Kitabı oku: «Viking Kılıcı», sayfa 3
VI
ALPIN’IN INTIKAM YEMINI
İhtiyar Erland kemikleri çıkmış olan elinde boş bir boynuz kadehle şöminenin yanında oturmuş dalgın dalgın ateşin ölü korlarına bakıyordu. Sessiz Sweyn başparmakları deri kemerine takılmış halde yanında durdu, Gighalı Roderic ise kapıya dönük masaya oturmuş bacaklarını ileri geri sallıyordu. Asılı testi lambanın ışığı kızıl saçlarına ve sakalına yansıyordu. Güçlü kollarını geniş göğsünde kavuşturmuştu ve sağ elinin arkasında, kısmen iç yeleğine sildiği sıçramış kan vardı.
“Hanginiz Gighalı Roderic?” diye tekrarladı Kenric.
Üçü birbirine kötücül bir gülümsemeyle baktılar. Roderic kadehinde kalan şarabı içti.
“Benim,” dedi ve serinkanlılıkla tekrar kollarını kavuşturdu. “Peki, kim bilmek istiyor?”
“Eğer sensen,” dedi Kenric, “bu duvarların içinde nefes almış en alçak adamsın. Roderic MacAlpin, bir asilin ve prensin değersiz oğlu, babanın adına kan suçu bulaştırdın! Kendi kardeşini, sevgili lordumuz ve efendimizi öldürdün; kanını kendi salonunda akıttın. Bu barışçıl adaya dost kılığında gelmiş düzenbaz bir hainsin. Ama kutsal saydığım her şey adına söylüyorum ki bu adi suçunun cezasını layıkıyla çekmedikçe tekrar gidemeyeceksin.”
Roderic bu konuşmaya karşılık alay edercesine güldü.
“Ve şimdi,” diye ekledi Kenric, muhafıza dönerek, “bu adamı en derin zindanlara hapsedin. Kral Hakon olsa bile bundan sonra suiistimal ettiği bu kalede misafir olarak kalamaz.”
“O uşaklardan biri bile bana dokunursa,” dedi Roderic, “sırtını dizimle kırarım. Ve sen, genç hizmetçi, sen kimsin de üstlerini tehdit etmeye cüret ediyorsun? St. Olaf adına, beni doğduğum duvarlara hapsetmekten bahsederek cüretkârlık ediyorsun. Git yatağına dön, çocukların ayakta olmaları gereken bir saat değil şu an.”
Sonra Colonsay Lordu’na dönerek ekledi: “Delikanlının arkasından dikkat çekmeden çık Sweyn ve bana bahsettiğin bıçağı getir. Bu kesinlikle duyduğumuz genç. Gelen geçene güzel havlıyor, bakalım ısırabiliyor mu. Eminim birkaç arşınlık soğuk çelik onu hızla yatıştırır.”
Earl Sweyn kapıya adım attı ancak Rothesay’in adamlarından biri ileri çıkıp onu güçlü kollarıyla yakaladı, bir anlığına dövüştüler ve sonra onu sertçe yere fırlattı.
Bunu görüp öfkesi artan Roderic hafifçe oturduğu yerden kalktı ve Kenric amacını anlayamadan genci tuttu ve kılıç tutan elinden kavradı. Diğer güçlü kolunu oğlanın esnek bedenine doladı. Uzun süre onunla mücadele etse de nihayetinde sırtını kalçasına bastırarak onu yere serdi ve sağ elini sertçe boğazına getirdi. Sol eliyle bir daha Kenric’in kılıç tutan elini kavradı ve silahı elinden bıraktırmaya çalıştı. Fakat Kenric’in bileği oldukça kuvvetliydi ve kılıcının kabzasını sıkıca tutuyordu. Ardından Roderic oğlanın elini ileri çekti ve dişlerinin arasına alarak silahı tutan elini gevşetmesi için ısırdı. Uzun kollu Duncan o anda Earl Roderic’in arkasından gelip hızla adama saldırarak kollarını yakalamamış olsa Kenric kesinlikle alt edilmiş olurdu. İskoçyalı dev gücünün tamamıyla adamı havaya kaldırdı ve şiddetle salladı. Kendini kurtaran Kenric kapıya çekildi ve Duncan’ın Earl Roderic’in masanın üzerine savurup boğazını tuttuğunu gördü.
“Bağışla onu!” diye bağırdı, uşak kamasını çekerken.
Sonra Duncan bıçağını diz bağına yerleştirdi, yüzü yere eğik halde Roderic’i döndürdü ve çıplak bacağını sırtında tutarak onu oraya sabitledi. Büyük ekoseli kumaşını çıkardı, halat gibi büktü ve hareket ettirmesin diye kontun kollarını sıkıca birbirine bağladı.
Colonsay Lordu çoktan benzer şekilde yakalanmıştı. Ama İhtiyar Erland, Kenric’in özgür ve sağ salim olduğunu fark edince kötü muameleye uğrayacağı korkusuyla koridora kaçtı. Orada karşısına, çekici kılıcıyla öldürmeye hazır halde Alpin çıktı. Kılıcı saplanmaya hazır dururken ilerideki ziyafet salonundan yaralı bir şahinin ağlama sesine benzeyen yüksek sesli ve hüzün dolu bir çığlık kalede yankılandı. Alpin silahını indirdi, İhtiyar Erland’ı tutuklama işini muhafızlara bırakarak süratle salona ilerledi. Çığlığı duyan Kenric de peşinden gitti.
Salonda annelerini buldular. Kalenin erkekleriyle kadınları yanındaydı, Bute’un ölü lordunun cesedinin üzerinde meşalelerini ve testi lambalarını tutuyorlardı. Leydi Adela çılgına dönmüş bir üzüntüyle ellerini sıkıyordu.
“Bu aşağılık şeyi yapan hain kim?” diye bağırdı, Alpin’le Kenric girdiğinde.
“Roderic, Gigha Earl’ü,” diye yanıtladı Kenric.
“Onu bu duvarların içine aldığım o mutsuz saate yazıklar olsun! Şimdi nerede?”
“İki yoldaşıyla birlikte hapse atıldı,” dedi Kenric.
“Hapse atıldı, öldürülmedi! Onu öldürmediniz? Oğullarım, ruhunuz nerede sizin? Neden bu kadar yaşamasına izin veriyorsunuz? Ya sen Alpin, neden babanı bu adamlarla yalnız bıraktın?”
“Heyhat, anne, bu suçları nasıl öngörebilirdim?” dedi Alpin. “Zavallı babam bile kardeşinin dostluğunun maskesinin altındaki hainliği göremedi.”
“Biraz münakaşa oldu,” dedi ozan Dovenald. “Aralarındaki tartışmayı hiç duydunuz mu, genç adam?”
“Bana kalırsa münakaşanın nedenini aramaya pek gerek yok,” dedi Kenric. “Gighalı Roderic şu anda bile nasıl Bute lordu olacağını düşünüp taşınıyor. Yaptıklarının cezasını ödemeden bir adım daha uzağa gitmeyecek.”
“Peki, bu ceza ne olacak?” diye sordu Leydi Adela.
Kenric, bu toprakların yasalarını ondan iyi bilen olmadığından cevap vermesi için Dovenald’a döndü.
“Leydim,” dedi Dovenald, “Bute’un bilge insanlarının yönlendirileceği şekilde yargılanıp cezalandırılmalı. Adalet yerine getirilecek. Bu konuda korkunuz olmasın.”
“Adalet mi?” diye bağırdı kadın. “Sizin bilge adamlarınızın adaletini ben çok iyi biliyorum. Sevgili kocamın ölümüne karşılık birkaç değersiz büyükbaşla ödeme yapılacak. Hayır, hayır. Hayata karşılık hayat. Earl Roderic bizim iyi, soylu lordumuzu acımasızca öldürdü ve hızlı bir intikam talep ediyorum.”
Oğlu Alpin’in önünde kendini dizlerinin üzerine attı.
“Benim tatlı oğlum,” diye ağladı, iki elini kavuşturarak. “Hayır dualarım ve mirasın olan yüksek soyluluk adına bu hainden suçu için intikam almanı istiyorum.” Ve böylece kan lekeli silahı alıp oğlunun eline zorla tutuşturdu.
Alpin geri döndü ve yüzü soldu.
“Güzel annem,” dedi, “bu ne demek oluyor?”
“Bu ölümcül bıçağı al,” dedi annesi, “ve üzerindeki kan kurumadan o katilin kara kalbine sapla.”
