Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Siyasi Katılım», sayfa 11

Yazı tipi:

Ne Yapalım? Bu Saatten Sonra Solcu mu Olalım?

Bu satırları okuduğumuz sıralarda hareketli bir Avrupa Parlamentosu seçimlerini geride bırakmış olacağız. 10 Haziran’da Hollanda’da yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerine yerel halkın ilgisizliğini yenebilmek için farklı reklam metodlarıyla halk seçimlere özendirilirken, biz Türkler de ise tam tersine bir hal yaşandı. Sanki Türkiye’de seçimler yapılıyormuşcasına bir hareketlilik ve kıran kırana bir seçim heyecanı yaşandı.

Özellikle Almanya’dan seçimlere katılan ünlü Türk işadamı Vural Öger’in bir yemekte tarihçi Hans-Ullrich Wehler’in yaptığı şakaya(Sizi Viyana’da durdurmuştuk, şimdi de AB’ye almayacağız) karşılık yine bir şakayla (Kanuni Sultan Süleyman’ın yapamadığını Avrupa’da doğuran kadınlarımızın çocukları ile yapacağız) cevap vermesiyle Avrupa Palamentosu seçimlerinde gündeme oturan Türkler, başta Almanya olmak üzere Türklerin yaşadığı ülklerde siyasi partilerin de iştahlarını kabartan bir grup halini alıverdi. Hareketliliği gören Hollanda televizyonları sokağa ibnerek Türk seçmeninin ilgisini anlamak istiyorlardı. Sokakta yürüyen bir ev hanımına yaklaşan muhabir ‘AP seçimlerine neden bu kadar önem veriyorsunuz? ‘sorusuna aldığı cevap oldukca manidardı. Ev hanımı ‘Türk kökenli üyeleri de meclislerde görmek istoyoruz ve bununla gruru duyuyoruz’diyordu.

Kanaatimce Avrupa’daki Türkler bugüne kadar hiç bir şekilde geçtiğimiz günlerde yapılan AP seçimlerinde olduğu gibi hiç bir seçim gündemini işgal etmemişlerdi. Bu hareketlilikte elbette bu yılın Aralık ayında verilmesi beklenen Türkiye’nin AB’ye girme tarihi de sözkonusuyken, diğer taraftan Avrupa Türklerinin siyasete duydukları ilgi ve adayların iddialı olmalırıdır.

Hemen hemen her siyasi parti AP seçimlerinde Türkiye-AB ilişkilerini seçim malzemesi yaptı. Belkide yapmak zorunda kaldı. İsterseniz siyasi partilerin Türkiye-AB ilişkilerine dair düşüncelerine birer cümleyle hep birlikte bir göz atalım.

Hollanda siyasi partileri:

D’66(demokratlar)Türkiye’ye mutlaka bir tarih verilmeli ve Türkiye AB’ye girmelidir.Elbette Kopenhagen kriterleri yerine getirildiği takdirde.

Groen Links (Yesil Sol), Türkiye’nin AB’ye girmesini hararetle savunuyor ve bu yönde Joost Lagendijk öncülüğünde “Türkiye’ye bir şans tanıyalım”adıyla bir de kampanya başlattılar.

PvdA(İşçi Partisi)Türkiye’nin Kopenhagen kriterlerini yerine getirmesi halinde AB müzakereleri başlamalıdır.

CDA(Hiristiyan Demokratlar) Güçlü bir Avrupa için şu anda bekleme odasında olan ülkeler Romanya, Bulgaristan ve Türkiye’nin kriterleri yerine getirmesi gerekiyor.

VVD(Liberaller)AB’ye yeni üyel alınması 2009’dan sonra değerlendirilmelidir.

Almanya siyasi partileri:

SPD (Sosyal Demokrat Parti) Türkiye’ye AB perspektifi sunulmalıdır.

CDU (Hiristiyan Demokrat Birlik Partisi) Türkiye’ye imtiyazlı ortaklık verilmelidir. Aralık ayında Türkiye’ye AB’yeüyelik perspektifinin verilmesine karşıyız.

CSU (Hiristiyan Sosyal Birlik Partisi) AB’nin dini kimliği Türkiye’nin alınmasına terstir.

Birlik 90/Yeşiller Partisi: Türkiye AB’ye entegre olmalıdır. AB dini bir proje olmayıp ‘sosyal bir proje’dir.

