Kitabı oku: «Muhteşem Ressam»

James Arthur Anderson
Yazı tipi:

Kitaptaki Ek Portreler

Genç Lorenzo de’ Medici’nin gümüş uç tekniğiyle yapılmış, Louvre’daki bir çiziminden.

Leonardo da Vinci. Bugün Windsor’da olan çeşitli eskizlerden yeniden oluşturuldu.

Leonardo da Vinci, çeşitli eskizlerden Leonardo tarafından yeniden oluşturuldu.

Önsöz

Çağımızın en meşhur peyzaj ressamlarından birinin eşiyle sohbet ediyordum. Ressam, 1912 senesini Alp Dağları’nın en yüksek tepelerinde geçirmişti.

“Tüm o İsviçre resimleri,” diye anlatıyordu eşi, “kilerde öylece duruyorlar!”

Bu hikâyede ressamın kimliğini saklamak adına değişiklikler yaptım fakat geri kalan her şey gerçek; çünkü bir sanatçı yaşamak istiyorsa resimlerini satmalıdır ve eğer resimlerini satacaksa toplumun talep ettiklerini çizmelidir.

Akılcı ve mantıklı modern sanat yazarlarının, çağdaşlarından söz ederken Quattrocento1 ressamlarına “Büyük Üstatlar” olarak dünyaya gelmişlercesine davranmak gibi felaket bir huyları var. Leonardo ve Botticelli diledikleri konuda resim yapmakta özgürlermiş; yaptıkları en küçük eskiz bile havada kapılıp satılıyormuş; olgun ve tecrübeli bir sanatçının güçlükle kazandığı şöhret, başlangıçtaki acemi çaba ve çalışmalarının çabucak doğan meyvesiymiş gibi. Almanya, İngiltere’yi işgal etse kim Londralı bir ressamın yeni eser siparişi alacağını düşünebilir? Öte yandan Roma ve Napoli ordularının Toskana’yı işgal edip Floransa’yı veba dolu bir kıtlık yeri haline getirdiği döneme bakarken modern eleştirmenlerimiz, neden Botticelli tembelleşti, neden Leonardo boş boş dolaşıyor diye akılları karışık halde kara kara düşünüyorlar.

Kesinlikle abartmıyorum! Leonardo’nun ilk döneminin tarihini anlatan muazzam eserinde Dr. Jens Thiss, Leonardo’nun Floransa hükümeti tarafından sipariş edilen San Bernardo sunak masası çalışmasının kesilişinin, Pazzi suikast girişimi ve sonrasında patlak veren savaşla bağını fark edemiyor. Berenson, yazdığı Italian Painters kitabında Lodovico Sforza’nın yönetimindeki Milano’nun sanatsal atmosferiyle Fransız işgalinden doğan çökmüş tabiat arasındaki farkı göremiyor. Diğer bir yanda Müntz ve takipçileri, Leonardo’nun, ustasının ölümüne kadar tek bir önemli tablo bile bitirememiş olması gerçeğine karşın, Verrocchio’nun sanatsal gelişimini öğrencisinin kendisi üzerinde bıraktığı etkiye bağlıyor. Şüphesiz artık sanatsal eleştirinin vardığı sonuçları, tarihin güçlü temelleri üzerine kurmasının vakti gelmiştir.

Bu sayfalarda Leonardo’nun kendi yazılarından ilham aldım ve gerçek insanları, gerçek fikirleri ve gerçek olayları yansıtması için tarihe bir ayna tuttum. Bu aynanın yüzeyindeki yansımada ışıldayan kişi yazılarından, resimlerinden ve eskizlerinden tanıdığımız gerçek Leonardo’dur.

Eğer sanatçının zorlu yaşamının tümünü yeniden inşa etmeye kalksaydım, bu kitap fazlasıyla uzun ve yorucu olurdu. Dolayısıyla yalnızca yaptıklarının kısa bir kaydını tutmaya çalıştım.

Ah sanat! Sürekli değişen Leonardo’nun sürekli değişen resimleri, kitabımı âdeta bir sinematografın titrek ışığı kadar kıpır kıpır ve hareketli bir hale getirdi.

A. J. Anderson

Birinci Kitap
Floransa’da

Leonardo’nun on yedi yaşında olduğu 1469 yılında başlar, yirmi dokuz yaşında olduğu 1481 yılında biter

“Gençlikte asil mizaç ılıman, güçlü,

sevgi dolu, cesur ve sadıktır.”

DANTE

Giriş


Arno Vadisi’ni ve Vinci kasabasını çevreleyen Monte Bianco’nun2 yamaçlarında yaşayan güzel köylü kızı Caterina, avukatın çalışma odasında sanki bir kafesteymiş gibi etrafına bakındı, ardından çaresizce bebeğini göğsüne bastırdı ve genç kâtip Ser Piero’ya endişe dolu kocaman gözleriyle baktı.

“Bebeğimi alman şart mı?”

Ser Piero gözlerini korkusuzca kızın yüzüne kilitledi. “Leonardo’muzun bir beyefendi olarak büyümesi için bu kesinlikle gerekli.”

“Bir yıl benimle kalamaz mı? İki yıl? En azından sütten kesilip yürümeye başlayana kadar?”

