Kitabı oku: «Binbir Gece Masalları», sayfa 2
Fakat eşek öfkesinden, yürek yangınından, yorgunluğundan ve yediği dayağın acısından cevap bile vermemiş. Pişmanlıkların en büyüğünü yaşıyormuş. Kendi kendine şöyle demiş:
Bu, benim başıma iyi bir tavsiye verdiğim için geldi. Huzur ve neşe içinde iken işgüzarlığım başıma bela oldu. Fakat kendi değerimin ve asaletimin farkındayım. Şairin de dediği gibi:
Solar mı reyhanın güzel rengi
Börtü böceğin üzerinde yürümesiyle
Örümceğin olsa bile evi
Düşer mi güzel reyhanın asaletine gölge
Bilirim, vardır deniz kabuğunun değeri,
Kirlenir mi güzel inci düşse bile yere?
Şimdi biraz düşünmeli ve bir oyun oynayıp durumu eski hâline döndürmeliyim. Yoksa bu gidişle öleceğim!
Öküz ona teşekkür edip dualar ederken yorgun bir hâlde yemliğine gitmiş.”
“Ah kızım!” demiş vezir. “Aklının kıtlığı seni öldürecek, otur oturduğun yerde! Hiçbir şey söyleme ve kendini tehlikeye atma. Allah biliyor ki sana bunu sevgimden ve senin için endişelendiğimden söylüyorum.”
“Babacığım!” diye cevap vermiş kızı. “Şahla evlenmeliyim.”
Vezir de şöyle cevap vermiş: “Bunu yapma!”
“Gerçekten de bunu yapacağım.”
“Eğer sessiz olmaz ve rahat durmazsan çiftçinin karısına yaptığını sana yapacağım.”
“Ne yapmış ki?”
“Öyleyse anlatayım.” demiş vezir.
“Eşeğin dönüşünden sonra çiftçi, karısı ve ailesi ile birlikte terasa çıkmış. Ayın dolunay olduğu ve ışığının her yeri aydınlattığı bir geceymiş. Teras, ahıra bakıyormuş. Çocukları etrafında oynarken çiftçi, hayvanları dinliyormuş. eşeğin öküze şunları söylediğini duymuş:
‘Anlat bakalım değerli dostum. Yarın ne yapmayı planlıyorsun.’
‘Yapacağım şey, tavsiyene uymak sevgili kardeşim, aslına bakarsan tavsiyen oldukça güzeldi, bana yatma ve dinlenme fırsatı verdi. Artık bunu yapmaktan bir saniye bile vazgeçmem. Bundan sonra bana yemeğimi getirdiklerinde yemeyeceğim, karnımı şişirip hasta taklidi yapacağım.’
Eşek kafasını sallamış ve: ‘Dikkat et öküzlerin öküzü.’ demiş.
‘Neden?’ demiş öküz.
Eşek: ‘Bil ki ben sana en iyi tavsiyeyi veriyorum. Sahibimizin işçisine şöyle dediğini duydum: Eğer öküz sabahleyin yerinden kalkıp işini yapmaz, yeminden yemezse onu kesmek üzere kasaba götür. Etini fakir fukaraya dağıt. Derisinden de kıyafet yaptır. Şimdi senin için korkuyorum. Başına bir şey gelmeden tavsiyemi dinle. Sana yemini getirdiklerinde yemezlik etme, ayağa kalk, böğür ve tepin, efendimiz seni katletmeye kararlı. Allah yardımcın olur umarım.’ diye cevap vermiş.
Bunun üzerine öküz ayağa kalkmış, böğürmeye başlayıp eşeğe teşekkür ettikten sonra: ‘Yarın seve seve onlarla gideceğim.’ demiş ve bir kerede bütün yemini yemiş, hatta yemliği bile yalamış (Bütün bunlar olurken efendileri konuşmalarını dinliyormuş.).
Ertesi gün çiftçi ve karısı, ahıra gitmiş ve oturmuşlar. Sonra işçi, öküzü almaya gelmiş. Sahibini gören öküz, kuyruğunu sallıyormuş. Bunu gören çiftçi öyle gülmüş öyle gülmüş ki sırtüstü yere düşmüş. Karısı sormuş:
‘Seni böylesine güldüren şey nedir?’
