Kitabı oku: «Britanya Kahramanları», sayfa 3
Kraliçe Hahamları Çapraz Sorguluyor
Elene yalnızca şu cevabı verdi: “Buradan gidin ve bu beş yüz kişi arasından istediğim her şeyin cevabını gecikmeden gösterecek kadar bilge olanları seçin.” Bunun üzerine hahamlar kraliçenin huzurundan ayrıldılar. Bir başlarına kaldıklarında içlerinden biri, Yahuda, şöyle söyledi: “Kraliçe ne istiyor biliyorum. Bizden, Hıristiyanların Efendisi’nin çarmıha gerildiği Haç’ın nerede saklandığını öğrenmek isteyecek. Ama bu sırrı söylersek adım gibi biliyorum ki Yahudilerin yeryüzündeki hükümranlığı son bulacak ve kutsal metinlerimiz unutulacak. Zira büyükbabam Zacchaeus ölüm döşeğinde yatarken, birisi Kutsal Ağaç’ı sorarsa doğruyu söylememi istedi benden. Milletimizin Kutsal ve Adil Olan’ı kabul etmede nasıl başarısız olduğunu sorduğumda, her zaman kendi neslinin kötülüklerinden kendini geri çektiğini ve liderlerinin kendi adaletsizlikleri yüzünden kör olduklarını ve Cennetin Efendisi’ni katlettiklerini söyledi. Ve sözlerini şöyle bitirdi:
‘Böylelikle ben ve babam bu inancı gizli tuttuk.
Şimdi seni uyarıyorum oğlum,
Benim Stephen’ımın ve Havari Pavlus’un uğruna öldüğü,
Şeref içinde hüküm süren Tanrı’nın Gerçek Oğlu hakkında alaycı bir şekilde konuşma.’”
“Şimdi,” dedi Yahuda, “vaziyet böyle olduğuna göre kraliçe bize sorarsa neyi açığa vuracağımıza ve neyi gizleyeceğimize siz karar verin.”
Kraliçeye Cevap Vermesi İçin Biri Görevlendiriliyor
Diğer yaşlılar cevap verdi: “Sana en iyi görünen şeyi yap çünkü bunu yalnız sen biliyorsun. Biz bu garip sırları hiç duymadık. Yüce bilgeliğine göre davran.”
Hahamlar meseleyi hâlâ görüşürken, gümüş trampetli haberciler gelip boruları üflediler ve sesli bir şekilde ilan ettiler:
“Hahamlar, kudretli kraliçe sizi konseye çağırıyor,
Orada sizin kararınızı dinleyecek.
Tüm bilginize başvurmanız önemlidir.”
Hahamlar, yavaşça ve isteksizce konsey odasına döndüler ve eski kehanetler ve Mesih’in ölümü hakkında sorular sorarken Elene’i dinlediler ama bütün sorular için hiçbir şey bilmediklerini söylediler. En sonunda kraliçe öfkelendi ve onları yakarak öldürmekle tehdit etti. Bunun üzerine Yahuda’yı öne sürdüler: “O, kaderin sırlarını açığa çıkarabilir çünkü o soylu bir ırktan geliyor, peygamberin oğlu. Ey Kraliçe, ruhunu mutlu edecek şekilde o sana gerçeği söyleyecek.” Böylece Elene, diğer Yahudilerin zarar görmeden gitmesine izin verdi ve Yahuda’yı rehin aldı.
Kraliçe Yahuda’yı Tehdit Ediyor
Elene Yahuda’yı selamladı ve şöyle dedi:
“Hey! İki seçeneğin var
Ölüm veya yaşam, hangisini istiyorsan seç.”
Yahuda kurtuluşu olmadığı için kraliçeye cevap verdi:
“Açlıktan mahvolmuş gezgin, çorak bozkırlarda kaybolursa
Vardığı yerde elinin altında hem bir taş görür hem ekmek,
Ey Kraliçe, hangisini reddedeceğini düşünürsün?”