Hollanda ve Almanya siyasi partilerinin söylemlerinde açık ve şeçik görülüyorki, solcu partiler, sosyalistler, yeşil sol vs. Türkiye’nin AB’ye girmesini, kriterler yerine getirildiği takdirde, açıkca destekliyorlar. Bu yönde diğer partilerin kullandıkları argümentlerin geçersiz olduğunu salık veriyorlar.

Madolyonun birinci yüzü böyle.

Diğer yüzü ise şöyle. Avrupa’da gün geçtikce zorlaşan yaşam şartları karşısında yerli olmayanlara karşı yürütülen politikalarda da sağ partiler aşırılaşıp, neredeyse ırkçı bir tavır takınıyorlar.

Yıllardır Hollanda Liberal partisinde aktif görev yapmış, parti başkanlığı ve bu partiden içişleri bakanlığı ve başbakan yardımcılığı yapmış Hans Dijksal bile bir gazeteye yapmış olduğu açıklamayla mevcut hükümetin entegrasyon bakanı bayan Verdonk’un tutumundan endişe duyuyor ve sergilenen tavrın İkinci Dünya Savaşı’nı anımsattığını ifade ederek mevcut Liberalleri eleştiriyor. Gerçi Hollanda Liberallerini eleştirenler arasında Belçika Liberalleri ve Türkiye liberalleri de bulunuyor. Zira özgürlüğün, bireysel özgürlüğün çiğnenmesi ve hak ve hukukun ihlal edilmesi liberalizmin felsefesine ters düşmektedir.

Bir tarafta Türkiye AB ilişkilerinde Türkiye’nin AB’ye girmesini açıkca destekleyen ve savunan bir Avrupa Sol’u diğer tarafta ülkede işlerin iyi gitmemesinin faturasını yerli olmayanlara çıkarmaya çalışan bir Avrupa Sağ’ı.

Şimdi bütün bu gelişmelerden sonra insanın Avrupa’da solcu olası geliyor.

Ne yapalım bu saatten sonra Solcu mu olalım bilmem ki.

Haziran 2004

Avrupa Türkleri de Avrupa Parlamentosunda

Avrupa Parlamentosu seçimlerinin Hollanda sonuçları açıklandığı günden itibaren bu hafta yazacağım yazının ne kadar karamsar olacağını düşünüp duruyordum. Zira yerlilerin seçimlere ilgilisizliği bir taraftayken, Türklerin ya da Türk kökenli adayların bunca propaganda çalışmalarını göz önüne aldığım zaman, bu sefer farklı bir AP seçimleri yaşadığımızın kanısına çoktan varmıştım bile. Hakikaten bugüne kadar Avrupa’daki Türkler hiçbir zaman böylesine bir seçim heyecanına tanık olmamıştı. Brüksel’den yazan Zaman gazetesi muhabiri Metin Keskin, “Belçika, Belçika olalı böyle bir seçim yaşamadı,” diyordu. Gerçekten de, ilk defa, “Avrupa Parlamentosu nedir?” “Hangi kararları alır?” “Göçmenler için neden önemlidir?” “Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesinde rolü nedir?” gibi birçok soru Türk kökenli adaylar sayesinde Avrupa Türklerine açıklanmıştı.

Bütün bu yaşanan heyecandan sonra Türkler, toplu olarak seçime katılır, kullandıkları tercihli oylarla Türk kökenli adayları da Brüksel’e gönderir hayalindeydik.

Bu hayalimiz, sevgili genç arkadaşımız Erdinç Saçan’ın Rotterdam tercihli oylarını kamuoyuna duyurmasına kadar devam etti. Rotterdamlı Türklerin tercihli oy sayısı bizi hüsrana uğratmıştı. Hüsrana çeviren Rotterdam sonuçları şöyle:

Osman Elmacı 2102 oy (11.18 %), Emine Bozkurt 3176 oy (7.47 %), Doğan Gök 563 oy(5.02 %).

Bu sonuçları görünce yandık dedik. Zira Hollanda’da en büyük Türk grubu Rotterdam’da yaşıyor. En güçlü toplum örgütleri Rotterdam’da. Halk organize. Onlarca cami ve dernek AP seçimleriyle ilgili bilgilendirme toplantısı organize etmişti.

Kırkbinin üzerinde Türk’ün yaşadığı Rotterdam’da bu kadar oy çıktıysa diğer şehirlerde ne kadar tercihli oy çıkar varın siz düşünün artık, demeye başladık kendi aramızda. Hattâ Eindhoven’dan Kaya Turan Koçak telefonla aradı ve kendine göre yaptığı tahmini tercihli oy hesaplamasını açıklamasıyla bütün ümitlerimizi yavaş yavaş yitirmeye başlamıştık.

Bu moral bozukluğuna Hollanda’nın bazı şehirlerinden gelen tercihli oy oranı da [(meselâ Weert: Osman Elmacı (56), Emine Bozkurt (25), Doğan Gök (7) Dordrecht: Osman Elmacı (369), Emine Bozkurt (344), Doğan Gök (48) Amersfoort: Osman Elmacı (228), Emine Bozkurt (319), Doğan Gök (140) Tilburg: Osman Elmacı (207), Emine Bozkurt (274), Doğan Gök (89)] buna tuz biber olmuştu.

Artık, seçim sonuçlarının neden böyle olduğunu Türklerin neden sanıldığı gibi sandığa gitmediklerinin nedenlerini araştırmaya, tartışmaya ve analiz etmeye başlamıştık bile.

Kimimize göre vatandaşlarımız seçilenlere kızıp, sandık başına gitmedi. Kimisine göre adaylarımız yetersiz ve temsil gücü zayıf. Kimilerimize göre, adaylarımız iyi ama partileri yabancı düşmanı. Ve onlarca argüman.

Tam bu düşünceler içindeydik ki, gönlümüze su serpen bir haber aynen şöyleydi: “Almanya’dan AP’ye üç Türk kökenli milletvekili, Finlandiya’dan 1 Türk kökenli milletvekili gönderdik.” Buruk bir sevinç yaşadık o anda. Fazla sürmeden ikinci sevindirici haber ortalarda dolaşmaya başladı. O da Hollanda’dan Emine Bozkurt tercihli oylarla AP’ye seçildiği haberiydi.

Evet bu heyecanın, sevincin devam etmesini istiyoruz. Ümitliyiz. Zira Belçika’da, Fransa’da, Almanya’da daha tercihli oylar belirlenmedi. Kim bilir, tercihli oylarla belki birkaç Türk asıllı milletvekilini daha AP’ye gönderebiliriz…

Kaç gündür içimizi kaplayan karamsarlık tam olmasa da, yerini birazcık heyecan ve sevince terk etti. Oysa Türklerin kullanacakları bilinçli ve tercihli oylarla kaç tane Türk asıllı milletvekili arkadaşımız Brüksel’e gidebilirdi. Her hâlde bir başka seçime kaldı bu hayalimiz.

Bu yazının yazıldığı sıralarda beş Türk kökenli AP milletvekili Brüksel’e gitmeyi başardı. Bu başarı az olsa da, küçümsense de, yetmese de Avrupa Türklerinin temsilcilerinin artık Avrupa Parlamentosu’nda var olduğu gerçeğini değiştirmez.

Beş milletvekili ne yapacak gibi bir soru sakın sormayın. Bir milletvekili bile önemlidir. AP Hollanda milletvekili adayı Osman Elmacı’nın dediği gibi, bir bardak suda bir damla mürekkep olmak bile çok önemli bizim için.

Sadece Avrupa Türkleri için mi? Hayır. Hem de koskocaman bir “hayır”. Çünkü Türk kökenli AP milletvekillerinin Brüksel’de olmaları Türkiye için de çok önem arz ediyor. Seçilen arkadaşlarımız bunun bilincindeler.

Cem Özdemir (Yeşiller, Almanya) “Türkiye, Bulgaristan veya Romanya’dan daha kötü muamele görmemeli. Şartlar yerine getirilince AB üyelik görüşmeleri başlamalı. Bunun için ağırlığımızı koymak istiyoruz,” diyor.

Vural Öger (Sosyal Demokrat Parti, Almanya) “Türk kökenli bir milletvekiliyim ve öncelikle, Almanlara, bir Türk’ün de Almanya için çok güzel şeyler yapacağını ispatlamak istiyorum. Tabiî ki, Türkiye’nin AB serüveninde benim de katkım olacak,” düşüncesinde.

Diğerleri de aynı düşünceleri paylaşıyor. Geçtiğimiz hafta yapılan AP seçimleri bir taraftan, Avrupa Türklerinin artık en az beş milletvekiliyle AP’de temsil edilmelerini, diğer taraftan da, Türkiye’nin AB’ye giriş sürecine olumlu yönde katkıda bulunmayı beraberinde getirmektedir.

Hayırlı olmasını dilerken, Türk kökenli siyasetçilerin ve toplum öncülerinin Türklerin seçimlere az oranda (% 35) katılımlarının mutlaka iyi analiz etmeleri gerektiğini de belirtmek isterim. Hollanda’da sahip olduğumuz 135 bin oy potansiyelinden sandığa yansıyan sadece 45 bin oy. Bu düşündürücü değil mi?

Haziran 2004

Hollanda Türk Toplumu Kanaat Liderleri Ortak Amaç Etrafında Toplanabilir

Türkevi Araştırmalar Merkezi ile Analitik Araştırmalar Enstitüsü’nün ortaklaşa yürüttükleri “Türkiye-AB ilişkilerinde Hollanda’daki Türklerin Rolü” konulu araştırmanın ikinci bölümü gerçekleştiriliyor. Birinci bölümünde Hollanda’daki Türk kuruluşlarıyla bir anket yapılmıştı. Araştırmanın ikinci bölümünde ise Doç. Dr. Talip Küçükcan ve Hüseyin Kocabıyık Hollanda Türk toplumu kanaat liderlerinden 25 kişiyle derinlemesine mülakat yapıyorlar.

Dört gün önce başlayan ve günde en az üç kişiyle yapılan derinlemesine mülakatlar tam dokuz gün sürecek. Katılma fırsatı bulduğum bazı mülakatlarda tahmin ettiğimizin üzerinde veriler ortaya çıkmakta.

Kanaat liderlerine sadece Türkiye-AB ilişkileri sorulmamakta elbette. Mülakat yapılanlara Hollanda Türk toplumunun ve kuruluşlarının içinde bulunduğu durum, sorunlar, öneriler gibi sorular da yöneltilmekte.

Araştırmanın sonuçları önümüzdeki aylarda açıklanacak. Ancak şu birkaç gün içinde yapmış olduğum gözlemler neticesinde ortaya çıkan ve toplumumuzu çok yakından ilgilendiren iki meseleye değinmek istiyorum. Bunlar: Türk kuruluşlarının uzmanlaşması ve Türk / Türkiye imajının düzeltilmesi.

Mülakat yapılan bazı kişilerin, Hollanda’daki Türk örgütlerinin literatürde yer aldığı şekilde sivil toplum kuruluşları olup olmadığı yönünde ciddi endişeleri var. Hollanda genelinde 1200’ü aşan kuruluşumuzun bir çoğu gönüllülük esasına göre kurulmuş örgütler. “Önceleri bir ihtiyaçtan dolayı -bir birleriyle buluşma, ibadet yapma, ortak etkinlikler düzenleme, yardımlaşma vs.– bir araya gelen insanlarımızın oluşturduğu kuruluşlar zaman içinde kendilerini yenilemeyi düşünmemişler,” diyor Apeldoorn’dan Olgun Akkaya Bey. Ancak sonraki yıllarda bu kuruluşlara farklı fonksiyonlar yüklenmiş. Hem hitap edilen cemaatin ihtiyaçları değişmiş hem içinde yaşadığımız toplumun ve Hollandalı kurumların beklentileri artmış. Bir şehirdeki Türk kuruluşu veya camii Hollandalılar tarafından her konuda aranıp, görüş istenir hâle gelmiş. Oysa, söz konusu kuruluşlarımızın hemen hemen çoğunun böyle bir ihtiyacı karşılayacak ne bir kadrosu ne de buna zamanı olan bir yöneticisi var. Yöneticilerin çoğu gündüz kendi işinde çalışıp, akşam saatleri ve hafta sonlarında cemiyet işlerine vakit ayırıyor. Ya da iş yerinden izin almak durumunda kalıyor. Bu ise, verimli ve uzmanlaşmış bir hizmetin verilmesini sağlamıyor.

Genel kanaat, Hollanda’daki kurumlarımızın artık yavaş yavaş uzmanlaşma yolunda adımlar atması ve bu yönde bir görüş ortaya koyması yönünde.

Diğer taraftan, mülakat sorularının içinde de yer aldığı üzere, Hollanda’da Türk veya Türkiye imajı son derece olumsuz. Bu konuda ciddi bir politika geliştirilmesinin altını çizen kanaat liderleri, bunun, sadece buradaki Türklerle olmasının mümkün olmadığını söylüyor ve Türkiye’nin de üzerine düşen görevi yerine getirmesi gerektiğini ekliyorlar.

Özellikle 11 Eylül’den sonra bu imajın daha da kötüleştiğine dikkat çekilirken, söz konusu imajın iyileştirilmesi ve olumlu yönde değiştirilmesinde yine toplumun biraya gelerek ortak amaç etrafında hareket etmeleri önerildi.

Yukarıda belirtilen iki noktanın yanı sıra benim şahsen gözlemlediğim bir diğer konu ise, özellikle yıllardır toplumun meseleleriyle yakından ilgilenmiş, zaman zaman yönetici olmuş insanların, tahminimizin dışında bir birikime sahip oldukları gerçeğiydi.

Meselâ yıllardır gazetecilik yaparak Türk ve Hollanda toplumunu çok iyi tanıyan İlhan Karacay’ın yaşadıkları, düşünceleri, tecrübeleri ve yazdıkları mutlaka yazılmalı, arşivlenmelidir.

Eski Hollanda Türk İslâm Kültür Dernekleri Federasyonu başkanı Mehmet Emin Ateş’in tecrübesi, olayları tahlili ve müthiş bağlantıları mutlaka ama mutlaka gelecek nesle bir şekilde miras olarak ulaştırılmalı.

Şu anda Türkler için Danışma Kurulu başkanlığını yapan Sabri Kenan Bağcı’nın örgütler tarihi ve bu konudaki bilgileri de mutlaka yazılmalı ve Hollanda Türk toplumuna bir miras olarak bırakılmalıdır.

Gülay Orhan, Cezmi Doğaner, Seçil Arda, İlhan Akel, Zeki Arslan, Hacı Karacaer, Adnan Dalkıran gibi sahasında uzmanlaşmış kişilerin iki toplum ilişkileri yönündeki tecrübeleri her iki toplumun yararına kullanılmalıdır.

Araştırmanın ilk günlerinde ortaya çıkan tablonun sevindirici tarafı ise, söz konusu kanaat liderlerinin ve Hollanda’daki toplumumuzun “amaç birliği” etrafında bir araya gelmeye hazır olduklarının açıkça ortaya çıkmasıydı.

Araştırmayla ilgili gözlemlerimizi ve elbette araştırma sonuçlarını hem bu satırlarda hem basınımızın diğer organlarında duyurmaya, ilan etmeye devam edeceğiz.

Temmuz 2004

Hollanda Türkleri Türkiye-AB İlişkilerinde Engel mi Köprü mü?

Türkevi Araştırmalar Merkezi’nin Hollanda genelinde 100 Türk kuruluşu ve 20 toplum kanaat önderiyle yaptığı derinlemesine mülakatın sonuçları Amsterdam’da düzenlenen bir toplantıyla kamuoyuna duyuruldu.

Yayınlanan araştırma ön raporunda söz konusu araştırmanın amacı şöyle açıklanıyor: “Araştırmanın temel amacı, Hollanda örneğinden hareketle Avrupa Türk sivil toplumu örgütlerinin Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılım sürecinde yaratabileceği pozitif katkıları tespit etmek, Türkiye-Avrupa Birliği yakınlaşmasında bu tür kurumlara düşen rolleri belirlemek ve bu yönde atılacak adımların ve takip edilecek politikaların belirlenmesine katkıda bulunmaktır. Araştırma, Avrupa Türk sivil toplum kuruluşlarının siyasal partiler, kamu kuruluşları, basın ve yayın organları ile eğitim kurumlarında Türkiye lehinde kamuoyu yaratma potansiyelinin nasıl formüle edileceğine ve bunun için hangi yöntemlere başvurulması gerektiğine ilişkin öneriler sunmayı amaçlamaktadır.

Bu araştırma, uzun vadeli politikaların oluşmasına katkıda bulunmayı amaçlamakla birlikte, kısa dönemde de Türk sivil toplum kuruluşlarının etkinlikleri yoluyla Aralık ayında Hollanda’nın dönem başkanlığında yapılacak Türkiye – AB görüşmelerini olumlu etkilemeyi de amaçlamaktadır.”

Araştırma Doç. Dr. Talip Küçükcan, Analitik Araştırma Merkezi’nden Hüseyin Kocabıyık ve bu satırların yazarı tarafından gerçekleştirilmiştir. Araştırmaya katılan kuruluşların yarıdan fazlası (yüzde 55,6) yerel düzeyde, yüzde 31,4’ü ulusal düzeyde faaliyet yürüttüklerini belirtmekte; yani yüzde 87 gibi büyük çoğunluğu Hollanda’yı merkez aldıklarını ifade etmektedir. Bu oldukça anlamlı bir bulgudur çünkü bu, kuruluşların faaliyet alanı olarak içinde yaşadıkları toplumu ve ülkeyi seçtiklerini, sorunlarının çözümü için bu ülke ve toplumun imkânlarından yararlanmayı hedeflediklerini, çözümü başka yerde değil Hollanda’da aramayı tercih ettiklerini göstermektedir.

Diğer taraftan, araştırmaya katılan Hollanda Türk sivil kuruluşlarının temel amaçları kültür, kimlik, entegrasyon, siyasî temsil ve temel insan hakları ile ekonomi üzerine yoğunlaşmaktadır. Araştırma verilerine göre, örgütlerin yüzde 16,7’si Türk kültür değerlerini tanıtmak amacıyla kurulmuştur. Hedef kitle olarak öncelikle Türkler ve sonra da Hollanda toplumu seçilmiştir. Kuşkusuz kültürel değerlerin tanıtılması amacının gerisinde kültürel değerleri ve kültürel kimliği yaşatma, genç kuşaklara aktarma ve kimlik krizine engel olma çabaları vardır. Türkler kendi kimlikleri ile Hollanda’da var olmaya ve asimile olma tehlikesine karşı kendi kültür değerlerini koruyarak Hollanda toplumu ile bütünleşme eğilimindedir. Bu nedenle de dil, müzik ve gelenekler gibi kültürel değerlerin bir taraftan genç kuşaklara aktarılmasına çalışılmakta, diğer taraftan da bu değerlerin Hollanda toplumundaki baskın değerlerle çatışmadığı gösterilmeye çalışılmaktadır.

Türk sivil kuruluşların etkinliklerinin yüzde 38,9’una Türkler, Hollandalılar ve ülkedeki diğer etnik azınlıklar katılırken, yüzde 31,5’nin etkinliklerine Türkler ve Hollandalılar katılmaktadır. Türklerden başka katılımcılara açık olan etkinlik oranları toplandığında bu oranların toplamı yüzde 70,4 olarak karşımıza çıkmaktadır.

Son zamanlarda sıkça tartışılan konulardan entegrasyon konusunda Türk kuruluşlarının düşünceleri Hollanda basınına yansıdığından daha farklı bir tablo ortaya çıkarmaktadır. Araştırmaya katılan Türk sivil toplum kuruluşlarının yüzde 94,4’ü Türklerin Hollanda toplumuna entegre olmasını desteklediklerini belirtmektedir. Entegrasyon sürecini desteklemenin gerisinde artık Türklerin Hollanda’ya yerleştikleri, Hollanda vatandaşı oldukları, çocukların bu ülkede doğup büyüdükleri ve karşılaşılan sorunların en aza indirgenmesi ve çözülebilmesi için Hollanda toplumu ile içe içe ve uyum içinde yaşanılması gerektiği gibi fikirler yer almaktadır. Entegrasyonu destekleyen kuruluşlar, çatışma ve sürtüşmenin yararı olmadığına inanmaktadır. Türklerin Hollanda toplumuna entegre olmasını desteklemeyen kuruluşların oranı ise sadece yüzde 5,6 seviyesindedir ki, bu kuruluşların bir kısmı entegrasyonu asimilasyon ve kültürel kimlik kaybı olarak yorumladıklarından dolayı bu süreci desteklemediklerini belirtmiştir.

Türkiye-AB ilişkilerinde ise, