Kitabı oku: «Tölögön Kasımbekov İnsan ve Eser», sayfa 5
2.2.1.3. Öyküde Mekân
2.2.1.3.1. Dar/Kapalı Mekânlar
Dar/Kapalı mekânlar, fiziki özelliklerinden çok, öykü kişileri üzerindeki ruhsal etkileri yönüyle ele alınırlar. “Yetim” öyküsünde mekân başkişinin psikolojik gerilimiyle paralel bir seyir izler. Öykünün kart karakteri Şeki ile Çora, “kendisinin olmayan bir hayatı yaşama talihsizliğine uğramış”77 başkişi yetim Kökö’nün varlık alanına müdahale ederler. Anne ve babasını kaybeden yetim çocuk üzerinde aşağılayıcı tavır takınan Şeki ve Çora, yetime olmadık eziyetlerde bulunurlar. Ahlaki çöküntü içindeki iki karakterin nefretle besledikleri eylemleriyle, evin insanı sağaltan, ruha dinginlik veren “bütünleştirici gücü”78 başkişi için cehenneme dönüşür; “evin içine dört aynalı pencereden ışık girmesine rağmen içerisi aydınlık değil, pencerenin altında iki aynası da yok. Birincisine resimli bir derginin kalın sayfası yapıştırılmış, diğerine ise giyilmeyen eski bir şapka konulmuş. Bundan dolayı öğle vakti eve giren insana ev içi karanlık gibi akşamı hatırlatır” (H.Y.: 7). İnsanın varlığını güvende hissedeceği, aidiyet duygusunun görüngüsü olan ev, yaşanan baskı ve şiddetle darlaşır. Yaşanan olumsuzluk nedeniyle “karanlık” imgesini kullanan Kasımbekov, insanın kendini huzurda hissetmesi gereken evin öğlen bile yaratılan huzursuz ortam nedeniyle karanlığa büründüğünü belirtir. Evin karanlık olması, Kökö’nün içinde bulunduğu bunalım ve eziyet dolu anlara bir göndergedir. Gün ışığında içeri girilen ev kaotik bir huzursuzluk yaşayan Kökö için labirent mekân özelliği gösterir. Şeki ve Çora’nın hakaretlerine maruz kalan yetim çocuk, mekâna sıkışıp kalmış kendilik değerlerinden yoksun bırakılmıştır.
Dar/kapalı mekân özelliği taşıyan ev, Kökö’nün “bireyselleşmesinin” de önünde engel teşkil eder. Kart karakterler Şeki ve Çora “şahsi işleri için insan kullanmaktan çekinmezler.”79 Geleceğini şekillendirmek için okula gitmesi gereken yetim Kökö, Şeki tarafından evinde kurduğu meyhanede çalıştırılır; “bozoyu hazırlayıp hemen evdekilere yöneldi. (Kökö), yamalı, dizleri delik pantolonunu yukarı çekti ve sürünerek eve girdi” (H.Y.: 8). Kökö’nün çiğnenen değerleri yanında eğitim hayatı da elinden (ç)alınır. İnsan-mekân ilişkisi perspektifinde bakıldığında ev Kökö’nün kendi ol(a)mama durumunu hızlandırarak dar mekân özelliği gösterir.
Öyküde, fiziki mekân olarak ev, kahramanın ruhsal çöküşünü, kayboluşunu hızlandıran bir kapalı mekân olur. Bu bağlamda, kapalı-dar mekânlar, “kahramanların bireyselleşmesine izin vermeyip, özgür olarak düş kurmalarına mani olan mekânlardır.”80 Kökö, düşleminde kendi gerçeğine yabancılaşır. Labirentleşen bir mekân olan evde, yaşadıkları onu “ben” olmaktan alıkoyar; “geçen günkü kavgadan dolayı Çoro’dan nefrete diyor. O zaman çektiği zorluklar az gibi Şeki de çocuğu kandırıp yakalayıp ağaç dalı kırılana kadar dövmüştü. Bunların hepsinde Çoro’yu suçlu buluyordu. Çocuk şimdilik çaresiz olduğunu kabul edip hiç bir şey yapamadı” (H.Y.: 12). İçsel bir gerilim yaşayan; annesiz ve babasız hayata tutunmaya çalışan yetim Kökö, öyküde değerleri bakımından ötekini temsil eden Çora tarafından çaresizliğe sürüklenir.
