Kitabı oku: «100 büyük Türk», sayfa 3
13
IV. MURAT
1612-1640
17. Osmanlı padişahıdır. 1623 ile 1640 yılları arasında hüküm sürdü. Genç yaşta ölen IV. Murat, getirdiği sert uygulamalar ve yasaklarla Osmanlı tarihinde yer almıştır.
IV. Murat İstanbul’da, Sultan I. Ahmet’in ve asıl ismi Anastasya olan Rum asıllı Kösem Sultan’ın oğlu olarak dünyaya geldi. Bazı saray entrikaları ve komploları neticesinde amcası I. Mustafa’nın yerine, daha 11 yaşındayken tahta geçti. IV. Murat tahta geçtikten sonra, ülkeyi uzun süre akrabaları ve annesi Kösem Sultan yönetti. Bu süre içinde İmparatorluk anarşiye ve büyük iç karışıklıklara sürüklendi, Safeviler Irak’ı ele geçirdi, Kuzey Anadolu’da isyanlar patlak verdi ve 1631 yılında yeniçeriler sarayı basarak sadrazam ile birçok devlet yöneticisini öldürdü. Zaten çocukluğu sırasında ağabeyi Genç Osman’ın şehit edilişine tanık olan IV. Murat, tüm bu olayların da etkisiyle çok sert bir mizaca büründü ve yirmi bir yaşından itibâren ülke yönetimini tamamen kendi eline aldı. IV. Murat ilk olarak, yaygınlaşmış olan rüşvet ve iltiması ortadan kaldırdı ya da en aza indirdi. Annesinin yönetimi altında aşırıya gitmiş olan keyfî harcamalar ile savurganlığı bitirdi. İstanbul’da alkol, tütün ve kahveyi yasakladı. Yasağa uymayanların öldürülmesini emretti. Bazı geceler tebdîl-i kıyafet ile sokaklarda teftişlerde bulundu.
IV. Murat devrindeki en önemli askerî olay Safevilere karşı girişilen 1623–1639 Osmanlı-Safevi Savaşları’dır. Bu savaşta Osmanlı orduları, Azerbaycan, Erivan, Tebriz ve Hamedan’ı ele geçirmiş ve son olarak 1638 yılındaki Bağdat Seferi ile 1624’ten beri İran işgali altında bulunan bu şehri yeniden Osmanlı topraklarına katmışlardır. Bağdat’ın fethinin ardından IV. Murat, tarihe geçen o ünlü sözü söylemiştir: “Bağdat’ı almaya çalışmak, Bağdat’ın kendisinden daha mı güzeldi ne!”
IV. Murat, bu savaşlarda Osmanlı ordularını bizzat kendisi komuta etti ve büyük bir askerî dehâ olduğunu kanıtladı. Sefer sırasında, Anadolu’daki tüm isyanları ve isyan etmesi muhtemel unsurları yok etti. Böylece devlet otoritesi yeniden ve kesin bir şekilde sağlandı. Yerli halk, memnuniyetini göstermek üzere birçok yerel yapıya onun ismini verdi. Safeviler, kesin Osmanlı zaferi karşısında çaresiz kalınca barış istemek zorunda kaldılar ve 1639 Mayıs’ında Kasr-ı Şirin Antlaşması imzalandı. Antlaşma neticesinde Mezopotamya Osmanlı egemenliğine girdi ve Birinci Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı’nın toprağı olarak kaldı. IV. Murat, İstanbul’a döndükten sonra saygın devlet adamlarına, İmparatorluğun eski parlak günlerine dönmesine yönelik ekonomik ve siyasi projeler hazırlanması emrini verdi. Ama hastalığı ve irsî bir sonuç olan erken ölümü, onun imparatorluğu dönüştürme fikirlerine ve çalışmalarına engel oldu.