Bunun üzerine Elene şöyle dedi: “Meleklerle cennette yaşıyorsan bana Gerçek Haç’ın nerede saklandığını göster.” Yahuda çok üzgündü, çünkü bir tarafta ölüm diğer tarafta kaçınılmaz sırrı ifşa etmek vardı ama yine de sırrın ortaya çıkarılabilmesi için çok uzun zaman geçtiğini ileri sürerek bir cevap vermekten kaçınmaya çalıştı. Elene, Truva Savaşı’nın daha da eski bir hikâye olduğunu ancak yine de pekâlâ bilindiğini söyledi; fakat Yahuda, insanların ulusların yiğit eylemlerini hatırlamaya mecbur olduklarını söyledi. Bahsettiği hikâyeyi hiç duymamıştı. Bu inat, kraliçeyi çok kızdırdı ve orada can verenin hatırına orayı arındırabilmek için derhal Calvary tepesine götürülmeyi talep etti. Ama Yahuda şöyle cevap verdi:
“Ne o yeri ne de o alanı biliyorum.”
Kraliçe Elene, adamın inatçı inkârları karşısında daha da öfkelendi ve sorularına cebren cevap almaya kararlıydı. Hizmetçilerini çağırdı ve onlara Yahuda’yı derin ve kuru bir sarnıca sokmalarını emretti. Yahuda, elleri kolları bağlı bir şekilde hiçbir şey yemeden yedi gün ve yedi gece orada yattı. Yedinci gün inatçı ruhu teslim oldu ve şöyle seslendi:
“Gökteki yüce Tanrı adına hepinize yalvarıyorum
Beni bu sefaletten kurtarın.
O Gerçek Kutsal Haç hakkında ne biliyorsam anlatacağım,
Acıya dayanamadığım için artık saklayamıyorum.
Açlık, bütün o bunaltıcı günlerde beni sindirdi.
Aptallık ettim önceden, şimdi itiraf ediyorum.”
Yahuda, Kraliçeyi Calvary’ye Götürüyor
Bu mesaj, haberleri duymak için beklediği yerde Elene’e getirildi ve kraliçe hizmetkârlarından bitap düşmüş Yahuda’yı karanlık çukurdan çıkarmalarını istedi; sonra onu yarı ölü bir halde şehirden Calvary tepesine götürdüler. Yahuda, şimdi korktuğu ve taptığı Tanrı’ya Kutsal Haç arayışlarında onlara rehberlik edecek bir işaret göndermesi için dua etti. Dua ederken, sunağın etrafındaki tütsü çelenkleri gibi yukarı doğru kıvrılan tatlı kokulu bir buhar, tepenin zirvesinden gökyüzüne yükseldi. Bu işaret herkesçe görüldü ve Yahuda, merhameti için Tanrı’ya şükretti; sonra hayretler içerisinde kalan askerlere ona yardım etmesini söyleyerek kazmaya başladı. Artık bütün insanlar ne aradıklarını biliyorlardı ve herkes kutsal emaneti ortaya çıkarmak istiyordu, öyle ki hepsi büyük bir gayretle toprağı kazmıştı. En sonunda zeminin altı metre altında üç haç ortaya çıkardılar. Bunlar öyle iyi korunmuştu ki aynen Yahudilerin onları sakladığı gibi duruyorlardı.
Üç Haç Bulunur
Yahuda ve diğerleri bu mucizeye çok sevindiler, üç haçı saygıyla kaldırarak şehre taşıdılar ve Kraliçe Elene’in ayaklarının dibine koydular. Kraliçenin ilk baştaki sevinçli coşkusu hızla şaşkınlığa dönüştü çünkü Meleklerin Efendisi’nin acı çektiği o kutsal Haç’ın hangisi olduğunu bilmediğini fark etti. “Çünkü,” dedi, “onun yanı sıra iki hırsız da çarmıha gerilmişti.” Ama Yahuda bile onun şüphelerini gideremedi.
“Bütün kutsal kitaplardan öğrendik ki
O derin acısını çekerken yanında iki kişi vardı.
Öldüğünde yanındalardı ve o üçüncüydü.
O korkunç anda gökyüzü kapkaranlıktı.
Hakkıyla yapabiliyorsan söyle
Cennet’in Efendisi’nin asılı olduğu kutsal Kader Ağacı hangisi.”
Kurtarıcımızın Haçını Ortaya Çıkaracak Bir Mucize
Ancak Yahuda, haçların şehrin ortasına taşınmasını ve gerçeği ortaya çıkaracak başka bir mucize için dua etmelerini önerdi.