‘Ne olduğunu söylersem öleceğim gizli bir şeye gülüyorum.’
‘Ölümüne neden olacak olsa bile gülmenin sebebini bana söylemelisin.’
‘Ölmekten korktuğumdan hayvanların ve kuşların aralarında ne konuştuklarını söyleyemem.’
Bunun üzerine kadın: ‘Allah biliyor ki yalan söylüyorsun. Biliyorum, bana gülüyorsun ve şimdi niyeyse gülme sebebini benden saklıyorsun ama Allah hakkı için eğer bana sebebini söylemezsen senden boşanacağım. Seni terk edip gideceğim.’ demiş ve oturup ağlamaya başlamış.
Çiftçi: ‘Yazıklar olsun sana! Neden ağlıyorsun? Allah aşkına bu konuşmayı kes ve bana daha fazla soru sorma!’ diye cevap vermiş.
‘Bana kahkahalarının sebebini söylemelisin.’
‘Şu kadarını bil ki Allah’a, bana hayvanların ve kuşların dillerini anlamayı nasip etmesi için dua ettim ve ölsem bile ne söylediklerini açıklamayacağıma yemin ettim.’
‘Buna rağmen…’ demiş kadın. ‘Eşekle öküz arasında geçenleri bana anlat. Yoksa ölmekle iyi edersin!’ Ve ısrar etmeye devam etmiş ta ki adam yorulup çıldırıncaya kadar. Sonunda adam şöyle demiş:
‘Babanı, anneni, çocuklarımızı, akrabalarımızı ve komşularımızı çağır.’
Kadın adamın dediğini yapmış. Adam da kadıyla görüşmüş ki vasiyetini hazırlayabilsin. Zavallı çiftçi ölmeyi göze almış çünkü karısına büyük bir aşkla bağlıymış. Karısı, amcasının kızı, çocuklarının annesi olan kadın… Onunla yüz yirmi senelik bir hayatı birlikte yaşamış. Bütün aile ve komşular toplandıktan sonra çiftçi:
‘Tuhaf bir sır saklıyorum. Öyle bir sır ki bir kişiye bile söylersem ölü bir adam olacağım.’ demiş ve herkesin önünde kadına şunları söylemiş:
‘Allah seni ıslah etsin! Seni günaha sokan bu inadı bırak. Bu inadı bırak ki kocan, çocuklarının babası ölmesin!’ Fakat kadın:
‘Bana ne olduğunu söyleyinceye kadar vazgeçmeyeceğim. Hayatın pahasına olsa da.’ demiş.
Böylece kadını zorlamaktan vazgeçmişler. Bunun üzerine çiftçi gusül abdesti almak üzere abdesthaneye yönelmiş. Abdestini aldıktan sonra sırrını açıklayıp ölümü beklemeye karar vermiş.
Hikâye şöyle devam ediyor kızım: Çiftçinin kümeslerinden birinde elli tavuk ve bir horoz varmış. Sevdiklerine veda etmeye hazırlanırken köpeklerinden birinin kendi dilinde horoza seslendiğini duymuş (Horoz bu sırada kanatlarını çırpıyor, şehvetle ötüyor, bir tavuktan diğerine koşuyor, sırayla hepsiyle çiftleşiyormuş.).
‘Ey horoz! Aklın ne kadar kıt! Yaptığın şey ne kadar hâyâsız! Seni yetiştirene yazıklar olsun. Böyle bir günde yaptıklarından utanmıyor musun?’
‘Bugün ne oldu ki?’ diye sormuş horoz.
Köpek cevap vermiş:
‘Efendimizin bugün kendini ölüme hazırladığını bilmiyor muydun? Karısı onu kendisine Allah tarafından ihsan edilen sırrı ifşa etmeye zorluyor. Sırrını açıkladığı anda kesinlikle ölecek. Biz köpekler yas tutuyoruz ama sen kanatlarını çırpıyor, gürültüyle ötüyor ve bir tavuktan diğerine koşuyorsun. Şimdi eğlenmenin ve sefa sürmenin zamanı mı? Hiç kendinden utanmıyor musun?’
