Kitabı oku: «Bozkırın Sesi: Tölögön Kasımbekov», sayfa 3
Esenbay bey: Aksı beylerinden biri. Kokok sarayı ile iletişimi güçlü biri.
Eşim: İshak zamanında yüzbaşı. Nauman zamanında kazığa oturtularak öldürüldü.
Eşmat: Anciyandan İshak’a katılan yiğit biri.
Yarmat: Datka. İshak ile beraber iken ona karşı gelince İshak tarafından öldürülür.
Sonuç
Kırılan Kılıç romanı, Kırgız edebiyatı tarihinin belgelerle kuvvetlendirilerek doğru bir şekilde anlatıldığı edebi bir eserdir. Roman bir kurgu içinde yazılsa da Kırgız tarihinde önemli rol oynamış kişiler ve olaylar üzerinden ele alınmıştır. Makalede genel olarak roman karakterleri üzerinde durulmuştur. Bu karakterlerin konumuna göre sınıflandırma yapılarak her bir karakter açıklanmıştır. Bunun amacı, Kırgız tarihini ele alan bu eserde karakterlerin tarihi kişilerle olan benzerlik ve farklılıklarının da görülmesini sağlamaktır. Karakterlerin roman kurgusu içindeki rolleri ve yerleri ile tarihi kişilerle olan ilişkisi net bir şekilde görülmektedir. Romanda bazı farklılıklar da mevcuttur. Yazar, olay akışını sağlamak ve kendi yorumunu da göstermek için tarihi kaynaklarda yer olmayan farklı olaylara da yer vermiştir. Eser, roman türüne girdiği için bu gibi değişiklikler gayet normaldir. Önemli olan Kırgız tarihi açısından herkesin bilmesi gereken en önemli konuları en iyi şekilde yansıtmış olmasıdır. Eser, bunu yansıtabildiği için de büyük beğeni kazanmıştır. Bu romanı öne çıkaran en önemli özelliği şüphesiz tarihi kişileri neredeyse birebir roman kahramanlarında işlemesidir. Kırgız tarihi açısından, Kırgızistan’ın Sovyet Rusya hâkimiyeti altına girmeden ve girdikten sonraki dönemi, detaylı bir şekilde gerçek kişi ve olaylar vasıtasıyla bu romanda görmek mümkündür. Kırgız tarihini anlatan çoğu kaynakta her şey olduğu gibi anlatılamamıştır. Kırılan Kılıç romanı o dönemde anlatılmak istenilen ama baskıdan dolayı anlatılamayan çoğu gerçekleri de gün yüzüne çıkarmıştır. Elbette tarihi gerçeklik açısından yüzde yüz doğru bilgiler veren bir roman olduğunu söyleyemesek de yazarın karakterlerini tarihi kişiliklerden alarak tarihi olayları olduğu anlatma amacıyla yazması önemli bir detaydır. Roman karakterleri romandaki konumlarına göre sınıflandırıldıktan sonra romandaki işlevleri ve rolleri açık bir şekilde anlatılmıştır. Romanda anlatılan olaylarda hangi karakter nerede ve ne zaman hangi olayda yer almıştır gibi soruların cevabı verilecek şekilde ifade edilmiştir. Yapmış olduğumuz bu tasnif ile romanın kurgusu dâhilinde anlatılan Kırgız tarihi gözler önüne serilmiştir.
Kaynaklar
Azap, Samet. Tölögön Kasımbekov İnsan ve Eser. Ankara: Bengü Yayınları, 2017.
Çelik, Yakup. “Tarih ve Tarihi Roman Arasındaki İlişki Tarihi Romanda Kişiler”. Bilig Dergisi, 2002, S. 22, s. 49-68.
Kasımbek, Tölögön. Kırılan Kılıç I, (Çevirenler: İbrahim Atabey, Saadettin Koç). Ankara: Yargı Yayınevi, 2003.
Kasımbek, Tölögön. Kırılan Kılıç II, (Çevirenler: İbrahim Atabey, Saadettin Koç). Ankara: Yargı Yayınevi, 2003.
Moldokasımov, Kıyas. Erkindik Üçün Küröştün Baraktarı Cana Sabakatarı 1916 – Yıl, Azattık Kötörülüşü. Bişkek: Biyiktik Yayınları, 2012.
Şimşek, Ahmet. “Tarihsel Romanın Eğitimsel İşlevi”. Bilig Dergisi, 2006, S.37, s. 65-80.
Samet AZAP21
TÖLÖGÖN KASIMBEKOV’UN ANLATILARINDA MEKÂN ALGISI
A. Kaostan Kozmoza Uzanan Yıllarda Tölögön Kasımbekov
Kırgız Türklerinin tarihi roman alanında en önemli isimlerinin başında gelen Tölögön Kasımbekov, 15 Ocak 1931 tarihinde Calal-Abad iline bağlı Aksı ilçesinin Akcol köyünde dünyaya gelir. Babası adı Kasımbek’tir. Baba Kasımbek Kırgız halk kahramanı Beknazar’ın oğludur. Soylu birinin oğlu olması Tölögön’de bir tarih şuurunun oluşmasında önemli bir etkendir.
