Kitabı oku: «Devrin En Büyük Yazarı Cengiz Aytmatov»
ÇEVİRİ EDİTÖRÜNDEN 1
Türk dünyasının büyük yazarı Cengiz Aytmatov’la ilgili yazılan bilimsel ve edebî yazıların sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Aytmatov hakkında bilinmeyenleri yahut az bilinenleri daha açık biçimde dile getiren bu eserin yazarı, başta Kırgızistan’da olmak üzere bütün Orta Asya’da ve eski SSCB ülkelerinde tanınmış edebiyatçı, Kırgızca ve Rusça olarak çok sayıda edebî eleştiriye imza atmış, Kırgızistan’ın bağımsızlığının ilk yıllarında ülkenin ikinci adamı olarak Devlet Sekreterliği görevini başarıyla icra etmiş olan ve hâlen Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Osmonakun İbraimov’un kullandığı dil ve üslup dikkat çekici derecede başarılıdır. Sayın İbraimov’un “Devrinin Büyük Yazarı Cengiz Aytmatov; Hayatı ve Edebî Kişiliği” adlı edebî inceleme ve tenkitlerinden oluşan kitap Rusça olarak yayımlanmış olup geniş bir coğrafyada edebiyatseverler ve araştırmacılar tarafından da ilgiyle okunduğu görülmüştür. Son yıllarda Aytmatov hakkında yazılan en kapsamlı ve objektif değerlendirmelerin yer aldığı bir çalışma olarak dikkati çekmiştir bu eser. Böyle değerli bir eserin Türkiye Türkçesine çevirisi yapılarak Türk okuyucularının ve araştırmacılarının hizmetine sunulması, merhum yazarın doğumunun 90. yılında daha geniş kitlelerce tanınmasına katkıda bulunacaktır.
Çeviri eserler, her zaman kaynak eser kadar etkileyici olmayabilir. Ancak onu aslından daha da iyi hâle getirecek usta çevirmeleriniz varsa okuyucu bundan mutluluk duyar. Çeviri yapmak için yalnızca karşılıklı olarak iki dili çok iyi derecede bilmek yeterli değildir; o dillerin kültürünü ve eserin türüne göre geniş bir terim bilgisi de gereklidir. En iyi çeviri, çeviri olduğu anlaşılmayan eserdir. Çevirmenin kendi varlığını hissettirmediği eserlerin en az aslı kadar ilgi görür. Çeviri eserlerde doğruluk, duruluk ve doğallık ilkelerine dikkat edilmesi; anlaşılması güç ve uzun anlatımlardan uzak durulması beklenir. Çeviri eserler anlaşılır olmalıdır, ancak hemen anlaşılır olmalıdır. Rusça ve Türkçe dil yapıları, anlatım ve üslup özellikleri bakımından birbirinden çok farklı iki dildir. Elinizdeki bu eserde bazı kavram ve kelimelerin anlamca eşdeğerlerinin bulunmadığı hallerde yakın anlamlı kelimeler seçilmiş yahut açıklama yoluyla okuyucuya sunulmuştur. Çeviri esnasında -yazarın izniyle- bazı konularda kültürel farklılıklar nedeniyle yeteri kadar anlaşılmayacak hususlarda çok az da olsa çevirmen ve editör yorumlarına yer verilmiştir. Merhum Cengiz Aytmatov’un pek az bilinen bir yönünü yansıtması sebebiyle “Bir Çeviri Hikâyesi; Aytmatov’un Duası” başlığı altında esere eklemeyi uygun bulduk.