Ardından bıçağı tutan Alpin annesini kaldırıp kollarına aldı.
“Sevgili anne,” dedi, “bana büyük bir görev verdin ve ben de çok geçmeden Earl Roderic’ten intikam alacağıma dair Tanrı’ya ve sana söz veriyorum.”
“Hayır anne,” diye yakardı Kenric, ileri çıkarak. “Sana yalvarırım kardeşimi bu korkunç göreve gönderme. Lütfen sözünü geri al zira Alpin’i hem tehlikeye hem de onursuzluğa maruz bıraktığını bilmiyorsun. Gizlice intikam alırsa tıpkı cezalandıracağı katil gibi hain ve kötü olur. Adama ölümcül dövüş için meydan okursa mutlaka öldürülür çünkü bildiğim kadarıyla Roderic çok daha güçlü ve çoktan planladığı gibi kardeşimi öldürmek isteyecektir. Bu adamın gerçekten ölmesini istiyorsan bırak bunu Alpin değil ben yerine getireyim. Alpin bizim gerçek kralımız ve hayatı benimkinden daha değerli.”
Kenric konuşurken annesi, başı omzuna dayalı halde Alpin’in kollarında kaldı. Ve Alpin, kadın Kenric’e cevabını yüz yüze versin diye kolunu çektiğinde dönmedi, Alpin’in ayaklarına kapandı; baygınlık geçirdiği barizdi.
O yüzden Alpin güçlü kollarıyla onu odasına götürdü, kalenin hizmetlileri leydiyle ilgilendiler. Ancak üç uzun gün ve gece boyunca kimsenin anlam veremediği tuhaf bir hastalıktan ötürü yatağında yattı. Üç gün boyunca bilinçsizdi, tek bir kelime söylemedi.
VII
ÇAĞRILARIN OKU
O ölümcül gecede üç ada kralının Rothesay Kalesi’nin karanlık zindanlarına nasıl götürüldüğünü anlatmaya gerek yoktu. Gighalı Earl Roderic deniz gezintileri sırasında şüphesiz daha kötü yataklarda uyumuştu. Ancak o karanlık yalnızlık saatlerinde zihni, dayanıklı uzuvlarından daha rahatsız durumdaydı. Bute’a, yirmi yıldır göz diktiği zengin toprakları ele geçirme gayesini yerine getirmek gibi bir tasarıyla gelmişti. Kendi mirası olan küçük Gigha Adası büyüyen hırsını tatmin etmeye yetmiyordu ve yıllar geçtikçe İskoçya’nın batısındaki topraklarını genişleten Norveç Kralı’nın büyüyen gücü Roderic’e, ağabeyi Hamish’i öldürüp yerini alarak Bute Adası’nı Norveç Krallığı’nın koruması altına alacağına dair bir teşvik kazandırmıştı.
Tasarımı beceriksizce planlanmıştı zira tilki kadar kurnaz olsa da Roderic o kültürsüz dönemler için bile cahil bir adamdı ve kendisiyle göz diktiği kontluk arasında duran, şimdi de kolayca yenemeyeceği birer zorluk olarak karşısına çıkan Earl Hamish’in iki oğlunu hesaba katmamıştı.
Fakat Kenric’in beklenmedik ortaya çıkışına rağmen yolundaki bu engel temizlenebilirdi çünkü gecenin karanlığında ve sessizliğinde Alpin’in odasına sızarak uyanıp babasının topraklarında bir daha hak iddia etmemek üzere onu halletmeyi planlıyordu. Roderic, Leydi Adela’dan küçük oğlu Kenric’in henüz on altı yaşında olduğunu, bilge St. Blane başrahibiyle yaşadığını öğrenmişti ve Gigha’nın kötü kontu Kenric’ten basit bir şekilde kurtulabileceğini düşünmüştü.
Şimdiyse ağabeyini öldürdükten sonra bile bu görevde başarısız olmuştu. Bute’un kralı olmak yerine Rothesay Kalesi’nin en derin zindanlarında esirdi.
Ölü Earl Hamish’in iki oğlu Rothesay’in fundalıklı tepelerine tırmanırken orman tavukları kanatlarındaki çiyleri ancak döküyordu. Kollarında yeni yağmış kar kadar beyaz genç bir keçi taşıyan Dovenald yanlarındaydı. En üstteki tümseğe ulaştıklarında bir süre durdular. Dovenald küçük ayakları birbirine bağlanmış halde meleyen keçiyi yere yatırdı, iki gence gidip ateş için biraz kuru funda çalısı ve karaçalı toplamalarını söyledi.