IV. Murat, 1640 yılında İstanbul’da henüz 28 yaşında ölmüştür. Ölüm nedeni üzerine iki ayrı iddia vardır. Batılı kaynaklar sirozdan, Osmanlı kaynakları ise damla hastalığından öldüğünü iddia ederler. IV. Murat, ölüm döşeğindeyken kardeşi İbrahim’in öldürülmesini emretmiştir. Ancak emri yerine getirilmemiş ve İbrahim, onun ardından padişah olmuştur. IV. Murat’ın bu emri vermesinin nedeni, kardeşi İbrahim’in deli olduğunu ve İbrahim’in tahta geçmesi halinde İmparatorluğun büyük karışıklıklara sürükleneceğini düşünmesiydi.
14
III. SELİM
1761-1808
Sanata düşkünlüğüyle Osmanlı tarihinde ayrı bir yeri olan III. Selim, 28. Osmanlı padişahı ve 107. İslam Halifesidir. Döneminde yaptığı ıslahatlara Nizam-ı Cedit (Yeni Düzen) denir. Nizam-ı Cedit, aynı zamanda kurulan yeni askeri ocağın da adıdır. Bu dönemde dış siyasete önem verildi, sürekli büyükelçilikler (Paris, Londra, Berlin, Viyana) açıldı. Batı dillerinde yazılmış önemli eserler Türkçeye çevrilerek, Batı düşüncesinin ülkeye girmesine hız verilmesi sağlandı.
III. Selim, 24 Aralık 1761 tarihinde babası III. Mustafa’nın saltanatı döneminde dünyaya geldi. Babası 1774 yılında öldüğünde sadece 13 yaşında olduğu için amcası I. Abdülhamit tahta çıktı. I. Abdülhamit Şehzade Selim’e kendisinden önceki padişahların tersine, oldukça iyi davrandı, iyi bir eğitim almasına izin verdi. Şehzade Selim müzik ve şiirle ilgilendi. I. Abdülhamit 7 Nisan 1789 yılında ölünce, III. Selim Avrupa’yı temelinden sarsacak olan Fransız Devriminin eşiğinde tahta çıktı. III. Selim tahta çıktığında Osmanlı Devleti hem Avusturya hem de Rusya’yla savaş halindeydi. Başarısızlıkla sonuçlanan bu savaşlar 1792 yılında Avusturya’yla yapılan Ziştovi Antlaşması ve 1792 yılında Rusya’yla yapılan Yaş Antlaşmasıyla son buldu. Böylece III. Selim Osmanlı ordusunda çoktandır yapmak istediği yenilikleri yapma fırsatı buldu. 1793 yılında Nizam-ı Cedid ordusunu kurdu. 1807 yılında Nizam-ı Cedid ordusunun kaldırılmasını isteyen yeniçeriler Kabakçı Mustafa’nın önderliği altında ayaklandılar. III. Selim Nizam-ı Cedid ordusunu dağıtmak ve 29 Mayıs 1807 tarihinde de tahttan çekilmek zorunda kaldı. III. Selim’in yerine geçen amca oğlu IV. Mustafa III. Selim’i kafese geri gönderdi. 28 Temmuz 1808 tarihinde III. Selim’i tekrar tahta çıkarmak amacıyla Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa saraya yaklaşırken III. Selim Padişah IV. Mustafa’nın emriyle boğduruldu. III. Selim’le onu idam etmeye gelen yeniçeriler arasında büyük bir boğuşma geçtiği bilinmektedir. III. Selim’in cenazesi Laleli Camii’nin avlusunda babası III. Mustafa’nın türbesine defnedildi.