Devrinin Büyük Yazarı Cengiz Aytmatov; Hayatı ve Edebî Kişiliği adlı eseri büyük bir özveriyle Rusçadan Türkiye Türkçesine çeviren Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesinin değerli öğretim elemanlarına, eserin Türkiye’de basılmasını sağlayan ve büyük Türk dünyasının ortak kültür değerlerini geniş kitlelere yayarak gönül pınarımızı coşturan Avrasya Yazarlar Birliğinin kıymetli başkanı Sayın Yakup Ömeroğlu’na, Bengü Yayınlarına sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
GİRİŞ
Cengiz Törökuloğlu Aytmatov son romanını kaleme aldıktan kısa bir süre sonra, 2008 yılında, aramızdan ayrıldı. Mamafih, eserin başlığı “Dağlar Devrildiğinde” bazı imalar ve uğursuz sezgiler taşıyordu. Yazarın trajik mahiyetteki dünya algısı ilk eserlerinde hissedilmekteydi, ancak böylesi evrensel bir hüzün, böylesi bir çaresizlik önceki eserlerinde bulunmamaktaydı. Devrilen dağlar, kıyametin bir alameti, Pompei’nin son günüydü adeta. Aytmatov’un sanatında turnalar tekrar ortaya çıkıyor, tekrar onlar yerden gökyüzüne doğru kanat çırpıyorlar Antoine de Saint-Exupery’yi hatırlayarak. Yani bu roman aslında hayata veda romanıdır, aynı zamanda tüm yaşanmışlığın bir çeşit muhasebesidir.
Onun aramızdan ayrılışı aynı zamanda küresel bir olaydır. Onunla birlikte bir devir de kapanmış oldu. Entelektüel birikimin kısıtlandığı, gaddar olmasına rağmen kimileri için kanlı canlı bir devir olan Sovyet dönemi de sona erdi. Çok uluslu bu büyük devlet döneminde Aytmatov kendisine kral tacında bir inci gibi sunulan büyük bir şöhrete kavuştu.
Bilindiği üzere, Aytmatov 19. yüzyıl seyyahlarınca da ifade edildiği gibi sosyal ve ekonomik yönden geri kalmış, göçmen hayat süren bir Orta Asya halkına mensuptu. Biz Kırgızlar Altay ve Güney Sibirya’dan göç ettikten sonra yüzyıllarca büyük tarihin kıyılarında gezinip durduk. Sovyetler Birliği döneminde halkımız bilimde, sosyal ve kültürel hayatta çok önemli gelişim sergilemiştir. Geleceğe atılan bu önemli adımları “millî Rönesans ve diriliş” olarak da niteleyebiliriz. Cengiz Aytmatov ise bu kültürel değişimin en yüksek zirvesindeki muzafferidir.
Eleştirmenler ne derlerse desinler Aytmatov’u bir yazar ve bir kişilik olarak yetiştiren tüm çelişkilerine rağmen Sovyetlerdir. Aytmatov kaleme aldığı eserlerde bu unutulmaz dönemin büyüleyici gücünü anlatırken aynı zamanda tüm zorlukları, hüzünleri, trajedileri ve 1980’li yıllardaki günbatımını idrak etti. Sovyetler Birliğinin günbatımını…
Cengiz Aytmatov, Kırgızistan’ı her zaman baba ocağı olarak görmüştür. Bu, onun ebedî aşkı ve ebedî çilesidir. Bununla beraber, Rusya, Kazakistan, Özbekistan ve Orta Asya’nın diğer ülkelerini, son yıllarda ise okurları tarafından çok sevildiği kardeş Türkiye’yi kendine yakın görmüştür. Avrupa’da da Aytmatov’u insanlar yakından tanımaktaydı, özellikle Almanya’da. Kültürel bağlara göre kendisi de esasen bir Avrupalıydı, daha doğru bir deyişle Avro-Avrasyalı.
Aytmatov her iki dili de ustalıkla kullanabilen, yani Kırgızca ve Rusçayı çok iyi derecede bilen bir yazardı. Dünyayı çok iyi algılayan Aytmatov, Uzak Doğu’dan Avrupa’ya kadar tüm insanlığa hitap edebiliyordu. Kaleminin evrenselliği en önemli özelliklerinden biriydi. Rus dilli bir yazar olarak bu dili okuyan ve bilen insanlara hitap ederken Türk dilli bir yazar olarak da Türk soylu halkları temsil ediyordu.
