Mutlu Prens

Abonelik
0
Yorumlar
Parçayı oku
Okundu olarak işaretle
Satın Aldıktan Sonra Kitap Nasıl Okunur
  • Sadece Litres Olarak Okuma “Oku!”
Mutlu Prens
Yazı tipi:Aa'dan küçükDaha fazla Aa

Oscar Wilde, 16 Ekim 1854 tarihinde İrlanda’nın Dublin kentinde ailesinin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelmiş olan Wilde’ın tam adı Oscar Fingal O’Flahertie Wills Wilde’dır. Babası yaptığı hizmetlerden dolayı 1864 yılında şövalye unvanını kazanmış dönemin ünlü doktorlarından William Wilde, annesi ise devrimci şiirleri ile dikkat çekmiş yazar Jane Francesca Elgee’dir.

9 yaşına kadar evde eğitim alan Oscar, 9 yaşına geldiğinde Portora Kraliyet Okulu’na buradan da Dublin’deki Trinity Koleji’ne başlamıştır. Üstün başarılarıyla dikkat çeken Wilde, Trinity Koleji’ndeyken Berkeley Altın Madalyası’nı ve Oxford Üniversitesi Magdalen Koleji’nden bir burs kazanmıştır. 1874-1878 yılları arasında Magdalen Koleji’nde öğrenim gören Wilde, 1878 yılında Ravenna isimli şiiriyle Newdigate Ödülü’nü kazanmıştır. 1881’de Peoms adlı ilk kitabı basılmıştır. Aynı yıl ABD’ye yerleşmiştir.

Neredeyse bütün hayatı boyunca eleştirilse de düşüncelerinden hiçbir zaman vazgeçmeyen Oscar Wilde, sosyalizm yanlısı olması ile okları hep üzerine çekmiştir. 1895 yılında gayritabii davranışları nedeniyle tutuklanmıştır.

Hayatının son yıllarını beş parasız bir şekilde geçirerek, şehrin en kötü otellerinden birinde menenjit rahatsızlığından hayata veda etmiştir. Ölürken papaz ve otel sahibinin yanında o meşhur son sözünü söylemiştir: “Duvar kâğıdı ile ölümüne bir düelloya giriştik. İkimizden birinin gitmesi gerekiyor. Ya duvar kâğıdı gider, ya ben!”

Eserleri:

Dorian Grey’in Portresi (Roman), Vera veya Nihilistler (Tiyatro), Padova Düşesi (Tiyatro), Lady Windermere’in Yelpazesi (Tiyatro), Ehemmiyetsiz Bir Kadın (Tiyatro), Salome (Tiyatro), İdeal Bir Koca (Tiyatro), Ciddi Olmanın Önemi (Tiyatro), Kutsal Metres ve Bir Floransa Trajedisi (Tiyatro), Ravenna (Şiir), Şiirler (Şiir), Sfenks (Şiir), Mensur Şiirler (Şiir), Reading Zindanı Baladı (Şiir), Canterville Hayaleti (Hikâye), Bay W. H.’nin Portesi (Hikâye), Mutlu Prens (Hikâye), Nar Evi (Hikâye), Zümrüdüanka ve Kaplumbağa (Hikâye).

Hatice Vildan Topaloğlu, Kilis’te doğdu. İlköğretimine Hasan Ali Yücel İlköğretim Okulunda başlayıp Teğmen Kalmaz İlköğretim Okulunda tamamladı. Özel Sevgi Kolejini birincilikle bitirdi. Hacettepe Üniversitesinde bir yıl işletme okudu. ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. Anadolu Ajansının İngilizce bölümünde 4 yıla yakın çalıştı.

Çevirmenin yayımlanmış tercüme kitapları:

Binbir Gece Masalları, Alâeddin’in Sihirli Lambası, Denizci Sinbad, Ali Baba ve Kırk Haramiler, Yeşilin Kızı Anne / Lucy Maud Montgomery, Avonlea Günlükleri / Lucy Maud Montgomery, Avonleali Anne / Lucy Maud Montgomery, Adanın Kızı Anne / Lucy Maud Montgomery, Rüzgârın Kızı Anne / Lucy Maud Montgomery, Beyaz Diş / Jack London, Kadınlar Alayı / Jack London, Üç Silahşorler / Alexander Dumas, On Beş Yaşında Bir Kaptan / Jules Verne, Sokrates’in Savunması / Platon, Mutlu Prens / Oscar Wilde, Nar Evi / Oscar Wilde, Tavşan Peter / Beatrix Potter.