III. Selim, bir yandan Doğu kültürüne ilgisini devam ettirirken Batı kültürüne de ilgi duyuyordu. İlk defa 1797 yılında III. Selim zamanında İstanbul’a Avrupa’dan gelen bir grup opera gösterisi sergiledi. Fransız mimar ve ressam Antoine Ignace Melling İstanbul’da birçok yapılar inşa etti. İstanbul’un çeşitli manzaralarını gösteren gravürler çizdi. III. Selim’in kız kardeşi Hatice Sultan’ın Melling tarafından Ortaköy semtinde inşa edilen sarayı İstanbul halkı ve Avrupalılar arasında çok ün kazandı. Bir yandan da eleştirilere neden oldu. III. Selim şiir ve müziğe çok meraklıydı. “İlhami” mahlasıyla birçok şiirler yazdı ve çok sayıda şarkı besteledi. Klasik Türk Müziğindeki suzidilara, şevkefza, şevk-u tarab, Arazbarbûselik ve nevakürdi makamları III. Selim’in buluşlarıdır. Dini müzik olarak ayin, durak, nat, ilahi formunda, din dışı müzik olarak Kâr, beste, semai, şarkı, köçekçe, peşrev, saz semaisi formunda 64 civarında eser bestelemiştir.
III. Selim’in yazdığı saltanatın gelip geçici olduğunu anlatan bir manzume şöyledir:
“Bağ-ı âlem ıcre zâhirde safâdır saltanat
Dikkat etsen mânevi kavgaya cardır saltanat
Bu zamanın devletiyle kimse mağrur olmasın
Kâm alırsa adl ile ol dem becâdır saltanat
Kesbeder mi vuslatın bin yılda bir âşık ânın
Meyleder kim görse ammâ bîvefadır saltanat
Kıl tefekkür ey gönül çarhın hele devranını
Ki safâ ise velev ekser cefâdır saltanat
Bu Cihan’ın devletine eyleme hırs-ü tamâ
Pek sakın İlhamî zira bîbekadır saltanat”
15
II. MAHMUT
1784-1839
Şiiri, edebiyatı ve bilimi seven, halk arasında dolaşmayı ve onların dertlerini dinlemeyi gerekli gören Sultan II. Mahmut, Osmanlı İmparatorluğu’nu gerek sosyal bakımdan, gerekse uygarlık açısından ileri bir ülke yapmaya çalıştı. 14 Mart 1827’de, İstanbul’da Türkiye’nin ilk tıp okulu olan Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’yi kurdu. İlk resmi gazete olan Takvim-i Vekayi’nin çıkmasını sağladı. Yaptığı Avrupai yenilikler nedeniyle halk tarafından “Gavur Padişah” diye adlandırılıyordu.
20 Temmuz 1785 tarihinde Topkapı Sarayı’nda doğdu. Öğrenimi ile Sultan III. Selim padişahlığı sırasında bizzat meşgul olmuştur. Tahta çıkmadan 1 yıl 2 ay önce Sultan IV. Mustafa’nın veliaht-şehzadesi oldu. Keza sarayda O’nun dışında Osmanlı ailesinden hiçbir erkek bulunmamaktaydı. Kabakçı Mustafa isyanı sonunda tahttan indirilen III. Selim’i tekrar padişah yapmak için gelen Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa, asilerle birlikte hareket eden Sultan IV. Mustafa’yı tahttan indirdi. Saraya girdiğinde III. Selim’in öldürüldüğünü öğrenen Alemdar Mustafa Paşa, katillerin elinden canını zor kurtaran II. Mahmut’u tahta çıkardı. 1808’de tahta çıktığında 23 yaşındaydı. Sultan II. Mahmut tahta geçtiği zaman Osmanlılar Ruslarla savaş halindeydi. İngiltere ile 1809’da yapılan antlaşma sonucu Ruslarla savaşa devam kararı alındı. Rusların Fransa ile olan sorunları ve Osmanlı Devleti ordularının yıllarca süren savaştan yorgun düşmesi yüzünden iki devlet de barış imzalamaya mecbur kaldılar. 28 Eylül 1812 tarihinde imzalanan Bükreş Antlaşması ile Rusya, Eflak ve Boğdan’dan çekilecek, Besarabya bölgesi ise Ruslara bırakılacaktı. Osmanlılar Bosna ve Eflak’dan 2 yıl vergi almayacak, Sırplar kendi içlerinde serbest kalacaktı. Tuna nehrinde hem Osmanlı hem de Rus gemileri serbestçe dolaşabilecekti. Prut ve Tuna nehirlerinin sol sahilleri iki ülke arasında sınır kabul edilecekti. Sırbistan’daki isyan sonucu yapılan Edirne Antlaşması ile Sırbistan yarı bağımsız hale geldi. 1828’de, Rusya savaşı sonrasında yapılan Edirne Antlaşması sonucunda, Yunanistan’a bağımsızlık verildi. Eflak, Boğdan ve Sırbistan’a imtiyazlar tanındı. Ruslar işgal ettikleri yerlerin çoğunu geri verdiler. Rus ticaret gemilerine boğazlarda geçiş hakkı tanındı. Osmanlı Devleti Rusya’ya savaş tazminatı ödemeyi kabul etti.