Sonra, Sovyet dönemi sona erip yeni bir dönem başladı ve her şey hızlıca değişmeye başladı. Doğal olarak bu değişimden Aytmatov da etkilendi. Farklı bir deyişle okurlar arasındaki konumu değişti. “Cemile”, “Beyaz Gemi”, “Gün Olur Asra Bedel”, “Dişi Kurdun Rüyaları” gibi eserleri farklı dillerde milyonlarca tirajla basılmış yazarın okurları yeni dönemde azalmaktaydı. Artık insanlar arasında yeni sınırlar, yeni bloklar ortaya çıkmıştı ve yazar bu duruma olan nefretini gizlemiyordu.
Aytmatov, sistemlerin eksik yanlarını çok iyi görebilmekteydi. Bu yüzden Gorbaçov değişimini desteklemekle kalmadı, bu değişim hareketine aktif olarak katıldı; Sovyetler Birliğinin yıkılacağını tahmin etmiyordu. Ülke yıkıldığı zaman bir sanatçı olarak susmayı tercih etti. Gençlik yıllarından beri toplumdan ümidini kesmeyen bir sanatçı olarak bu durum ona ağır gelmişti. Eski Sovyetler ile yeni Kırgızistan arasında bir yerlerle kalmıştı adeta. Brüksel’de Kırgızistan Büyükelçiliği görevinde bulundu. Bununla beraber sık sık Moskova’yı ziyaret etti, Almatı, Astana, İstanbul ve Bakü’deki davetlere katıldı. Eninde sonunda büyük ülke Sovyetlerin artık olmadığını idrak etti. Her şeye rağmen eski okur kitlesine, bir dünya sanatçısı olarak yeniden hitap etmeliydi.
Cengiz Aytmatov 10 Haziran 2008 tarihinde aramızdan ayrıldı. Beklenmedik bir şekilde Kazan şehrinde hastalandı, Nürberg şehrine tedavi olmak için gitti, ancak orada küçük bir klinikte hayatını kaybetti. Sevdiği şehir Bişkek’te defnedildi.
Bu kitabın yazarı, Aytmatov’un sırdaşı ve yoldaşı, edebiyatta küçük kardeşi, yıllardan beri onun eserlerini inceleyen bir araştırmacıdır. Benim Rusça yayımlanan “XX. Yüzyıl Kırgız Edebiyatı” adlı 2 ciltlik eserimde ve “Kırgız Devletçilik Tarihi” adlı çalışmamda da Cengiz Aytmatov’dan ayrıntılı biçimde bahsettim.
Bu çalışmanın ortaya çıkmasında çok yardımcı olan yazarın kıymetli eşi Mariya Aytmatova’ya, küçük oğlu El-dar Aytmatov’a, kız kardeşi Roza Aytmatova’ya çok teşekkür ederim.
Aynı şekilde kitabın hazırlanmasında emeği geçen Nikolay Arkadeviç Anastasev’e, eseri Rusçadan Türkçeye çeviren Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi öğretim elemanları Muhittin Gümüş, Halit Aşlar, Fatih Serçe, Zafer Altun ve Doğan Gürpınar’a, katkılarından dolayı da Cengiz Buyar’a çok teşekkür ederim.
SÜLALE
Cengiz Törökuloğlu Aytmatov eski Kırgızların Altay’dan göç edip yerleştiği şehirlerden biri olan Talas’ta doğmuştur. “Hakkımda Notlar” adlı eserinde “Kırgızların yedi atasını bilmesi gerekir, bu atalarımıza olan borcumuzdur”, der.
“Bizim köyde ihtiyarlar bu konuda çok ciddiydi. Çocuklara her gördüklerinde yedi ceddini sorarlardı. Söyle bakalım delikanlı, hangi boydansın, babanın babası kim? Onun babası kim? Ya onun? Kimdi o, ne iş yapardı, halk nasıl bilirdi?” gibi sorular sorarlardı. Eğer çocuk yedi ceddini bilemezse ihtiyarlar buna kızıp hemen çocuğun ailesine bu durumu iletirlerdi. Bu çocuğun ataları, ceddi yok mu, niye öğretmiyorsunuz dercesine… Ben de otobiyografime buradan, günümüzde feodalite olarak bilinen dönemlerden başlayabilirim. Ben Şeker boyundanım. Şeker soyumuzu başlatan kişidir. Babam Törökul, onun babası Aytmat, onun babası ise Kimbildi, onun babası da Konçucok.”2
Bunlara ilaveten soyu başlatan Şeker’in ve Şeker boyunun (Cengiz Aytmatov’un doğup büyüdüğü köyün adı da Şeker’dir) tarihteki Kırgızların sol kanadını temsil eden Kıtaylar adlı daha büyük bir boya mensup olduğunu söyleyebiliriz. Şeker ile Konçucok arasında onlarca nesil ve isim vardır, anlaşılan Aymatov bunları bilmiyordu.
