Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Sovyet Öykü Seçkisi», sayfa 3

Anonim
Yazı tipi:

Ellerindeki zıpkınlar parladı ve oraya buraya çarptıkça tık tık diye ses çıkartıyordu. Siyah varlıklar sıkışıklığın arttığı kısma doğru gittiler ve tek bir kütüğe dokunmadan uğuldamakta olan yığının diğer tarafından kayboldular.

Yine çığlıklar duyuldu kocaman, var sesiyle:

“Tu-t-t!”

“Yakaladı-m-m!”

“Kenara indir!”

“Uzaktaki kütüğün üzerine, biliyorum!”

“Kır!”

“İn-di-i-r!”

Sağır edici bir çatırtı başladı. Kütükler şelalelerin derinliğine doğru yöneldiler, takla atarak süründüler. Su tanelerinden oluşan ve gökyüzüne kadar uzanan mavi direk, yığının altında parlıyor gibiydi. Beyaz köpüğün arasında, uçurumun derinliğinde taş örgüler duruyordu.

Artık sırılsıklam olan iki siyah varlık, vücutlarına yapışan gömlekleriyle su altı dünyasına ait canlılar gibi kütüklerin üzerinden, arasından geçtiler… Suyun var gücüyle attığı kütüklerin biri taşın üzerine doğru uçuyordu. Siyah varlıklardan biri, kütüğün üzerinde durarak kendine çarpmasına izin vermedi. Köpüklerin ve damlaların arasında parladı ve öncesinde keskin kayalıklara çarpınca yarılan ve dağılan diğer kütüğü yıldırım hızıyla yakaladı.

Siyah varlıklar damlaların arasında, gürültü, gıcırtı ve çatırtı cehenneminde susarak koşuşturuyorlardı. Kıyılardaki her girintiyi, her koyu biliyorlardı ve kütükler, her ittiklerinde bu koylara takılıyordu. Bıraktıkları kütükler taştan nehir yatağı tarafından taşınıyordu. Sırılsıklam olan siyah varlıklar ise dar girintinin kenarında bulunan duvarın üzerine oturarak birer sigara yaktılar.

“Nehir bizi yıkadı, Mikişka kardeş”.

“Sigara da bizi ayılttı, biraz daha tüttürelim bari.”

Ateşin kenarında uyuyan insanlar hışırtı, şakırtı ve gürültüden uyandılar, yerlerinden sıçrayıp, sordular:

“Kimdir o?”

“Tomruk sıkışıklığı mı?”

“Sıkışıklık!”

“Bak, görüyor musun, hamamın önündeki nöbetçi kaçtı!”

“Bu Sısovluların hileli güçleri var!”

“Evet… Artık aylaklar, çantalarınızı alın. Birazdan çağlarca taşacak!”

“Şeytanlar, gece gece rahat uyutmadınız!”

“Tıkanıklık hızla çözüldü. Köprüler bozuldu. İşçi başları yiyecek deposunu çağlarca alıp götürmesin, ormanın içine çekmesin diye güvenli bir yere koydular.

Nehrin diğer kenarından, ay ışığında gri- yeşil kıyı boyunca kirden kararmış insanlar koşturup duruyor, sesleri nehir boyunca yayılıyordu.

“Sal-lar!… Hey! Sal-la-a-r!”

“Lar-lar-lar!… l-a…”

“Lar-lar-lar”, diye yankı nehir boyunca duyuldu.

Tomruk sıkışıklığının yanındaki kamptan kinayeli sesler geliyordu:

“Delikanlı-lar-r, siz daha gezi-n-n!”

“Kadın geti-ri-n-n!”

“Durdurun!”

“N-n-n…”

“Sal-la-rı!”

Kimse tarafından korunmayan aynı hamamda rafın üzerinde, çıranın sisli ışığında iki çıplak varlık, Mikişka ve Hariton oturuyordu. Hamam sıcaktı, giysileri ocağın üzerindeki sırada kuruyordu.

Mikişka balalayka tıngırdatıyor, elleri balalaykaya kötü bir şekilde eşlik ediyor ve tellere halsizce değiyordu. Haritanko uykulu ve yarı sarhoş sesle şarkı söylemeye başladı:

 
Bahçede ihtiyar kadını patakladılar da mı
Genç kız kaçtı-ı?
 
1923

MİHAİL MİHAYLOVİÇ PRİŞVİN

(1873-1954)