“Sevgili Caterina,” diye nazikçe cevap verdi Ser Piero. “Mahir ve ihtiyatlı olmalısın ve oğlumuz için en iyisini yapmalısın. Bir düşün! Önümüzdeki hafta Floransa’dan eşimi eve getireceğim. Kendisi henüz on altı yaşında, üstelik iyi ve dindar biri olarak yetiştirildi. Küçük oğlum Leonardo’yu onu bekler halde bulacak. Benim oğlum olduğu için onu kabul edip kendi çocuğuymuş gibi sevecek. Bene! 3

Kız şaşkınlıkla “Tanrım!” diye çığlık attı.

“Ama bir düşün!” dedi Ser Piero. “Eğer bebeğimizi iki yıl alıp sonra evlatlık olarak Casa4 da Vinci’ye getirirsen eşimin çoktan bir oğlu olmuş olabilir ya da iki oğlu! O zamansa Leonardo’muzu bir soysuz ve fazlalık olarak görür. Hayır! Bebeği şimdi bırakmalısın!”

“Keşke,” diye bağırdı Caterina, “Monte Albano’nun altındaki üzüm bağlarında seninle hiç karşılaşmasaydım!”

“Bağların arasında yürüdük,” diye cevap verdi genç adam. “Meyveleri topladık ve bu da mahsulü. Üzümlerin suyu çıkarıldı, şimdi bize yakışan şarabın güzelce olgunlaşmasını sağlamaktır.”

“Bize?” diye haykırdı kız. “Yüce Meryem! Yüce Meryem! Bu dünya kadınlara karşı nasıl da acımasız!”

“Bir dinle sevgili Caterina!” diye cevap verdi Ser Piero, sesi hâlâ nazikti fakat şimdi çok daha fazla ciddiyet taşıyordu. “Sana gerçekten çok iyi davranıyorum!”

“Tanrım!” diye feryat etti Caterina.

“Oğlumuzu, onurlu bir şekilde büyütebilmek için yanıma almayı kabul etmedim mi?” diye sertçe cevap verdi adam. “Sana bir çeyiz hazırlayıp Acchattabrigo di Piero del Vacca’dan kendi çiftliği olan bir koca bulmadım mı? Tutkunun güçlü rüzgârları geçtiği için artık düzensiz bir hayat mı yaşayacaksın? Ben Floransa’da babamın yerini almaya başlamışken ciddi ve saygın bir işadamı olarak kurduğum itibarımı kaybetmeme mi sebep olacaksın?”

Caterina bebeğine sanki onu asla bırakamazmış gibi sıkıca sarıldı. Sonra bebeğini bir zamanlar sevgilisi olan adamın kollarına âdeta fırlattı ve yalpalayarak ofisten çıktı.

Böylece, Ser Piero da Vinci’nin oğlu Leonardo gelmiş oldu. Babası Floransa’da ilerlerleyip ciddi bir işadamı olarak itibarını artırırken Leonardo, Casa da Vinci’de büyükbabasının ve genç üvey annesi Albiera Amadori’nin kollarında yaşadı.

Latince, felsefe, matematik ve ders bile sayılamayacak temel aritmetik ve temel yazı haricinde hiç ders almadı. Eğitimini ise asil üvey annesiyle kurduğu ilişkiden, Monte Albano bağcılarının arasında açık havada geçen erkeksi hayattan ve doğaya olan içgüdüsel sevgisinden aldı.

Geometride en basit problemleri bile çözemiyor, klasiklerin bir cümlesini bile tercüme edemiyordu. Üstelik erken yaşta eğitimden gelen itina ve azim huylarına da sahip değildi. Tüm bunlara rağmen Leonardo, üzüm bağlarının sırlarını ve sulamanın gizemlerini anlamayı, kuşların uçuşunu gözlemlemeyi, atlarla iletişim kurmayı ve akşam sisinin Arno Vadisi’nde sessizce seyahat edip uzaklığı gümüş bir hayal dünyasına çevirişini öğrendi. Ayrıca müziği sevmeyi öğrendi ve gelecekte ona çok yardımı dokunacak olan doğaçlama şiir yazma yeteneğini geliştirdi.

Leonardo dokuz yaşındayken Mona Albiera öldü.

Dört yıl sonra, geçmişteki sağduyusuzluğunu evliliğin kutsallığına coşkulu şekilde kendisini adayarak telafi etmeye çalışan Ser Piero da Vinci, kâtip dostlarından biri olan Ser Giovanni Lanfredini’nin on beş yaşındaki kızı Francesca’yı ikinci eşi olarak aldı.

1469’da Leonardo’nun büyükbabası Ser Antonio da Vinci ölmüştü. Ser Piero da Vinci kırk yaşında, eşi Mona Francesca on dokuz yaşında ve oğlu Leonardo on yedi yaşındaydı. Hepsi beraber Floransa’ya taşındılar. Evleri Piazza di S. Firenze’deydi ve Ser Piero’nun sıklıkla iş yaptığı Palazzo de’ Priori’ye rahatlıkla gidilebilecek şekilde yakındı.