‘O zaman Allah biliyor ya…’ demiş horoz. ‘Bizim efendimiz aklı kıt ve mantık fukarası bir adam. Eğer bir tek karısıyla ilgili meselelerini bile çözemiyorsa yaşamayı zaten hak etmiyor. Benim elli tane hatunum var. Birini memnun edip ötekini kıskandırıyor, birini doyurup diğerini aç bırakıyorum. İyi idarem sayesinde hepsi kontrolüm altında. Akıllı ve âlim geçinen efendimiz ise bir tane olan karısına bile hükmetmeyi beceremiyor.’
Köpek, horoza sormuş:
‘Peki o zaman sence efendimiz başına gelen şeyi düzeltmek için ne yapmalı?’
‘Derhâl yerinden kalkmalı.’ diye cevaplamış horoz. ‘Şuradaki dut ağacından biraz dal toplayıp karısına esaslı bir dayak atmalı. Ta ki kadın: Ah efendim, pişmanım! Yaşadığım müddetçe sana asla soru sormayacağım, deyinceye kadar. Sonra onu esaslı bir şekilde bir kez daha dövmeli. Ancak bunu yaptıktan sonra tasasız bir şekilde uyuyup hayatından zevk alabilir; ama bizim bu efendimizde bir gram akıl yok!’ ”
“Şimdi kızım Şehrazat…” diye devam etmiş vezir. “O adamın karısına yaptığını yapacağım sana.”
“Ne yapmış ki?”
“Çiftçi, horozun köpeğe söylediği bu zeki sözleri duyunca karısının odasına gitmek üzere derhâl ayağa kalkmış. Dut ağacından bir dal kesip karısının odasına sakladıktan sonra onu çağırmış: ‘Yatak odasına gel! Kimse görmeden sana sırrımı söyleyip öleceğim.’ Kadın odaya girince kapıyı kilitlemiş ve ona sağlam bir dayak atmaya başlamış. Sırtına, omuzlarına, kaburgalarına ve kollarına vururken şöyle diyormuş: ‘Bir daha bana, üzerine vazife olmayan sorular soracak mısın?’ Kadın kendini kaybedinceye dek vurmaya devam etmiş. Bu arada kadın ağlıyor: ‘Allah biliyor ki sana sorular sorduğum için çok pişmanım. İnan ki çok pişmanım.’ Sonra kadın, kocasının elini ve ayağını öpmüş. Adam kendisine itaat etmeye başlayan karısını odadan çıkarmış. Kadının ailesi ve komşuları sevinmiş. Bütün matem ve keder yerini neşe ve memnuniyete bırakmış. Ailesini yola getirmeyi horozdan öğrenen çiftçi, ölümüne kadar karısıyla birlikte çok mutlu bir hayat sürmüş.”
“Ve sen kızım…” diye devam etmiş vezir. “Eğer sen bu işten vazgeçmezsen çiftçinin karısına yaptığını sana yapacağım.”
Kız kararlılıkla: “Asla vazgeçmeyeceğim. Ah baba, bu hikâyen beni yıldıramaz! Bu konuşmaları bırak. Onunla sana rağmen evleneceğim. Öncelikle tek başıma şahın yanına gidip şöyle diyeceğim: ‘Babamdan beni sizinle evlendirmesini istedim fakat o reddetti. Efendisini memnun etmeyi becerememesi sizi de benim gibi öfkelendirecektir.’ ” demiş.
“Bunu gerçekten yapar mısın?”
“Evet!”
Bunun üzerine vezir, ağlamaktan, uğraşmaktan, kızını ikna edip vazgeçirmeye çalışmaktan yorgun düşmüş bir hâlde şahın huzuruna çıkmış. Allah’ın inayetini dileyip yeri öptükten sonra kızıyla arasında geçen tartışmayı başından sonuna kadar anlatmış ve o gece onu kendisine getirmek istediğini söylemiş. Büyük bir hayrete düşen şah, vezirin kızı için bir istisna yapmak istemiş ve:
“Ah benim sadık yardımcım! Böyle bir şey nasıl olabilir? Biliyorsun ki yerlerin ve göklerin sahibi adına yemin ettim. Bu gece onunla beraber olduktan sonra sabahleyin sana şunu söyleyeceğim: ‘Onu götür ve öldür!’ Eğer sen öldürmezsen onu ben öldüreceğim.” demiş.