Mihail Mihayloviç Prişvin 4 Şubat 1873 tarihinde Lev Tolstoy, İvan Turgenyev gibi ünlü Rus yazarlarının doğduğu Oryol bölgesine bağlı Kruşçevo köyünde tüccar bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelir. Burada gimnayzumda öğrenim görürken öğretmeni ünlü Rus filozof Vasili Vasilyeviç Rozanov’a saygısızlık yaptığı gerekçesiyle okuldan atılır ve bundan on yıl sonra Riga’da bulunan Politeknik Üniversitesi’nde öğrenimine devam eder. Öğrencilik yıllarında Marksist felsefeden etkilenir. 1900-1902 yılları arasında Leipzig Üniversitesi’nde ziraat eğitimi alır. 1905 Şubatındaki ilk devrimi pek çok yazar gibi olumlu karşılayan Prişvin 1906 yılında Petersburg’a dönerek ilk yazarlık faaliyetlerine başlar. İlk öyküsü olan Saşok (Сашок) 1906 yılında yayımlanır. Rusya’nın kuzeyine yaptığı yolculuklarda etnografya ve folklora ilgi duyar. 1907 yılında Korkusuz Kuşlar Ülkesinde (В краю непуганых птиц) adlı seyahat notlarından oluşan ilk deneme derlemesi kitabı yayımlanır. Bu yıllarda Petersburg’da ünlü edebiyatçılar Aleksandr Aleksandroviç Blok Dmitriy Sergeyeviç Merejkovski ve Aleksey Mihayloviç Remizov ile tanışır. I. Dünya Savaşı yıllarında savaş muhabirliği yapan yazarın yazıları Ekim Devrimi’ne kadar farklı gazetelerde yayımlanır. Avcılıkla ilgilenen, tarım konusunda bilgili olan ve doğayı iyi tanıyan Prişvin, Rus doğasını ve insanını araştırma merakını yaşamı boyunca sürdürmüş, bu konuda kaleme aldığı pek çok eser ile ‘Rus Doğasının Ozanı’ olarak Rus edebiyatındaki yerini almıştır.

KUTUP BALI

Orçun ALPAY21

I

Şu sıralar en sevdiğim şey ara ara eskilerden birilerini hatırlayıp o kişiyi, onunla ilgili anıları bugüne taşımak. İşte o an, tıpkı televizyon ekranındaki gibi net bir görüntü sunan küçük saydam bir bardakta görmeyi arzuladığım o kişi belirir. Ekranda yakaladığın bu çok ilginç avı vurmana, kovalamana gerek yoktur, av eti bir işine yaramaz; biz hayat avcıları için ise yaşamın bu dakikasında kendi geçmişimizi yansıtmak öğretici olacaktır.

Yaşlıların pek çoğunun, özellikle de yaşlı kadınların çorap örerken böylesi bir av ile uğraştıklarını düşünüyorum. Kendi dadımdan biliyorum bunu, küçükken ona dikkatlice bakar ve “Dadı, nereye daldın gittin böyle?” diye sorardım. O da kendine gelir, örme işini bırakır, şişi yumağa saplayarak aceleyle “Geldim, geldim yavrucuğum,” derdi. Onu daldığı rüyadan uyandırdığıma üzülür, sonra da bunu telafi etmek için ona “Dadı, sen güzel güzel yaşamana bak, kötü şeyleri hiç aklına getirme. Ben büyüdüğümde, ayaklarımın üzerinde durmaya başladığımda hep senin yanında olacağım,” derdim. Ve köydeki yaşlı mujiklerin nasıl konuştuklarını hatırlayıp ona “Canım dadım, kendi ayaklarımın üzerinde durunca, sana ölene kadar ben bakacağım; ömrün boyunca seni kendi ellerimle besleyip, sana şarkılar söyleyeceğim,” derdim. Bunu söylediğim an dadım, tüm yaşanmış ve yaşanmamışlıklarıyla birlikte bana döner ve onca yaşına rağmen onu seven birisi olmasına sevinerek beni kucaklar, öper, mutluluktan ağlardı.

Bugün yaşlı insanların bizim gençken onları düşündüğümüz kadar kötü yaşamadıklarına inanıyorum. Uzun yıllar sonucunda edinilmiş tecrübelerin hafızada geçmişi canlandırması ve her bir parçanın kendi yerini bulması ne güzel.

Şimdi hatırlıyorum da 19. yüzyılın çocukları olan bizler Nil nehrinin ne kadar verimli olduğunu nasıl da kazımışız zihnimize. “Nil nehri neden verimlidir?” diye sormuştu öğretmenimiz. “Çünkü çamuru verimlidir,” diye cevap vermiştik biz de. Şimdi düşünüyorum da bizim Oka22 bile verimlilik anlamında Mısır’daki Nil nehrini aratmazmış. Baharda kapı önüne çıktığında her şeyin değiştiğini fark edersin. Ormanın, nehrin ve köyün nerede olduğunu unutturur insana. Oka nehri denize, köy ise onun adasına dönüşür ve her evin önünde arıları bu denizin üzerinden uzakta görünmeyen ormana götürmek için tahtadan bir kayık bağlanmıştır. Su, yatağından dökülmeye başladığında bizim kara toprağın verimli çamuru yıpranmış çimlerin üzerine çıkar ve geniş bir alanı kaplayan tüm bu çayırlar siyah kadifemsi bir görüntüye bürünür.

Hiçbirimiz coğrafya dersinde siyah kadife renkli çayırlık ile ilgili bir şey duymamıştık, ama o zaman çocuk halimizle gözlerimizle ve tüm ruhumuzla siyah kadifemsi çayırlıkta verimli toprağın çamurunu görmüştük ve bunun Nil nehrini verimli yapan çamurun ta kendisi olduğu hiç de aklımıza gelmemişti. Nil nehrinin verimliliği ile ilgili öğretmenimize verdiğimiz yanıtlar hem olumlu hem de olumsuz olarak değerlendirildi; ne var ki biz verimli toprağın ne demek olduğunu bilmiyorduk.