Birinci Bölüm
Bir Floransa Atölyesi


Eylül güneşi Floransa’nın üzerinde ışıldadı. Dışarıda, güneyden gelen sıcak bir esinti sokakların tozunu döndürüp yuvarladı ve Porta alla Croce’ye girmekte olan Vallombrosalı rahibi toza boğup zavallı adamı bir kireç ocağı gibi kuruttu. Verrocchio’nun atölyesinde, usta ve çırakları, yüzlerinden boşanan ter içinde kendilerini yağda pişen sardalyeler gibi hissediyorlardı.

“Bir topun en temel özelliği,” dedi Andrea Verrocchio kuru bir sesle, “yuvarlak olmasıdır!”

Çırakları, katedralin kubbesinin üzerine gelmesi gereken devasa topun iskeletini oluşturacak metal kirişlerden birini cilalı tahta ölçeğe başarısızca oturtmaya çalışıyordu.

Verrocchio’nun atölyesi güzel bir atölyeydi. Önce dış çalışma alanı vardı. Burada dökümler sertçe zımparalanıyor, metal şekil alana kadar dövülüyor ve Carrara’dan gelen mermer yontularak heykellerin formu haline getiriliyordu. Sonra ikinci çalışma alanı vardı. Burada ise daha ince işçilikle oyma ve yontma yapılıyor, tahta levhalar kireç ve yapıştırıcıyla hazırlanan tutkallı alçıyla kaplanarak boyamaya hazır hale getiriliyordu. Usta da burada çalışarak kilden heykeller, tablolar ve bronz dökümle kaplanacak çeşmeler yapıyordu. En sonda ise güzelce bitirilmiş tabloların yüzeylerinin tozdan uzak tutulduğu ve zarifçe şekillenen balmumunun talaştan korunduğu iç çalışma alanı vardı. Andrea bu alanda, atölyesinin adını duyuran gümüş uç5 çalışmalarına son rötuşları atıyordu.

Şimdi Verrocchio’nun tüm okulu; ustabaşı, kalfa ve çıraklar, dışarıdaki çalışma alanında Santa Maria del Fiore’nin kubbesini süsleyecek devasa topun iskeletinin bir parçası olan metal kirişle meşguldü.

Ustabaşı Francesco di Simone’nin kirişi ölçeğe zorlayarak yerleştirmeye çalıştığını gören Verrocchio, “Ah! Aptal!” diye bağırdı. Ardından gülerek, alaycı bir tavırla devam etti, “Şüphesiz Tanrı, bir topu kare ya da bir limon gibi oval, bir deniz kabuğu gibi kıvrımlı yapabilirdi fakat nihayetinde yuvarlak yaptı! Bir küreyi dilediğiniz maddeden yapabilirsiniz fakat özünü, yani şeklinin yuvarlak oluşunu değiştiremezsiniz!”

“Bu kirişin ölçüsü olması gerekenden yalnızca tırnak ucu kadar kalın,” diye homurdandı Francesco. “Üstelik sorun aşağıdan görülebilen yerde değil, çarmıha bağlanması gereken üst kıvrımda.” İtirazına rağmen bir yandan da çıraklardan birinin hazırda tuttuğu zımparayı almak için uzandı.

“Yalnızca kırlangıçlar tarafından görülecek olsa bile,” diye cevap verdi Verrocchio sertçe, “benim atölyemden kusursuz olmayan hiçbir şey çıkamaz!”

“Üstelik tırnak ucu kadar bile kalınlığın eklenmesi, bu kadar büyük bir çemberin çevresini kaplarken hatırı sayılır bir değişikliğe yol açar,” diye araya girdi genç bir kalfa.

“Saçmalık!” diye güldü Verrocchio. “İster bir portakalın yüzeyine ister bu topun yüzeyine tırnak ucu kadar bir kalınlık ekle, sonuçta eklediğin miktar yalnız üç tırnak ucu kadardır.”

“Demek istediğiniz,” diye şüpheyle sordu kalfa, “eğer birisi Floransa’nın duvarlarını her taraftan bir braccio6 olacak şekilde dışa doğru taşırsa, şehrin kapladığı alanın yalnızca üç braccio genişleyeceği mi?”

“Yaklaşık üç braccio ve bir braccio’nun üçte biri kadar,” diye cevap verdi Verrocchio. Soruyu soran Tista parlak bir genç olduğundan, usta söz ettiği ilkenin doğruluğunu matematikle kanıtlamak için kalfayı hemen kâğıt ve kalem getirmeye gönderdi. Andrea’yı zamanının en iyi öğretmeni yapan, icatlarının nefes kesiciliğinin yanı sıra bu titizliğiydi.

Şimdi çalışanlardan heyecan dolu bir gürültü geliyordu. Hatanın gereğinden fazla düzeltilmiş olmadığından emin olmak için yapılan birkaç denemeden sonra kiriş, ölçeğe bir kızın sevdiği adamın kollarına sığdığı kadar sıkıca sığmıştı.

“İşte!” diye haykırdı Francesco, göğsünü kabartıp tüm övgüyü kendi üzerine alarak. “Bu atölyeden hatalı işçilik çıkmaz!”

“Francesco di Simone benim ustabaşımken çıkmaz elbet!” diye gözleri parıldayarak cevap verdi usta.

“Elbette!” dedi Francesco kendini beğenmiş bir şekilde.