Sultan II. Mahmut, kurduğu Sekban-ı Cedid adlı yeni askeri teşkilatın yeniçerilerin ayaklanması sonucu kaldırılması üzerine artık Osmanlı Devleti için kanayan bir yara haline gelen yeniçeri ocaklarını 1826’da Vaka-i Hayriye adı verilen olayla ortadan kaldırdı. Yeniçeri ocağı kaldırıldıktan sonra, onun yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediye adı verilen yeni bir askeri teşkilat oluşturuldu. Osmanlı Devleti’ndeki çöküşü fark eden II. Mahmut, hayatı boyunca İmparatorluğu Batı düzenine uydurmaya çalıştı. Kıyafet kanunu çıkararak devlet memurlarının fes, pantolon ve ceket giymelerini sağladı. Avrupalı hükümdarlar gibi davrandı; setre pantolon giydi, sakalını kısa kestirdi, resmini devlet kurumlarına astırdı. 1831’de yalnız erkekleri belirten nüfus sayımı yaptırttı. Böylece yeni kurduğu ordunun devamını sağlayacak insan ve servet durumunu öğrendi. Avrupa’nın önemli şehirlerinde daimi elçilikler bulundurttu. Medreselerin yanında Avrupa tarzı eğitim veren yeni okullar açıldı ve Avrupa’ya öğrenciler gönderildi. Divan teşkilatını kaldırdı ve onun yerine bakanlıklar (nazırlık) kurdu. 30 Mart 1838’de Sadrazamlık makamına “Başvekalet”, Sadrazama “Başvekil” denilmesi kararlaştırıldı. Bir fermanla ilköğrenimin zorunlu ve parasız olduğunu ilan etti. Rüştiyeler (orta okul) ve devlet memurlarının yetişmesi için Mekteb-i Maarif-i Adliye kuruldu. Tıbbiye ve Harbiye okulları açıldı. Bu okullar için yabancı kaynaklı eserler Osmanlıca’ya çevrildi. Posta teşkilatının kurulması ve karantina uygulaması da yine Sultan II. Mahmut döneminde gerçekleştirildi.
Aynı zamanda hattat, bestekâr ve şair olan Sultan II. Mahmut yazdığı şiirlerde Adli mahlasını kullandı. Sultan II. Mahmut yakalandığı verem hastalığından kurtulamayarak, 1839’da 54 yaşında vefat etti. Büyük bir cenaze töreni ile halkın gözyaşları arasında Divanyolu’nda kendisi için oğlu Abdülmecit tarafından Mimar kardeşler Ohannes Dadyan ve Boğos Dadyan’ın inşa ettiği II. Mahmut Türbesi’ne defnedildi.
16
MİTHAT PAŞA
(AHMED ŞEFİK)
1822-1884
Osmanlı devlet adamı, sadrazam. Tuna, Aydın ve Suriye Valisi. İlk Osmanlı anayasası olan Kanun-i Esasi’yi hazırlayan kurulun başkanı. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki birçok reformun mimarı.