Konçucok yoksul idi, ismi çarık giyen manası taşırdı. Onun oğlu Kimbildi girişken ve yerel şartlara göre varlıklı sayılabilecek biriydi. Onun oğlu Aytmat ise babasının varlığını koruyamasa da yoksul değildi, hatta Aytmatov’un çocukluğunda kalıntılarını gördüğü bir su değirmeni bile inşa etmişti.
“Ben dedemi göremedim ama dediklerine göre o hünerli biriymiş. Dikiş yapabiliyormuş, ilk dikiş makinesini köyümüze o getirmiş. Bu sebeple de ‘makineci Aytmat’ lakabı almış. Dedemin elinden hemen her iş gelirmiş, iyi kopuz çalarmış ve Arap alfabesini okumasını ve yazmasını bilirmiş. Bunca becerikliliğe rağmen yakasını bir türlü borçlardan kurtaramamış. Sonunda elindekileri tüketen dedem 12 yaşındaki oğlu Törökul ile yani babamla, demiryolu inşaatında çalışmak için Maymak istasyonuna gitmiş. Maymak istasyonundaki Rus yöneticilerin yardımıyla babam Avliya-Ata şehrindeki Rus Tüzem okuluna, daha sonra da Cambıl okuluna girmiş.” 3
Cengiz Aytmatov’un uzak dedelerinden biri hakkında daha bilgi vermek gerekiyor. Yazarın kız kardeşi Roza Aytmatova’nın anlattıklarına göre Kıtay boyu Kuba uul (Kuba oğulları) boyundan çoğalmıştır. Bir gün onun torununun torunu Karanay Çinlilere karşı kazandığı zaferden döndüğü sırada uzun zamandır beklediği güzel bir haber alır. Eşi bir oğul doğurmuştur. O gece ay başka bir şekilde doğar, yanı kutlu bir şekilde. Ardından çocuğa “Kut-Ay” ismi verilir. Kutay ismi zamanla Kıtay şeklinde telaffuz edilir olmuş. Kıtay boyunun ismi buradan gelmekteymiş.
Cengiz Aymatov ise kendi boyu hakkında ironik cevaplar verir. Hatta bu konu hakkında şöyle de bir şaka hatırlıyorum: Aytmatov yakın çevresinde atalarını sorduklarında “Ben, Çin (Kıtay) imparatorları soyundan geliyorum” diye şakayla gülerek cevap verirdi. Biz de bu şakaya gülerdik. Aslında Kıtay imparatorlarının Kırgız Kıtay boyuyla uzakdan yakından ilgili yoktur.
Belki de gülmekte hata yaptık, çünkü efsaneler sadece kurgu değildir, onların sanatsal bir gücü de vardır.