Ne olursa olsun Verrocchio kendisi için çalışan bütün zanaatkârlara olduğu gibi Francesco’ya da güvenebileceğini biliyordu. Eğer Francesco’ya işin tüm sorumluluğunu verseydi, Francesco kendisinden bile daha titiz davranırdı. Verrocchio’nun usulü böyleydi. Kendisi bir iş yaptığında en ince detayına kadar her şeyi tamamlayarak yapardı ve çalışması, yaşlı kuyumcu Giuliano de’ Verrocchi’den öğrendiği gibi, üstün bir zarafetle tamamlanırdı. Öte yandan kendisi işçilerinden birine bir iş emanet ederse o işçinin verilen işi en iyi şekilde yapacağına güvenirdi ve işçi de atölyenin onuru için çalışırdı. Fakat birazdan olacakların da gözler önüne sereceği gibi, Andrea Verrocchio’nun kuralının istisnaları vardı.

İşçiler topun üzerinde çalışırken terliyordu. Yüce Tanrım, nasıl da terliyorlardı! Vallombrosalı rahip, toz toprak kaplı sokaklarda zar zor yürüyordu. Ah, nasıl da kavruluyordu! Andrea ayarın kusursuz olduğundan emin olmak için kirişin üzerine eğilmişken rahip atölyeye girdi ve elini Andrea’nın omzuna koydu.

Messere,7 dedi, “manastırımız için boyadığınız tablo konusunda…”

“Ha?” diye mırıldandı sanatçı, alnını silip bahsedilen tablonun detaylarını hatırlamaya çalışarak.

“San Salvi Manastırı için yapmakta olduğunuz İsa’nın Vaftizi tablosu.”

“Ah,” diye mırıldandı Verrocchio.

“Başrahip tablonun şimdiye kadar tamamlanmış olduğuna inanıyor.”

Andrea sessizce rahibi iç çalışma alanına götürdü. Keten kumaşa sarılı tablolardan birini eline alıp açmaya başladı. O sırada misafirperverlik kuralını hatırlayarak rahibe bir bardak şarap teklif etti.

Şeytanın oyunları çeşit çeşitti; kimine kızıl yanaklar ve bükülü dudakları olan güzel bir yüz sunar, kimine kıl gömleklerden bahsederek fısıldar, duygu ve tene düşkün olanlara şehveti, sertlik yanlılarına ise zavallı fakirlerin bir idrar kesesi kadar şişkin ve boş kalmasına dek süren yersiz aşağılamaları çekici kılardı. Rahibin teklif edilen içeceği reddetmesi için hiçbir sebep yoktu ve misafirperverliğin iyiliğini kabul etmesi için sayısız sebep vardı. Lakin sokaklarda yürürken şarap dükkânının önünde oturan bir papaz görmüş ve bu görüntü onu rahatsız etmişti.

“Bir bardak soğuk su alırım,” dedi.

“Öf!” diye haykırdı Andrea. “Bu sıcakta su size sancı verir, karnınıza ağrı yapar, belki de sıtmaya sebep olur!”

Rahip su için ısrarcıydı ve nihayetinde Verrocchio itiraz eder vaziyette, şekil vermek için kil ıslatırken kullandığı sürahiden bir Venedik bardağına su doldurdu.

“Şimdi,” dedi rahip. “Resim.”

“İşte!” dedi sanatçı, ışığın doğru açıdan vurması için tabloyu bir sandığın üzerine yerleştirdi. Resim, iki melek figürünün dışında tamamlanmış görünüyordu fakat melekler henüz yalnızca eskiz halindeydiler.

Messer Andrea,” diye soğukça sorguladı Vallombrosalı, “siparişimizi ertelemeyi ne zaman bırakacaksınız?”

“İki yıl, dört yıl, altı yıl! Böyle şeyleri insan nasıl hatırlar ki?”

“Bana bir siparişin böylesine ayaklar altına alınışı, hatırlanması gereken bir konu gibi geliyor!” diye karşılık verdi rahip.

“Dinleyin peder,” dedi Verrocchio. “Dinleyin ve bana söyleyin, bu siparişin tarihi, insanın unutmaya çabalayacağı türden değil mi?”

Vallombrosalı, ılık sudan bir yudum aldı, ellerini sırtında birleştirdi ve bir usta taburesinin kenarına oturdu.

“Alesso Baldovinetti’yle çalışmalarımı bitirdikten birkaç yıl sonra,” diye anlatmaya başladı Verrocchio, “Alesso’nun, Annunziata Kilisesi’nde kutsal eşyaların saklandığı dolabın üzerine çizdiği İsa’nın Vaftizi tablosunu gören başrahibiniz bu tabloyu sipariş etti. Tabloyu çizmeye başladığım andan itibaren saygıdeğer pederleriniz, İsa şöyle durmalı, Vaftizci böyle durmalı, güvercin bu şekilde inmeli diye müdahale etmeye başladılar. Başrahibiniz geleneğe olan sadakatin karşısında anatomiye veya doğaya sadık kalmayı umursamıyordu. Yaptığım düzenlemeler yeni icat sayılıyor, her yeniliğin sapkınlığa doğru bir adım olduğu söyleniyordu. Nihayetinde tüm istek ve hevesim söndü ve tabloyu bir kenara kaldırdım.”

“Başrahip tablonun gösterdiğiniz bu son haline hiç itiraz etmedi mi peki?” diye sordu rahip.