“Allah zaferinizi daim, ömrünüzü uzun etsin, ey zamanın şahı!” diye cevap vermiş vezir. “Bu konuda çok kararlı olan kendisi. Ben ona söylemem gereken her şeyi söyledim. Fakat o beni dinlemedi ve bu geceyi sizinle birlikte geçirmek istedi.”
Bunu üzerine Şehriyar büyük bir neşeyle: “Pekâlâ o zaman, onu hazırla ve bu gece bana getir.” demiş.
Vezir kızının yanına dönmüş ve şahın emrini ileterek: “Allah seni kaybedecek olan babanın yardımcısı olsun!” demiş.
Fakat Şehrazat büyük bir sevinç duyarak hazırlanmış ve küçük kardeşi Dünyazat’a:
“Şimdi sana söyleyeceklerimi iyi dinle! Şahın yanına gittiğimde seni çağıracağım. Yanıma gelip onun benimle birlikte olduğunu gördüğün zaman şöyle diyeceksin: ‘Ablacığım! Uyuma ve bana bir masal anlat! Güzel ve ilginç bir masal olsun ki şöyle güzel bir uyku çekip öyle kalkalım.’ Ben de sana, Allah’ın izniyle, kurtuluşumuz olacak bir masal anlatacağım. Umarım bu masal, şahın bu korkunç alışkanlığını değiştirir.” demiş.
Dünyazat, ablasının isteğini yerine getireceğine dair söz vermiş.
Gece olduğunda babaları, yani vezir, Şehrazat’ı, şaha getirmiş.
Gördüğünden memnun olan şah: “İhtiyacım olanı bana getirdin mi?” demiş.
Vezir: “Getirdim.” diye cevap vermiş.
Şah, birlikte olmak için yatağa götürdüğünde kız ağlamaya başlamış. Bunun üzerine şah: “Seni üzen nedir?” diye sormuş.
“Ey zamanın şahı! Benim küçük bir kız kardeşim var. Şafak sökmeden önce son bir kez de olsa onu görmek istiyorum.”
Şah emir vermiş ve kardeşini getirtmiş. Dünyazat hükümdarın huzuruna gelerek yeri öpmüş. Şah koltuğun ucuna oturmasına izin vermiş. Gelinle birlikte olduktan sonra üçü de uykuya dalmış. Fakat gece olduğunda Şehrazat uyanmış ve kardeşi Dünyazat’a işaret etmiş. Genç kız oturmuş ve “Allah senin yardımcın olsun kardeşim. Gecenin geri kalanını geçirebileceğimiz güzel ve ilginç bir masal anlat bize.” demiş.
“Memnuniyetle.” diye cevap vermiş Şehrazat. “Tabii yüce şahımız müsaade ederse…”
“Anlat bakalım.” demiş yorgun ve uykusuz düşmüş şah. Değişik bir masal dinleme fikri onu heyecanlandırmış.
Böylece, Şehrazat’ın birbirinden ilginç masallar anlatacağı geceler “Tüccar ile Cinin Masalı” ile başlamış.
Tüccar ile Cinin Masalı
Derler ki…
Bir zamanlar ülkenin birinde çok zengin, önemli bir tüccar yaşarmış. Bu tüccarın farklı şehirlerde işleri olurmuş. Bir gün atına atlamış ve çeşitli şehirlerde ticaret yapmak üzere yola çıkmış. Sıcaktan bunalınca civardaki bir ağacın altına oturmuş. Heybesinden bir parça bayat ekmek ile birkaç tane kuru hurma çıkarıp orucunu açmış. Hurmaları bitirdiğinde çekirdekleri hızla etrafa savurmaya başlamış. Çekirdekler yere düşer düşmez ortaya bir cin çıkmış. Bu iri cüsseli yaratık, elindeki kılıcı savurarak tüccara yaklaşmış ve:
“Ayağa kalk! Seni öldüreceğim. Tıpkı senin benim oğlumu öldürdüğün gibi.” demiş.