Bu efsanelerden birini Cengiz Aytmatov kendisi anlatmıştı. Bu efsaneye göre Kırgız savaşçı boylar Çin ülkesine sürekli baskınlar düzenlermiş. Çinliler ise onları durdurmak ve cezalandırmaya çalışırmış, ancak Kırgız boyları yüksek dağların ardında kaybolurmuş. Kovalamacalar dağ içlerine kadar sürermiş, ancak Kırgız boyları çok iyi gizlenirlermiş. Kırgız baskınları Çin imparatorunu bıktırmış. İmparator devlet erkânını toplayıp Kırgız hanıyla konuşup anlaşmak istemiş. İmparator ve han anlaşmışlar. Anlaşmaya göre Kırgızlar Çinlilere saldırmayacaklarına söz vermiş. İmparator ise kızlarından birini Kırgız hanına kocaya vermek için anlaşmışlar. Hanın bu Çinli prensesten bir oğlu olmuş. Bu çocuğu hanın diğer eşlerinden olan çocuklardan ayırmak için “Çinli kızın oğlu” adını vermişler. Daha kısa olması için “Çinlinin Oğlu” veya “Çinli” (Kıtay) adını vermişler. Bu çocuğun neslinden çoğalan Kırgız boyuna da Çinli (Kıtay) adını vermişler.4
Böylece, belki de Aytmatov’un dedelerinin kanında Çinli kanı akmıştır, hatta belki de Çin imparatorunun kanı. Cengiz Aytmatov’un damarlarında kimin kanı akarsa aksın kendisi ruhun Kağanı, sözün Padişahı olmuştur, tıpkı Olcas Süleymanov’un dediği gibi. Onun büyüklüğü imparatorluktan da yücedir.
Kıtay’ın oğlu doğar, Tulku. Tulku’dan Baytike, Buuday ve Bocogu Buuday dünyaya gelir. Baytike’nin torunları Tontogor ve Kıyra’dır. Tontogor Şeker’e gelir ve Aytmatovların ceddini başlatır. Ondan Kudaynazar, ondan da Asan ve Üsen ikizler dünyaya gelir. Asan’dan Tabıldı dünyaya gelir. Tabıldı’nın iki oğlu vardır: Konçucok ve Tanabay. Konçucok’tan Canalı ve Tınalı dünyaya gelir. Tınalı’nın oğlu Kimbildi’dir. Kimbildi’nin iki oğlu olur. Birimkul ve Aytmat.
Aytmat’ın ağabeyi Birimkul’un iki eşi varmış. Bunlardan üç oğlu dünyaya gelmiş. Alımkul, Ozubek ve Kerimbek. Aytmat ve Ayımkan çiftinden ise iki oğul, üç kız dünyaya gelmiş. Ayımkul, Törökul, Karagız, Gulayım ve Rıskulbek. Törökul’dan ise Cengiz, İlgiz, Lutsiya (Lusya) ve Rozaliya (Roza) dünyaya gelmiştir.
Törökul Aytmatov hakkında, elbette, onun uzak veya yakın akrabalarına kıyasla oldukça fazla bilgi mevcut, bu sebeple onun biyografisini ayrıntılı ele almamız gerekmez. Törökul Aytmatov’un sıkı bir bolşevik ve Leninci olduğunu, çağdaşları gibi Moskova’da Marksizm-Leninizm Enstitüsünde eğitim gördüğünü, Sovyet Kırgızistan’ında Komünist Parti içinde yüksek mevkilere sahip olduğunu belirtmemiz yeterlidir.
Onu yakından tanıyanların şahitliklerine bakılırsa, o iyi yürekli, akıllı, çalışkan ve dürüst biridir. Fotoğraflarına bakıldığında gözleri kahverengi, saçları siyahtır. Aytmatov gür saçlarını babasından, yüzünü ve gözlerini ise annesinden almıştır.
Bir politikacı olarak Törökul Aytmatov, Sovyet Kırgızistan’ın yetiştirdiği Türkistan’ın bağımsızlığını kalbinin derinliklerinde isteyen ilk önemli yöneticilerden biriydi. 1920’li yıllarda o zamanki Kırgız ve Kazak aydınları arasında Pantürkizmi benimsemiş Alaş Orda yapısı içerisinde büyük Turan’ı kurma fikri tartışılmaktaydı. Bu elbette hassas bir konu, üstelik Lenin birkaç kez Sovyetleri oluşturan bazı memleketlerin istemeleri halinde birlikten ayrılmalarına engel olunmamasını belirtmiştir. Elbette bu politik bir yaklaşımdır. Lenin bir yandan halkların kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesi gerektiğini belirtiyordu, ancak ekonomik olarak güçsüz halkların Rusya’sız yapamayacağını da öngörmekteydi.