Kıraç arazinin üzerindeki hafif esinti yaşlı adamın çıplak kafasındaki gümüş buklelerle oynuyordu. Yüzünü batıya dönerek Clyde’ın gri sularına, Cunningham tepelerinin yukarılarına bakarken şafak sökmeye başladı. Sonra güneye göz atıp gül rengi sislerle yarı örtülü dev Arran Dağları’nı izledi. Çok geçmeden çıkan güneşin altın rengi ışıkları Goatfell’in birkaç sarp zirvesini öpecekti, Dovenald başını eğip bir dua mırıldanarak Tanrı’dan insanların kalplerine ışık saçarak o gün yapmaları gereken dini görevlerini yerine getirmeleri için yol göstermesini diledi. Ardından Alpin’e döndü.
“Şimdi ateşi tutuştur,” dedi. “Çakıl taşı ve çelik burada.”
“Ve Kenric, oku bana ver.”
Oku eline aldı ve ateş iyice yanana dek bekledi. Okun ucuyla yanan çalıları karıştırdı, iki gençse onu seyretti.
“Şimdi de kamanı al, Alpin,” dedi, “ve keçiyi öldür. Olabildiğince az acı ver zira masum canlıların acı çekmesi iyi değildir.”
Kenric hayvanı tutarken ağabeyi keskin kamasını beyaz boğazına sapladı. Keçi yumuşak mavi gözlerini üzerine dikip hüzünle meledi. Ilık nefesi sabah havasında görünürken öldü.
“Halloldu!” dedi Kenric ve Dovenald yanan oku getirerek keçinin kanına batırdı. Masum kanı okun sapına bulaştı.
“Şimdi ayaklarının izin verdiği kadar hızlı Kilmory Kalesi’ne uç,” dedi yaşlı adam Alpin’e oku vererek. “Bu yanmış oku Sör Oscar Redmain’in ellerine teslim edeceksin. Anlamını söylemene gerek yok. Bu, eski geleneklerin çağrısını yerine getirmedir ve Bute’un bilge insanlarınca iyi bilinir. Sör Oscar onu iyi babamız St. Blane Başrahibi’ne gönderecek. Başrahip aynı şekilde Scoulaglı Ronald Gray’e yollayacak. Böylece sırayla on iki bilge Ascog bataklığının yanındaki büyük ovada Adalet Kurulu olarak toplanacak, orada kralımızı öldüren hainin hükmünü uygulayacaklar.”
“Acele et! Acele et oğlum! Neden oyalanıyorsun?”
“Bu Roderic denen adamın hayatını almak için annemin kutsamasıyla yemin etmedin mi? O halde neden kurul toplanıyor?”
“Git ve söylediğimi yap, sabırsız çocuk,” dedi Dovenald sertçe. “Atalarının geleneklerine zıt düşen şeyler arama ve intikam açlığının seni şiddetin akılsızlığıyla kör etmesine izin verme. Sana emrediyorum git ve inan bana Gigha kontu hak ettiği cezadan kaçamayacak.”
Bunun üzerine Alpin oku sağ eline alarak tepeden tempolu bir hızla koşarak indi. Kenric ölü keçiyi alıp Dovenald’ın yanında Rothesay’e doğru yürüdü.
“Sabırsız, çok sabırsız,” diye mırıldandı yaşlı adam. “Kötü bir kral olacağından çok korkuyorum. Fazla aceleci ve sık sık yanlış karar veriyor. Babası gibi bir yönetici olmayacak. Leydi Adela sevgisiyle onu şımarttı.”
“Ağabeyime fazla yükleniyorsun,” dedi Kenric. “Batı Adaları’nda krallığa Alpin kadar uygun tek bir kişi bile yok. Adil, asil ve güvenilir. Bute’taki hiç kimse sözünden döndüğünü ya da yalan söylediğini söyleyemez. Sırf kamasını kullanmakta acele ediyor diye nazik bir sözün darbeden daha işe yarar olduğunu bilmeyen, düşüncesiz bir çocuk olduğuna mı inanıyorsun? Ne zaman kamasını ya da kılıcını amaçsız çekti? Onu benim kadar tanıyorsun, Dovenald, yoksa bu kadar ayıplamazdın. Hem nazik annem, yeni kaybettiği babamdan sonra en çok onu seviyorsa Alpin’in onun büyük iltimasını hak etmediğini kim söyleyebilir?”