Psikolojik bir ezilmişlik içine sürüklenen Kökö, yaşadığı kötücül olaylar sonucunda benlik duygusundan uzaklaşır. Yaşadığı iç-ruhsal çatışmalar onu bilinçlilik halinden uzaklaştırarak“içsel dağılımını”81 hızlandırır. Richard Sennett, Gözün Vicdanı eserinde, “eğer içler gözlenebilseydi bu psikolojik saptamanın gösterilmesine (yani mekân çözümlemelerine) pek fazla bir önem verilmezdi.”82 der. Mekân, bu bağlamda bireyin ruhsal kopuşlarını, ontolojik kırılma anlarını ve farkındalıksal dönüşümlerini yansıtıcı yönü olduğu izlenimi de verir. “Yetim” öyküsünde mekân, bireyin varoluşunun konumlandığı yer olarak, kaotik boyutta bir dağılmanın, kuşatılmanın göstergesidir.
2.2.1.3.2. Geniş/Açık Mekânlar
Geniş/açık mekânlar bireyin tinsel doğuşunu hızlandıran içtenlik mekânlarıdır; “bu mekânlarda karakter kendisiyle, çevresi ve evrenle uyuşum içindedir.”83 İnsan-mekân ilişkisi geniş/açık mekânlarda bütüncül bir özellik taşır. “Yetim” öyküsünde açık/geniş mekânlar başkişinin ruhsal kaçış alanlarıdır. Teyzesi Şeki ve Çoro’nun eziyetlerinden kaçarak sığındığı doğanın ruha dinginlik veren havası başkişi için, içtenlik mekânıdır; “yetim Kökö, yalnız, yol kenarındaki ağacın altında oturuyor. Sanki büyük bir işi bitirmiş insan gibi iki bacağını uzatmış. Bazen derin nefes alarak suratını asıyor bazen de çocukluk hayalleri ile neşelenip anne gibi cömert sonbahar rüzgârları eşliğinde, dinleniyordu.” (H.Y.: 11) Evin ruhuna ızdırap verici kuşatıcı etkisinden doğanın kucağına atılarak rahatlayan Kökö, ruhsal barınma alanına kavuşur. Evinden kaçış bir anlamda değersizleştirme anlayışından uzaklaşmadır. “Başkalarından kaçış, kendine egemen olmak için yapılır.”84 Kökö de doğada bulduğu ruhsal dinginlik ile kendi benini keşfetmeye doğru yola çıkar. Onun farkındalık anları mekân değişikliğiyle paralel seyir izler.
Bireyselleşme, kişinin edimsel bir farkındalık süreci sonucu gerçekleşen bir dönüşümdür. “Bir bakıma var olmak”85 olarak adlandırılan bu sürece mekânın önemli katkısı vardır. Yetim Kökö, doğanın dışında bu huzuru, dolayımlayıcısı öğretmen Rayımkul’un evinde bulur. Bu noktada “mekân biçimlendirme aracıdır.”86 Mekân değişimi psikolojik değişimde de önemli bir etkendir; “tertemiz oda, duvara Türkmen nakışları işlenen kilimler asılmış. Penceredeki vazoda bir adet gül duruyor. Saragul teyze evin bir köşesinde oturuyor. Ortada bereketli bembeyaz örtülü yemek masası. Öğle yemeği zamanı olduğu için evdeki herkes burada” (H.Y.: 20). Mekânı bu şekilde tasvir eden Kökö, odanın temizliği ve düzeni dışında aileden gördüğü sıcaklık ile kendini huzurlu hisseder. Ev halkının güler yüzlü hali karşısında şaşıran Kökö, kendi evinde bulamadığı ruhsal dinginliği yabancı bir evde bulur.