“Hayır!” diye cevap verdi Verrocchio.

“Figürlerin arkasındaki manzaraya hiçbir itirazda bulunmadı mı?”

“Hayır peder!” diye cevap verdi Verrocchio. “Manzarayı epeyce beğendi.”

“Öyleyse,” dedi rahip nazikçe gülümseyerek “yalnızca çoktan başladığınız şu melekleri bitirmeniz gerekiyor, sonra tabloyu manastıra gönderip ödemenizi alabilirsiniz. Çok basit!”

Andrea ayağa kalktı ve bir dolaba giderek resim çantalarını karıştırmaya başladı. Elinde bir melek başı çalışmasıyla döndü ve çalışmayı tabloya dayadı.

“Bunu nasıl buldunuz?” diye sordu.

“Muazzam!” diye cevap verdi rahip.

“Ne yazık!” diye haykırdı Andrea. “Başrahibiniz meleğin gözlerini kabul etmedi çünkü yere bakıyorlar. İşte o zaman resmi kenara kaldırdım!”

Vallombrosalı rahip baktı, iç geçirdi ve duraksadı. Belki de misafirperverlik ifadesi olan şarabı kabul etseydi sanatçıyı yatıştırabilir ve başrahiple aralarındaki bu durumu çözmeye ikna edebilirdi fakat şarabı reddetmişti, su nahoş şekilde ılıktı ve rahibin zihninin terazisinde haşinlik ve dürüstlük tarafı ağır bastı.

“Yanılmışım!” dedi. “Aşağı bakan gözler ya kendinin farkında oluş ya da tevazu göstergesidir. Bunlar ise günah işlemenin sonucunda olur. Bir meleğin gözleri Tanrı’nın sırlarını anlamaya çalışır halde yukarı doğru bakmalıdır!”

“Eğer meleğin gözleri yalnızca yukarı bakıyor olsaydı, o zaman tüm tablo tam anlamıyla tatmin edici olur muydu?” diye sordu Andrea. Kısa ve kuru bir gülümseme düştü dudaklarına.

“Tamamıyla!” diye cevap verdi rahip.

“O zaman benim, rahip olmayan biri olarak, yukarı bakan gözler gibi küçük bir meseleye, çizdiğim yüzün güzelliğinden daha fazla dikkat etmem sizin için daha önemli, öyle mi?”

“Kesinlikle!” diye cevap verdi rahip.

“O halde,” dedi Andrea, “başrahibiniz tabloyu birkaç hafta içinde alabilir.” Gitmeye hazırlanan Vallombrosalı rahibe dönerek tekrar şarap teklif etti fakat adam teklifi geri çevirdi ve kısa sürede atölyeden ayrıldı.

“Tista!” diye bağırdı Verrocchio, neredeyse rahip daha atölyeden çıkmamışken. “Buraya gel!”

Kalfa iç atölyeye girince ustası ona sordu. “Söyle bana Tista, bir topun yüzeyine veya bir portakalın yüzeyine bir tırnak kadar kalınlık eklersen, her iki yüzey genişliğine de yalnızca üç tırnak kalınlığı eklemiş olursun, öyle değil mi?”

Tista cevap verdi, “Öyle usta!”

Usta tekrar sordu, “Peki ustanın tablosuna veya öğrencinin tablosuna bir çift yukarı bakan göz eklersen her iki durumda da tabloya bir çift yukarı bakan göz eklemiş olmaz mısın?”

Tista öyle olacağını düşündüğünü söyledi.

“O zaman,” dedi Verrocchio, “San Salvi Manastırı için şu İsa’nın Vaftizi tablosunu bitir!”

Genç adam kızardı çünkü bu şimdiye kadar ona emanet edilen en önemli işti.

“Çalışmalarımdan yapabildiklerini kullanmakta özgürsün,” dedi Verrocchio, “fakat iki meleğin de yukarı baktığından emin ol!”

Böylece Andrea Verrocchio gülerek Santa Maria del Fiore’nin kubbesi için yapılan topu denetlemek üzere dışarıdaki çalışma alanına gitti.

İkinci Bölüm
Bir Sanatçının Umutları


Heykeltıraş, mimar, sarraf, dökümcü, çan dökümcüsü, silahtar, saatçi, balmumu ve çömlek modelleyici, sancak tasarımcısı ve ressam olan Andrea Verrocchio, Ser Piero da Vinci’ye baktı ve kafasını iki yana salladı.

“Floransa’mız, oğulları Apelles8 gibi resim yapan babalarla dolmuş sanki!” dedi. “Bil ki Ser Piero, ressamlar Napolili bir atın üzerine üşüşen pireler kadar çoktur ve bir ressam geçimini sağlarken on ressam aç kalır. Zeki genç Sandro Botticelli’yi ele alalım mesela…”

“Pallaiuoili için çalışandan mı söz ediyorsun?”

“Ta kendisi. Signoria9 için Metanet’i resmeden. Kendi atölyesini açmak için Pallaiuoili’nin yanından ayrılıyor ve sana şimdiden söyleyebilirim ki artık cebine yalnız bir florin10 girmesi bile yıllar alacaktır.”

“Bu söylediğin yalnızca bir varsayım,” diye cevap verdi avukat. “Öte yandan Sandro gerçekten de başarılı olabilir.”