Tölögön Kasımbekov küçük yaşta babasını kaybetmiştir. Yetim kalan Kasımbekov annesiyle zor günler geçirmiş ancak okumaktan vazgeçmemiştir. 1952 yılında Kırgız Devlet Üniversitesi Filoloji Fakültesini kazanır. Başarılı bir öğrenci olan Kasımbekov, çalışkanlığı ve dürüstlüğüyle çevresinde kısa zamanda sevilen biri haline gelir. Çalışkanlığı ve zekâsıyla okulu bitirir bitirmez matbaada iş bulan Kasımbekov, kendi hayatını kazanma yolunda ilk adımı da atmış olur. Ancak bu süreçten önce zamanında fakir bir aileden gelmesi Kasımbekov’un zor şartlarda okumasına neden olur. Çoğu zaman okula gidecek yol parasını bile bulamaz. Onun bu halini gören karısı oldukça üzülür. Geçimlerini sağlamak için Adaş Mırzakmatova “VLKSM” adında bir fabrikada işe girer. Aylık 25 som maaş alır. Kasımbekov bir yandan lise öğrenimine devam ederken öte yandan lise duvar gazetelerine bir şeyler karalar.22
1956 yılında henüz bir öğrenciyken Yılkıcının Oğlu isimli eseri Devlet Edebi Yayınları arasında basılan yazar edebi çevreye ilk adımını atar. Üniversiteyi 1957 yılında başarı ile bitiren Kasımbekov, 1957 yılında devletin ders kitaplarını yayımlayan matbaanın çocuk edebiyatı bölümünün editörü olarak çalışmaya başlar. Bu yıldan itibaren sırayla yazdığı hikayeleri ile okuyucuların dikkatini çekmeye başlayan Kasımbekov, 1959 yılında Kırgız Yazarlar Birliği’ne kabul edilir. 1960-1966 yıllarında “Ala-Too” edebiyat dergisinin görevli sekreteri, 1966-1973 yıllarında o derginin baş editörü, 1973-1974 yıllarında ise Cumhuriyet yayınlar komitesinin baş editörü, 1987 yılında VAAP’ın yönetmeni olarak çalışır.23
Tarihçi ve yazar Kasımbekov, 1990 yılında Aksı ilinin No169 Kızıl Tuu seçim bölgesinden milletvekili seçilir. Parlamentonun toplantısında parlamento komisyonun yöneticisi ve üyesi olarak çalışır. Parlamentoda gördüğü birçok meseleyi kendi isteği ile çözmeye çalışıp, kendi fikrini açıkça söyler. Kırgız Cumhuriyeti’nin ismini yenilemek, başkentin ismini değiştirmek, memleket dili, bağımsızlık, bayrak ve daha birçok meselenin çözümü için çalışır. “Medeniyet”, “eğitim”, “din”, “vatandaşlık hakları” ve “Matbaa”nın yeniden düzenlenmesinde Kasımbekov’un önemli katkıları vardır. Ayrıca Kırgız Anayasası’nın hazırlamasında ve kabul görmesinde aktif olarak çalışmıştır.24
Halkının varoluşunu gerçekleştirmesi için kalemiyle mücadele eden Kasımbekov başta Lenin ödülü olmak üzere birçok ödül kazanmıştır. Kasımbekov, 80 yaşındayken geçirdiği bir rahatsızlık sonucu 16 Haziran 2011’de hayata gözlerini yumar. Kasımbekov’un kaosu kozmaosa çevirdiği (ç)evre yazı hayatına adım atmasıyla başlar.
Kasımbekov’un yetim kalması ve çocukluk düşleri ilk meyvelerini vermiş yazı hayatına hikâye yazarak adım atmıştır. “Memleket”, “Yetim” ve “İnsan Olmak İstiyorum” hikayeleri yayımlandıktan sonra nesir dalında yetenekli yazarın geldiğine edebiyat toplumu şahit olur. Özellikle “İnsan Olmak İstiyorum” hikayesi çok beğenilmiştir. Üniversitede okurken köyünü özleyip yazdığı “Memleket”, “Yılkıcının Oğlu”, “Yetim”, “Kavganın Başlaması” eserlerini yazarak ödül kazanır. Romanlarını hikayelerinden sonra yazmaya başlar.25 Onun hikâye yazdığı dönemler yazarlığa ısındığı dönemlerdir. Gençlik ürünü olan bu eserlerde yazarın çevresel ve siyasi faktörlerden etkilendiği izlenimi verir.