Rusçuklu Mehmed Eşref Efendi’nin oğludur. Çocukluğunu İstanbul’da ve babasının naip olarak bulunduğu Vidin ve Lofça’da geçirdi. Özel eğitim gördü. Arapça, Farsça ve biraz Fransızca öğrendi. 1834’te Divan-ı Hümayun kaleminde görev aldı. Burada kendisine Midhat mahlası verildi. Divan-ı humayun’un görevlerini üstlenen Meclis-i Vükela’nın kâtipleri arasında yer aldı. 1840’ta Sadaret Mektubi kaleminde yer aldı. 1842-1846 arasında tahrirat katibi yardımcısı olarak Şam ve Sayda’da, 1846’dan sonra divan kâtibi olarak Konya ve Kastamonu’da görev yaptı. 1854’te sadrazam olan Kıbrıslı Mehmed Emin Paşa tarafından Rumeli’de yaygınlaşan isyan olaylarını bastırmak gibi, yerine getirilmesi güç bir işle görevlendirildi. Bulgaristan’da düzeni sağladı. İstanbul’a dönüşünde Abdülmecid’i devirmeyi amaçlayan suikast girişiminin soruşturmasını yürütmekle görevlendirildi. Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa’nın ikinci sadrazamlığı sırasında, 1861’de vezir rütbesiyle Niş valiliğine atandı. Başarılı reformlarından dolayı, Abdülaziz tarafından genel bir reform programı hazırlamakla görevlendirildi. 1864’te Tuna vilayeti’nin başına getirildi ve Osmanlı idari düzenini yeniden belirleyen Vilayet Nizamnamesi’nin uygulanmasına öncülük etti. Vilayet merkezinden köylere kadar yeni meclisler, bayındırlık, fen ve eğitim işlerine bakacak daire müdürlükleri oluşturdu. Vergi türlerini ve yükümlülüğünü azaltan düzenlemeler yaptı. İstanbul Emniyet Sandığı’nın ve ilk sanayi mektebinin kurulmasına öncülük etti. 1869’da vali olarak bulunduğu Bağdat’ta da başarılı reformlar yaptı.
Abdülaziz’in son yıllarındaki siyasi kaos ortamında Mithat Paşa saray karşıtı ve reform yanlısı siyasetin başlıca lideri olarak sivrildi. Serasker (ordu komutanı) Hüseyin Avni Paşa, Şirvanizade Rüştü Paşa ve (Şirvanizade’nin ölümünden sonra) Mütercim Rüştü Paşa ile birlikte, Abdülaziz’i devirmeyi planlayan “cunta”yı oluşturdu. 30 Mayıs 1876’da Abdülaziz devrilip V. Murat tahta geçirildi. Devrik Padişahın dört gün sonra şüpheli bir biçimde ölümü ve ardından Hüseyin Avni Paşa’nın Çerkez Hasan adlı genç subay tarafından öldürülmesi olayları üzerine yeni Padişah ruhsal bir bunalıma girince, 31 Ağustos’ta o da tahttan indirilerek kardeşi II. Abdülhamid padişah ilan edildi. Bu olayda Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa ön planda görünse de rejim değişikliğinin gerçek mimarı Mithat Paşa idi. Mithat Paşa ilk Osmanlı Kanun-ı Esasî’sini (anayasa) hazırlayan encümenin başına geçti. 1876’da sadrazamlığa atandı. 23 Aralık’ta II. Abdülhamid, Mithat Paşa’nın hazırladığı anayasayı (bazı değişikliklerle) ilan etti. Padişah II. Abdülhamit 5 Şubat 1877’de Mithat Paşa’yı sadrazamlıktan azlederek gözaltına aldırdı ve aynı gün (evine dahi uğramasına izin verilmeden) bir gemiyle ülke dışına sürdü. Bir süre Avrupa’da kalan ve ertesi yıl Girit’e dönmesine izin verilen Mithat Paşa, Aralık 1878’de affedilerek Suriye Valiliğine atandı, ancak İstanbul’a gelmesi kesinlikle yasaklandı. Siyasi faaliyetlerine Suriye’de de devam ettiğine dair kuşkular üzerine 1880’de Aydın (İzmir) valiliğine gönderildi. Bu esnada II. Abdülhamit, Mithat Paşa’ya karşı yine kışkırtılmıştı. Kendisi ve tüm ailesinin katledilmesi planlandı. 1881’de konağının bir askeri birlikçe sarılması üzerine Fransız Konsolosluğuna sığındı. Üç gün sonra hükümetin güvence vermesi üzerine teslim oldu.