Bütün bunlara rağmen proleter dünyanın lideri Lenin yerel aydınların gerçek hedeflerini tam olarak değerlendirememiştir. Bağımsızlık düşüncesi hemen bazı Kafkas politik çevreleri tarafından benimsenmiş ve bazı oluşumlar ortaya çıkarılmıştı. Ancak artık Moskova’da farklı rüzgârların estiğini kestiremediler. Yeni lider Josef Stalin merkezî bir yönetim için tüm gücünü seferber etti ve kendi totaliter sistemini kurmaya başladı. Kendi bağımsızlığı doğrultusunda henüz fikir yürütmeye ve harekete geçmeye başlayan oluşumları lağvedip onları “halk düşmanı” gibi ağır bir suçlamayla karşı karşıya bıraktı. Böylece 1937-1938’lere gelindiğinde birçok bağımsızlık yanlısı aydın Stalin teröründen nasibini aldı. Düne kadar devletin yönetim kadrosunda bulunan ve birdenbire “halk düşmanı” ilan edilen Törökul Aytmatov da bu aydınlar arasında bulunmaktaydı. On yıl hapis cezası ve kurşuna dizilmek suretiyle verilen idam cezası sonrasında kabri ancak 50 yıl sonra ortaya çıkarılabilen aydınlar arasında Törökul Aytmatov da bulunmaktaydı.
Babasını çok erken kaybeden bir oğlun nasıl bir trajedi yaşadığını, bu trajedinin onun manevî dünyasında nasıl karşılık bulduğunu, bu psikolojik travmayı sadece tahmin edebiliriz. Cengiz Aytmatov babasını ondan koparan sistemden nefret ediyordu. İnsanlığa, insan sevgisine olan inancını kaybetmişti. Hatta bu sistem ona birçok ödül verdiğinde de ondan nefret etmekteydi. Öte yandan mevcut sistemin Kırgız halkı için birçok iyilik yaptığını da göz ardı edemiyor, halkın önüne büyük hedefler koyduğunu anlıyordu. İşte bu korkunç ikilem onun eserlerine de yansımıştır.
Aytmatov’un genetik köklerine dönelim. Anne tarafı Tatardır. Annesi XIX. yüzyılın ortalarında Orta Asya’ya yerleşen inançlı Müslüman bir Tatar ailenin kızıdır. Mevcut bilgilere göre anne tarafından akrabalarının çoğu okuma yazma bilen ileri görüşlü kişilerdir. Hamza Abduvaliyev, Cengiz Aytmatov’un dedesi, varlıklı bir tüccardır. Yerel bir gazetede doğal bir afet sonucu hayvanlarını kaybeden Kırgızlar için kaleme aldığı yardım yazısı bulunmaktadır. Medreseyi bitirmiştir, okuma yazması vardır. Rusçası da fena değildir ve çocuklarının iyi bir eğitim alabilmeleri için elinden geleni yapmıştır. Karakol’da ağırlıklı olarak Rus, Tatar ve Kırgızların yaşadığı Prejevalsk şehrine yerleşip büyük bir ev yapmış, yerli halkla sıkı ilişkiler kurmuş, çalışkanlığı ve girişkenliğiyle halkın takdirini kazanmıştır. 1916 Ürkün Ayaklanmasında halka elinden geldiğince yardım etmiştir. Akabinde Sovyet iktidarı kurulduğu sıralarda tüm mal varlığını Bolşeviklere vermiştir. Onun iki katlı evi son zamanlara kadar ayakta kalmıştır. Bahçesi ise günümüze kadar ‘Abduvaliyev Bahçesi’ adını taşımaktadır.
Cengiz Aytmatov’un annesi Nagima Aytmatova, kızlık soyadı Abduvaliyeva, çok iyi kalpli, Törökul’un vefalı yol arkadaşı, iyi bir eğitim görmüş biridir. Aytmatov’un yetişmesinde annesinin büyük rolü vardır. Annesi her zaman oğlunun yanında olmuş, iyi ve kötü günde hep onu desteklemiş, ona arka çıkmıştır.
Abduvaliyevlerin soyağacı şu şekildedir: Yusuf, Halil, Gabraşit, Gaysa, Gabdelvali (1800), Hasan, Hamza (1850-1932), Nagima (1904-1971), Cengiz Aytmatov (1928-2008).
Abduvaliyev ve Utyamışevlerin Tataristan’da İşman soyundan gelen iki ünlü aileden geldiklerini belirtmek gerekir. Roza Aytmatova’nın belirttiğine göre, İşmanov soyundan sayısı iki yüzü bulan ünlü insanlar çıkmıştır.
Hamza Abduvaliyev’in soykütüğü şöyledir: İşman, Tuktargali’nin oğludur, Tuktar Kuçuka’nın oğlu. Kuçuk Tabej’in oğlu, Tabej ise Kudaş’ın. Kudaş Kul Süleyman’ın, Kul Süleyman ise Süleymanın’ın oğludur.5
Nagima’nın hayatı adeta bir romandır. Hayatı önceleri mutlu başlamış, Törökul’u sevdikten sonra bu mutluluk daha da artmıştır. Ancak Nagima’nın hayatı Törökul’un vefatından sonra zulüm, hüzün ve trajediye dönüşmüştür. Bu yüzden Nagima’ya kutsallık atfetmek gerekir. Tek başına çocuklarını beslemiş, büyütmüş ve eğitmiştir. Cengiz Aytmatov’un her fırsatta dile getirdiği gibi anneleri çocuklar için her zaman gerekli ve doğru olanı yapmıştır. Nagima onca trajediden sonra kocasının aklanmasına şahit olmuş, oğlunun dünyanın en büyük yazarlarından biri olduğunu gözleriyle görmüştür.
Roza Törökulkızı annesinin hayatından bir kesiti şöyle anlatıyor: Annesi falcılığa pek inanmasa da kocası Törökul hapse atıldıktan sonra bir falcıya ailenin geleceğiyle ilgili danışmış. Falcı onu pek memnun edecek şeyler söylememiş, ancak oğullarından birinin gelecekte çok büyük bir insan olacağını, ismini tüm dünyanın duyacağını söylemiş. Günlük hayatın zorlukları içerisinde Nagima bu sözlere pek ehemmiyet vermemiş; o hiç haber alamadığı kocasıyla ilgili güzel sözler duymak istemekteymiş. Nagima Hanım, falcının kehanetini 1950-1960’lı yıllarda Cengiz Aytmatov ünlenmeye başladığı zaman hatırlayıvermiş.
Cengiz Aytmatov temkinli, ölçülü biriydi. Toplum içinde kolay kolay duygularını belli etmezdi. Sadece üç halde bu prensibini çiğnemiştir. Çok sevdiği annesi Nagima vefat ettiğinde, uzun bir hastalık döneminden sonra Bübüsara Beyşenaliyeva vefat ettiğinde ve iki çocuğunun annesi ilk eşi Kerez Şamşibayeva vefat ettiğinde ağlamıştır. Cengiz Aytmatov şöhretinin doruk noktasındayken onu terkedip başka bir kadına gittiği için ilk eşi Kerez Hanıma karşı kendini her zaman suçlu hissetmiştir. Ondan ayrılacağı zaman dizlerine çöküp defalarca kez af dilediği söylenir.
Gerçi, Aytmatov’un ağladığını başka bir olayda da kendi gözlerimizle görmüştük. Sessizce Ata Beyit’te (Ata Beyit ismi bizzat Cengiz Aytmatov tarafından teklif edilmiştir.) babasının mezarına çiçek koyduğu zaman. O gün Aytmatov’un yüzü sapsarıydı, derin bir acı içerisindeydi. Sonra bir medya organına yaptığı açıklamada, her şeye rağmen babasının böylesi kutsal bir mekânda yattığı için mutlu bir insan olduğunu belirtmiştir. Elbette bu sözler bilgeliğin, iç huzurun, daha doğru bir ifadeyle sükûnetin ve aynı şekilde yüce Yaradan’ın takdirine olan itaatinden doğan sözlerdi.
Öyle ki, kader Aytmatov’a aynı yerde, Stalin döneminde katledilen aydınların ebedi istirahatgahı olan Ata Beyit’te, ebedi huzura çekilmeyi nasip etmiştir.