Tüccar sormuş: “Ben senin oğlunu nasıl öldürdüm?”
“Hurmaları yiyip çekirdeklerini fırlattığında çekirdekler tam o sırada yürüyen oğluma çarptı. Oğlum hemen can verdi.”
Tüccar yalvarmaya başlamış: “Allah’tan geldik yine Allah’a döneceğiz. Tek galip Allah’tır ve dönüşümüz yine onadır. Eğer oğlunu öldürdüysem kazara oldu. Yalvarırım beni affet!”
Cin cevap vermiş: “Faydası yok! Seni öldüreceğim.”
Bunun üzerine tüccarı sürükledikten sonra toprağa fırlatmış.
Tam kılıcını çekip ona vuracakmış ki tüccar ağlamaya başlamış:
“Derdimi Allah’a havale ediyorum!” demiş ve şu dizeleri okumuş:
Zaman ikiye bölünmüştür: Huzur zamanı ve dert zamanı
Hayat da ikiye bölünmüştür: Zevk zamanı ve acı zamanı
Görmüyor musun kasırgaları?
Her şeyi süpüren şiddetli fırtınaları…
Ormanları, depremin felaketinden kim kurtarır?
Toprak kaç tane ağaç yeşerttir?
Ama içlerinde sadece meyve vereni taşlarlar
Cesetler vurur karaya görmez misin?
Ama inciler saklanır ta en derinlerinde denizin
Göklerde sayısız yıldızlar var
Fakat hiçbiri ne güneşin ne ayın önünü kapar
Başarılıysan yanındalar, iyiysen seninleler
Kaderin değişip acı çektiğinde yerlerinde yeller eser.
Geceler seni güvende tutar, güven sana huzur verir
Bil ki mutluluk ve huzur çile cinsinin dişisi ve erkeğidir.
Tüccar şiiri okumayı kestiğinde cin: “Kısa kes! Allah hakkı için seni öldürmek zorundayım.” demiş.
“Bilmelisin ki cin efendi, bir sürü borcum, büyük bir servetim, çocuklarım, bir karım ve emanetlerim var. Bana izin ver ki borçlarımı ödeyeyim, emanetleri sahiplerine teslim edip yeni yılın başında geri döneyim. Allah şahidim olsun ki geri döneceğim. Sonra bana istediğini yaparsın. Allah biliyor ki doğru söylüyorum.”
Cin, adamın sözüne inanmış ve gitmesine izin vermiş. Böylece adam şehrine dönmüş, işlerini halletmiş, emanetleri teslim etmiş, karısına ve çocuklarına başına geleni anlattıktan sonra bir vasi tayin etmiş ve yıl sonuna kadar onlarla birlikte kalmış. Sonra ölmeden önce kendini arındırmak için gusül abdesti alıp kefenini hazırladıktan sonra arkadaşlarına, komşularına ve çocuklarına veda edip kendi rızasıyla yola çıkmış. Herkes onun ardından feryat figan ağlamaya, kendini hırpalamaya başlamış. Fakat o, cinle karşılaştığı bahçeye varıncaya dek yol almış. Tam yeni yılın başında oraya varmış.
Başına gelenlere oturmuş ağlarken bir de ne görsün? İhtiyar bir adam, zincire vurulmuş bir ceylanı sürükleyerek getiriyor. Adam tüccarı selamlayıp ona uzun ömürler dileyerek:
“Kötü ruhların meskeni olan böyle bir yerde ne diye yalnız başına oturursun?” demiş.
Tüccar, cin ile yaşadıklarını ceylanın sahibi olan adama anlatmış. İhtiyar adam hayretler içinde kalarak:
“Ah kardeşim! Allah yardımcın olsun! Senin imanın büyük bir iman. Hikâyen de oldukça ilginç. İbret almak isteyenler için ibretlik bir olay…” demiş ve sonra devam etmiş:
“Ah kardeşim! Allah hakkı için bu cinle aranda geçenleri görmeden bir yere gitmeyeceğim.”