Yaşlı uşak sessizce yürüdü.
Biraz sonra Kenric’e dönüp şöyle dedi: “Ağabeyin lordumun öldürüldüğü silahı ne yaptı? Gece yarısı hain Roderic’in yanına girmeye çalıştı ki leydimin güçsüzce istediği gibi o ölümcül bıçağı kullanabilsin. Nerede o?”
“Bilmiyorum,” dedi Kenric. “Bence o zalimin kalbine saplamamış olması üzücü.”
“Oğlum! Oğlum! Bir daha böyle kötü düşünceler duymayayım. Kutsal başrahibimizin öğrencisinin böyle konuşması ne fena. Hem dün gece suçlu kontun bilgelerin vereceği cezayı çekmesini istiyordun.”
“Düşünmek beni değiştirdi, Dovenald ve Roderic şu anda karşımda olsa oracıkta öldürmek isterdim. Alpin onu öldüremezse intikamımı ben alacağım. İster adil bir dövüşte olsun ister gizlice, Roderic ölmek zorunda.”
“Heyhat, böyle genç birinden bu tür sözler duymamıştım!” diye mırıldandı Dovenald.
Ve kalenin kapılarından girerken yaşlı adam şikâyetlerini sürdürdü.
VIII
ERIACH ÜCRETI
Öğle vaktinin açık gökyüzünün altında Bute halkı Laws’ın boş ovalarında, Loch Ascog’un kenarında toplanmıştı. Kralları Earl Hamish’in kendi kardeşi tarafından acımasızca öldürülmesinin haberi bir kuş uçuşu kadar hızla dolaştığından adanın her yerinden gelmişlerdi ve hepsi sadece bu hainliği yapan adamı görmek için değil, bu suça verilecek cezayı duymak için de sabırsızlanıyordu.
Büyük dikilitaşın altında Sör Oscar Redmain, Bute’un bir hizmetlisi ya da yüksek rütbelisi olarak jüride yerini aldı. Büyük, parlak kılıcını ucu dışarı dönük halde tutmuş mahkûmla davacıyı beklerken asil ve yakışıklı görünüyordu. Sağında St. Blane başrahibi St. Blane duruyordu, saygıdeğer başını sıcak güneşten korumak için kukuletasını indirmişti. Solundaysa ülkenin yasalarına en hâkim kişi olan Dovenald eski yasal geleneklerini açıklayıp tartışmak için yerini almıştı ve etraflarında diğer on iki önemli adam çember halinde oturuyordu. Tanıklar ya da sanığın masum olduğunu beyan edenler kızaklarla bağlanmış halattan çitin dışındaydı. Bu kutsal adalet çemberinin sınırının dışındaysa adalılar; tepelerdeki ve vadideki, denizdeki işlerini bırakan çobanlar, çiftçiler, kabile üyeleri, balıkçılar ve esirler büyük bir kalabalık halinde toplanmış, hızlı bir intikam diye bağırmak için buraya gelmişlerdi.
Kâhya Duncan Graham ve kale muhafızları çoktan kimsenin silah taşımadığından emin olmak için izleyicilerin arasına gitmişti çünkü böylesi hayati önem taşıyan bir vakitte kimsenin silah taşımaması veya rahatsızlık yaratmaması gerekiyordu.
Bu güçlü adalılar sessizce dururken güneşten yanmış yüzleri ve birbirine girmiş sakallarıyla bir dizi bakımsız adam gibi görünüyorlardı. Çoğunun üzerinde koyun derisinden kıyafetler varken daha iyi durumdaki bazıları ekose ya da ratine gömlek giymişti. Ham deri çizmeleri, örme başlıkları vardı ama büyük çoğunluğunun başını deri bir şeritle bağlanmış kabarık saçlarından başka bir şey kaplamıyordu.
Kurul yemin etti ve Başrahip ileri çıkarak Hıristiyan Tanrısını barış bozanı cezalandırmaya çağırdı. Ardından kalabalık açıldı ve yiğit, yakışıklı, soylu genç Alpin gelip jürinin önünde boyun eğdi.
