil ve kan yönünden birbirlerine yakınlıklarından dolayı, Çin çitlerinin bağımsız Türkleriyle, hatta siyasî durum bunları karşıt düzenlemelerde bulundurduğu zamanlarda bile süregelen ilişkileri sürmüştür. Sasani büyük şahlarının mezhep hususundaki taassupları ve milliyete son derecede bağlılıkları İran çiti ile Çin çitinde bulunan bir soydan olan Türklerin manevi kardeşliklerini gerekli kıldı. Roma Ortodoksları tarafından sürülen ve eski İran’da haksız muamelelere uğrayan Nasturî Hristiyanları geçinmekte zorluk görülen Türk memleketine intikal edip Hristiyanlığı orada yaymaya başladılar. Milâdî 703 tarihinde Merv metropoliti Semerkant’ta bir piskopos vekilliği oluşturdu. Nasturî misyonerleri Semerkant’tan Nan-Lu’daki Beş Balık’a kadar gittiler. Hristiyanlığa giren Türkler ücretli askerlik yapmak üzere akın akın İran’a gittikleri hâlde, Nasturîler hakkında haksızca davranan o eski İran askeri ses çıkarmaya cesaret edemiyordu. Bu Hristiyanlar İran ordusunda pek çoğalmış idi. Hatta 590 yılında Romalılar tarafından Behram Çubin aleyhine Hüsrev Perviz, Hüsrev-i Sani’ye yardım için gönderilen İranlı narsist Behram’ın hezimetinden sonra Alanlar’ı haç dövgülü binlerce Hristiyan tuttu. Bu Nasturîler Ora Türklerine, kendi taşra milletlerinin, Telelerin, özellikle Roma’nın, Bizans’ın Doğu Büyük Çin’in düşmanları olan İranlıların fenalığından bahsederlerdi. Hırs ve tamah ile talih tecrübesi fikirleri uyanıyordu. Şüphesiz o kadar rahat ve refah içinde olan Batı Çin’in yani Roma’nın, seddin öte tarafındaki Çin gibi, asıl kendi ahalisi ekip biçtiği, eğirip dokuduğu, alışveriş ettiği gibi refah ve istiklalini muhafaza için, yine o Çin gibi silahına güvenir, namuslu, savaşçı Türk askerine ihtiyacı var idi. Hele bunlara güzel ipekli kumaşlar da verildi mi? O zaman batılılar Türklere Roma Hükûmeti’nde askere verilen ipekli ücretin pek kıymetli olduğunu ve altın, gümüş değerinde satıldığını hikâye ederlerdi. İşte bundan dolayı o Türkler hayrette kalırlar idi. Hele komşu Çin’in ipeğini uzaktaki Çin’e, Roma’ya satabilirlerse… Kendilerinde yığınla ipek var. 550 yılında Çov imparatorları Türklerin birliğine karşılık oldukça çok şey vermekte idiler. İmparator bunlarla bir de evlilik ile rabıta kurduğu için her sene kendilerine yüz bin top ipek verirdi. Ve payitahtında bulunan bu Türklere fevkalade cömertlik gösterir ve binlerce hilat ve bol erzak ikram ederdi.