MUTLU PRENS

Mutlu Prens’in heykeli, şehrin yüksek kısmındaki bir sütunun üzerine dikilmiş. Altın kaplama heykelin gözleri safirlerle süslenmişken, kılıcının kabzasında parlak bir yakut mücevher varmış.

Ahali bu heykelin çok güzel olduğunu düşünürmüş. “Tıpkı bir rüzgârgülü kadar güzel.” demiş, sanat zevki ile takdir edilmek isteyen bir Şehir Meclisi üyesi. “Ne var ki pek kullanışlı değil.” diye de eklemiş; çünkü Meclis üyesi, insanların kendisinin pratik biri olmadığını düşünmelerinden korkarmış. Hâlbuki Meclis üyesi, pratik biriymiş.

“Sen neden Mutlu Prens gibi değilsin?” diye söylenmiş hassas bir anne, gökyüzündeki ay ile oynayamadığı için ağlayan çocuğuna. “Mutlu Prens herhangi bir şey için ağlamayı aklından geçirmez.”

Hayal kırıklığı yaşayan bir adam, muazzam heykele bakıp, “Şu dünyada en azından bir kişinin mutlu olduğunu gördüğüme memnunum.” demiş.

“Âdeta bir melek gibi…” demiş çocuk yuvası öğrencileri, al rengi paltoları ve tertemiz yakalarıyla katedralden çıkarlarken.

“Nereden biliyorsunuz?” diye sormuş matematik öğretmeni. “Daha önce hiç melek görmediniz ki.”

“Ama rüyalarımızda gördük.” diye cevap vermiş öğrenciler. Bunun üzerine matematik öğretmeni kaşlarını çatıp ciddi bir tavır takınmış; çünkü çocukların rüya görmelerini onaylamıyormuş.

Bir gece, minik bir Kırlangıç uçmuş şehrin semalarında. Arkadaşları altı hafta önce Mısır’a uçan bu kuş, geride kalmış. Çünkü güzeller güzeli bir Saz’a âşık olmuş. Baharın henüz geldiği vakitlerde kocaman, sarı bir pervaneyi nehrin üzerinde kovalarken görmüş onu ilk kez. Narin beline öylesine hayran kalmış ki onunla konuşmak için durmuş.

Konuşurken lafı uzatmayı sevmeyen Kırlangıç, “Seni sevebilir miyim?” deyince, Saz, az biraz eğilerek cevabını vermiş. Böylece Kırlangıç, Saz’ın etrafında uçmaya başlamış. Kanatları arada bir suya dokunduğunda, gümüş renginde dalgalar ortaya çıkıyormuş. Bu, onun kur yapma biçimiymiş. Koca bir yaz böyle geçmiş.

Öteki kırlangıçlar, “Saçma sapan bir bağlılık bu. Bu Saz’ın parası yok. Çok sayıda ilişkisi de cabası.” demişler. Nihayet sonbahar geldiğinde, hepsi uçup uzaklara gitmişler.

Kırlangıç, arkadaşları gidince, kendini yalnız hissetmiş. Üstelik aşkından sıkılmaya başlayıp, “Muhabbeti de yok ki… Fingirdek olmasından da korkuyorum; çünkü her zaman rüzgârla flörtleşiyor.” demiş. İşin doğrusu şuymuş: Rüzgâr ne zaman esse, Saz, zarif bir reverans yaparmış. “Evcimen olduğunu kabul ediyorum; ama ben gezmeyi severim. Bu da demek oluyor ki benim eşim de gezmeyi sevmeli.” demiş Kırlangıç.

Kırlangıç nihayet sormuş: “Benimle gelecek misin?” Fakat Saz kafasını iki yana sallamış. Evine pek bağlıymış.

Kırlangıç da, “Beni oyalıyorsun! Ben Piramitlere gidiyorum! Hoşça kal!” deyip uçarak uzaklaşmış.

Gün boyu uçmuş da uçmuş. Gece çöktüğünde şehre ulaşmış. “Nerede dinlenebilirim acaba? Şehirde uyuyabilmem için hazırlıklar yapılmıştır umarım.” demiş.

Sonra uzun bir sütunun üzerinde bulunan heykeli görmüş.