Bu şafakta yapıldı ve muzaffer Hıristiyan korosu günün dokuzuncu saatine kadar dua ve övgü ilahileri söyledi. Sonra büyük bir kalabalık cansız bir genç adamı tabutu üzerinde taşıyarak geldi. Yahuda’nın emriyle tabutu yere koydular ve Yahuda, Tanrı’ya dua ederek ağırbaşlılıkla her bir haçı kaldırıp ölü adamın başının üzerinde tuttu. Yahuda ilk iki haçı kaldırırken adam hâlâ cansız bir şekilde yatıyordu ama üçüncüyü, Gerçek Haç’ı cesedin üzerinde tuttuğunda ölü adam anında ayağa kalktı; beden ve ruh yeniden bir araya geldi. Kalabalık, Kâinatın Efendisi’ne şükrederek feryat etti ve kutsal yadigâr tekrardan kraliçenin sevgi dolu gözetimine verildi.
Aranan Çiviler
Yine de Elene’in arzusu tam olarak hâlâ yerine gelmemişti. Yahuda’yı (vaftiz olduktan sonraki yeni adı Cyriacus’tur) çağırdı ve arzularını yerine getirmesi ve Calvary’nin topraklarında insanlardan saklandıkları, Hayatın Efendisi’ni delen çivileri bulması için Tanrı’ya dua etmesini rica etti. Onu kasabanın dışına çıkaran Cyriacus, Calvary Dağı’n-da Tanrı’nın bir işaret gönderip sırrı açığa çıkarması için tekrar dua etti. Dua ederken gökyüzünden güneşten daha parlak bir alev sıçradı, her yere değdi ve değdiği her yerde minik yıldızlar oluşturdu.
Yıldızların parladığı noktaları kazdıklarında, her bir çivinin gözle görülür şekilde parladığını ve karanlık dünyada kendi başına bir ışıltı saçtığını gördüler. Böylelikle Elene gönlünün arzusuna kavuştu ve artık Gerçek Haç ve Kutsal Çiviler elindeydi.
Kraliçenin İkilemi.
İyi Haberler Konstantin’e Ulaştırılır
Annesinin başarılı olduğunun haberi İmparator Konstantin’e ulaştırıldı ve kendisine bu görkemli yadigârlarla ne yapılması gerektiği soruldu. Elene’e Kudüs’te görkemli bir kilise inşa etmesini ve orada gümüşten güzel bir tapınak yapmasını söyledi. Kutsal Haç, burada bütün nesiller boyunca onu gece gündüz gözleyecek rahipler tarafından korunacaktı. Bu yapıldı ama çiviler hâlâ Elene’in mülkiyetindeydi ve bu kutsal emanetleri nasıl koruyacağı hakkında ne yapacağını bilmez durumdaydı. Artık Kudüs’ün başpiskoposu olan Cyriacus ona gidip şöyle dedi: “Ey hanımefendi ve kraliçe, bu değerli çivileri imparator oğlun için al. Bunlardan atının dizginleri için halkalar yap. Böylece zafer her daim onlarla gidecek; onlara Tanrı’nın Kutsadığı denilecek ve o atın taşıdığı kişi kutsanacak.”
Bu tavsiye kraliçeyi memnun etti ve kutsal çivilerle süslenmiş muhteşem bir dizgin yapıp oğluna gönderdi. Konstantin onu büyük bir saygıyla karşıladı ve vahiy mucizesi günü olan 24 Nisan’ın bundan böyle “Kutsal Haç Günü” olarak onurlandırılması gerektiğini buyurdu. Böylece imparatorun gayreti ve kraliçenin bağlılığı ödüllendirildi ve Hıristiyan âlemi, en değerli hazinelerinden olan Gerçek Haç ve Kutsal Çiviler’le zenginleştirildi.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Konstantin’in Merhameti
Konstantin’in Gençliği
Büyük Konstantin, Roma İmparatoru Constantius ile Britanya Prensesi Helena’nın (veya Elena) en büyük oğluydu. Çok sayıda Roma tanrısına tapan dini bütün biri olarak yetiştirildi. Delikanlı büyüyünce güçlü ve yakışıklı bir adam oldu. Heybetli bir endamı vardı. Bütün savaş pratiklerinde ustalaştı ve pek çok Roma imparatoru arasında meydana gelen iç savaşlar esnasında cesur ve ihtiyatlı bir general ve barış zamanı arkadaş canlısı bir lider olduğunu kanıtladı. Genç Konstantin’in popülaritesi onun için tehlikeliydi. Yaşlı İmparator Diocletian’ın ölümcül kıskançlığından ve babasının rakibi Galerius’un nefretinden kaçmak için büyük bir beceriye ihtiyacı vardı ve bunu gösterdi. Ancak sonunda konumu o kadar tehlikeli hale geldi ki Constantius oğlunun hayatının artık güvende olmadığını hissetti ve Constantius’un imparator ilan edildiği ve barbar Kaledonyalıları yendiği Britanya’yı ziyaret etmesi için oğluna içtenlikle rica etti. Verilen mazeret, Constantius’un sağlık durumunun kötü olduğu ve oğluna ihtiyacı duyduğuydu; ama genç adam Britanya’ya gelene kadar aslında endişeli babasının oğlunun hayatı için korktuğunu bilmeyecekti.