Su, çamurlu nehre doğru aktıkça toprağın altına doğru gider, yağmurlar çamurun kadifemsi katmanını aşağıya doğru çökeltir, yeşil otlar yavaş yavaş doğal gübreyle örtülür, ıhlamur ve meşe ormanlarından oluşan Oka’nın ardındaki çayırlıkta arılar uçar. İşte bu çıplak ilkbaharın gelişiyle drenaj kanalında bir sürü söğüt ağacı boy verir. Bu, dolgun ve sarı taneleri olan hoş kokulu çiçeklerin çıplak dallarını yeni yeni süsleyen nisan gelinidir. Bunun gibi binlerce küçük ağaç su kanalında hayat bulur ve her ağaca yetecek kadar misafir vardır. Arılar, yaban arıları, kelebekler uçuşur ve hepsi aynı anda ses çıkardığında kelebeklerin sessizliğine şaşarsın. Arıların vızıltısından önce kelebekler masum nisan gelinine şefkatle dokunur ve “Söz gümüşse sükût altındır” sözü nihayet tam anlamıyla karşılığını bulur. Güneş, gökyüzü, çiçekler, arılar sabahtan akşama kadar birlikte çalışır ve her geçen gün daha çok bal toplarlar kovana. Bizim Oka’nın çocuklarımızın yüreğine kazınması için şairlerimizin Oka’nın ardındaki kadifemsi çayırlığı çoktan meşhur etmiş olmaları gerekirdi. Bundan sonra zaten bizimkiler hiç verimli toprak görmedikleri için Oka’nın namı Mısır’daki Nil nehrinin namını otomatik olarak geçerdi.

Ne arıcılar vardır ama Oka’da! Hele bizim zamanımızda bir komşumuz vardı İvan Ustinıç diye. Çalıların arasından onu gizlice izler, kafamı çevirmekten, dalları hışırdatmaktan ve arıların dikkatini üzerime çekmekten korkardım. Yüzünü arılardan korumak için hiçbir zaman maske takmazdı. Ha, bu arada size nasıl bir yüzü olduğundan bahsedeyim. Yüzü ak sakalla örtülmüş koyu kırmızı renkli iri bir elmaya benziyordu. Maske takmamasına karşın arılardan korunmak için sürekli olarak duman verirdi. Kadınların yüksek bel etekleriyle adeta uçarak geldikleri ve herkesin “Arılar oğul veriyor!” ya da “Ustinıç ganimet gibi arı topluyor!” diye müjde verdikleri bazı özel günler de oluyordu. Bir keresinde çalıların arasından o gri renkli arı bulutunun yükselişini ve o bulutun arasında elinde büyük, ıslak ve akağaçtan yapılma bir süpürgeyle korunmasız ve dimdik duran Ustinıç’ı görme şansı bulmuştum. Ellerini ve yanaklarını sokmasınlar diye binlerce canlıdan oluşan bu sürünün kaderini kendi lehine çevirmek için fırsat kollarcasına hiç dikkat çekmiyordu. Uygun zamanı kolluyor ve ondan sonra sert bir şekilde bu gri bulutun üzerine doğru süpürgeyi sallıyor, onu su dolu fıçıya daldırıyor, süpürgeye biraz daha yağmur suyu ekliyor, tekrar tekrar ekliyor ve sonra arılar çökmeye başlıyor ve çit bitkilerinin içinde kara bir yumak haline dönüşüyorlardı.

Henüz çocuk yaşımla bile yaptığım, insanları anlayıp sınıflandırmaya başladığım o günden bu yana böyle bir usta görmemiştim. Birilerinin kendi için yaşadığını, diğerlerinin ise herkese hizmet ettiğini ve bu çalışmaya hizmet dendiğini anladığımda diyebilirim ki tüm çalışanlar ve patronlar içinde bence gerçek anlamda bir tek İvan Ustinıç hizmet etmiştir.

Geçmişin derinliklerinde kalmış çocukluk dönemimin üzerinden 70 yıl geçmiş! Buna rağmen, yanımızdaki safkan Oryol tırıs atlarının üretildiği harada muhteşem bir kısrağın doğduğunu çok iyi hatırlıyorum ancak birkaç gün sonra kısrağın doğuştan kör olduğu anlaşılmıştı. İvan Ustinıç kısrağı kendine aldı, dışarı çıktı ve ona Kör Kısrak demek yerine nezaketen olması gerektiği gibi Zina adını verdi. Ve kısa zamanda bu kısrağın ona çok faydası dokundu. Her şeyden önce Ustinıç’e harika yavru atlar verdi; dahası belki de, özellikle bu Zina sayesinde gezici arıcılık fikri aklına geldi. Bu fikrin ondan mı yoksa bir bilgeden mi çıktığını ya da bir yerden mi aldığını söylemek zor. Keza İvan Ustinıç’in bereketli kadifemsi çayırlığın ilerisinde bir yerlere neden gittiğini anlamak da zordu. Her şeyden önce orada, daha güzel yerler vardı ve arıları uzak bir uçuşa zorlamaktansa kendisi oraya gitmeyi yeğlemişti. Yoksa orada da başka çayırlar vardı, karabuğday baş vermeye başladığında arıları karabuğdaya doğru getirmek gerekirdi. Göçe hazırlanırken İvan Ustinıç, arılar serbest alanda beslenebilsin diye kovanı aşağıdan yukarı doğru koydu. Arıların gürültüye ve her türlü rahatsızlığa karşı bir yumak halinde toplanma hareketini sürülerimizin hareketlerinden, ineklerin kurt karşısında birbirilerine sokulmasından, hatta kendimizden; “tek kişilik ölüm trajik değildir” sözünden biliriz. İşte Zina da öyle yeri doldurulmaz bir yardımcıydı. Kör at, arılar sarsılmasın diye fevkalade dikkatli bir şekilde adım atardı. Geceleri açık kovanla gider, gündüzleri ise uygun yerlerde durur ve arılar hemen yakınlarındaki çiçeklerden kovana bal taşırlardı.