“Orada dinleneceğim.” demiş. “Orası oldukça uygun bir yer. Bol miktarda temiz hava da cabası…” Böylece Mutlu Prens’in ayaklarının üzerine konuvermiş.

Etrafına bakınırken, “Altından bir yatak odam oldu.” demiş kendi kendine, yumuşak bir sesle. Sonra uyumak üzere hazırlanmaya başlamış. Tam kafasını kanadının altına koyduğu sırada, bir su damlası düşüvermiş üzerine. “Ne tuhaf şey!” diye bağırmış, “Gökyüzünde bir tane bile bulut yok. Yıldızlar ise fazlasıyla parlak. Yine de yağmur yağdı. Kuzey Avrupa’daki iklim çok korkutucu. Saz yağmuru pek severdi. Ama bu, onun kendi bencilliği.”

Ve bir damla daha düşmüş.

“Eğer yağmuru engellemeyecekse, bir heykel ne işe yarar? En iyisi kendime bir baca bulayım.” diyerek oradan uzaklaşma kararı almış Kırlangıç.

Fakat kanatlarını açmaya fırsat bulamadan, üçüncü bir damla üzerine düşmüş. Yukarı baktığında bir de ne görsün!

Mutlu Prens’in gözleri yaşlarla doluymuş. Gözyaşları altın yanaklarından süzülüp yere düşüyormuş. Yüzü ay ışığında öylesine güzel görünüyormuş ki, minik Kırlangıç ona acımış.

“Sen de kimsin?” diye sormuş minik Kırlangıç.

“Ben Mutlu Prens’im.”

“O zaman neden ağlıyorsun?” diye sormuş Kırlangıç. “Beni sırılsıklam ettin.”

“Hayatta olduğum zamanlarda insan kalbim vardı.” diye cevap vermiş heykel. “Sans-Souci Sarayı’nda yaşadığımdan, gözyaşının ne olduğunu bilmezdim. Hüzün diye bir şeyin içeri girmesine izin yoktu. Gündüz vakti bahçede arkadaşlarımla oynar, geceleri dansa katılırdım. Bahçenin etrafında uzun mu uzun bir duvar bulunurdu. Fakat ben duvarın ötesinde ne olduğunu hiç umursamadım. Etrafımdaki her şey çok güzeldi. Saray ahalisi bana ‘Mutlu Prens’ derdi. Hakikaten de mutluydum. Eğer haz, mutluluk demekse… Böyle yaşadım ve öldüm. Öldüğümde, böyle yüksek bir yere heykelimi diktiler ki şehrin bütün çirkinliğini ve sefaletini görebileyim. Her ne kadar kalbim kurşundan da olsa ağlamaktan başka bir şey yapamıyorum.”

“Ne yani, tamamın altından değil mi?” demiş Kırlangıç kendi kendine. Fikirlerini yüksek sesle beyan etmeyecek kadar nezaket sahibiymiş.

“Uzaklarda.” diye konuşmaya devam etmiş heykel, yavaş ve ahenkli bir ses tonuyla. “Çok çok uzaklarda, fakir bir evin olduğu ufak bir cadde var. Pencerelerinden biri açık ve bu pencereden, masaya oturmuş bir kadın görüyorum. Yüzü zayıf ve yorgun. İğneyle delik deşik olmuş, kaba, kırmızı elleri var; çünkü kendisi bir terzi. Kraliçe’nin güzel mi güzel baş nedimesinin bir sonraki saray balosunda giyeceği saten elbisesinin üzerine çarkıfelek çiçekleri işliyor. Odanın köşesindeki bir yatakta, küçük oğlu, hasta bir şekilde yatıyor. Ateşi var ve portakal istiyor canı. Annesininse nehir suyu dışında verecek hiçbir şeyi olmadığından, ağlıyor. Ah Kırlangıç, Kırlangıç, minik Kırlangıç… Kılıcımın kabzasındaki yakutu ona götürmez misin? Ayaklarım bu sütuna bağlı olduğu için hareket edemiyorum.”

“Ama beni Mısır’da bekliyorlar.” demiş Kırlangıç. “Arkadaşlarım Nil Nehri boyunca uçuyor, büyük nilüfer çiçekleriyle konuşuyorlar. Kısa süre sonra da Yüce Kral’ın mezarında uyuyacaklar. Kral, boyalı bir tabutta yatıyor. Sarı ketenle sarmalanmış ve baharatlarla mumyalanmış. Boynunda da yeşim taşından yapılma bir zincir var. Elleriyse kurumuş yapraklar gibi…”

“Ah Kırlangıç, Kırlangıç minik Kırlangıç…” demiş Prens. “Sadece bir gün benimle kalıp elçim olamaz mısın? Çocuk çok susamış. Annesi de çok üzgün…”

“Çocuklardan hoşlandığımı sanmıyorum.” diye cevap vermiş Kırlangıç. “Geçen yaz nehirde kaldığımda iki kaba çocuk vardı. Değirmencinin oğulları. Durmadan taş atarlardı bana. Tabii, taşlar bana hiç değmedi. Biz kırlangıçlar pek iyi uçarız çünkü. Ayrıca ben çevikliğiyle tanınan bir aileden geliyorum. Ama yine de bu bir saygısızlık göstergesi.”

 

Ne var ki Mutlu Prens çok hüzünlü göründüğü için Kırlangıç üzülmüş. “Burası çok soğuk.” demiş. “Buna rağmen bir geceliğine seninle kalıp elçin olacağım.”

“Teşekkür ederim, minik Kırlangıç.” demiş Prens.

Böylece Kırlangıç, Prens’in kılıcından yakutu alıp gagasına yerleştirdikten sonra şehrin çatıları üzerinden uçuvermiş.

Beyaz mermerden yapılma melek heykellerinin olduğu katedral kulesinden geçmiş. Saraydan geçtiği sırada insanların dans etme seslerini işitmiş. Güzel bir kız, sevgilisiyle birlikte balkona çıkmaktaymış. “Yıldızlar ne kadar da şahane…” demiş adam. “Ayrıca aşkın gücü de şahane…”

“Umarım elbisem, saray balosuna yetişir.” diye cevap vermiş kız. “Elbiselerin üzerine çarkıfelek çiçekleri işlenmesini istedim; ama terziler pek tembel.”

Nehrin üzerinden uçtuğu sırada, gemi direklerine asılı fenerleri görmüş Kırlangıç. Kenar mahallelerden geçmiş. Bakır terazilerde para tartıp pazarlık yapan insanları görmüş. Nihayet fakir eve gelip içeri bakmış. Ateşler içindeki çocuk yatağında kıvranıp duruyormuş. Annesi ise aşırı yorgun olduğu için uykuya dalmış. İçeri fırlayan Kırlangıç, yakutu kadının yüksüğünün yanına koymuş. Sonra da hafifçe uçup çocuğun yanına gitmiş ve kanatlarıyla alnını yelpazelemiş. “Nasıl da serinledim. Demek ki iyileşiyorum.” diyen çocuk, tatlı bir uykuya dalmış.

Daha sonra Mutlu Prens’in yanına uçan Kırlangıç, yaptıklarından bahsetmiş. “Çok ilginç.” demiş. “Hava çok soğuk ama ben hiç üşümüyorum.”

“Bunun sebebi iyilik yapmış olman.” demiş Prens. Kırlangıç da bunun üzerine düşünmeye başlamış. Sonra uykuya dalmış. Düşünmek her zaman uykusunu getirirmiş.

Gün ağardığında, nehre inip yıkanmış. “Ne ilginç bir olay.” demiş bir kuş bilimi profesörü, köprüden geçerken. “Kış vakti bir kırlangıç!” Sonra bu olayla ilgili yazdığı uzun bir mektubu yerel gazeteye yollamış. İnsanlar bu yazıdan bahsedip durmuşlar; çünkü yazı, insanların anlayamadığı bir sürü kelimeyle doluymuş.

“Bu gece Mısır’a gidiyorum.” demiş Kırlangıç. Yapacağı bu yolculuk keyfini yerine getirmiş. Bütün sanat eserlerini ziyaret etmiş ve kilisenin kulesinde uzunca bir süre oturmuş. Gittiği yerlerdeki serçeler cıvıldayarak, birbirlerine, “Ne seçkin bir yabancı öyle.” diyorlarmış. Bu da Kırlangıç’ı pek bir mutlu etmiş.

Ay yeniden yüzünü gösterdiğinde, Mutlu Prens’in yanına uçmuş. “Mısır’dan istediğin bir şey var mı?” demiş. “Birazdan gideceğim.”

“Ah Kırlangıç, Kırlangıç, minik Kırlangıç…” demiş Prens. “Benimle bir gece daha kalmaz mısın?”