Övülen İmparator
Yarı Britanyalı Constantius öldüğünde batıdaki Roma askerlerinin gözdesi olan Konstantin, sadık birlikleri tarafından bir anda imparator ilan edildi. Bu onuru kabul etmekte isteksiz olduğunu açıkladı ve hatta atına binerek askerlerinin sevgi dolu isteklerinden kaçmaya çalıştığı ama başarısız olduğu söylenir. Daha fazla itiraz etmenin yararsız olduğunu görünce imparatorluk unvanını kabul etti ve Galerius’a taht üzerinde hak iddia etmesini ve kendisine dayatılan beklenmedik haysiyeti kabul etmesini gerekçelendiren bir yazı yazdı. Galerius kaçınılmaz olanı kabul etti ve Konstantin’e Batı Avrupa üzerinde egemenlik kurma hakkıyla ikinci derecedeki “Sezar” unvanını verdi. Bilge prens, elverişli koşulların rakiplerini yok etmesini ve ona Roma İmparatorluğu üzerinde tek hakimiyeti vermesini beklemekten memnundu. Artık otuz yaşına gelmişti, Mısır ve İran’daki savaşlarda yiğitçe savaşmış ve liyakatiyle tribün rütbesine yükselmişti. İmparator Maximian’ın kızı Fausta ile evliliği ve Augustus rütbesine yükselmesi onu arzusuna daha da yaklaştırdı. Ve sonunda rakiplerinin yenilmeleri ve ölümleri onu cihanşümul Roma İmparatorluğu’nun başına yerleştirdi. Konstantin’in yüce yetkiye yükseltilmesinden önceki dönem için, Gower’ın “Confessio Amantis” adlı eserinde merhametin esası olan gerçek hayırseverliğin bir örneği olarak anlattığı ve bir insanın kalbini yumuşatan aşağıdaki öyküye değinmemiz gerekir.
“Kendisi rahatlasa da
Yine de başka bir üzüntü duymazdı.”
Ama başkaları mutlu olsun diye kendi derdine tek başına katlanacaktır.
Konstantin Cüzama Yakalanıyor
Roma İmparatoru soylu Konstantin, hayatının tam baharındaydı. Bakılası bir güzelliği vardı, güçlü ve mutluydu ancak başına büyük ve ani bir ıstırap geldi: Cüzam hastalığına yakalandı. Bu korkunç hastalık ilk olarak yüzünde kendini gösterdi, dolayısıyla gizlemek mümkün değildi ve imparator olmasaydı yaşaması için ormanlara ve yaban hayata sürgün edilirdi. Cüzam, yüzünden tüm vücuduna yayıldı ve o kadar kötü bir hale geldi ki artık ata binemiyor, halkın karşısına çıkamıyordu. Bütün tedaviler denenip sonuç vermeyince Konstantin lortlarıyla görüşmez oldu, her türlü silahı kullanmaktan vazgeçti, imparatorluk görevleriyle ilgilenmez oldu ve kendini sarayında izole etti. Kendi odasında öyle gözlerden uzak bir hayat yaşadı ki Roma bir nevi hükümdarsız kalmıştı. İmparatorluktaki tüm insanlar onun hastalığından bahsediyor ve iyileşmesi için tanrılarına dua ediyorlardı. Her şey faydasız gibi geldiğinde Konstantin konseyinin ricasına boyun eğdi ve hastalığı üzerinde düşünüp derdine bir çare bulmayı denemeleri için bütün ülkelerden ne kadar doktor, bilge ve hekim varsa hepsini Roma’ya çağırdı.