Vay canına… Bundan tam 70 yıl önce, henüz ömrümüzün ilk yılları, 19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başı! İvan Ustinıç’in o zamanlar gezici arıcılığı bilip bilmediğini ya da yeni mi keşfettiğini tam olarak bilmiyorum, ancak diğer komşumuz bu keşfi Amerika’nın keşfi gibi gördü ve ona kendi adını vererek yaygınlaştırdı. Bunu tam olarak anlatamayacağım, zaten söylemek istediğim de bu değil. Bana öyle geliyor ki arılarla olan birlikteliğimiz insanların karakterlerine yansıyor. Arılar, kendini öne atmamayı, keskin hareketlerde bulunmamayı ve iş yaparken fiziksel değil dikkat gücünü kullanmayı öğretiyor insanlara. İşte bu yüzden İvan Ustinıç bu yeni arıcılık yöntemini keşfederken işin etiket kısmıyla ilgilenmiyor: Keşfe kimin adının verileceğini önemsemiyor, zaten yaptığı keşifle bir numaraya yerleşti ve yerinde sağlam bir şekilde duruyor.

II

Yıllanmış memleketime şimdi televizyon ekranından seyreder gibi bakıyorum da onu her zaman sevmişim ancak hep bir şeyler eksik kalmış sevgimde. Onunla gurur duymadığım gibi, birisi başka birine memleketimin iyi olduğunu söylediğinde buna pek de inanmamışım. Daha yeni, daha iyi bir memleket için kuzeyde dolanıp durup halk masalları yazmadım mı? Ne var ki ne masallar ne de kuzeyin doğasının muazzam olayları işe yaradı. Bu hikâyenin ve mucizevi doğanın kalbindeki elbette bir insandı ve gece yarısı güneşi ve kuzey parıltıları ışığında memleketimdekinden daha perişan bir insan çıktığını gördüm. Bizde hiç yoktan bülbüller öter; elmalar çiçek açardı; orada ise bal toplayan arı bile yoktu.

Memleketimi bütünüyle keşfettiğim bugün, kuzeyde bize özgü bir şeyler bulduğumu anladım. Yoksa neden neredeyse her gün keşfettiğim onca şeyler arasından özellikle kuzey balına bu denli takılıp balın hangi güzel insanlar tarafından nasıl üretildiğini herkese anlatmak isteyeyim?

Şimdi masamın üzerinde lambaların altındaki kristal vazoda insanoğlunun uzun zamandır bildiği, ilk arının bir yerde çiçek bulduğu andan bugüne doğada var olan bu tatlı, hoş kokulu, şifalı maddenin yansımaları dans ediyor. Ancak doğada bilinen ve ulaşılabilir olan bu madde bize arıların hiç bulunmadığı bir yerden gelmiş ve tundra çiçeklerinin özünde bolca bulunan bu bal, arı olmadan insana ulaşamaz. İşte masada parıldayan bu balın yalnızca arılar tarafından yapılmadığını, dahası, özellikle Oka çayırlarının Ruslara özgü arı türünü oluşturmuş insanların çabasıyla Kuzey Kutup Dairesi’nde, daha kuzeyde olan Peçenga’daki Barents denizinin ötesinde, neredeyse eksi 17 derecede, Murmansk’ta, Monçeregorski’nin aşağılarında Hibinı dağları etrafında yapılan çalışmalar sayesinde var olduğunu kesin olarak söyleyebiliriz.

Tat, koku ve renk ile ilgili şeyler hakkında kesin konuşmak zordur. Zevkler ve renkler tartışılmaz. Hele hiç kimsenin tadını bilmediği, henüz keşfedilmemiş bir bal hakkında konuşmak iyice zordur. Aynı zamanda hiç bilinmeyen, hiç kimsenin tek kelime etmediği bir şey hakkında ilk sözü etmek de ayrı bir şey. Bana göre kutup balı bizim balımızdan çok daha lezzetli. Güney ve kuzey balı arasındaki fark, Kuzey ve Güney yarımküre arasındaki ışık farklılığından kaynaklanıyor. Ressamların güneyde ton dedikleri şey kuzeyde onun üzerinde farklı tona açılır ve bu yüzden ışığı daha hoş ve narindir. Gölgelerin, bulutların, suların, dağların dışında, kuzeyi çevreleyen her şey daha hoş ve narin, tabii olandan daha çok insana dayalıdır. Kuzeyde insan emeğiyle de olsa elde edeceğin mutluluk, güneyin tabiatının sana hâlihazırda sunacağı mutluluktan daha fazladır. İşte bu yüzden kutup tundralarından elde edilen bu bal, keşfedilmemiş bir şeyi ortaya çıkarmak ile ilgili olması açısından daha çok ilgimi çekiyor.