Geniş/açık mekânlar, anıların şimdiliğini harekete geçiren, özneyi, aşkın olana götüren özelliğiyle bireyin ontolojik olarak varoluşunu hızlandırırlar. Bachelard’ın dediği gibi “anılar hareketsizdir, mekânsallaştırıldıkları ölçüde sağlamlaşırlar.”87Bu mekânsallaştırma öykünün başkişisi, Kökö’nün bilinç dışının dışa vurumunda kendini gösterir; “Kökö evdeki eşyalara yavaşça baktı. Sonra morali yükseldi de konuşmaya başladı; Şey o zaman annem vardı, pilav, mantı, çüçbara (yemek türü) yapıyordu, çok çok lezzetliydi.” (H.Y.: 20) Mekân değişikliğiyle anıları tazelenen yetim Kökö, bilinçlilik haliyle öykü zamanından geriye gider. Rayımcan ve ailesinin tutumuyla farkındalık yaşayan Kökö, annesinin yemeklerini anımsar. Düşleminde tasarladığı sıcak aile özlemini bir nebze olsun giderir.
Kökö, mekânın insan psikolojisi üzerindeki olumlayıcı etkisiyle, tinsel olarak kendi oluşunu gerçekleştirmeye ilk adımı atar. Kendini büyüten Şeki’nin eziyetleri karşısında bu ailenin sıcaklığıyla mekân değiştirerek aileyle yaşamayı seçer. Bu adım onun hayatını anlamlandıracağı aydınlık günlerin habercisidir. “Yetim” öyküsünde geniş/açık mekân, başkişi Kökö’nün tinsel doğumunu gerçekleştirdiği alanlarla sınırlıdır. Doğanın onu kucaklayan görüngüsü ve Rayımcan ile ailesinin onu bağrına bastığı “ev” öyküde geniş/açık mekânlar olarak değerlendirilebilir.
2.2.1.4. Öyküde Kişiler Dünyası
2.2.1.4.1. Çocuklar
Çocuk, masumiyetin timsali olarak öyküde ülkü değerler arsında kendine yer bulur. Farkındalık olgusuyla bilinçlilik haline dönüşen yaşamı onun deneyimleriyle şekillenir. İyi-kötü kavramsal davranışlar arasındaki gel-gitleri; aile, arkadaşlar, sosyal çevre gibi etkenler onun psikolojisinin şekillenmesinde önemli kavşaklardır. Yaradılış itibariyle “her insanın varoluşunda eksiklik duygusu vardır”88 ve bu eksiklik duygusu çocuklukla başlar ergenlik döneminde kopmalar, sapmalar baş gösterir, ardından yetişkinlik döneminde tamamlanmayı bekler.
“Yetim” öyküsünün başkişisi on bir yaşındaki çocuk Kökö de böyle bir eksiklik duygusuyla hayata tutunmaya çalışır. Ancak bir çocuk için düzenli bir aile ortamında yetişmesi çok önemlidir. Kökö, anne ve babasını küçük yaşta kaybeden yetim bir çocuk olması dolayısıyla düzgün bir aile ortamında yetişemez. Bu da ona kötücül davranışlar kazandırır. Yanında yaşadığı teyzesi Şeki’nin onu ihmal etmesi sonucu çevresiyle uyum sorunu yaşar. Çünkü “çocuğun ihmal edilmesi, yetersiz organlara sahip bulunması da sosyal duygunun gelişmesini zorlaştırır.”89 Bu uyum sorunu da çocuğun saldırgan bir tavır içine girmesine yol açar. Çocuğun nevrotik bir kişilik edinme sürecine adım attığı bu anlarda çocuk, kendisiyle ve çevresiyle bir çatışma içine girer. Komşusunun tavuğunu çalması, en yakın ve tek arkadaşı ile kavga etmesi onun ruhsal çatışmalarının dışa vurumudur. Kökö’nün hırsızlık gibi alışkanlıklar kazanması ailesi öldükten sonra yanında