Kasımbekov, asıl başarısını tarihi romanlarıyla sağlamıştır. 1966’da ilk baskısı yapılan Kırılan Kılıç (Sıngan Kılıç) 1976 yılında yayımlanan Olgun Nesil (Cetilgen Kurak) ve 1980 yılında yazdığı Kelkel romanlarıdır. Özellikle Kırılan Kılıç romanı yayımlandığında Kırgız edebiyatında usta bir ismin geldiği herkesçe kabul görmüştür. Hokant Sarayı iç karışıklıkları ve Rusların işgal siyasetine yoğunlaşan roman yazarın nehir romanlarının ilkidir. Daha sonra Kırılan Kılıç II’yi kaleme alan yazar Kelkel, Baskın (2000) ve Kırgın (2004) romanıyla nehir romanlarını tamamlar. Olgun Nesil romanı bu romanların dışında tarihi konuları konu almamış bireysel izlekli bir romandır.
Tölögön Kasımbekov’un hikâye ve romanları şu şekilde tablolaştırılabilinir;

Kırılan Kılıç ve Kelkel romanlarında Rusların ötekileştirme anlayışını, işgal ve yaşanan kanlı çarpışmaları yumuşatarak veren Kasımbekov, Bağımsızlıktan sonra yazdığı Kırgın ve Baskın romanlarında yaşanan tarihsel olayları olduğu gibi anlatır. Yazarın bağımsızlıktan sonra yazdığı bu iki romanının kahramanları da diğer romanlarda olduğu gibi tarihin içinden seçilmiştir. Mekân geniş anlamda diğer romanlarında olduğu gibi kan ve gözyaşının hâkim olduğu Türkistan coğrafyasıdır.26 Yazarın roman ve hikayelerinde mekân algısı iki başlık altında incelenecektir.
B. Anlatılarda Çevresel ve Algısal Mekanlar
Edebi metinlerde mekân, zaman, olay örgüsü, kişiler metnin orjinini oluşturan temel unsurlardandır. Mekân anlatının kurgusunun hareket düzlemi olarak uzamında bir görüngüsüdür. Mekân fiziksel olarak bireyin konumlandığı ontolojik kendini gerçekleştirme alanı olması yanında ruhsal tramvaların/kopuşların da yaşandığı belleğin tahrip edildiği huzursuzluğun alanı olarak da yer alır. Ramazan Korkmaz mekânı, “roman gibi gelişmiş anlatı yapılarında mekân, varoluş kaygısıyla ilgili bir duraksamadır; zamanın sonsuz akışında yitip gitmek istemeyen insanın tutunduğu “dışarıdaki içerdelik” niteliğinde bir yer”27 olarak tanımlar.
İnsanoğlu edimsel bir hareketle mekânın önemini kavradığında kendi oluşunu ya da kopuşunu mekânla bütünlük içinde gerçekleştirir. Edebi anlatıda mekân çevresel ve algısal mekân olarak iki başlık altında değerlendirilebilinir. Çevresel mekân anlatının olay örgüsünün geçtiği yer imleridir. Örneğin bir şehir, çiftlik, ev gibi yerler çevresel mekân olarak yer alır. Edebi metinlerde algısal mekân ise, bireyin ruhsal durumuyla yakından ilgilidir. Anlatı kahramanının kendini huzurlu hissettiği, dünyayla barışık olduğu ya da kendilik değerlerini bulduğu mekân tasvirleri Açık/geniş mekân olarak tanımlanırken; kahramanın kendini huzursuz hissettiği ontolojik bir boşluğa düştüğü mekân kapalı/dar ya da labirentleşen mekân olarak tanımlanabilinir. Anlatılarda önemli yer tutan mekân tasvirleri anlatı kahramanının ruhsal durumuyla yakından ilgilidir. Bu perspektifte Tölögön kasımbekov’un hikâye ve romanları, çevresel ve algısal mekanlar (Açık/geniş, kapalı/dar ya da labirentleşen mekanlar) ekseninde incelenecektir.
Tölögön Kasımbekov’un hikâye ve romanlarında mekân algısı farklı düzlemde değerlendirilecektir. Çünkü yazar hikayelerini aşk, eğitim, aile, farkındalık, memleket hasreti vb. gibi konular üzerine yoğunlaştırırken, Olgun Nesil romanı hariç romanlarını tarihi konular üzerine yoğunlaştırır. Buradaki mekân algısı savaşın, gözyaşının daha çok işlendiği kapalı/dar mekân özelliği taşımaktadır. Hikayelerinde yoğun olarak işlenen olumlu tarihi gerçekler üzerine odaklandığı romanlarında daha karamsar bir atmosfere dönüşür.
C. Hikayelerinde Mekân Algısı
Tölögön Kasımbekov’un “
İnsan Olmak İstiyorum”, “Memleket”, “Yetim”, “Bozkurt” hikayeleri diğer hikayelerine göre daha hacimlidir. Bu hikayelerdeki mekanlar değişkenlik gösterir. Bu hikayelerin dışında kalan, hikayeleri yazarın gençliğinde kaleme aldığı kısa hikayelerdir. Bu hikayelerinde yazarın rejimin etkisinde kaldığı kolaylıkla anlaşılır. Hikayelerinde mekân algısı daha çok bireyin ruhsal durumuna göre değişkenlik gösteren algısal mekanlar bağlamında incelenecektir.