Oturup konuşmaya devam ederlerken tüccar birden içinde büyük bir korku duymuş ve tesellisi zor bir üzüntüye kapılıp ümitsizliğe düşmüş. Bu sırada ceylanın sahibi yanında oturuyormuş. Tam o sırada ikinci bir ihtiyar adam yanlarına yaklaşmış. Yanında iki tane siyah tazı varmış. Diğer yaşlı adam onlara selam verdikten sonra:
“Burada, cinin mekânında oturmanızın sebebi nedir?” demiş.
Bunun üzerine adama hikâyeyi baştan sona anlatmaya başlamışlar. O sırada üçüncü bir ihtiyar adam ortaya çıkmış. Üçüncü ihtiyar adamın yanında ise kızıl renkli bir katır varmış. Adam onları selamlamış ve orada oturmalarının sebebini sormuş. Onlar da beyhude yere hikâyeyi bir kez daha anlatmışlar. Üçüncü ihtiyar da onlara katılmış. Tam bu sırada bir toz bulutu onlara doğru ilerlemeye başlamış. Bulutun ortasında koca bir yaratık varmış. Sonra içinden elinde kılıç taşıyan bir cin çıkmış. Gözleri öfkeden kıvılcımlar saçıyormuş. Adamların yanına gitmiş ve tüccarı aralarından çekerek:
“Ayağa kalk da seni öldüreyim! Tıpkı senin oğlumu öldürdüğün gibi!..” demiş.
Tüccar feryat figan ağlamaya başlamış. Üç ihtiyar adam da onun için iç çekip gözyaşı dökmüşler.
Sonra birinci ihtiyar adam -ceylanın sahibi- ortaya çıkıp cine:
“Ey cinlerin hükümdarı! Sana ceylanla benim hikâyemi anlatayım. Eğer hikâyemi ilginç bulursan tüccarın kanının üçte birini bana bağışlar mısın?” demiş.
Cin cevap vermiş: “Eğer hikâyeni ilginç bulursam bunun kanının üçte birini sana bağışlarım.”
Böylece ihtiyar adam hikâyesini anlatmaya başlamış.
BIRINCI İHTIYARIN HIKÂYESI
“Şöyle ki ey cin, bu ceylan, amcamın kızıdır. Benim canımdan ve benim kanımdan… Genç bir kızken onunla evlendim ve otuz yıla yakın birlikte yaşadık. Fakat o bana bir çocuk veremedi. Ben de kendime bir cariye aldım. Bu cariye de bana nur topu gibi bir erkek çocuğu doğurdu. Gözleri parlak, kaşları düzgün, bütün uzuvları yerli yerindeydi. Yavaş yavaş büyümeye ve uzamaya başladı. On beş yaşında bir delikanlı olduğunda işlerim için farklı şehirlere gitmek zorunda kaldım. Amcamın kızı -bu ceylan- küçüklüğünden beri büyücülük ve sihirbazlık bilir, ustalıkla yaparmış. Böylece oğlumu buzağı, cariyemi -annesini- de ineğe çevirip çobana teslim etmiş.
Uzun bir süre sonra yolculuktan dönüp oğlumu ve annesini sorduğumda bana: ‘Köle kız öldü, oğlunsa kaçtı. Nereye gittiğini bilmiyorum.’ dedi.
Böylece bir yıl boyunca kalbim yaslı, gözlerim yaşlı kaldım; ta ki Kurban Bayramı gelinceye kadar. Sonra çobanı gönderdim ve bana semiz bir inek getirmesini söyledim. O da bana bu ceylanın büyüleyerek ineğe dönüştürdüğü cariyeyi getirdi. Elbisemin kolunu kıvırıp bir bıçak aldım ve ineği kesmeye davrandım ki gürültüyle böğürmeye ve acı acı gözyaşları dökmeye başladı. Bu durum beni hayrete düşürdü ve bir merhamet duygusu benliğimi sardı. Elimi geri çektim ve çobana:
‘Bunu götür, başkasını getir.’ dedim.
O zaman amcamın kızı bağırdı: ‘Bunu kes, bundan daha iyisini ya da semizini bulamazsın.’
Bir kez daha onu kurban etmeye yeltendiğimde yine böğürmeye başladı. Ben merhametle geri çekildim ve çobana onu kesip derisini yüzmesini söyledim. Çoban onu kesti ve derisini yüzdü. Fakat içinden et ya da yağ çıkmadı. Sadece deri ve kemik vardı. Bunun üzerine pişman oldum.