Üzerinde ekose kumaştan bir gömlek vardı, omuzları gümüş tokayla tutturulmuştu. Bacakları kaliteli kumaşla sarılıydı, çıplak dizlerinin altında haç görünüyordu ve ayaklarında gümüş tokalı deri ayakkabılar vardı. Uzun saçları güzelce taranmış, koyu kahverengi bukleler halinde geniş omuzlarına düşüyordu. Öğle güneşinin altında dururken pek çok kişiden övgü dolu uğultular yükseldi.
“Var ol Earl Alpin, Bute Kralı!” diye bağırdı biri.
“Kral çok yaşa!” diye bağırdı bir başkası ve bütün toplantıyı, uzaktaki tepelerde kaybolan bağırışlar kapladı.
Sonra Alpin elini kaldırarak sessizlik zincirlerinin sallanmasını istedi ve muhafızlardan biri şıkırdayan zincirleri sallarken herkes kesik nefesle onun müdafaasını, babasının ölümü için adalet talep etmesini dinledi.
“Peki, bu iğrenç suçtan kimi sorumlu tutuyorsun?” diye sordu Sör Oscar Redmain, söylenmesine gerek olmasa da.
“Gigha Kralı Roderic MacAlpin’i,” dedi Alpin ve bunun üzerine nefret bağırışları başladı.
“O hain kahrolsun! Öldürülsün!” diye bağırdı kalabalık.
Ve Alpin döndüğünde oradaki en uzun adamdan bir baş daha uzun boylu Duncan Graham’ın suçluyu, peşinde Colonsay ve Juralı iki yoldaşıyla beraber getirdiğini gördü.
O anda Alpin düşmanına doğru atıldı. Sağ elini kaldırdı ve herkes kan lekeli bıçağı tuttuğunu fark etti.
“Geber, iyinin katili!” diye bağırdı ve silahı Roderic’in göğsüne indirdi.
Ancak Gighalı Roderic alay edercesine güldü, Alpin’i bileğinden yakalayıp geriye doğru itti. Duncan Graham düşüşünü engelleyerek elinden silahı aldı.
“Seni aptal çocuk!” diye mırıldandı. “Mahkemenin önünde böyle bir şeye yelteniyorsun!”
“Butelu Alpin,” dedi hâkim, oturduğu yerden usulca kalkarak, “bu topraklardaki hiç kimsenin ciddi bir ceza almadan kurtulamayacağı bir şey yaptın. Buraya adaletin yerine getirilmesini istemek üzere geldin, senin adına bunu gerçekleştirmeleri için topladığın kişilere hakaret etmek için değil. Sağduyuyla kendini topla ya da müdafaanı öfkesini kontrol edebilenlerin eline bırak.”
Alpin hâkimin önündeki yerini alırken kaşlarını çattı, ardından sessizlik sağlandığında babasının ölümüyle ilgili konuşmaya başladı.
Yanında, anlatırken bocaladığında yardımına koşan Kenric duruyordu. İki kardeş birbirine öyle zıttı ki efendiyle kölesi bile sanılabilirlerdi. Kenric’in yüzü yıkanmamıştı, gözyaşı izleri duruyordu. Alpin’inkinden açık renkte olan kahverengi saçları dağınıktı ve birbirine girmişti ve her zamanki gibi başına hiçbir şey takmamıştı. Kaba geyik derisinden ceketi, ağabeyinin daha zengin giysisinin yanında kötü görünüyordu ve çizmeleri kötü bağlanmış, eteğiyse tozlu ve parçalanmıştı. Ağabeyi daha uzun boylu, vücudu ise daha esnekken Kenric’in çıplak kollarıyla bacakları kalın ve güçlüydü, kaba kıyafetleri dışında en az Alpin kadar soylu görünüyordu.
“Alpin’in oğlu Roderic, itham edildiğin bu ağır suç konusunda kendini nasıl savunacaksın?” diye sordu Sör Oscar Redmain, Alpin öyküsünü bitirdiğinde.
İki oğlan geri çekildi ve yerlerini Roderic aldı. Güneş ışığının düştüğü uzun, altın saçları pirinçten cilalı miğferinin etrafındaki iyi dövülmüş ejderhadan çok az daha parlaktı. Mavi gözlerinde cüretkâr bir meydan okumayla hâkime baktı.
“Oğlanın söylediği doğru,” dedi. “Ağabeyim Hamish’i öldürdüm. Onu ocak taşının üzerinde öldürdüm. Ama adil bir dövüşte yaptım ve iki dostum Jura ve Colonsay lordlarını söylediklerimi doğrulamak adına çağırdım.”
Bu yalanları söylerken kalabalıktan yüksek sesli bir uğultu yükseldi ve kimse bu hislerin taşmasını dizginlemeye çalışmadı.
“Yalan söylüyorsun!” diye bağırdı Kenric öfkeyle, kardeşini yana itip Earl Roderic’in karşısına çıktı. “Babama ölümcül darbeyi adil bir dövüşte indirdiğini söylüyorsun. Yalancı hain! O halde babamın silahı neredeydi? Senin kullandığın gibi bir bıçağı olsa şu anda bu yalan sözleri söyleyemezdin bence. Senin kendi silahların silahhanede, olmaları gereken yerdeydi ve ne yapacağını gayet iyi bilerek o bıçağı masadan aldın. Roderic MacAlpin, bir daha böyle alçak ve berbat yalanlar söylersen dilin boğazında büzülsün! Bu adaya, babalarının topraklarına ölü bedenlerimizin üzerinden tırmanarak arzu ettiğin krallığa erişmek gibi kötü bir amaçla…”
Roderic öfkeyle dudaklarını ısırdı, genç Kenric’i yere sermek için ileri çıkarken büyük yumruklarını sıktı. Kenric geri çekildi.
“Biliyorum,” diye devam etti Kenric, Ascog’un en uzağından bile duyulabilecek tok ve gür bir sesle. “Amacını biliyorum Gighalı Roderic. İki yoldaşınla konuştuğun Norveç dilini hiçbirimizin anlamadığını mı zannettin? Ben o dili biliyorum. Babamın ölü uzandığı o karanlık salondan çıkarken çıkardığınız o namert ıstırap inlemelerini duydum. Dişi tilkiyle yavrularını öldürmek istediğini söylerken seni duydum. Kimdi onlar peki? Annem, Alpin ve ben! Tatlı sözlerle yalakalık ettiğin annem. Hainliğinle asil kalbini kırdığın annem. Tıpkı babamızı öldürdüğün gibi onu da öldürecektin. Tanrı’ya şükrediyorum bu şeytani dileğini yerine getiremediğin için. Seni yaptığın kötülük için hak ettiğin gibi cezalandırır umarım!”
Bu konuşmayı derin bir sessizlik takip etti, ardından binlerce canlı sesten uzun beddualar çıktı. Ama Gighalı Roderic yalnızca İhtiyar Erland’a döndü ve gülümsedi.
Kenric hâkimin oturduğu yerin arkasındaki kalabalığa baktığında Ailsa Redmain’in kardeşi Allan’la birlikte orada durduğunu gördü ve Ailsa’nın gözleri Kenric’in sözlerini onaylarcasına ışıldadı ve genç adam cesaretini yeniden kazandı.
“Bute’un insanları,” dedi Sör Oscar Redmain jüriye dönerek, “olanları duydunuz. İtham edilen adamın hükmünü verme vakti geldi. Ne diyorsunuz?”
“Earl Roderic suçludur,” dedi sözcüleri Ronald Gray, “ve yasalarımızın önerdiği en yüksek cezayı almalıdır.”
“O halde,” dedi Alpin, “Gighalı Roderic’in idam edilmesini talep ediyorum.”
Fakat bilge adamlar başlarını salladılar.
“Babam Kral Alpin tahttayken,” dedi Roderic, sesinde zaferle, “bildiğiniz üzere elinde silahla yakalanmadığı müddetçe kimse düşmanını öldürdüğü için idam edilmezdi; sinirle insan canı alanlar eriach ücreti ödeyerek serbest bırakılır ya da aklanırdı ki bu ücret kurbanın akrabalarına yüz seksen inek vermeye tekabül eder. Ve Dovenald Dornach’a soruyorum, bu doğru mu?”
Bunun üzerine Alpin yasa adamı Dovenald’la konuştu ve yüzü hayal kırıklığıyla düştü.
“Heyhat!” dedi Alpin, Sör Oscar’a. “Earl Roderic’in söylediği gerçekten de doğru. Büyükatam Kral Alpin’in, ayrıca ölen babamın, hainin yaptığı kötülüklerden pişman olması ve kendini Tanrı’ya adaması için şiddet suçlarına böyle afla yaklaştığını biliyorum. Ama bir kralı öldürmenin cezası yüz seksen değil, onun altı katı inek veya üç bin altın paradır. Ve bu ücret bir yıl bir gün içinde ödenmezse hain idam edilir. Ve şimdi, Bute’un insanları, ondan eriach ücretimi ödemesini istiyorum. Hatta hâkim, siz ve Bute’un burada bulunan bilgeleri tam ödemenin garantileridir ve bir yıl bir gün içinde ödenmesi takip edilmelidir.”
Bu, Roderic’in istediğinden çok farklıydı çünkü özgürlüğünün bedelini ödeyemezse Batı Adaları’ndaki hiç kimsenin onu bağışlamayacağını biliyordu. Ancak ayrıca ne inek ne de taşınabilir mal olarak bu kadar kısa sürede bin büyükbaşın değerini karşılayabilecek gücü olduğunu sanıyordu. O yüzden bunu doğrudan Sör Oscar Redmain’e söyledi.
“Ücreti ödeyemem,” dedi, “zira ne topraklarım ne de gemilerim bu kadar eder ve tanıdığım hiç kimse dayanağım olmaz ya da kefaletimi ödemez.”
“O halde,” dedi Sör Oscar, “durum böyleyse seni şu anda Batı Adaları’nın ve İskoçya’nın kanun kaçağı ilan ediyorum, hükümdarımız Kral Alexander derhal cezana onay verecektir. Üç yıl ve üç gün boyunca sürgün edileceksin. Bu üç günde Dunagoil’deki mabette, St. Blane’in başrahibinin korumasında yaşayacaksın. Üçüncü günde ya da daha önce gemiyle kutsal başrahibin gösterdiği yere götürüleceksin.”
Ardından Sör Oscar kalabalığa döndü.
“Bute’un insanları,” dedi, “gelecek üç yılda aranızdan biri bu Roderic MacAlpin denen adamı Bute Adası’nda, yasaklandığı Gigha ve Cara topraklarında ya da İskoç Kralı’nın mülkünün diğer yerlerinde görürse onu infaz edip öldürecekseniz.”
Yüksek sesle kabul edildi ve bu duruma sinirlenen Roderic yanında olmayan kılıcını aradı.
Bir kere daha planları bozulmuştu. Cezası gereği kilisenin mabedinde geçirdiği üç günde hiç kimse onu rahatsız etmeyecek veya onunla konuşmayacaktı. O halde hırsının yolunu tıkayan Alpin ve Kenric’i nasıl öldürecekti? Gözlerini öfkeli bir garezle önde cesurca duran iki kardeşe çevirdi.
“Benim bir yolum daha var,” dedi yüksek sesle. “Benim gibi bir kralın böyle bir grup kurt tarafından avlanacağına inanıyor musun? Hayır, hayır. Şimdi tam burada, hepinizin önünde borcum için dövüşle yargılanma talep ediyorum. Aranızdan herhangi biri öne çıkıp adil bir dövüşte benimle karşılaşsın, onunla ölümüne savaşacağım.”
Sonra uşak Duncan Graham devasa boyuyla öne geldi ve şöyle söyledi:
“Ben seninle dövüşürüm hain kont çünkü ölmeyi hak ediyorsun!”
“Sen!” diye haykırdı Roderic, adamın dev gibi boyutundan korkmuştu. “Olmaz. Bir kont ancak kendisine denk biriyle savaşabilir. Senin gibi alt tabakadan bir köylüyle kılıç çarpıştıracak değilim. Bana kılıcımdan daha değerli birini gösterin.”
“Korkak!” diye bağırdı Duncan. “Benimle savaşmaktan korkuyorsun. Daha ilk seferde seni öldürürüm.”
“Aranızda benim mertebemde tek bir kişi var,” dedi Roderic, “ve o da şurada duruyor.” Alpin’i işaret etti.
“Ve ben hazırım,” dedi Alpin. “Seninle ölümüne dövüşeceğim. Tanrı yardımcın olsun!”
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.