Tölögön Kasımbekov’un Üniversitede okurken memleketini özleyip yazdığı “
Memleket” hikayesinin başkişisi Satıkul adlı çocuktur. Yıllardır memleket hasreti duyan Satıkul, Tilegen adlı uzaktan akrabası sayesinde bu arzusunu gerçekleştirir. Satıkul’un doğduğu yerden uzak olması, onun kötü günler yaşamasına sebep olur. Bu noktada ev onun için kapalı bir mekân özelliği taşır; “ben yola çıkacaktım Satıkul da ‘ben de gideceğim’ diye peşimi bırakmadı ‘Ya sen nereye gideceksin’ diye anneannesi bağırdı. Evin burada, oraya gidip ne yapacaksın”28 Anneannenin bu serzenişi çocuğun evine olan yabancılaşmasını engellemeye yöneliktir. Satıkul’un mekân algısı, doğduğu memlekete yönelik olarak değişir. Memleketinden üç yıldır ayrı olan Satıkul için mekân darlaşmış, labirentleşmiştir; “Seyde teyze Akcol köyünden göç edeli üç sene olmuştu. Nedeni de Mamırbaydın ölümünden sonra Ak Suu’daki akrabalarının istemesi idi.” (s. 4) Düşleminde doğduğu evin özlemi olan Satıkul için açık mekân, yolculuğun sonunda doğum yeri Akcol’a yaklaştığında gördüğü manzaradır; “Aaa… Akcol… Baksana Tilegen ağabey, Akcol! Satıkul büyük bir sevinç içinde ben burayı ilk defa görmüşüm gibi, eliyle işaret ederek kendinden geçercesine konuşmaya devam etti. İşte, aaa bizim ev. Minbay amcanın evi… Nurkulların evi… Aaa… Hala yerinde duruyor. Nurkul ve ben, işte şurada oynar, olgun-ham demeden meyve yerdik.” (s. 4) Doğduğu topraklarla kavuştuğunda Satıkul’un hissettikleri aidiyet duygusunun dışa vurumudur.29
Tölögön Kasımbekov’un “Yetim” hikayesi de kendi hayatından izler taşır. 14 yaşında depremde babasını kaybederek Yetim kalan Kasımbekov annesiyle zor günler geçirir. “Yetim” hikayesi de bu zor günlerin belleksel dışa vurumdur. Baş kişi Kökö adlı bir çocuktur. Anne ve babasını kaybeden Kökö teyzesi Şeker (Şeki) ile birlikte yaşamak zorunda kalır. Ailesini kaybetmesinin yarattığı travma yetmezmiş gibi teyzesinin evinde yaşadığı günler cehenneme dönüşür. Ev bu anlamda dar/kapalı mekân özelliği taşır. Hikâyenin Kart karakterleri Şeki ve dostu Çora Kökö’nün varoluşunu gerçekleştirmesinde en büyük engellerdir. Geleceğini şekillendirmek için okula gitmesi gereken yetim Kökö, Şeki tarafından evinde kurduğu meyhanede çalıştırılır; “bozoyu hazırlayıp hemen evdekilere yöneldi. (Kökö), yamalı, dizleri delik pantolonunu yukarı çekti ve sürünerek eve girdi” (s. 8). Kökö’nün çiğnenen değerleri yanında eğitim hayatı da elinden (ç)alınır. İnsanmekân ilişkisi perspektifinde bakıldığında ev Kökö’nün kendi ol(a)mama durumunu hızlandırarak dar mekân özelliği gösterir. Hikâyede Açık/geniş mekanlara örnek olarak Kökö’nün arkadaşı Rasul’un babası Rayımcan’ın ve ailesinin sıcak yuvasıdır. Kökö’yü evlat edinmeden önce onu yemeğe davet eden ailenin evinde bulduğu sıcak ortam yetim çocuğun öz teyzesinin evindeki kötü muameleyi bir an olsun unutturur; “Kökö evdeki eşyalara yavaşça baktı. Sonra morali yükseldi de konuşmaya başladı; Şey o zaman annem vardı, pilav, mantı, çüçbara (yemek türü) yapıyordu, çok çok lezzetliydi.” (s. 20) Anılarına giden yetim Kökö, annesinin sıcaklığını bu ailede yeniden duyumsar.