“Saçmalık!” diye biraz kızgınca çıkıştı sanatçı. “Sana söylüyorum, bu zanaat hiç para getirmiyor, zanaatkâr ise bütünüyle tablo sipariş edenlerin kaprislerine bağlı halde!”

“Ben nüfuzu olan biriyim,” diye cevap verdi Ser Piero kuru bir sesle. “Santa Annunziata Manastırı, Signoria, hatta Casa Medici!”

“Ben de nüfuzu olan biriyim,” diye sertçe karşılık verdi Verrocchio. “Buna rağmen bir çift ayakkabı almakta bile güçlük çekiyorum!”

“Bu çapta büyük olan işinle,” diye konuştu Ser Piero öğüt verir bir tavırla, “cebine gelen parayı durmaksızın harcamasaydın şimdiye dek mutlaka refaha kavuşmuş olurdun!”

Verrocchio, kendisini dedikoduların odağına taşıyan talihsiz kişisel meseleye karşı omuz silkmekle yetindi ve saldırıya karşılık verdi. “Eğer Leonardo’nu benim atölyeme getirme konusunda ısrarcıysan,” dedi, “iki seçenekten biri olacaktır; ya bir kalfa olarak kalacak ve ayda en fazla iki florini ve gece yatacak bir yeri olacak ya da kendi başına yola çıkmaya kalkışacak ve hiçbir şey kazanamayacak! Hatta hiçbir şeyden bile azını kazanacak!”

“Hiçbir şeyden az mı?” diye sordu Ser Piero gülümseyerek. “Bu nasıl mümkün olabilir?”

“Çok basit!” diye cevap verdi sanatçı. “Teslim ettiğinde elli florin ödeneceğine söz verilen bir tablo siparişi alacak. Tablonun çerçevesi ve altın kaplaması için otuz florin, çalışanlarının maaşları için on beş florin ödemesi gerekecek. Bütün bunlar kırk beş florin eder. Sonra, resim tam bitmek üzereyken siparişi veren kişi işçilikte veya kompozisyonda bir kusur bulacak ve bir metelik bile ödemeyi reddedecek. Fındık ayıklamak kadar basit!”

“Fakat Pollaiuoli gibi adamlar yüklü miktarda para kazanıyor olmalı!” diye itiraz etti Ser Piero.

“Pollaiuoli elbette kazanıyor!” diye haykırdı Andrea. “Antonio Pollaiuolo beş florin için San Michele’nin heykeline bronz bir kuyruk takar! Ben işini seven gerçek sanatçılardan söz ediyorum!” Bunun üzerine sanatçı, Tista’nın San Salvi Vallombrosa rahipleri için çizmeyi henüz bitirdiği İsa’nın Vaftizi tablosu üzerine yaşadıklarının hikâyesini anlatmaya başladı. Tabloyu tozdan koruyan örtüyü kaldırdı.

“Karşılaştır Ser Piero,” dedi, önce Tista’nın tamamlanmış meleklerine, sonra kendi melek başı eskizine bakıp dilbaz bir hal alarak. “Bitmiş çalışmayla reddedilmiş çizimi karşılaştır Ser Piero! Tista’nın meleklerinin ustalıkla yukarı doğru, kim bilir neye olan bakışlarını fark et! Vaftizcinin göğsüne doğru bakan ikinci melekteki tutkulu sureti fark et! Lakin San Salvi’nin iyi rahipleri Tista’nın yaptığı işten çok memnunlar, benim zavallı meleklerimin yere bakan gözlerini ise dindar bir korkuyla karşılıyorlar!”

“Off!” diye nefes verdi Ser Piero da Vinci, nefesini daha öfkeli şekilde verebilmek için yanaklarını iyice şişirerek.

“Tanrım!” diye haykırdı Verrocchio ürperti içinde. “Bundan sonra bir daha asla boyaya dokunmayacağım!”

“Sakin ol sevgili dostum,” diye ısrar etti avukat. “Bir sonraki siparişini alana dek bekle.”

Sanatçı, atölyesinde birkaç volta attı ve avukata doğru döndü.

“Bir sonraki siparişe kadar beklememi mi söylüyorsun?” dedi çaresizce. “İncir ağaçları zeytin verene, rahipler mantıklı olana dek bekleyeyim öyleyse! Bana getireceği faydasına bakarsak bir sonraki siparişimi Arno’ya fırlatabilirim!” Boğazını temizleyerek yere tükürdü.

Ser Piero nazikçe davranılması gereken sabırsız müşterilerle uğraşmaya alışıktı ve insanları mantıklı davranmaya çekmeyi iyi biliyordu. “Andrea,” dedi, “bana kalırsa resmindeki İsa da Vaftizci de ustan Alesso Baldovinetti’nin kendine özgü sertliğini taşıyor gibi görünüyor. Bu figürler senden çok Pallaiuolo’nun eseri gibi, senin çoktan kazandığın itibar ve zarafet onlara yansımamış gibi görünüyor. Bana doğruyu söyle, başrahiple tartışmadan önce bu resimden çoktan bıkmamış mıydın?”

Andrea yere bakarak somurttu, ardından açık bir hayranlıkla gözlerini arkadaşına çevirdi.

“Piero,” dedi, “sen gerçekten de zeki bir adamsın ve söylediklerin çok doğru. İsa’nın Vaftizi yorumum uzun zamandır beni tatmin etmiyor.”

“Şimdi,” diye devam etti Ser Piero, “yeni bir sipariş aldığını düşün. Şimdiki ustalık ve tecrübenle tertemiz başlayabileceğin bir sipariş! İlgini çeken bir konuda olduğunu düşün bir de, mesela İsa’nın Doğumu veya Beşaret tablosu! İnan bana o zaman aldığın siparişi Arno’ya atmak yerine, yirmi yaşındaki genç bir adamın hevesiyle kendini işine adarsın.”

Bu sözler üzerine Andrea Verrocchio utangaç bir şekilde gülümsedi ve patavatsızlık yaparken yakalanmış bir çocuk edasıyla bir yığın çizimi kaldırıp aralarından bir eskiz çıkardı. “Monte Oli-veto rahipleri için yapılacak bir Beşaret tablosu üzerine bazı söylentiler var,” diyerek çıkardığı eskizi Ser Piero’nun ellerine bıraktı.

Uzun ve alçak bir bahçenin eskiziydi yaptığı. Bahçenin içinde diz çöken iki figür vardı. Melek Cebrail, taşıdığı haberin büyüklüğüne yakışan şekilde diz çökmüştü ve gözleri Meryem Ana’nın yüzüne kilitlenmişti. Kutsal Annemiz de tarifsiz şekilde tatlı ve zarif görünen bir tevazuyla dizlerinin üzerine çökmüştü. Ser Piero derin bir nefes aldı. Bu resimde ruhundaki tüm iyi şeylere hitap eden bir sadelik vardı.

“Görüyorsun,” dedi Verrocchio, “San Gabriello’yu yukarı bakarken çizdim, bu resimde hiçbir sapkınlık olamaz!”

“Dediğin gibi,” diye yanıtladı Ser Piero, “hiçbir sapkınlık kuşkusu olamaz! San Gabriello gerçekten de iyi bir melek!”

Bir süre sessiz kaldılar. Ser Piero resmi kol mesafesinde tutuyordu, sanatçı ise dikkatle onu izliyordu. Nihayetinde avukat iç geçirerek resmi geri verdi.

“Bu resme ne yaptığını bilmiyorum Andrea,” dedi. “Daha önce gördüğüm hiçbir şeye benzemiyor ve gerçekten çok güzel. Şimdi, Leonardo hakkında konuşalım!”

Andrea ayağa kalktı ve bir şişe yıllanmış Chianti ve birkaç bardak getirdi, çünkü iş konusu arkadaşça sohbetlerden farklıydı ve bir bardak şarap eşliğinde tartışılmalıydı. Bardakları doldurdu, kendisininkini ışığa tuttu, boğazını temizledi ve konuşmaya başladı.

“Ressam hayatı zor bir hayat. Bir ressam, zanaatkârların tüm sıkıntılarını çeker. Oraya ya da buraya gitmesi emredilebilir, fırçasının her vuruşunda işine karışılabilir. Bunun ötesinde, düzenli bir mesleğin sabit geliri ressamlara uzaktır. Leonardo’dan başka oğlun yok, neden onu kendi mesleğinde eğitmiyor, yapmaya değer bir meslekte başarılı olma imkânı sunmuyorsun?”

“Leonardo ne Latinceyi biraz olsun biliyor ne de hukuk çalışmak için en temel ve gerekli olan itinaya sahip.”

Verrocchio sordu: “Eğer dediğin gibi Medici üzerinde nüfuz sahibiysen neden Piero de Medici’yi Leonardo için bankada bir iş bulmaya ikna etmiyorsun?”

Ser Piero yanıtladı: “Leonardo’nun iş hayatı konusunda hiçbir yeteneği de Messer Lorenzo’nun hoşnutluğunu kazanmaya yetecek bir bilgi birikimi de yok.”

“Eğer Leonardo’nun iş konusunda da eğitim konusunda da hiç yeteneği yoksa ona neden gümrükte bir iş bulmuyorsun? Orası nüfuzu olup yeteneği olmayanlar için kaçış noktası haline gelmiş gibi görünüyor.”

“Çocuğun yeteneği olmadığını varsayıyorsun,” dedi Ser Piero gülümseyerek. Avukatların dosyalarını taşıdıkları o geniş çantasını eline alıp içinden bir dizi resim çıkardı.

Verrocchio resimlere bakınca bir sokak çocuğu gibi ıslık çaldı.

“Ooooo! Vaktimi anlamsız tartışmalarla harcamak yerine bana hemen bunları göstermeliydin! Floransa oğullarının resim yapabildiğine inanan babalarla dolu olabilir fakat… Tanrım!” diye haykırdı ressam. “Şu omuzdaki kesinliğe, hareket etmek üzere olan dirsekteki kararsızlığa bak! Bu bacağın sıkı, cesur çizgisine, kalçaların yürürken sıkılaştığı yerdeki kırık çizgiye bak! Oğlun yalnız çizimde değil, ayrıca gözlem yapmakta da yetenekli! Yalnız gözlem yapmak değil, sonuca ulaşmakta da! Yalnızca sonuca ulaşmakta değil, ulaştığı sonucu çizime yansıtmakta da! Şu eskize bak! Nasıl da…”

Böylece usta, bir rahibin erdem üzerine konuşmasındaki veya bir şairin aşk üzerine olan sözlerindeki heyecanıyla konuştu. Şimdi Ser Piero, kendisi Beşaret tablosunu incelerken Verrocchio’nun onu izlediği dikkat ve yakınlıkla sanatçıyı izliyordu.