kaldığı teyzesi Şeki ve dostu Çoro’nun kötücül davranışlarından kaynaklanır; “sümsük, iç içeceksen, içmeyeceksen çek git! Allah’ın belası haram! dedi Şeki annesi” (H.Y.: 8). İçinde yaşadığı çevrenin baskısına maruz kalan Kökö içsel bir yabancılaşma içine girer. Çocuğun “yaşamının gelişimi ancak koruyucu bir toplumun varlığıyla mümkün(dür)”90 Kökö’nün varlık alanını çiğneyen Şeki, Çoro gibi öteki güçler onun koruyucu bir aile isteğine olumsuz cevap verirler. Çoro ismi Kırgız Türkçesinde mecazı olarak “dönek: hislerinden sabit olmayan” anlamında kullanılır. İsminin anlamını taşıyan Çoro, Şeki’ye karşı hislerinde ciddi değildir. Gerek Kökö’den gerekse Şeki’den faydalanmaya çalışır. Kökö’ye devletin bağlayacağı yetim aylığından dolayı Şeki’nin de içki dükkânından yararlanmaya çalışan Çoro, adı gibi “dönek” yozlaşmış, çıkarcı bir karakterdir. Şeki yani gerçek adıyla şeker adıyla ters kurgulanan bir karakterdir. Çoro ile birlikte yetim çocuğa eziyet ederek kız kardeşinin emanetine ihanet eder.
Başkişi Kökö’nün hırsızlık yapması ve arkadaşıyla kavga etmesi onun düzgün bir aile ortamında yetişmemesiyle ilgilidir. Kökö, arkadaşı Rasul’un babası Rayımcan’ın ve ailesinin sahip çıkmasıyla artık bambaşka bir kişi olur. Bilinçlilik hali, onun dolayımlayıcısı Rayımcan’ın ve ailenin sevgisiyle gerçekleşir. Sevgi bu noktada öyküdeki önemli dönüşüm unsurdur. Erich Fromm’un dediği gibi, “sevgi etkin bir biçimde başka bir insanın içine nüfuz etmektir.”91 Kökö de uğradığı hakaret, nefret, aşağılama gibi davranışlardan sevgi ile kurtulur; “Saragul teyze de kendi kendine fısıldıyordu: Ne dersiniz biz çok çocuk sahibi de değiliz. Babasız, yalnız, zavallı yetimi biz evlat edinirsek nasıl olur! Rasulla kardeş gibi büyür” (H.Y.: 21). İçinde bulunduğu kaos ortamından Rayımcan ve ailesinin sevgisiyle çıkan Kökö, ontolojik olarak tinsel doğumunu gerçekleştirmek adına aradığı sığınağı bulur.
Öykünün bir diğer çocuk karakteri Rasul, “çok sakin bir çocuk(tur). Yüzü annesininki gibi bembeyaz, serserilikten hiç habersiz sade bir çocuk” (H.Y.: 12) olan Rasul, başkişinin dolayımlayıcısıdır. Kökö’nün tek arkadaşı olan Rasul, statik bir karakter olarak öykü kahramanı Kökö’nün farkındalık bilincinin oluşmasında etkin rol oynar. Kökö ile zıt kişilikte olması yaşadığı huzurlu rahat aile yapısı ile Kökö’nün imrendiği bir yerde bulunur. Kökö ile Rasul’un farklı kişilikte olmaları ve farklı şekilde yetiştirilmeleri aralarında çatışmaya yol açar; “dur sana gösteririm şimdi yumruklaşmayı! İkisi de bırakmak istemedi yumruklaşmaya başladı. Kökö daha uzun boylu olduğundan dolayı Rasul’u kafasına omzuna vurarak boynunu eğmeye çalışıyor, Rasul onun bacaklarını, böbreklerine tekme atıyordu” (H.Y.: 17). Aralarında yaşanan bu kavga iki çocuğu birbirinden uzaklaştırır. Kökö’nün olumsuz anlamda deneyimlediği hayatı karşısında Rasul’un düzgün, yolunda giden hayatı çatışmayı kaçınılmaz kılar.