Yazarın “Bozkurt” hikayesi diğer hikayelerden farklı olarak kahramanı dişi bir kurttur. Hikâye Yavrularını korumak ve beslenmek için avlanan bir kurt ile sürüsüne zarar veren kurttan intikam almak isteyen çoban arasındaki mücadele üzerine kurgulanır. Yazar anlatıcı, öyküde mekânın kurt ve yavruları için nasıl dar/kapalı mekâna dönüştüğünü şu şekilde ifade eder; “analarının karnı ardından yaşadıkları in bile kendilerine dar gelen yavrular karanlık çuvalın içinde boğulacak hale geliyorlar, çuvaldan kurtulabilmek için çırpınıyorlar, keskin bir sesle bağrışıyorlardı.”30 Varlık alanları tecavüze uğrayan ve hayatları ellerinden (ç)alınan kurt yavruları, yaradılış gereği özgür olma deneyimini yaşayamazlar. Yaşadıkları in”in darlığından sıkılan ruhları, çuvala kapatılmayla daha da sıkılır. Adler’e göre, “özgürlüktür ki, güçlü insanlar çıkarır bağrından; baskı ise öldürür, yıkıma sürükler insanı”31 ve aynı şekilde kurtların da özgür yaşamları ellerinden alınarak, yıkıma sürüklenirler. Hikâyede açık/geniş mekâna örnek olarak bozkurtun doğum yaptığı ini verilebilir; “aradan günler geçti. Dişi kurdun karnı iyice sarkmaya, memeleri kabarmaya başladı. Hareketleri ağırlaşmış, eskisi gibi koşamaz olmuştu. Son günlerde ise neredeyse hiç çıkmıyordu ininden. Ve güzel bir günde dört sevimli kurt yavruladı”32 Bozkurt, yavrularının doğumuyla kendini huzurlu hisseder ve mekân birden genişler.
Kasımbekov’un “İnsan Olmak İstiyorum” hikayesi ise onun yazar olarak tanınmasından önemli bir etkendir. Hikâyenin başkişi Asıl adlı gençtir. Üniversiteyi okumak için arkadaşı Mıktı ile şehre giden ancak Mıktı’nın da olumsuz etkisiyle sınavı geçemeyerek köyüne dönen Asıl’ın köyünde yaşadıkları ve yaşadığı farkındalık hikâyenin konusunu oluşturur. Başkişi Asılbek’in dönüşünde karşılaştığı ruhsal çalkantılı dönemlerinde mekân, kahramanı sıkan/ saran yapısıyla dar/kapalı mekân özelliği gösterir; “ev içi bana değişik geldi. Duvarları kısa, pencereleri küçücük, içi karanlıktı” (s. 28). Evin içinin “karanlık” olması başkişinin yaşadığı hayal kırıklığıyla paralel bir seyir izler. Sınavı kazanamayan Asıl, yaşadığı başarısızlık karşısında babasıyla yüzleşmekten korkar. Her zaman aynı olan evin içi yaşadığı ruhsal çöküş nedeniyle Asıl’a “değişik” görülür. Onun kendini bulduğu içtenlik mekânları tabiatla baş başa olduğu kendi “ben”iyle yüzleştiği anlardır; “güneşin ılık ışıkları etrafı sarmış yüzüme vuruyor. Bütün dünya merhametin kucağında gibi” (s. 45). Cümlesinde de görüldüğü gibi Asıl’ın kendini bulduğu bu anlar, onun ruhunun derinliklerine inmesinde, kendi iç huzurunu sağlamasında yardımcı olur. Hikâyenin sonunda asıl istediğinin İnsan olmak olduğunun farkına varan Asıl kendilik değerlerini keşfetmiştir.33
Yazarın bu dört hikâye dışında kalan on bir kısa hikayesinde ise mekân algısı değişiklik gösterir. Bu hikayelerin kısa olması sebebiyle tek başlık altında incelenebilir. “Kavganın Başlaması” adlı öyküde bile bile ölüme giden Bilgin Darkan’ın içinde bulunduğu çıkmazda kendini gösterir; “kötü niyetli kağanım ben yanlış yapmadım, sevincim benimle gidiyor, üzüntüm kaldı dünyada” (s. 106) söylemi mekânın cehennemleşen yüzünün görüntüsüdür. “Taşa Yazılan Damga” öyküsünde doğanın acımasız yüzüyle karşılaşan birey, çevresel koşulların yarattığı korkuyu duyumsar. Mekân bu boyutuyla sıkıştırıcı/ kuşatıcı yönüyle görülür; “bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Yağmurluğumdan akan su damlıyordu. Ayakkabımıza su dolup, yürüdükçe ses çıkarıyordu. Yağmurun yağması yetmezmiş gibi dolu da yağmaya başladı. Şimşeğin çakması ürkütücü boyuttaydı.”34 Kuşatılmışlığın korkunun ve tükenişin mekânı olan doğa, öykünün başında açık mekân iken bir anda kapalı mekâna dönüşür.35
Bireyin korkularının, acılarının mekânı olan dar/ kapalı mekânlara örnek olarak, “Keder” öyküsünün başkişisi Üsön’ün eşini kaybettikten sonra cehennemleşen dünyasında, karısına olan özlemle yakarışı gösterilebilir; “güzelim! Üsön ağlayarak resmi göğsüne bastı. Can başka imiş, ben hala yaşıyorum. Hayatımın çiçeği, çocuklarımın annesi beni bırakıp, dönmeyecek yerlere gittin. Kanepeye kendini atıp çocuklar gibi ağladı.”36 Ölümün mekânı her zaman dar/kapalıdır. Mekânın darlaştığı diğer bir öykü de “Anne” öyküsüdür. Gelininin kötü davranışlarıyla hayatı alt üst olan kadın karakter, oğlunun seyirci kalmasıyla yıllardır anılarını depoladığı içtenlik mekânından ayrılmak zorunda kalır; “tamam ben gideyim kavganızın sebebi ben oluyorsam. Tamam, oğlum, hoşça kal. (…) Anne giysilerini almadan çıkıp gitti.”37 Sütüyle büyüttüğü öz evladının duyarsızlığı ve gelininin eziyetleri karşısında yaşlı kadın kendini sokağa atar ve mekân darlaşır.