III

Bugünlerde kutup tundrasındaki çiçeklerde saklı olan milyonlarca kilo bal keşfedildi ve artık her kuzey insanının kendine özgü, eşsiz bir lezzeti olan kuzey balını sofrasına taşıyabileceği kesin olarak söylenebilir. Ülkemizdeki pek çok güncel keşif arasında bu buluş hâlâ tam anlamıyla fark edilmiş değil ve hiç kimse Kutup Dairesi ötesindeki bu yeni bal ülkesinin Kristof Kolomb’unun kim olduğunu söyleyemez. Masum toprakların yok edilmesine ve yağmalanmasına yol açan şu Amerika’nın keşfinden itibaren dünyada pek keşif olmamıştır. Her yaratıcı emek mutlaka bir buluşla sonlandırılmalıdır. Ancak emekçinin adını yabana atmamak, ona sahip çıkmak lazım, buluşu açıklayan sanatçının yaptığı işe de aynı şekilde sahip çıkmak, bir de bu isimleri keşfedenleri de unutmamak gerek, ancak bal için hangi kuzey insanına daha çok minnet borçluyuz bilmiyorum. 1934 yılında G. B. Ankinoviç ve V. Naumoviç ile birlikte Kutup ötesinde arıları 15 günlüğüne göçe götüren tarım uzmanı V. N. Demidenko’ya mı yoksa “Endüstri” sovhozunun23 başkanı S. M. Lozis’e mi, Moskova’daki orman koruyucularına mı yoksa Murmansk’taki Bölge Yürütme Komitesi ve Bölge Komitesindeki gönüllülere mi? Bu bağlamda arı yetiştirme enstitüsünde çalışanlar arasında biyolog doktor G. A. Avetisyan’ı da anmamak olmaz. Avetisyan, güneşli bir ülkede, Alagöz Dağları manzarası eşliğinde büyümüştür. Ağrı Dağı’na komşu olan pek kadim bir kültürde doğup büyümek ve yaşamak çok güzel olsa gerek! Ne var ki bizim arı yetiştirme sevdalısı mutluluğunu kutup ötesinde, akağacın 50 yılda sadece 20 santim büyüdüğü tundrada bulmuş.

Doktor Avetisyan “Bunda şaşılacak ne var? Kuzey ve güney iklimlerinin enlemi olduğu gibi yüksekliği de var,” dedi bana. Muhtemelen Alagöz Dağı’nın belirli bir yüksekliğinde o 20 santim boyundaki aynı akağacı bulabilirsiniz. Konuşmamızdan şöyle bir fikir ortaya çıkıyor: İnsan, yeryüzünde nereye giderse gitsin, ister enine ister boyuna dağlarda dolaşmış olsun, önemli değil. Önemli olan karmaşık memleket duygusunun içine bilinmeyen, eşsiz ve yeni olanın itici kuvvetinin girmesidir.

1949 yılı yazında Doktor Avetisyan Kuzey Kutup Bölgesi’ne gitmiş ve birkaç arı türü ile birlikte deneyler yaptıktan sonra Murmansklıların vatanseverlik duygularını fazlasıyla ateşlemeyi başarmıştır. Hepsi Kuzey Kutup Bölgesi nektarını çözme işine o kadar kendini kaptırmıştır ki kutup balının üretilebileceği geniş bölgeleri keşfederken bilimsel fikre mi yoksa yerel girişimcilerin vatanseverliğine mi ihtiyaç duyulduğu bugün artık anlaşılamamaktadır. Ancak ben kutup balının keşfini birkaç temel isim de olsa, insandan insana oradan da kutup balına uzanan, belirli kişilerin çabalarıyla oluşan bir zincir olarak tanımlamak isterim. Kendi adıma bu gerçekçi öyküde keşif konusuna o kadar çok girmek istedim ki bu başlı başına yeterli bir malzemeydi ve bu sebeple başka bir şey uydurmama gerek kalmadı.

Hep şöyle derim: “Eğer yazar hayatın kendisine tamamen yakın durup kendisini eşsiz doğuşun tanığı yapabilseydi, yazarın tüm uydurmaları gülünç ve gereksiz olurdu”. İşte bu yüzden ben okuyucuyla saklambaç oynamak istemiyorum ve sonucu en başta veriyorum: Bal bulundu. Bu benzersiz keşfin bir tanığı olarak bu balın nasıl keşfedildiğini ve bu konuda kimleri minnetle yâd etmemiz gerektiğini söylemek benim görevim.

IV

Doktor “Kuzey Kutup Bölgesi’ndeki güneş boşuna 24 saat boyunca parlamıyor ve boşuna bu saatlerde yapmıyor yeşil bitkiler doğal görevlerini: Kuzeydeki çiçeklerin nektarı güneydekinden daha fazla olur ve yaz ortasında (Kuzey yazı) çiçekler güneydeki uzun yazdan daha çok bal verebilir,” dedi. İşte bu doğru! Ancak akağacın 10 Temmuzdan itibaren çiçek açtığını ve Temmuz sonunda yapraklarının sarardığını çok iyi bilen sıradan bir yerliye bunu nasıl inandırabilirsin? Arılar yalnızca Temmuz ortasında bal toplamaya başlıyor ve Ağustos başında bitiriyorsa bu doğru sözlere nasıl inanılır?

Yerli insan oldukça uzun bir süre tek başına ormanla, suyla ve taşla mücadele etmiş, hem orman hem su hem de taş artık sahibinin eline geçmiştir, ancak bu sahip el her şeye rağmen söylenenlere inanacak ve deneylere büyük paralar dökecek kadar iyi biliyor nesnelerin değerini. Mesele bal denilen maddenin kendisinde değil, kutup gecelerinde ve gündüzlerinde çalışmalarımızın balla taçlandırılması, burada başka insanlar kadar yaşayabilmemiz ve bir şeyler elde edebilmemizdir.

Doktor “Doğayı dönüştürme düşüncesi gece yarısı güneşinin ışığında daha görünür hale gelir. Kutup gecesinde elektrik ışığı daha parlak yanar,” dedi. “Çok haklısın Doktor! Hemfikir olmamak elde değil. Ağzından bal damlıyor. Haydi, bal ver.” Doktor, “Sonbahara doğru bal alırsınız!” diye cevap verdi.

Ve işte başladı! Kolski yarımadasındaki en büyük sovhoz olan “Endüstri”de ilk Kuzey Kutup Bölgesi araştırması olan beş arı kolonisi ortaya çıkarıldı. Bu gezi Sovyetler Birliği Bilim Akademisi Morfoloji Enstitüsü ve Doğayı Koruma Derneği tarafından düzenlendi. Bu ekibe Timiryazevski Akademisi’nden iki kovan çalışanı olan G. B. Ankinoviç, A. A. Lyubimov ve öğretmen S. N. Holuyev dâhil oldu.

Kuzey Kutup Bölgesi’ndekiler “Endüstri” adlı sovhozda kardeşçe çalıştılar ve Hibinı Dağları kendine özgü bronz rengini aldığında gezi araştırmasını yürüten Doktor Avetisyan ilk kutup balı peteğini çıkardı ve üst yönetime danışmak üzere Murmansk’a gitti. Murmansklıların, kendilerine has o kutup balını yedikten sonra yüzlerinin nasıl bir hal aldığını tahmin edebilirsiniz! Ve hangi öykü bizim arı deneyimleri ile geçen ilkyazın bittiğini anlatan gerçekçi öykümüz kadar büyüleyici sonlanabilir? 3 Eylül 1949’da Murmansk Bölge Yürütme Komitesi ve Bölge Komitesi tarafından üretim tecrübesini yaygınlaştırmak adına 1950 yılında Murmansk civarındaki Hibinı’da Monçegorsk’ta ve Peçenga’da arılık24 kurulması ile ilgili bir karar alındı.

Görgü tanıklarına göre bu kararın yarattığı sevinç Murmansk’ta bayram havasında kutlanmıştı. Geniş kloşları olan pantolonlarıyla gençler, Kuzey Buz Denizi’nin seralarında yetişen hercai menekşeleri taşıyan kızların ellerinden tutuyorlardı.

V

Yüz adet arı kolonisi satın alınıp onları Kuzey Kutup Bölgesi’ndeki arılığa götürme kararının üzerinden çok geçmeden, en iyi hangi bölgeden arı alınması gerektiği sorusu gündeme geldi. Soruya farklı açıdan yaklaşanlar oldu ve arıların soğuğa dayanıklı olmaları noktasında herkes hemfikir olunca, arıları Kafkaslar’a, Ukrayna’ya ve tüm güney bölgelerine götürme fikrinden vazgeçildi. O zaman Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti Tarım Bakanlığı Arıcılık İdaresi, arıları Moskova bölgesinden almayı teklif etti. Kısa bir tereddütten sonra herkes arıların çocukluğumun yerel arıcısı Ustinıç’ın ünlü kör atı Zina ile gezici arıcılık yaptığı Oka’nın ardındaki kadifemsi çayırlıktan getirilmesi fikri üzerinde birleşti. Kutup balının keşfi esnasında yaşananların benim kişisel yaşamımla kesişmesi oldukça ilginçti. Kendimi yepyeni ve eşsiz bir varlığın manevi babası olarak hissettim ve eğer size tüm bu yenilikleri, bu balın o güzel insanların elinden nasıl çıktığını anlatırsam, samimi söylüyorum bu öykünün diğer öykülerden altta kalır bir yanı olmayan, tamamen gizemli bir öykü olacağını düşünüyorum.