“Peki, Andrea,” dedi sonunda, “çocuğun bir sanatçı olma umutları konusunda ne düşünüyorsun?”

“Tanrım!” diye haykırdı öteki, “Eğer oğlunu derhal atölyeme göndermezsen, sokakta yanından geçerken senin üzerine tüküreceğim! Hayatım boyunca dua ederek beklediğim öğrenci bu!”

“Fakat sen bu zanaatta hiç para olmadığını söyledin!” diye itiraz etti avukat, gözlerinde bir pırıltıyla.

“Hâlâ söylüyorum,” dedi sanatçı kararlılıkla başını sallayarak. “En azından Floransa’da durum böyle.” Sonra bardaklarını tekrar doldurdu ve iş konuşması havasına büründü.

“Bilmeni isterim,” dedi, “genç bir sanatçı için Floransa güzel bir şehir. Buranın havası bakış açısında keskinlik, uygulamada enerji ve birçok yetenekli sanatçı arasındaki rekabet sayesinde de azim ve hırs kazandırır. Ayrıca bilmeni isterim ki benim atölyem bir gencin kendi zanaatini öğrenebileceği en iyi yerdir çünkü burası Floransa’daki en zeki adamların buluşma noktası. Bu adamlar, benim Medici için yaptığım son heykeli veya Signoria için yaptığım son döküm işçiliğini eleştirebilirler ve öğrencilerimin yaptığı çalışmaları denetler, kötü olanı gösterip iyi olanı över ve her zaman yeni yetenekler ararlar.”

“Pekâlâ?” dedi Ser Piero şüpheyle. Dostunun bu söyledikleri genç sanatçılara eğitim, ustaları örnek alarak gelişme imkânı ve cesaret sağlasa da hâlâ finansal başarı için hiç umut ışığı yoktu.

“Dediğim gibi,” diye devam etti Andrea, Ser Piero’nun düşündüklerine eşdeğer konuşarak, “Floransa genç bir zanaatkârın özellikle resim konusunda kusursuzluğa ulaşması için en iyi yer, fakat bu şehir aynı zamanda zalim bir annedir, eğitip büyüttüğü sanatçıyı aç bırakır, aç bıraktığı sanatçıyı ise unutur!”

“Leonardo’mu atölyene göndermek için ne güzel bir sebep!” dedi Ser Piero alaycı şekilde.

“Öte yandan,” diye devam etti Verrocchio sakince şarabını yudumlayarak, “Floransa’da belirli düzeyde yetenek ve ün elde etmiş bir sanatçı, kaybolup giden insanların yaptığı gibi günlük kazançlarla yaşamaktan fazlasını, zengin olmayı dilerse, Floransa’yı terk edip bu şehrin ona verdiği yetenek ve ünle farklı bir pazar arayışına çıkabilir.”

“Ah!” diye haykırdı Ser Piero.

“Zavallı Fra Flippo…” dedi Verrocchio ve hemen ardından, Fra Flippo Lippi henüz iki haftadır ölü olduğundan dolayı kendi kendine kızdı. “Talihsiz evliliği ve güçsüz sağlığına rağmen Prato ve Spoleto’da oldukça güzel bir servet elde ettiği söyleniyor. Bundan çok daha büyük şehirler de var elbette.”

“Tanrım!” diye haykırdı avukat. “Roma var!”

“Hangi şehir resimlere aç ve ressamlardan yoksunsa orası bir fırsattır. Oldukça zengin bir şehir olan Milano da var. Ressamları bizimkilerle asla karşılaştırılamayacak olan Venedik de var.” Son söylediğinde Verrocchio elbette yalnızca Floransa bakış açısından gördükleri doğrultusunda konuşmuştu.

“Ayrıca,” diye heyecanla devam etti Ser Piero, “Macaristan, Fransa ve Almanya da var!” Böylece iki dost, Leonardo’nun sanatçı kariyerini, fırsatlarını ve hatta gerçekliği mümkün olmayan hayallerini tartışmaya daldı.

1.İtalya’da 15. yüzyıl ve Rönesans Dönemi. (ç.n.)
2.Tr. Beyaz Dağ. Daha çok Mont Blanc adıyla bilinir. (e.n.)
3.Tr. İyi! (e.n.)
4.Tr. Ev. (e.n.)
5.Gümüş bir çubuk veya telin kâğıt yüzeyine sürülmesiyle yapılan resim tekniği. (ç.n.)
6.Eski bir İtalyan ölçü birimi. (ç.n.)
7.İtalyanca bir unvan; bayım, beyefendi. (ç.n.)
8.Antik Yunan’da yaşamış ünlü bir ressam. (ç.n.)
9.Rönesans İtalya’sında yönetici hükümete verilen ad. (ç.n.)
10.İtalyan para birimi. (ç.n.)
₺87,50