Bireyin kendisiyle ve çevresiyle uyumlu olduğu içtenlik mekânları olan geniş/açık mekânlar, “Taşa Yazılan Damga” öyküsünde, anlatıcı ben’in hedeflerinin gerçekleştiği zirvedir; “Saat 17:08’i gösterdiğinde Straykov ilk önce zirveye ulaştı. Hepimiz yaşasın diye bağırdık. Beş dakika sonra hepimiz ordaydık. Straykov’un elindeki barometre bulunduğumuz yerin denizden 5000 metre yükseklikte olduğumuzu gösteriyordu.”38 “Mutluluk Veren Bölge” öyküsünde mekânın insanı rahatlatan yönüyle yüzleşir; “böyle bir yolculukta camın yanına oturmaktan başka ne güzellik vardır. Cama yaklaşıp bir aşağıya bakmaktan bir de sınırsız gökyüzüne bakmaktan gözlerin yoruluyor. Cesur Yuriy yirminci yüz yılında yeryüzünün her köşesini gezdi, ancak aslan gibi kocaman Kırgız dağlarının farkına varabildi mi?”39 Kasımbekov’un huzur mekânı, doğup büyüdüğü Kırgız Coğrafyasıdır. Kasımbekov’un kahramanları da bu atmosferden etkilenir.40
Ç. Romanlarında Mekân Algısı
Romanda “mekân, vaka zincirinde ifade edilen hadiselerin sahnesi durumundadır.”41 Olay örgüsünün merkezi konumundaki başkişi ve diğer karakterlerin açımlanmasında kendilerini gerçekleştirmelerinde mekân önemli bir unsurdur. Romanlarda mekân kahramanların sahnesidir. Tölögön Kasımbekov Kırgız tarihi romancılığını başlatan isimdir. İlk tarihi roman Kırılan Kılıç romanı üzerine hala bir roman yazılmış değildir. Onun tarihi romanlarında geçen çevresel mekanlar Kırgızistan’ın işgal edilmiş topraklarıdır. Algısal mekân bağlamında incelenecek mekanlar ise halkın tahrip edilen bellek mekanlarıdır.
Yazar, Kırılan Kılıç romanından itibaren milli tarih bilinciyle eserlerini kurgulayan Kasımbekov, kahramanlarını ve olaylarını gerçek yaşamdan seçerek kendi deyimiyle “yüzyıllarca yaşayan Kırgız adını kılıç ile dağlara yazmıştır.” Kırgız edebiyatının tarihsel romancılığında zirve kabul edilmesi, onun içinden geldiği gibi rahatça yazması ve tarihsel gerçeklere sadık kalmasından dolayıdır. Kasımbekov, nehir roman tarzında dört tarihi roman yazmıştır. Kırılan Kılıç romanından sonra yazdığı Kelkel romanında, kaldığı yerden devam etmiş, olayları ve kahramanları tarih sırasıyla aktarmıştır. Yazarın diğer tarihi romanları olan Kırgın ve Baskın’ın da olaylar devam eder. Rusların Türkistan’a gelişleri, Hokant Hanlığı dönemi taht karışıklığı, Rus göçmenlerin yerleştirilmesi, 1916 Ürkün ayaklanması ve sonuçları, Çar rejiminin yıkılması ve belirsizlik romanın ana hatlarıdır. Kırgız halkının yaşamına odaklanan ve kahramanlarını gerçek hayattan seçen yazar bir tarih kitabı yazıyormuş gibi titiz davranmış arşiv belgelerinden, dönemi yaşayan canlı şahitlerden yararlanarak bir döneme ışık tutmuştur. Kurguyla gerçeği birleştirdiği bu dört romanında mekân tasvirleri ve mekânın bireyler üzerindeki etkisi önemli yer tutar.