Vakıa Türklerin batıda Yunanlılarla oluşturdukları münasebetle kalmıyorlardı. Yunanların önemli ve en sıkısı milâdî altı yüz on yedide Telelerin ardı sıra bir kısmı kendisine bağlılık arz eden Ermenilerle idi.163
Haricî milletlerinin bir teklifi bunları kuvvetlendirdi. Milâdın 565-567 veya daha ileri senelerinde Justinyen’in Roma tahtında ve Hüsrev-i Nuşirevan’ın İran tahtında hüküm sürdüğü sırada Çinlilerin Mukan Han, Yunanlıların Dizaboul164 diye bildikleri Türk hükümdarı Bumin Kağan kendi haricî milleti olan Tele Türklerinin reisi, Soğdiyye valisi, ve asıl hükümdarın kaymakam veya hıdivi olan zattan bir dilekçe aldı.165 Soğdaklar, Medya’da ipek satmak üzere İran memleketinden transit yoluyla mallarının geçirilmesine müsaade almak üzere hakanın İran hükümdarı nezdinde aracılığını istirham ediyorlardı.166 Medya denilen yer vaktiyle Atropaténe denilen Azerbaycan bölgesindedir ki pek eski bir tarihte yarı yarıya Türkleşmiş olduğu hâlde Ak Hun yahut Tele denilen Türklerin hicretiyle âdeta asli ahalisini bu unsur teşkil etmiş idi. İşte o zamandan beri Azerbaycan bölgesi tamamen Türklerle iskân edilerek o hâlini hâlâ muhafaza ediyor. İpek ticareti yolu pek açık olarak resmedilmiştir. Çin sınırında bulunan Türkler ya savaşta gösterdikleri yararlık ücreti veyahut bozuştukları zaman ettikleri akın ganimeti olarak Çin hükümdarı veya ülkesinden kıymetli kumaşlar alırlardı. İpek kumaşların fazlasını kendi müttefik ve haricî tebaları olan Maveraünnehir ve Horasan Tele Soğdaklara satarlar, onlar da Azerbaycan’daki hemcinsleri olan Türkler vasıtasıyla Roma’ya ulaştırmak için Acemistan’dan transit yani aktarma yoluyla kendilerine bir çıkar yol ararlardı.
Bu takdirce Amuderya’nın öte tarafında bulunan Tele yani Ak Hun, -Eftalit Heyatala- nehir üzerindeki inatçı ve itaatsiz Türkmenleri hakana itaatkâr ve halis olan Telelerin bu teşebbüsüne muhalefet edecekleri tabiidir. İran vekayinameleri, Dizabol’un, Bumin (Mukan) Han’ın Soğdaklara bir kervan çıkarmalarına izin verdiğini ve bunun için Sasani hükümdarı nezdine Manyah adlı bir de sefir gönderdiğini naklederler. Bu sefir ismi telaffuzca Türkçe ise de tahrif edilmiştir. Yunanlıların Katovlfos167 Katolfos diye anıldıkları Medya’ya iltica eden sahilde meskûn Türklerden birisi İran şahının huzuruna giderek bu teşebbüsün tehlikesini anlatmış ve ipeklerin satın alınıp yakılmasını ve Fars ikliminin su ve havasının “çok sıcak ve kurak” olması sebebiyle Türklere yaramadığından sefir heyetinin öldüklerini duyurarak zehirlenmelerini tavsiye eyledi. Teofilakt zelzele hesaba katılmaksızın Soğd memleketinde yumurcak-vebadan vefatlar olduğuna Türklerin kanaat eylediklerini açıkça yazıyor.168 Acemlerin bu illete karşı verdikleri deva İran çitinde bulunan Türkleri ortadan kaldıracak bir şey idi. Fakat Menander’in kavlince Dizabol “pek dikkatli ve pek zeki”169 olduğundan bu Acem söylentisine inanmadı. İşin içinde bir fenalık olduğunu anlamış olmalıdır.
Manyah zehirden kurtulmuş idi. Hükümdar ve tabi oldukları hakana olan biatini, asi Kutluk’un ihanetini, İranlıların hıyanetlerini, Türklere ettikleri hakaretleri anlattı. Yunan tarihçilerinin anlatmadığı bir şey varsa o da Türk âleminde meseleyi ağırlaştırmaya sebep olan maddedir ki Telelerin itaatkâr ve tabi olan “haricî” millet ile Hüsrev ve Nuşirevan Hüsrev ü Nuşirevan arasında yakınlık bulunmasıdır. Soğd Şahı Tele Türklerinden Kayen adlı bir hanım (prenses) almış idi.170 Bunun hepsi Türklerce isyan sayılır idi. Bumin Kağan Çin’in Çov sülalesinden olan Wou-ti’ye kendi kızı A-sse-na’yı171 vermiş; kuvvetli, haşmetli, büyük bir imparator ile de hısım olarak bağlantılı, zeki bir hükümdar olduğundan İran’ın böyle sefiri zehirleyerek yaptığı hakarete, Amuderya’nın ortasında bulunan asi, cabbar Türklerin ihanetine tahammül edemezdi. Âlâ bir fırsat da çıktı. Mukan Han Çin çitlerinden Nan-Lu ve Pe-Lu’dan kendisinin feth ve itaat altına aldığı ülkelerden yani Amuderya’nın öte yanından ta Kafkasya’nın kuzeyine ve Volga Nehri’nin boyuna kadar uzanan Kıpçak Türklerinin sınırlarının son ucuna kadar bütün Türk budunları (milletleri) üzerine hüküm ve hükûmet ediyordu. Gobi’nin güneyinde bulunan Çin’e bitişik komşu oldukları gibi, Çinlileşmiş Ongut Türklerinden hakanın endişesi yoktu. Çünkü bunlar kendisi ile Çin arasındaki yerde bulunuyorlardı.