Tedavisi İçin Sunulan Ödüller
Tüm dünyaya bir bildiri gönderildi ve imparatoru iyileştirebilecek kişiye büyük ödüller vaat edildi. İran, Arabistan ve Roma’nın hükmettiği her diyardan hekimler, Yunanistan ve Mısır’dan filozoflar ve doğunun keşfedilmemiş çöllerinden sihirbazlar ve büyücüler ödüller ve büyük şöhretle cezbedilerek Roma’ya geldiler. Ancak Konstantin, bilge adamların tavsiye ettiği tüm ilaçları denese de cüzamı iyileşmedi, hatta daha da kötüleşti ve sihir bile işe yaramadı.
Bilgili adamlar bir kez daha toplandılar ve ne gibi tavsiyeler vermeleri gerektiğini istişare ettiler çünkü hiçbiri, imparatoru büyük sıkıntısıyla baş başa bırakmayı hiç istemiyordu ama ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Sessizlik içinde otururlarken sonunda çok yaşlı ve çok bilge olan büyük bir Arap hekim ayağa kalkıp dedi ki:
“Her şey başarısız olduğuna ve hiçbir şey işe yaramadığına göre duyduğum bir çareden bahsedeceğim. Bunun sevgili imparatorumuzu kesinlikle iyileştireceğine inanıyorum ama çok korkunç; bu yüzden her türlü yol denenip başarısız olana kadar ondan bahsetmek istemedim çünkü bu söz konusu kim olursa olsun acımasız bir şey. İmparatoru yedi yaşında veya daha küçük bebeklerin ve çocukların kanıyla dolu bir banyoya daldırsanız iyileşecek, cüzamı onu terk edecek çünkü bu hastalık onun vücudu için doğal değil ve doğal olmayan bir tedavi gerektiriyor.”
Konstantin Üzülerek Onaylıyor
Bu, meclis için korkunç bir teklifti ve çoğu ilk başta bunu kabul etmedi ancak imparatoru başka hiçbir şeyin iyileştirmeyeceğini düşündüklerinde boyun eğdiler ve haberleri karanlık odasında bekleyen Konstantin’e ulaştırmak için aralarından iki kişi gönderdiler. Konstantin, sundukları teklifi işitince dehşete düştü ve bu kadar kötü bir planı uygulamayı ilk başta reddetti ama canı, halkı için çok değerli olduğu ve dünyada yapacağı harika işler olduğunu hissettiği için sonunda bu korkunç çareyi denemeyi çokça gözyaşı dökerek kabul etti.
Acımasız Bir Duyuru
Bunun üzerine konsey, imparatorun yazısı ve mührüyle mektuplar yazıp bunları tüm dünyaya gönderdi. Masumların kanı imparatorun hastalığına şifa olabilsin diye yedi yaş ve altında çocuğu olan bütün annelerden çocuklarını derhal Roma’ya getirmeleri istendi. Heyhat! Bu acımasız hükmü işittiklerinde anneler öyle gözyaşları döküp öyle feryat ettiler ki! Nasıl da ağladılar, bebeklerini nasıl da bağırlarına bastılar. Konstantin’in Kutsal Masumlar’ı öldüren Herod’dan bile daha acımasız olduğunu söylediler. Doğu hükümdarının, yalnızca bir yoksul köyün çocuklarını öldürdüğünü ancak daha acımasız olan imparatorlarının tüm imparatorluktaki tüm küçük çocukların canını aldığını söylediler.