Tölögön Kasımbekov’un Kırılan Kılıç romanında geçen mekânlar, reel yaşamdan alınan tarihsel hadiselerin birebir yaşandığı yerlerdir. Romanda en çok görülen ve daha çok ihanetin, ölümün mekânı olan, Han Sarayı ile işgal altındaki şehirler çevresel mekânlardır. Yazar-anlatıcı tarafından kurgunun merkezine alınan çevresel mekânlar şunlardır; “Taşkent, Sarı Özön, Çüy tarafı, Talas, Aksu tarafı, Sar Töbö, İki Su Arası, Buhara tarafı, Evliya Ata şehri, Kurtka, Ketmen, Töbö Kaleleri, Oş, Narın Irmağı, Alabuğa köyü, Kızıl Car, Çüy, Kocon, Mahram, Fergana, Namangan, Andican, Özgön’dür.42 Çevresel mekanlar yazarın diğer tarihi romanlarında da değişmez. Ancak mekân incelemelerinde daha çok algısal mekân üzerinde durulmalıdır.
Kırılan Kılıç romanında mekânlar daha çok özgürlüklerin kısıtlandığı, bireylerin hayatlarının sonlandırıldığı, varlık alanlarına müdahale edildiği olumsuz yönleriyle öne çıkan savaş meydanı, zindan gibi yalıtık mekânlardır. Rusların gelmesiyle hayatları cehenneme dönüşen Kırgızlar için bir zamanlar içtenlik mekânı olan yerler kapalı/dar mekanlara dönüşürler.
Savaş anında ölümü hissederek siperde ölüm kalım savaşı veren askerler için mekân darlaşır; “siperin içi kapkaranlık. Yiğitlerin durduğu yerden başka bir yerde, bir damla bile ışık görünmüyor. Ağaçlar, dul kalmış kadınlar gibi büzülmüş, evler ise, eski mezarlıklar gibi boz renkte gözüküyor.”43 Bireyin ruhsal durumuyla paralel olarak değişen mekân algısı, roman boyunca genelde olumsuz yönüyle işlenir. İşgale, kıyıma uğrayan halk yok olma tehlikesiyle korku ve telaş içinde yaşamaya çalışırlar. Dünyalık zamanlarındaki belirsizlik, onları kaotik bir çıkmaza sürükler; “Hokand’da çıkan kargaşa herkesin dilindeydi. Başkalarının ağzına bakarak kulak kabartıyorlar, uzaktan bir atlının geldiğini görseler, hemen atlarına koşuyorlardı. Korku dağı aşmıştı.”44 Korku dar mekânların en önemli özelliklerindendir. Hokand sarayı da bireyler üzerinde yarattığı korkuyla mekânın cehennemleştiği bir alana dönüşür.
Romanın en dramatik sahnelerinden olan Kıpçakların kıyımı, dar mekânlara örnektir. Ölümün acımasız yüzüyle karşılaşan halk, varlıklarını sonlandırmakla görevli cellâtlardan kaçacak yer ararlar. Romanın kart karakterlerinden Hudayar Han’ın yaptığı kıyım inanılmaz boyuta ulaşır. Sadece Kıpçak oldukları için Hudayar Han’ın emriyle boğazlanan insanlar kıyımdan kaçacak yer ararlar; “tam o günlerde Hokand, Taşkent şehirleri kan kokuyordu. Arklardan kanla karışık sular akıyordu. Hu-dayar Han’ın adamları, sokaklarda grup grup, aç kurt gibi dolaşıyor, Kıpçak birine rastlarlarsa, hemen oracıkta kılıçla öldürüyorlardı. Öldürdüklerinin hepsi de kendi halinde, kendi işinde gücünde olan insanlardı.”45 İnsanın ne kadar acımasız olabileceğini bu satırlarda görmek mümkündür.
Rus işgali ile başlayan yok oluş/a giden süreç, kaosun başlangıcıdır. Roman boyunca birbiriyle ve Ruslarla savaşan Kırgızlar, birlik olamadıkları için halka da ağır bedeller ödetirler. Kadın, çocuk demeden öldüren Ruslar, köyleri yakıp yıkarak, insanlara ağır bedeller ödetirler;
Otlarla üzerleri örtülmüş evler yanmaya devam ederken çatılar birer birer çökmeye başladı. Ağlayışlar, çığlıklar, dumanlara karışarak gökyüzüne yükseliyordu. Bir müddet sonra da çığlıkların yerini yanık et kokuları aldı. Hiçbir şeyden habersiz, uzak bir dağ köşesinde kendi kaderleriyle baş başa, zavallı bir şekilde yaşayan kışlağın insanları kapatıldıkları ağıllarda diri diri ateşe verilmişlerdi. Kısa sürede etrafı kesif bir yanık et kokusu kaplamıştı.46
Mekânın insan psikolojisi üzerindeki olumsuz yönüne örnek olabilecek yukarıdaki cümleler, Kırgız halkının yaşadığı acı dolu yılların özeti gibidir. Kendi topraklarına yabancılaştırılan, açlık ve sefalet dolu günler geçiren halk özgürlükleriyle beraber yaşamlarını da kaybederler. Kanlı iktidar mücadelesi ve Rus işgalinden kaçmak için sığındıkları evleri mezarları olur.47 Kırılan Kılıç romanı acının, gözyaşının, kuşatılmanın, ölümün anlatıldığı bir roman olduğu için romanda açık/geniş mekânlara fazla yer verilmez.