Hakan doğuda Otuz Tatarlarını itaat altına almış, asileri Baykal gölünün doğusuna doğru sürerek edebilecekleri fenalığın önünü kesmiş idi. Çin, İran ve Roma İmparatorluğu arasındaki yolu elde etmiş idi. Fakat yaşayış, töre, mezhep ve din itibarıyla birbirinden ayrı olan bu heyet üzerindeki İllig Hanlık hükmü pek esaslı bir şey değildir. Hakikaten Han’ın doğrudan doğruya eli altında yalnız Kanklı, Kalaç ve Uygurlar bulunuyorlardı. Güney ve kuzeydeki Karluklar ile bilahare Tunguzlarla karışarak Moğol milletini oluşturan farklı kavimler hatta şöyle usulen bile itaat etmiyorlardı. Batıda Kıpçaklar ve “Yugurlar” (yukarı memleket), Finovaların üzerinde hüküm icra edip bunlarla Abar, Macarlar gibi birlikte heyet teşkil eden diğer farklı kabileler ve serkeşler sürekli isyan edip duruyorlardı. Yalnız Amuderya’nın kuzeyinde yani İran çitinde bulunan ve Sasaniler tarafından sıkıştırılan Türklerle, doğu düşmanı ile daima düşmanlıkta bulunup bütün Çin isyanlarına karışan Ongutlar büyük bir saflık ve sadakatle millî hükümdarlarına, Türk hakanına bağlılık gösteriyorlardı. Mukan Han doğu ve güney taraflarındaki hükûmetini korumak için Çin’den vazgeçemezdi. Batı tarafından da mülkünü korumak için kendisine tabi ve fakat asi olan Kıpçak ve Avarlar ile muharebede bulunan ve asırlardan beri düşmanlıkları nesilden nesile aktarılan İran ile de pençeleşmekte olan Roma ile ittifak düşündü. Bu şekilde hem mülkünün hem o tarafını güvenli kılacak hem de kendisinin de hasmı olan İranlılardan öcünü alacak idi. Hakikaten bir zekâ ve fevkalade erk ve serbestlik eseri olmaktan başka tarif edilemeyen bir siyasî maharete delil olmak üzere doğu Çin ile “Büyük Çin” yani Roma İmparatorluğu ve kendi hükûmeti arasında bir üçlü ittifak oluşturmayı tasarladı. Bu birliktelik heyetine masrafları taraflarından ödenmek üzere, kendisi gereken askeri tedarik edecek ve Çin ile Roma arasındaki dostluk münasebetini temin edecek idi. Bu Türk Hakanı Nehr-i Ahdar (Yeşil Nehir) ile Tuna arasında asayiş ve emniyeti muhafaza için polis hizmetini görecek ve Çin ile Roma arasında ulaşımı temin edecek, iki hükûmet arasında hakem sıfatıyla hizmet yapacak, dünyayı bölüşecek idi. İşte bu tasavvur çok zaman Türklerin hatırından çıkmadı. Ara sıra Cengizler, Hülagûlar, Timurlar, Yavuz Sultan Selimler bu yüce fikri hakikat derecesine çıkarmaya kalkıştılar.
Milâdî altıncı asırda Çin’de birbirini takip eden kargaşalıklar, Bizanslıların akıl almaz sefahat ve kendini beğenmişlikleri bu büyük tasavvuru düşüncede bıraktı, fiile çıkaramadı. Yalnız şuna dikkat etmek lazım: Cengiz bu fikri başa yetirdi ise de icrasında lüzumundan fazla şiddet gösterdi fakat Bumin Han’ın siyasetinde kan dökmek değil emniyeti muhafaza ve asayiş gibi insaniyetperverlik vardır. Zamanımızda Avrupa hükûmetleri arasında görülen ikili ve üçlü anlaşmalarla Bumin Han siyaseti birbirine pek benziyor diyebiliriz.