Sonra onu çobana verdim ve: ‘Bana semiz bir buzağı getir.’ dedim.
O da bana büyülenerek buzağıya dönüştürülmüş oğlumu getirdi. Buzağı beni görür görmez bağlı olduğu ipi kopardı ve bana doğru koştu. Sırnaşmaya ve acıyla gözyaşı dökmeye başladı. Ben de ona acıdım ve çobana:
‘Bana bir inek getir ve bu buzağıyı gönder.’ dedim.
Bunun üzerine amcamın kızı tekrar bağırdı: ‘Bu buzağıyı kesmelisin. Bugün mübarek bir gün. Ayrıca buzağılarımız arasında bundan daha semizi ya da iyisi yok.’
Bense: ‘Senin söylediğin üzere katlettiğim ineğin hâline bak. Nasıl hüsrana uğradığımızı, onu katletmenin bize hiçbir fayda sağlamadığını görmüyor musun? Ayrıca onu kestirdiğim için büyük bir pişmanlık duyuyorum. Bu sefer seni dinlemeyeceğim.’ dedim.
O: ‘Merhametlilerin en merhametlisi yüce Allah adına onu bu mübarek günde kurban etmelisin. Eğer onu öldürecek kadar adam değilsen ben de senin karın değilim!’ dedi.
Buzağıyı kurban etmeye teşebbüs ettiğim zaman ağladığını görmek kalbimi yumuşattı ve çobana: ‘Bu danayı götür ve kendi sürünün arasına kat!’ dedim.”
Cin, ihtiyarın bu tuhaf hikâyesini hayretle dinledi. Ceylanın sahibi devam etti:
“Ey cinlerin efendisi! Bunu gören amcamın kızı: ‘Bu buzağıyı benim için kes, muhakkak ki bu semiz bir buzağı.’ dedi.
Fakat ben çobana, onu götürmesini emrettim. O da alıp evine doğru yürümeye başladı. Ertesi gün evimde otururken birden çobanı karşımda gördüm.
Bana: ‘Efendim, size çok mutluluk verici bir haberim var. Umarım bu güzel havadis için bana bir hediye verirsiniz.’ dedi.
Ben de bunun üzerine: ‘Anlat bakalım.’ dedim.
Şöyle devam etti: ‘Efendim, benim bir kızım var, küçükken bizimle yaşayan yaşlı bir kadından büyü yapmayı öğrendi. Dün siz bana buzağıyı verdikten sonra evime gittim. Kızım buzağıya baktı, yüzünü peçeyle kapattı ve kahkahalarla gülmeye başladı. Sonra şöyle dedi:’
Ah babacığım, iffetim senin için o kadar değersiz mi ki eve yabancı bir erkek getiriyorsun?
Ona sordum: Bu yabancı adam nerede ve sen neden bir yandan ağlıyor, diğer yandan gülüyorsun? Şöyle cevap verdi:
Aslına bakarsan getirdiğin bu buzağı, efendimizin oğlu; fakat üvey annesi tarafından büyülenmiş. Tıpkı annesinin büyülendiği gibi… Gülmemin sebebi bu. Ağlamamın sebebine gelince; babası annesini bilmeden doğramış.
Sonra büyük bir hayret içinde kaldım ve bu hikâyeyi gelip size anlatabilmek için sabahı zor ettim.’
Bu sözler üzerine onunla birlikte gittim. Mutluluktan âdeta sarhoş olmuştum. Evine gittiğimde beni kızı karşıladı, elimi öptü. Tam o sırada buzağı, önceden olduğu gibi gelip sırnaşmaya başladı.
Çobanın kızına: ‘Bu buzağı hakkında söylediklerin doğru mu?’ diye sordum.
‘Evet efendim. O sizin oğlunuz. Sizin kanınızdan, sizin canınızdan.’
Bunun üzerine sevinerek: ‘Ah hanım kızım! Eğer onu tekrar insana dönüştürürsen bütün malım, mülküm, hayvanlarım babanındır.’ dedim.