Konstantin Vicdan Azabı Çekiyor
Ama anneler acı bir biçimde üzülseler de imparatorun emrine boyun eğdiler ve bu nedenle ister gönül rızasıyla ister zoraki olsun Roma’daki imparatorluk sarayının büyük avlusunda büyük bir kalabalık toplandı. Meme çağındaki bebeklerini emziren, üç dört yaşındaki çocuklarını kucaklarında tutan veya yanlarında koşturan ufak çocukları olan annelerin kalbi o kadar kırılmış ve hepsi o kadar kederliydi ki çoğu dayanamayıp bayıldı. Kadınlar yüksek sesle feryat ediyor, çocuklarsa ağlıyordu. Konstantin, yalnız ve sefil bir şekilde karanlık odasında oturduğu yerden bunları duyana kadar kargaşa büyüdü. Penceresinden avludaki kederli manzaraya baktı ve kendine gelerek şöyle dedi: “Ey bütün insanları aynı şekilde yaratan İlahi Takdir! Fakir insanlar tıpkı zenginler gibi doğar, yaşar, acı çeker ve ölür; bilge insana da aptal insana hastalık ve şifa gelir. Doğa yasasının kendisine biçtiği talihten hiç kimse kaçamaz. Aynı şekilde doğanın güç, güzellik, ruh ve akıl gibi armağanları herkese özgürce ve tam olarak verilir dolayısıyla fakir çocuk, kralın oğlunun sahip olduğu kadar erdeme sahip olarak doğar ve herkese erdemli olmayı veya kötülüğü seçmek için özgür irade verilir. Yine de sen insanlara her zaman hakları olmadığı halde zenginlik ve fakirlik, efendilik veya kölelik gibi farklı payeler veriyorsun. Doğaya ve tüm evrene nizam veren Tanrım, tüm insanların kendilerini yasayla yönetmesini sağladın ve bir insanın, başkalarına kendisine davranacağı gibi davranması gerektiğini söyledin.”
Konstantin’in Soylu Kararı
Konstantin, pencerenin yanında durup ağlayan anne ve çocuklara bakarken kendi kendiyle bu şekilde konuştu. Sarayının muhafızları onlara acıyor ve onları boş yere rahatlatmaya çalışıyordu. Hayatını karartan bu iğrenç hastalıktan kurtulmak için duyduğu doğal arzusu ile bu zavallıcıklar için hissettiği acıma duygusu ve yalnızca kendisi için dökülecek onca insan kanı düşüncesi karşısında hissettiği korku arasında gidip gelmeye başladı. Kederli annelerin inlemeleri ve çocukların acıklı ağlayışlarını duydu ve şöyle düşündü: “Ben kimim ki sağlığım, tebaamın hayatından ve mutluluğundan daha ağır basıyor? Benim hayatım, iyileşmek için kanlarını dökmek zorunda olan tüm çocuklarınkinden daha mı değerli? Her bir bebek, İmparator Konstantin kadar değerlidir şüphesiz!” Böylece kalbi o kadar yumuşadı ve şefkatle doldu ki, masum çocukları katletmektense bu korkunç hastalık yüzünden ölmeyi tercih etti. Diğer tüm hekimlerden vazgeçti ve kendisini tamamen Tanrı’nın inayetine bıraktı.
Konstantin Kararını İlan Ediyor
İmparator, derhal konseyini toplayıp kararını onlara açıkladı. Kararının gerekçesi olarak da şöyle söyledi: “Gerçekten efendi olacak kişi, merhamete hizmet etmelidir!” Bunun üzerine endişeli annelere çocuklarının özgür ve güvende oldukları söylendi çünkü imparator tedaviden vazgeçmişti ve artık kanlarına ihtiyaç duymuyordu. Kadınlar, büyük bir coşkuyla imparatoru öylesine övüyorlar, ona öylesine teşekkür ediyorlardı ki bu mutluluk ortamını tam olarak anlatmak imkânsızdır. Ve Konstantin üst düzey memurlarını çağırıp onlara, çocuklarını doyurup giydirebilmeleri ve böylece herhangi bir kayıp yaşamadan evlerine dönebilmeleri için tüm hazinesini fakir kadınlara dağıtarak çektikleri acıları bir ölçüde telafi etmelerini söyleyince kadınların sevinçleri ve minnettarlıkları katbekat arttı. Böylece Konstantin, merhametin buyruğuna itaat etti ve kalben rıza gösterip halkına neredeyse yapmak üzere olduğu yanlışı telafi etmeye çalıştı.
Kurbanlar Evlerine Mutlu Bir Şekilde Yollandı
Roma İmparatorluğu’nun her yerinden kadınlar, yanlarında mutlu çocukları ve aldıkları kıymetli hediyelerle evlerine gittiler. Her biri imparatora minnettardı ve onu kutsadı. Daha önce gözyaşları döküp lanet ederek geçtikleri yerden bu defa imparatoru öven şarkılar söyleyerek geçiyorlardı. Her kadın sevincini komşularıyla paylaştı ve çocuklar, annelerinden ve babalarından, kendi iradesinden vazgeçen ve merhametli olmak uğruna kendi tedavisine yüz çeviren yüce efendilerinin şifa bulması için dua etmeyi öğrendiler. Böylece tüm dünya Konstantin’in iyileşmesi için dua etti.
Bir Rüya
Hayırseverliğin karşılıksız kaldığı hiçbir zaman görülmemişti ve Konstantin bunu kendi güzel deneyimiyle öğrenmişti. Zira aynı gece uyurken Tanrı rüyasında ona, çok saygı duyduğu ve ona şunu söyleyen asil yüzlü ve vücutlu iki yabancının görüntüsünü gönderdi: “Ey Konstantin, merhametin sesine kulak verdiğin için merhameti hak ettin. Dolayısıyla öyle bir merhamet bulacaksın ki Tanrı, yüce merhametiyle seni kurtaracak. Çifte şifa bulacaksın, önce bedenin sonra kederli ruhun için; ikisi bir bütün oluşturacak. Ve umutsuzluğa kapılmayasın diye Tanrı sana bir işaret bahşedecek. Cüzamın Celion Dağı’ndaki Sylvester ve onun tüm din adamlarına haberci gönderene kadar artmayacak. Mesih’in kanununa düşman olan ve onun kutsal adını kullanarak vaaz verenleri yok edenler senin korkun yüzünden orada gizlice yaşıyorlar. Şimdi, yaptığın iyi işlerle Tanrı’yı bir şekilde yatıştırdın çünkü masum kana merhamet ettin ve onu bağışladın; bu yüzden Sylvester’da hem bedenin hem de ruhun kurtuluşu için bir öğreti bulacaksın. Artık sahte doktorlara ihtiyacın olmayacak.” Bunları şevkle ve huşu içinde dinleyen imparator şöyle konuştu: “Çok teşekkürler, size borçluyum efendilerim ve gerçekten de söylediklerinizi yapacağım ama sizden rica edeceğim bir şey var. Sylvester’a beni ona gönderenlerin ismi veya sınıfı hakkında ne söyleyeceğim?” İki yabancı şöyle dedi: “Bizler, Mesih’in kutsal adı için Roma’da canlarını veren Havariler Peter ve Pavlus’uz ve Sylvester’ın sana gerçek inancı öğretmesini ve seni vaftiz etmesini istiyoruz. Böylece Roma İmparatorluğu, Tanrı’nın ve onun mesihinin krallığı olacak.” Böyle söyleyerek onu kutsadılar ve gözünün önünden kaybolarak cennete geçtiler. Konstantin uykusundan uyandı ve bir rüya gördüğünü anladı. Mutlu bir şekilde bağırınca odanın dışında bekleyen hizmetkârları hızla ona koştular, çünkü sesinden bir şeylerin acil olduğu anlaşılıyordu. Konstantin onlara rüyasını ve kendisine verilen emri anlattı.
Haberciler aceleyle Celion Dağı’na gittiler ve Sylvester’ın nerede olduğunu araştırdılar. Sonunda onu kutsal ve saygıdeğer bir adam olarak buldular ve onu çağırarak şöyle söylediler: “İmparator seni çağırıyor, bu yüzden hemen gelmelisin.”
Sylvester’ın din adamları, bu çağrının ne anlama geldiğini bilmedikleri için sevgili piskoposları ve efendilerinin öldürülmesinden çok korkmuşlardı ancak Sylvester, kaderinin onu nereye götürdüğünü bilmeden seve seve gitti. Saraya getirildiğinde imparator onu nazikçe selamladı ve ona rüyasının tamamını, elçiler Petrus ve Pavlus’un emrini anlatarak sözlerini şu şekilde bitirdi: “Şimdi rüyada söylendiği gibi yaptım ve seni buraya getirdim: yalvarırım bedenime ve ruhuma şifa getirecek müjdeyi söyle bana.” Sylvester bu sözleri duyunca sevinç ve merakla doldu, imparatora gönderdiği rüya için Tanrı’ya minnettarlık duydu ve ardından ona Hıristiyan inancını vaaz etmeye başladı. İnsanın cennetten kovulmasını ve İsa Mesih’in ölümü ve dirilişiyle dünyanın kurtuluşunu, İsa’nın göğe yükselişini ve Yargı Günü’nde geri dönüşünü, tüm insanları yaptıkları iyi veya kötü işlere göre tarafsızca yargılayacak olan Tanrı’nın adaletini ve ahiretteki keyif ve sefalet hayatını anlattı.