Kasımbekov’un nehir romanlarının ikincisi Baskın romanı Rusların Türkistan topraklarını işgalinin devamı niteliğindedir. Bu romanın da başkişisi Kırgız halk kahramanı Şabdan’dır. Baskın romanında Ruslar tarafından işgal edilen topraklarda varlık alanlarına müdahale edilen tüm insanların içinde bulunduğu kaotik alanlardır. Rus işgaline ve katliamına şahit olan başkişi, gördükleri karşısında çaresizce etrafı süzer; “gördüğü katliam karşısında, henüz yüreği katılaşmamış delikanlının gözünden yaş geldi. Ta karşıdaki dağın çevresinde toplanan ve gittikçe çoğalan ak bulutları rengârenk görmeye başladı. Bulutlar sanki matem içinde, gölün üzerine doğru dalga dalga yayılıyormuş gibi geldi ona.”48 Yaşadığı coğrafyada gerçekleşen yıkım ve felaket Şabdan’ın psikolojisini derinden sarsar. Şabdan, gördükleri karşısında ruhsal olarak çöküntü içinde kalır, ruhuna bir zamanlar huzur veren topraklar darlaşır, labirentleşir.
Baskın romandaki dar mekâna bir başka örnek olarak Hapishane verilebilir. Bireyin sıkışıp kaldığı hapishane hücresi roman kahramanları için kaosun son evresi konumundadır; “Akbalban’ın yüzü solmuş ve şişmiş gibiydi öncekinden daha da beter olmuş, dudakları rengini kaybetmişti. Belli ki hapishanenin soğuğu kemiklerine kadar işlemişti. Buna rağmen toplanan kalabalığa gülümseyerek bakıyordu.”49 Akbalban’ın Hapishane gibi dar labirent bir mekâna kapatılması onda diğer mahkumlar gibi derin bir travmaya yol açar. Baskın romanında açık/geniş mekanlara örnek olarak ise roman kahramanı Şabdan’ın aşk algısıyla gerçekleşir. Şabdan, dinlenmeye çekildiği evde kendisine hizmet eden kıza âşık olur. Alarça’nın büyülü atmosferiyle bir kahramandan romantik bir âşığa dönüşür; “şimdi kuşlar gibi özgürdü burada. Onun bütün sırlarını öğrenmek, gizemli dünyasına girebilmek için onu bol bol konuşturuyordu Şabdan.”50 Halkı gibi kafese kapatıldığını hisseden Şabdan, âşık olduğu güzelin yanında “kuş gibi özgür” olduğunu duyumsar.
Kasımbekov nehir roman serisinin üçüncüsü olan Kırgın romanında 1916 yılında yaşanan büyük felaket olarak da bilinen yüzbinlerce Kırgız Türkünün hayatını kaybettiği ürkün isyanı üzerinde durur. Rusların Türkistan’ı istilası sonrası halka yaptıkları zulüm dayanılmaz bir hal alır. İnsanlar topraklarını terk etmek zorunda kalırlar. Kırgız Türklerinin yaşadıkları içtenlik mekânı dar mekâna dönüşür; “dört taraftan giren atlılar her yeri kuşattılar. Yağmur gibi yağan mermilerden kaçamadı insanlar. Her yer kıpkırmızı kanla doluydu”51 Savaşın getirdiği yıkımla mekân, içten ve dıştan insanlığı kuşatan bir cehenneme dönüşür.
Sadece Kırgız değil, dünya tarihinin karanlık bir sayfası olan 1916 Ürkün olayının anlatıldığı sahneler mekânın darlaştığı, labirentleştiği anlardır. Büyük bir “kırgın”a yol açan Kırgız halkının özgürlükleri için ayaklanmaları, geri dönüşü olmayan yitime neden olur. Romanda karakterlerinden genç Tegimbay’ın gözünden Kasımbekov kıyımı şu şekilde anlatır;
Tegimbay (…) kimsenin kimseyi duymadığı, birbirlerine bakmadığı panik sırasında dedesini kaybetmişti. Geniş avlunun içinde de dışında da birbirlerinin üzerine yığılıp kalan, birinin gözlerini açıp gökyüzüne baka kalan, bu kadar ölü insan üzerinden basacak yer zor bulup, çaresizce üzerlerinden atlamışlardı. Bu kadar ceset arasında dedesi yoktu. Nereye gitti o zaman!52
İstilanın hüküm sürdüğü öz vatanına yabancılaşan Tegimbay, dedesini bulmayı ister ancak bulamaz. Tegimbay gibi binlerce insan eşinden, dostundan kopar. Büyük bir kayıp yaşayan halk için mekân labirentleşir; “giderken halkın sayısı 138 idi, ertesi gün saat 10:00 gibi Bişkek’e sadece 35’i ulaştı.”53 Bu sayısal veriler halkın nasıl bir kırgına maruz kaldığının göstergesidir.54
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.