Oka’dan Kuzey Kutup Bölgesi’ne yüz arı kolonisini taşıma fikri İvan Ustinıç’ın gezici arıcılığından hiç farklı değildir. Tek bir fark vardır; o da bu bölgede çok fazla arı olduğundan nakliye işi kör bir at ile değil, modern taşımacılık yöntemleri ile Oka’dan Kuzey Buz Denizi’ne uzanan geniş alan üzerinde gerçekleşir.

İşte o yılın ilkbahar ayı böyle geldi. Murmansklılar dünyadaki ilk arı taşımacılığı deneyimlerini kuzey sınırında yaşadılar. Hemen ilk engelle karşılaştılar: Arılar gelmesine gelecekti ama Kuzey Kutup Bölgesinde hiç arıcı yoktu. “Endüstri”de arıcılık kursları düzenlendi. Bu kurslar o kadar verimliydi ki bir ekin kargası, papağan bile konuşmayı, bir alet ise yazmayı insandan daha düzgün öğrenebilirdi. Ama asıl mesele burada insanın ekin kargası-papağan ya da bir makine görevi görmesi değil, aydın bir insan olarak yetişmesi ve doğanın tanrısı olarak bir insanın nasıl işe yarayacağıydı.

Binlerce yıldır hep aynı zamanda kuzeydeki erken ilkbaharın ufak bir sapmasıyla beyaz karkuşları ortaya çıkar ve ıslak kar üzerinde böceklerin siyah noktaları belirir, daha sonra tarla kuşları ötmeye başlar, akağaç çiçek açar ve her şey mevsim döngüsü içinde binlerce yıl boyunca böyle sürüp gider. Ancak bir gün bir adam çıkageldi, kuşların ve bal taşıyan arıların ne zaman geldiğini, hangi çiçeklerin ne zaman açtığını, yerli arıların çiçeklere ne zaman konduğunu, bal taşıyan arıların ne zaman geldiğini ve kontrol kovanında ne kadar bal biriktiğini, bütün bunları kayda geçirdi. Kayıtların doğruluğunu teyit etmek sanırım bugün zor değil, ancak sıradan birisi için bu veriler, doğruluğa dayalı bilimsel çalışmaya açılan bir kapı, doğanın kendi yasalarını keşfetmenin bir adımıydı. Böylece yok yere heba olan balı elde etmek amacıyla doğanın dönüştürülmesi insanın kendi dönüşümü ile başladı.

Kuzeyin bu sıradan işçilerine Kolski yarımadasındaki arıcılığın kaderini belirleme işi kısmet oldu. Balı kendileri için istemediler, her biri bireysel olarak herkese faydalı olması için yapabileceklerinin en iyisini yapmaya çalıştı. Bence bu, bilim tapınağına giren her sıradan insan için böyledir ancak temiz kalpli insanlar dışında bu yoldan başkaları da gider ve bu, yolu çatallaşmaya götürür: Zor olanı bizimki, kolay olanı ise kurtların ağzına gidendir. Doktorun öğrencileri zor yolu seçtiler ve eğer kuzeydeki balın keşfedilmesi ile ilgili bir kitap yazsalardı, her bir işçinin bilinçsel gelişim süreçlerini not etmeleri gerekirdi. İşte şimdi neden bu bilinç yolunda sürekli olarak karşımıza bazı isimlerin çıktığı anlaşılıyor. Tüm işçilerin adını saymak imkânsızdır, bu yüzden en iyilerin adından söz ediyoruz.

O halde size hepsi adına bir sebze uzmanı ve ekip başı olan Don Kazaklarından Anna Yefremovna Somova’dan bahsedeyim. Bal toplayan arılar üzerinde yaptığı gözlemlerin yanı sıra arıların salatalığın tozlaşmasına etkileri ile ilgili kesin gözlemler de yürütmüştür. Bugün kuzey arısının bal toplamasıyla mı yoksa bitkinin tozlaşmasına yardımcı olmasıyla mı insana daha faydalı olduğunu söylemek artık zordur. Anna Yefremovna bugün bir arı kolonisinin çalışmasının yüz yirmi insanın salatalık tozlaşması için çalışmasına eşdeğer olduğunu kanıtlamıştır.

Geyik yavrulamasının en kızgın dönemlerinde yerel yönetim, bu iş için daha önceden de birlikte çalıştıkları müthiş bir enerjiye sahip zooteknik uzmanı Elza Vladimirovna Bıstryakova’yı tundradan çağırdı ve onu Moskova’ya gönderdi. Biz geyik kostümlü yeni bir Amazon kadınıyla karşılaşacağız diye düşünürken karşımıza üzerinde mavi renkli, harika bir paltosu olan ve elinde tüm bayanlarda görmeye alışık olduğumuz klasik, taşıması rahat olmayan çantası ile hoş görünümlü bir kadın çıktı. Onun işi, malum çantasız olmazdı, maddi işlerdi neticede. Banka kredisi ve arıları taşımak için kullanılacak soğutmalı vagon işleri koşuşturmacasının ardından arıları Kuzey Kutup Bölgesi’ne taşıma sorumluluğu ve riskini alacak bir arı uzmanı ya da arı sever bir nakliyeci bulma sorunu ortaya çıktı. Doğruyu söylemek gerekirse bu iş için İvan Ustinıç’i diriltip ona yüksek eğitim vermek gerekirdi. Ustinıç’ten başka kim ormandaki arıları at üzerinde onlarca kilometre götürme, sonra da binlerce kilometre boyunca demiryolu üzerinde onları sallama ve buzlu vagonda onlarla birlikte üşütme riskini göze alır? Bu da yetmezmiş gibi bir de oradan arılarla Barents Denizi üzerinde sallana sallana yol aldıktan sonra Peçenga’ya kadar bir kamyonun içinde bozuk yolda paldır küldür giderdi ki?

Mesele, savaş şartlarına benzer bir hal aldı: Savaş gibi zor durumlarda gönüllülerden yararlanılır ve Moskova da her türden gönüllünün bulunduğu bir yerdir. Bunlar arasında elbette arıcılar da bulunur. Kısa bir süre sonra İvan Ustinıç’i diriltme fikri gereksiz kaldı. Biz arı severler olarak her birimiz aramızda öyle bir insan bulunacağını, hatta şu an bile aramızda böyle birisinin olduğunu biliriz; sadece onu düşünmek aklımıza gelmez, o kişi de ben o’yum demeye cesaret edemez. Ancak bir gün merkezden gelen emir üzerine İvan Ustinıç ile tamamen aynı kafada olan, sadece çenesinde bir tutam beyaz kılı sayesinde sakal tipi olarak ondan farklı olan ve genel mizacı itibarıyla yüksek eğitim almış yaşlıyı andıran bir adam çıkageldi. Ruhu, İvan Ustinıç’inki gibi şarkı söyleyen arıların sesiyle dolu olan gerçek bir kovan gibi görünüyordu. Ama bence Konstantin Sergeyeviç Rodionov ruhen ondan daha üstündü.

Ustinıç, arıları görmeli, duymalı ve onlara duman vermeliydi ancak Arıcılık Enstitüsü’nün bilimsel araştırmacısı olan Konstantin Sergeyeviç arıları görmeden de İvan Ustinıç kadar onları sevebilirdi. Arılara karşı olan özel merakı yüzünden ona “Son Mohikan” diyorlardı ama biz ve tüm Kutup Dairesi onu ve Doktor Avetisyan’ı kuzeyde gerçekleştirdikleri eşsiz çalışmanın öncüleri olarak ilk Mohikanlar diye hatırlayacağız.

“Mohikan” sözcüğünü bilenlere bir soru: Sizce hangi anlamda kullandık bu sözcüğü? Bence bu sözcükle biz, oldukça yeni, kaçınılmaz ve haksız bir şekilde yok olan bir şeyi kastediyoruz. Dahası sanki buna alışacağız ve gelecekte Mohikansız yaşayacağız gibime geliyor. Ancak çocukluktan beri Kızılderililer ile ilgili kitaplar okuyan, Mohikanlarla birlikte her zaman isyan eden ve savaşan ben, şahsen buna alışmayacağım. Ve ilk Mohikanımızın ülkesinin ufkunu genişletmek için attığı ilk adımın ufku genişletmenin aksine önceki kazanımların baskısı ile karşılaşması tesadüfi değildi.

Oka’nın Bölge Tarım İşleri Başkanı, Rodionov’a yüz adet arı kolonisi satmayı reddetti. O zaman yıldırım telgrafla Rodionov’un yerine tundralı Elza getirildi. Bu prensipli kızın sihirli bir gücü vardı. Tundralı Elza, Kuzey Kutup Dairesi insanını araştırma düşüncesine o kadar derinlemesine girmişti ki Oka ötesinde milyonlar kazanan kolhozlarda Kuzey Kutup Bölgesi için yüz adet arı kolonisi bulunmadığını duyunca o kadar alaycı bir şekilde gülmüş ve bu durum Başkanı şaşkına çevirmişti. Aslına bakarsanız başkanın ufku, yeni nesil kızların bakış açısı ile kıyaslandığında orman bitkileri ile sınırlı eski bir bakış açısıydı. Orman sınırlarını aşan bir ufka sahip olan Tundralı Elza, bunu hemen anladı ve ona direkt olarak “Çitini kaldır, yoldaş!” dedi.

Başkan şaşırdı.

Elza “Siz burada, Oka ardındaki çayırlıkta zengin kolhozlarınızı canlı çitle donatmışsınız. Ancak umuyoruz ki bizim tundramızda sizin kadifemsi çayırlığınızdan daha çok bal elde edeceğiz. Çağımızın temel düşüncelerinden biri de geride kalmış insanları ön sıralara taşımak değil midir?” dedi sonrasında. Bu sözlerden sonra Başkan her şeyi anladı ve kendi bölgesi ile ilgili mücadele azmini anlattı.

19.Araştırma Görevlisi, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü, alpay_orcun@hotmail.com
20.Rusya’nın Avrupa sınırına yakın, Volga nehrinin büyük kollarından biri. (ç.n.)
21.Sovyetler Birliği döneminde devlet denetiminde yönetilen kolektif çiftlik, tarım işletmesi. (ç.n.)
22.Kovanların geçici ya da sürekli olarak bulundurulduğu yerlere verilen isim. (ç.n.)
₺87,39