Gülümsedi ve: ‘Ah efendim, benim malda mülkte gözüm yok, istemem. Fakat iki şartım var: Birincisi beni oğlunla evlendirmen, ikincisi oğlunu bu hâle getiren kişiyi büyüleyip hapsetmeme izin vermen. Yoksa onun fenalığından ve kötülüğünden korunamam.’ dedi.
Çobanın kızının sözlerini duyduğum zaman ona dedim ki:
‘İstediklerinle beraber bütün hayvan sürüleri ve ev babana aittir. Amcamın kızına gelince; onun da kanı sana caizdir.’
Ben konuşmamı bitirdikten sonra kız eline bir bardak aldı. İçine su doldurdu ve bir dua okudu:
‘Eğer yüce Allah seni böylesine güzel bir buzağı olarak yarattıysa olduğun gibi kal, fakat eğer büyülendiysen Rahman ve Rahim olan Allah’ın izniyle ve rızasıyla eski hâline dön.’ Ve o anda buzağı, genç bir adama dönüştü.
Sonra oğlumun boynuna sarıldım, ona: ‘Allah rızası için amcamın kızının sana ve annene ne yaptığını söyle!’ dedim. O da bana onunla aralarında geçenleri anlattı. Ben ise: ‘Allah seni yeniden insana dönüştürerek sana büyük bir lütufta bulundu. Artık olman gerektiği gibisin.’ dedim.
Sonra cin efendi, çobanın kızını oğlumla evlendirdim. Gelinim, şunları söyleyerek karımı işte bu gördüğün ceylana dönüştürdü: ‘Onun şekli güzel olsun ve hiçbir şekilde tiksindirici olmasın.’
Sonra genç kız, uzunca bir süre gece gündüz bizimle kaldı. Fakat bir zaman sonra Yaradan onu yanına aldı. Karısı vefat edince oğlum, Hint diyarlarına gitmek üzere yola çıktı. Senin oğlunu öldüren bu adamın şehrine bile gitti. Ben de bu ceylanla, oğlumdan bir haber alırım umuduyla şehir şehir dolaşıyordum. Ta ki kader beni tüccarı oturup ağlarken gördüğüm bu şehre sürükleyinceye dek. Benim hikâyem işte bu.”
Cin: “Bu hikâye hakikaten de ilginç, bu sebepten adamın kanının üçte birini sana bağışlıyorum.” demiş.
Bunun üzerine ikinci ihtiyar adam, iki tazının sahibi, ortaya çıkıp:
“Ey cin, sana bu iki tazıyla aramda geçenleri anlatayım. Eğer benim hikâyemi duyduğun hikâyeden daha ilginç ve daha hayret verici bulursan adamın kanının üçte birini bana bağışlar mısın?” demiş.
Cin şöyle cevap vermiş: “Söz veriyorum, eğer senin maceran bu hikâyeden daha ilginç ve hayret verici ise adamın kanının üçte birini sana bağışlayacağım.”
Bunun üzerine ikinci ihtiyar da hikâyesini anlatmaya başlamış.
Şafak söktüğü için Şehrazat burada masalını sonlandırmak zorunda kalmış.
Bunun üzerine kardeşi: “Ablacığım ne heyecanlı ne güzel bir masal anlatıyorsun!” deyince Şehrazat gülümseyerek:
“Şayet hükümdarımız yarın akşama dek beni sağ bırakırlarsa yarın akşam bu masalın daha heyecanlı olan devamını anlatırım.” diye cevap vermiş. Bunun üzerine Şah Şehriyar kendi kendine Masalın sonunu dinlemeden bu kızı öldürtmeyeyim, diyerek kızı cellatlara teslim etmemiş.
Ertesi akşam yemekten sonra Dünyazat, ablasına: “Ablacığım dün akşam yarıda bıraktığın ‘Tüccar ile Cinin Masalı’nı tamamlar mısın?” demiş.
“Hükümdar efendimiz izin verirlerse tabii ki!”
Masalın sonunu merak eden hükümdar, “Anlat, seni dinliyoruz.” demiş ve Şehrazat bunun üzerine ikinci ihtiyarın hikâyesini anlatmaya başlamış.