Justinyen’in tahta geçmesinin dördüncü yılında milâdî 560’ta Türk sefaret heyeti o zaman Vizantion denilen İstanbul’a ulaştı. Bunlar birçok memleketleri, yüksek dağları, kar yığınlarını, ovaları, ormanları, bataklıkları, dereleri velhasıl Kafkas Dağlarını aşarak, uzaktan geliyorlardı. Sefaret heyetinin reisi Acemlerin zehirlemesinden kurtulmuş olan Soğdlu Manyah idi. Rum hükümdarına Sit harfleri ile yazılmış bir güven mektubu bir de özel mektup ve bununla beraber türlü hediyeler ve çokça ipek getiriyordu. Sit harfleri Türklerin eski yazısı olup şu son zamanlarda çözülmüştür. Sibirya ve Moğolistan’da bulunan yazıtlar üzerinde bugün okunabilir. Eski Hiung-Nulardan başkası olmayan Türklerin Sit harfleri ile yazılmış o kadar uzak bir yerden gelmiş olan bu mektuplarını okuyacak ve tercüme edecek adamların Vizantion’da bulunması da dikkat çekicidir. Mektuplar okunduktan sonra Rum imparatoru Türk hakanının sefirini memnuniyetle huzuruna kabul etti. Manyah, imparatorun kendisine sorduğu sorulara cevap verdi. Yüce Han’ın tek ve millî hükûmeti altında birleşmiş olan Türklerin ne şekilde dört idareye bölündüklerini anlattı. Fırkalar Kıpçak (kuzey ve doğu), Kalaç, Kanglı ve Karluk merkez ve doğudan ibaret olup Altı Balık ve Beş Balık Uygurlarının bu hesabın dışında olduğunu ve doğrudan doğruya Çin hükümdarlarından birinin idaresi altında bulunduğunu beyan etti. Türk sefiri imparatorun dile getirdiği iki soruya cevaben Tele Eftalit bağlı millet sıfatıyla Türk hakanına tabi olup vergi verdiklerini ve yirmi bin kadar olan asi Abarların hakana bağlılık arz ettiklerini beyan etti.
Bu ayrıntıyı verdikten sonra Manyah, memuriyetinin gerçek sebebinin ne olduğunu beyan etti. Saldırıyı, kovmayı ve bir ittifaktan bahsederek Türklerin, Roma İmparatorluğunun bütün düşmanlarıyla çarpışmaya hazır bulunduklarını söyledi. Menander diyor ki: İşte bu suretle Türkler Roma İmparatorluğu’nun dostu oldular.
Türklerin teklif ettiği maddeler Çin’den aldıkları ham ipeği doğrudan doğruya Roma’ya göndermek için ticaret yolunun açılması ve nazarlarında en büyük cinayetle itham olan ve itaatten ayrılarak kaçmayı seçen Abarlar ile ticaret yolunu kendilerine kapatan Farslara karşı ortak taarruz etmekten ibaret idi. Rumlar bu tekliften bir şey anlayamadılar yahut anlamak istemediler. Türk hakanının hüviyet ve iktidarının neden ibaret olduğunu araştırmak ve halini tamamıyla öğrenmek için zaman kazanmak fikrinde idiler. Sonuçta birçok düşmanla çevrili olduklarından böyle bir teklifi kabule cesaret edemediler. Rumlar Abar hakanı ve Fars Sasani hükümdarı ile savaşacaklarından korkuyorlardı. Türkler kimseden korkmuyorlardı. Bunlar ise her şeyden korkup çekiniyorlardı. Rumlara bir harp planı teklif ediyor ve kendilerinden asker istiyor idi. Rumlar bir sefaret heyeti gönderdiler. Ze-mark bu heyetin reisi idi. Menander bu konuda gerekli bilgiyi veriyor. Sefaret heyeti Pe-Lu’ya ulaştığı anda Mukan Han vefat etmiş olup küçük erkek kardeşi Tekin Dubuhan Fars sınırına hareket ediyor idi. Roma sefirini Çuy ve Sirderya arasında bulunan Talas172 mevkisine kadar götürüp adı geçene teminat vermek ve ahvale karar verdirmek için karşısına gelen Fars sefirlerine kötü muamelede bulundu.