İstanbul’a getirilen Mithat Paşa sarayda kurulan özel bir mahkeme (Yıldız mahkemesi) tarafından Abdülaziz’in öldürülmesiyle suçlanarak yargılandı. Saray topraklarında Padişah tarafından bizzat seçilen bir mahkeme kurulu tarafından yürütülen bu yargılama Avrupa ülkelerinden gelen gözlemciler tarafından taraflı bulundu. Yargılamanın sonunda Midhat Paşa idama mahkûm edildi. İngiltere Hükümetinin ricası ile II. Abdülhamit bu cezayı ömür boyu hapis cezasına çevirdi. Arabistan’da Taif Kalesine sürüldü. 8 Mayıs 1884 gecesi muhafızları tarafından boğularak öldürüldü. Bu cinayetin Padişahın emri ile gerçekleştiği ileri sürüldü. Mithat Paşa’nın cenazesi 1951’de Taif ’ten getirildi ve 26 Haziran 1951’de Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın katıldığı bir törenle Abide-i Hürriyet Tepesi’ne defnedildi.
17
GAZİ OSMAN PAŞA
(OSMAN NURİ PAŞA)
1832-1900
93 Harbi’nde 145 günlük Plevne Savunması’nı komuta ettikten sonra kuşatmayı yararak şehirden çıkarken yaralanan, ancak müdafaa hattı stratejileriyle esir bulunduğu dönemde Rus Çarından bile saygı görmüş, dönemin tüm komutanları tarafından örnek alınmış Osmanlı Ordusu komutanıdır. Ayrıca siper kazma yöntemini ilk bulan kişidir.
1832’de, Tokat’ta, Yağcıoğulları ailesinin bir bireyi olarak dünyaya geldi. Beşiktaş’taki Askerî Rüştiyede ve Kuleli Askerî İdâdîsinde (lisesinde) okudu. Harbiye’yi yirmi yaşında ikincilikle bitirdi. Harp Akademisine girdi. Kırım Savaşı’nın çıkması üzerine Tuna cephesine gönderildi. Burada dört yıl kalarak, teğmenliğe yükseldi. Savaşın sonunda ise yüzbaşı oldu. Genelkurmay Başkanlığı’nda çalıştığı zamanlarda Osmanlı Devleti’nin nüfus sayımı ile kadastro usulünde haritasının çizilmesi kararlaştırıldığından, Bursa ilinden başlanması üzerine bu göreve askeri temsilci olarak tayin edildi. 1861’da Teselya’da, Yenişehir’de ve Cebel-i Lübnan’da görev aldı. Girit isyanlarının başlaması üzerine Girit’e tayin edildi. 1866’da Girit’teki çalışmalarından dolayı Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa’nın takdirini kazanarak Miralay (albay) oldu.