Hayatında kaotik olarak açmazda olan Kökö, Frankl’ın“kuşkusuz insanın anlam arayışı içsel denge yerine içsel gerilim yaratabilir”92 sözünü desteklercesine, Rasul ile çatışır. Bu çatışmada onların iki farklı ailede yetişmesinin etkisi büyüktür. Kökö sevgiden mahrum sıcak bir yuvanın hasretiyle büyürken Rasul, iyi bir ailede yetişir; “tam bu vakitte karşıdaki büyük bir ayna gözüktü. Kökö bunu fark etmemişti. Meğer her şey gözüküyormuş. Hiç fark etmemiş. İşte en önde annesiyle ninesinin ortasında kendinden emin bir şekilde şık giyinen Rasul oturuyor. Ya Kökö? Giysisinin her yeri yamalı, elbisesinin tutacak yeri kalmamış yırtılmış. Sanki sokak köpeği (H.Y.: 21). Alıntıda İki farklı tablo çizen yazar-anlatıcı iyi bir ailenin çocuğun gelişimindeki önemine değinir. Psikojik bir travma geçiren Kökö’nün ruhsal olarak yaşadığı depresif anlarında, maruz kaldığı hakaret ve dayaklar onun ruhunda derin izler bırakır. Bu durum ilerde çocuğun “çarpık, yetersiz, yanlış yollar izleyen bir gelişim gösterme(sine)”93 yol açabilir. Kökö’nün aksine, Rasul’un yaşadığı ev ve düzenli aile hayatı onun ruhsal gelişimini olumlu yönde etkiler. Ailenin sahip çıkmasıyla Kökö, bilinçli bir kişiye dönüşür. Öyküde yarım bırakılan “devamında ne olacağı?” sorusu, başkişi Kökö’nün iyi bir ailenin yanında yaşayacak olması ile cevabını bulur.
Kasımbekov’un öyküde kurguladığı çocuk karakterlerle toplumsal bir mesaj verir. Yazar toplumsal bir olgu olan dağılmış, bozulmuş hatta yok olmuş ailelerin arkada bıraktıkları çocukların yaşadığı travma ile topluma faydalı birer fert olamayacağını göstermek ister. Örnek bir aile tablosu çizerek toplumun bireylerini, uyarır. Yozlaşan topluma doğru giden Kırgızları verdiği örnek aile ile düştüğü ve/ya düşmekte olduğu bataklıktan kurtarmaya çalışır. Aytmatov’un bir şekilde -annesi ve babası terk ettiği için- yetim ve hatta isimsiz çocuğun yaşadığı travma gibi bir örnek sunar. Savaş sonrası yetim kalan çocuklar veya dağılan aileler neticesinde bu tür çocukların sayısı artar. Toplum bir nevi kendi canavarını kendi eliyle yaratır.
2.2.1.4.2. Erkekler
Ataerkil toplumlarda, tarihin en eski dönemlerinden beri erkekler, toplumsal, kültürel ve ekonomik varoluş biçimlerinin ana belirleyicisi ve aynı zamanda soyun sürdürülmesi açısından başat unsur olmuştur. Erkek kavramı Kırgız toplumunda da benzer özellikleri ile gözlemlenir. Erkekler, sadece ekonomik işlerin altından kalkmakla yükümlü kişiler değil, aynı zamanda toplumun diğer soylarla savaşları, çatışmaları karşısında koruyucu bir güçtür. Bu açıdan, erkeklerin yozlaşması ya da farklı kültürlere karşı bir ilgi geliştirmesi, içinde bulundukları toplumun yavaşça kültürel ve milli açıdan yok olması anlamına gelebilir. Kasımbekov’un öykülerinde erkekler toplumsal normların kurucusu ve sürdürücüsü olduğu gibi, kimi zaman yozlaşarak ölümcül bir gelecek tasarımının belirleyicisi konumundadırlar.