“Beni Mısır’da bekliyorlar.” diye cevap vermiş Kırlangıç. “Arkadaşlarım yarın ikinci şelalenin üzerinde uçacak. Su aygırları orada su kamışlarının arasında saklanır. Kocaman granit tahtın üzerinde Tanrı Memnon oturur. Bütün gece yıldızları seyreder. Gün doğduğundaysa keyifle haykırır. Sonra susar. Öğle vakti sarı aslanlar nehir kenarına gelip su içer. Yeşil beril taşını andıran gözleri vardır. Kükremeleriyse şelalenin sesini bastırır.”

“Ah Kırlangıç, Kırlangıç, minik Kırlangıç…” demiş Prens. “Şehrin uzak bir bölgesinde tavan arasında bir delikanlı görüyorum. Kâğıtlarla dolu bir masanın üzerine eğilmiş. Yanında da solmuş menekşelerle dolu bir bardak var. Kıvırcık, kahverengi saçları var. Dudakları nar gibi kırmızı. İri gözleri hülyalı bakıyor. Tiyatro Müdürlüğü için bir oyun yetiştirmeye çalışıyor. Fakat soğuktan, yazacak mecali kalmamış. Şöminede ateş yok. Açlıktan da neredeyse bayılacak. “

“Bir gece daha bekleyeceğim.” demiş, hakikaten tertemiz kalbi olan Kırlangıç. “Ona yakut mu götüreceğim?”

“Maalesef yakutum kalmadı.” demiş prens. “Bir tek gözlerim kaldı. Gözlerim ender bulunan mavi safirlerden yapılma. Bin yıl kadar önce Hindistan’dan getirildiler. Gözlerimden birini çıkar ve ona götür. O delikanlı, mücevherciye satıp parasıyla yiyecek ve odun alsın ki oyununu bitirebilsin.”

“Sevgili Prens.” demiş Kırlangıç, “Bunu yapamam.” Sonra da ağlamaya başlamış.

“Ah Kırlangıç, Kırlangıç, minik Kırlangıç…” demiş Prens. “Sen dediğimi yap.”

Böylece Kırlangıç, Prens’in gözlerinden birini çıkarıp öğrencinin olduğu tavan arasına uçmuş. Tavan delik olduğundan, içeri girmek kolay olmuş. Buradan içeri fırlayıp odaya girmiş. Genç adam, kafası ellerine gömülü olduğu için, kanat seslerini duymamış. Başını kaldırıp etrafına baktığındaysa, solmuş menekşelerin yanında duran mavi bir safir görmüş.

“Değerimi anlamaya başladılar!” diye haykırmış. “Bu büyük bir hayranımdan gelmiş. Şimdi oyunumu bitirebilirim.” demiş. Oldukça mutlu görünüyormuş.

Kırlangıç ertesi gün limana uçmuş. Devasa bir geminin direğine oturarak kocaman sandıkları halatlar vasıtasıyla ambardan çeken denizcileri görmüş. Denizciler, çıkarılan her sandığı gördüklerinde, “Hadi bakalım!” diye bağırıyorlarmış. Kırlangıç da, “Ben Mısır’a gidiyorum!” diye bağırıyormuş; ama Kırlangıç’ı kimse umursamamış. Ay yeniden yükseldiğinde, Kırlangıç yine Mutlu Prens’in yanına uçmuş.

“Sana veda etmeye geldim.” demiş.

“Ah Kırlangıç, Kırlangıç, minik Kırlangıç…” demiş Prens. “Benimle bir gece daha kalmaz mısın?”

“Kış vaktindeyiz.” diye cevap vermiş Kırlangıç. “Yakında buz gibi soğuk olacak burası. Mısır’da ise yeşil palmiye ağaçlarını ısıtacak güneş. Timsahlar çamur içinde yatıp tembel tembel etraflarına bakınacaklar. Arkadaşlarım Baalbek Tapınağı’nda yuva yapıyor. Pembe ve beyaz renkli kumrularsa onları seyrederek cıvıl cıvıl ötüşüyor. Sevgili Prens, yanından ayrılmak zorundayım; ama sana söz veriyorum, seni asla unutmayacağım ve bağışladığın değerli taşlara karşılık iki güzel mücevher getireceğim sana. Yakut, bir gülden daha kırmızı olacak. Safirse Akdeniz’den daha mavi…”

Ücretsiz bölüm sona erdi. Daha fazlasını okumak ister misiniz?