Yemen’e gönderildikten sonra Paşa rütbesiyle Rumeli’de bulunan Beşinci Ordu Manastır Fırka (tümen) Kumandanlığına tayin edildi (1875). Buradaki çalışmalarından dolayı birinci ferik (korgeneral) oldu. 27 Haziran 1876 yılında Sırbistan’ın Osmanlı Devleti’ne ültimatom vermesi sebebiyle, Osman Paşa Vidin Komutanlığına getirildi. Sırp İsyanları başlayınca emrindeki birliklerle İzver tepelerini ve Zayçar kasabasını zaptetti ve bu nedenle Sırp ordusu çekilmek zorunda kaldı. Osman Paşa’nın hedefi Belgrat’ı almaktı ancak Serasker’den izin verilmedi, zira şartlar uygun değildi. Sırp ordusunu yendi ve müşir (mareşal) oldu (1876). Osman Paşa’yı tanıtan, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndaki Plevne Savunması’dır. 5 Nisan 1900’de 68 yaşında ölmüştür. Türbesini, onu çok seven ve saygı duyan Sultan II. Abdülhamit yaptırmıştır. Fatih Camii avlusuna gömülmüştür.
Adına marş yazıldı;
“Tuna nehri akmam diyor
Etrafımı yıkmam diyor
Şanı büyük Osman Paşa
Plevne’den çıkmam diyor”
18
II. ABDÜLHAMİD
1842-1918
Osmanlı İmparatorluğu’nun otuz dördüncü padişahı. Saltanatının başlangıcında I. Meşrutiyet, sonunda II. Meşrutiyet ilan edilmiştir. Osmanlı devletinin ilk ve son anayasası olan Kanun-i Esasi onun döneminde ilan edilmiştir.
Sultan Abdülhamit, Sultan Abdülmecit’in ikinci oğluydu. Annesi Tirimüjgan Hatun’du. Babasının ölümünden sonra yerine geçen amcası Abdülaziz, Abdülhamit’in eğitimiyle ilgilendi. Özel hocalardan Arapça, Farsça, Fransızca, tefsir, hadis, fıkıh ve fen dersleri aldı. Arta kalan zamanlarında ata binmek, silah kullanmak ve spor yapmakla ilgilendi. Sultan II. Abdülhamid tahta geçtiğinde Osmanlı Devleti büyük sıkıntılar içindeydi. Dış borçlar artmaktaydı. Bosna-Hersek ve Bulgar ayaklanmalarına Sırbistan ve Karadağ da eklenmişti. İngiltere Şark meselesi ile ilgili bir konu için İstanbul’da bir konferans düzenlenmesini istemişti. Abdülhamit’i başa geçiren grup daha önce Abdülhamid’in söz verdiği meşrutiyet ve Kanun-i Esasi’yi bekliyordu. Padişah üzerindeki baskıların artması sebebiyle hemen Kanun-i Esasi’nin oluşturulması için girişimlerde bulunuldu. 23 Aralık1876’da Tersane Konferansı’ndan bir gün önce Kanun-i Esasi ilan edildi. 24 Nisan1877’de Rusya, Osmanlı Devletine resmen harp ilan etti. Rumi 1293 senesine rastladığı için “93 Harbi“ denilen bu savaş, Edirne Mütarekesi’ne kadar dokuz ay sürdü. 3 Mart 1878’de imzalanan Ayastefenos Anlaşması ile Osmanlı Devleti ağır bir kayıp veriyordu. Sultan Abdülmahid bu tavizi vermek zorunda kaldı. 13 Temmuz 1881’de imzalanan Berlin Anlaşması ile Osmanlı Devleti, kaybettiği toprakların bir bölümünü geri alabildi. Romanya, Sırbistan ve Karadağ bağımsızlıklarını kazanırken, Bulgaristan’a bağımsız bir prenslik olma hakkı tanındı. Berlin Anlaşması’ndan sonra Rusya alacaklı durumundaydı. Borçlu olunan diğer ülkeler arasında İngiltere ve Fransa da bulunmaktaydı. 20 Aralık 1881’de yayınlanan “Muharrem Kararnamesi“yle borçların ödenebilmesi için yeni bir formül buldu. Bu kararnameye göre devletin tütün, damga pulu, tuz, ipek, balık ve sigara tekelleri ile bazı imtiyazlı eyaletlerin maktu vergileri bu iş için kurulan “Duyun-i Umumiye“ teşkilatına bırakılıyordu. Meselenin bu şekilde hallolması ve Osmanlı Devleti’nin üzerinden ekonomik baskının kalkması Sultan Abdülhamid’in büyük başarılarından biri oldu.