“Yetim” öyküsü zıt karakterler etrafında kurgulanmıştır. Yazar, öyküde gerilimi farklı kişiliklerin çatışmalarıyla arttırır. Bir yanda, aydın ve bilge bir kişi öğretmen Rayımcan diğer yanda ise Çoro vardır. Bu iki zıt unsurun eylemleri öyküde başkişinin kişiliği üzerinde doğrudan etkili olur; “öğretmen Rayımcan. Beş altı senedir köyde çalışıyor. Kırdaç dolgun birisi. Onun yüzünü sert gösteren şey yüzündeki kesik izi. Ama gözü korkutan bir şey değil. O yirminci asrı titreten kanlı savaşın izi.” (H.Y.: 15) Öyküde, bu şekilde tasvir edilen Rayımcan, başkişi Kökö’de farkındalık oluşturur. O, bilinçli bir birey olarak değerlerini her şeyin üzerinde tutar. “Aydın olmanın özü çölde haykıran ses olmaktır.”94Rayımcan da hayatın dehlizlerinde yok olmaya bırakılmış başkişi Kökö’nün kendilik değerlerinin oluşmasında uyarıcı, biçimlendirici bir özellikle ona sahip çıkan bir dolayımlayıcı öznedir.
Nesneler dünyasında sıkışıp kalan yetim Kökö’ye şefkatlice yaklaşarak, onun kendi “ben”ini keşfetmesine yardımcı olan Rayımcan, onun yalnızlığa mahkûm olmasına engel olur. Öteki güçlerin yıkıcı/yok edici etkilerinden kaçıp değerler dünyasında kendi yer açmak isteyen Kökö, Rayımcan’ın kararlılığıyla kendilik değerlerine kavuşur. Rayımcan, değerlerine ve kendi öz güçlerine bağlı bir birey olarak yetim bir çocuğun yok oluş(una) seyirci kalmayarak bir anlamda kendini de değerler dünyasında konumlandırır.
Kasımbekov, öykülerinde kavramlar boyutunda çatışmayı sağlarken kişiler boyutunda da karşıt güçleri karşı karşıya getirir. Temsil ettiği değerleri ve bilinçlilik hali ile kendilik değerlerinin farkında olan kibar, erdemli öğretmen Rayımcan’ın karşısında; eğitimsiz, kaba saba görünümüyle Çoro yer alır. Çoro davranışlarıyla geçimsiz, sert, kaba bir kişiliktedir. Yazar onu şu şekilde tasvir eder; “(Çoro) Şekere laf atıp bozo içer. Köydekiler ona maden işçisi diyor; ama o Taş Kömüre gittiğinde hiç çekinmeden kolhoz adamıyım diye övünür. Ter dökmeden, kazanmayı sever, emekten kaçar, bazen gizlice tüccarlık yapar. İşte Çoro böyle birisi. Bir yere inşa ettiği ne evi ne bahçesi var. Derviş gibi hep gezer, dolaşır” (H.Y.: 10). Yaşamın aydınlık anlarından ve kendi değerler dizgelerine yabancılaşan Çoro, güç, para, ünü erekleştirip, bu eylemiyle kişisel çıkarı açısından yararlı şeyler yaptığı yanılmasına kapılmakta ve yaşama sanatının anlamını yitirerek kendi gerçek ben’i dışında her şeye hizmet etme(siyle)95 kurgulanır. Rayımcan ne kadar merhametli, yardımsever ise, Çoro tam tersi bir karakter olarak kurgulanmıştır. Sarhoş, çıkarcı, merhamet duygusundan yoksun biri olarak narsist bir kişilik sergiler. Funk, narsist kişi için şu cümleleri aktarır;
Narsistik kişi, kendisini olumlu ve olumsuz anlamda muhteşem olarak algılar, kendini büyük bir günâhkar ya da işe yaramaz biri olarak yaşasa bile bu kez de olumsuz anlamdaki büyüklenmeciliği yüzünden acı çeker. Bu noktada narsistik öbür yüzünü (kendi zayıflığını, başarısızlığını, hata yapabilirliğini, korkaklığını, zavallılığını, bağımlılığını ya da tersine becerilerini, gücünü, yeteneklerini, onurunu) yadsır ve bunları çevresine yansıtır.96
Funk’un narsist kişi için çizdiği tablodaki olumsuzlanan değerlerin taşıyıcısı konumunda olan Çoro, kişisel eziklik ve eksiklik duygusunu çevresine “saldırarak” bastırır. O, narsist bir karakter olarak, kendi zayıf yanlarının verdiği hırsını, öfkesini çevresinden yani yetim Kökö’den çıkarır. Ona zorla içki içmesini söyleyip sonra da parasını ödemesini söyler; “içeceksin! diye kara bıyıklı Çoro daha sertleşti. İçmeyeceğim” (H.Y.: 9). Yetim bir çocukla alay etmesi; onun acıma, iyilik gibi duygulardan yoksun olduğunu gösterir. Öykünün öteki gücünü temsil eden Çoro’nun kendi ben’i ve çevresiyle yaşadığı çatışmada ezilen yetim Kökö olur.
Öykünün ülkü değerlerde97 alınabilecek diğer bir karakteri yüce birey “arketip”i98 Taşıbek’dir. Yaşının verdiği olgunluk ile aksakal olarak anlatıda geçen Taşıbek, müşkil çözücü rolüyle “kaosun kozmosudur.”99 Rayımcan’ın yetim Kökö’nün bakımını üstlenmek istemesi ve teyzesi Şeki’nin buna karşı çıkması sonucu yaşanan çatışmada, aksakal Taşıbek tıpkı Dede Korkut gibi gelerek sorunu çözer; “bir anda Taşıbek amca geldi. Rayımcan bu ne kavgası?” (H.Y.: 31) Rayımcan ile Şeki’nin Kökö için yaptığı tartışmayı araya girerek çözmesi onun gördüğü saygı ve sevgiyi gösterir. Sorunu çözerken takındığı bilgece tavır ve sarf ettiği bilge sözler onun Alp bilge tipi olduğunun göstergesidir.
2.2.1.4.3. Kadınlar
Kadın ilk yaradılışla birlikte mitik dünyası ve gizemli yönü dolayısıyla üzerinde en çok kafa yorulan konulardan biridir. Yunan mitolojisinde, gerek güzelliği gerek ihtirasları ile tanrıça olarak adlandırılan kadın, Kitab-ı Mukaddes’te erkeğin kaburgasından yaratılan bütünleştirici yönüyle anlatılır.100 Kadın bir noktada yaşamın kendisidir.101 Doğurganlığı dolayısıyla toprakla bir tutulan kadın, hayatın devamlılığını da sağlayan ana etkendir.
“Yetim” öyküsünde erkek karakterlerde olduğu gibi, zıt yönleriyle ele alınan kadın karakterler arasındaki çatışma da konu edilir. Kasımbekov, toplumun iki farklı yüzünü resmederken, Kırgız kadınının taban tabana iki zıt karakterini de karşılaştırır. Bir tarafta yetim Kökö’yü öteleyen ve onu bir meta olarak gören Şeki, diğer yanda yabancı bir çocuğu kendi çocuğu gibi bağrına basan Şirin yer alır.
Şeki, başkişi Kökö’nün teyzesi olarak takındığı tavır nedeniyle kart karakter olarak değerlendirilir.102 Onun çocuğa sadece devlet yardımını almak için bakması ve her defasında aşağılayıp, dövmesi de bunun göstergesidir. Annelik içgüdüsünü yaşa(ya)mayan Şeki bu içgüdünün kadına kazandırdığı sevgi, şefkat gibi duygulardan yoksun olarak Kökö’yü sarıcı değil, öteleyici bir tavır sergiler; “Şeker aslında evladı kesilmiş kadın. Doğuramadığından dolayı mı yoksa huyundan dolayı mı bu sene, yazın eşi ile ayrıldı.” (H.Y.: 10) anne olmanın tadına varamayan Şeki yetim çocuğu sahiplenme iç güdüsünden yoksundur.
Onun çocuğu büyütürken takındığı tavır, çocuğun kişiliği üzerinde doğrudan etkili olur; çünkü,“oğluna sürekli olarak “Ne kötü bir çocuksun”! diyen anne, sonunda ya bir hayduda ya da bir azize kavuşabilir. Çocuğun kimliği, onun anne babasının sözcüklerini nasıl anlamlandırdığına bağlıdır.”103 Çocuğun geleceğinin şekillenmesinde önemli bir aşama olan aile sevgisinin eksikliği Şeki’nin tavırlarından kaynaklanır. Kökö’nün hırsızlık yapmasında takındığı umursamaz tavır onun bu kötücül davranışı meşru görmesi, çocuğun olumsuz bir kişiliğe nasıl sahip olduğunun da göstergesidir. Çocuğun kişiliğinin gelişmesinde önemli bir kavşak olan okula göndermemesi bilginin önüne set ördüğünün göstergesidir. Foucault bilgi için; “Bilgi, bence, bireysel varoluşun bir kalkanı ile dış dünyanın kavranması işlevini görmelidir.”104der. Kökö’nün bireysel varoluşunu bu şekilde engelleyen Şeki, onun bilinçlilik halinin oluşumunu da geciktirir; “bacım, sen çocuğa iyi davranmıyorsun, okula da göndermiyormuşsun. Taş-kömürdeyken seni uyarmamış mıydım?” (H.Y.: 25) Rayımcan’ın bu serzenişi, Şeki’nin çocuğun eğitim hayatını nasıl elinden (ç) aldığının göstergesidir. Kadına yüklenen kutsal annelik vazifesinden mahrum kalan Şeki, Kökö’nün gelişiminde daha çok olumsuzlayıcı özelliğiyle yer alır.
Öykünün diğer kadın karakterleri olan Rayımcan’ın eşi Şirin ve annesi Saragül ortada fazla görünmemekle birlikte, ülkü değerlerde yer alan figüratif karakterlerdir. Saragül ve Şirin merhametli birer anne figürü olarak kurgulanmıştır. Kırgız Türkçesinde “Sara” sözcüğünün anlamı; seçme, mumtaz, en iyi, en üstün olarak sözlükte geçer.105 “Sara” ve “gül” sözcüklerinden oluşan Saragül adının anlamı ise; en mümtaz, seçkin gül olarak bilinir. Şirin de adı gibi iyi huylu tasvir edilmiştir. Bu iki karakter de adlarının anlamıyla karakterleri uyumlu olarak anlatılmışlardır. Öyküde sabrı, hoşgörüyü, sevgiyi temsil eden Saragül ile Şirin varoluşunun girdabından boğulmak istenen Kökö’nün tinsel doğumunun gerçekleşmesinde etkin rol oynarlar.
Değerler dünyasında kendine yer bulmak isteyen özne, karşı güçler tarafından engellenir. Toplumsal yozlaşmanın görüngüsü olan bu gücü temsil eden Şeki, karşısında Saragül’ü ve gelini Şirin’i bulur; “Saragül teyze Rayımcan’a suratını asarak konuştu; Hayır, memleket o paraları kimsesiz yetimleri büyüyene kadar harcayasınız diye veriyor bunun gibilerin boğazına gitsin diye değil. Bacım sen yaşlanmış kuvvetsiz filan değilsin. Kendi emeğinle kazan, bozo satıp geçinmeyip herkes gibi çalış. Diyeceklerim bu kadar” (H.Y.: 26). Yetim Kökö’yü şahsi işlerinde kullanan ve üzerinden para kazanarak onu metalaştıran Şeki’ye karşı çıkan Saragül, çocuğun sömürülmesi karşısında dayanamaz. Birey olma edimini yaşayamayan Kökö’nün yitip gitmesine razı olmayan Saragül ve Şirin çocuğa sahip çıkarak onu kendi evlatları gibi büyütürler.