İttihat ve Terakki yanlıları 1908 yılında Manastır ve Selanik’te ayaklandılar. 24 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet ilan edildi. İlk meclis 17 Aralık 1908’de açıldı. Ancak İttihat ve Terakki’nin tutumu dolayısıyla huzursuzluklar baş gösterdi. 13 Nisan1909’da İstanbul’da ayaklanma çıktı. Rumi takvime göre 31 Mart olarak tarihlenen bugünde Hareket Ordusu, irticai faaliyette bulunanları bastırdı. Yapılan bu isyanlarda, Ayan ve Mebuslar Meclisleri Padişahı suçlu görüyorlardı. Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın fetvasında Abdülhamit’i 31 Mart İsyanı’na sebep olmak, din kitaplarını tahrif etmek ve yakmak, devletin hazinesini israf etmek, insanları suçsuz oldukları halde idam ettirmek gibi sebeplerden suçlu buluyorlardı. Tebliğ için Yıldız Sarayı’na gönderilen heyet ile Abdülhamid 1909’da tahttan indirildi. Yerine V. Mehmet Reşat geldi. Bu sırada hiçbir şeyini almasına izin verilmedi. Padişaha yolculuğunda üç kızı ile oğullarının ikisi refakat etti. Abdülhamid, Beylerbeyi Sarayı’nda beş buçuk yıl yaşadı.1918 yılının Şubat ayında hastalandı. 10 Şubat 1918 tarihinde 77 yaşında vefat etti. İstanbul’da Divanyolu’nda bulunan II. Mahmut Türbesi’nde yatmaktadır.
Abdülhamid zamanında her vilayette mektepler, hastaneler, yollar, çeşmeler, yapıldı. Modern bir tıp fakültesi açıldı. 1876’da Mekteb-i Mülkiyeyi, 1879’da da bir müze yaptırdı. 1880’de Hukuk Mektebi ve Divan-ı Muhasebatı (Sayıştay) kurdu. 1886’da Terkos Suyunu İstanbul’a getirtti ve Mülkiye Lisesini açtı. 1892’de Hamidiye Kâğıt Fabrikası, Kadıköy Havagazı Fabrikası ve Beyrut Limanı Rıhtımını yaptırdı. 1893’te Osmanlı sigorta şirketi, Küçüksu Barajı ve Manastır-Selanik Demiryolu yapıldı. 1894’te Şam-Horan Demiryolu ve Eskişehir-Kütahya Demiryolu yapıldı. Yine 1894’te Hamidiye Yüksek Ticaret Mektebi ve Galata-Tophane Rıhtımı, Dolmabahçe Saat Kulesi inşa edildi. 1895’te Beyrut-Şam Demiryolu, Darülaceze binası, mum fabrikası, Afyon-Konya Demiryolu, Sakız Limanı Rıhtımı, şimdiki İstanbul Lisesi binası, İstanbul-Selanik Demiryolu yapıldı. Ereğli kömür ocakları çalıştırıldı. 1902’de Hamidiye Hicaz demiryolu Zerka’ya kadar işledi. Kağıthane’deki Hamidiye suyu İstanbul’a getirildi. Yeni balıkhane, Haydarpaşa Rıhtımı, Maden Arama Mektebi, Şam’da Tıbbiye-i Mülkiye yapıldı. 1904’te Bingazi’ye telgraf hattı yapıldı. 1905’te İstanbul-Köstence kablosu döşendi. Haydarpaşa İstasyon Binası yapıldı.
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.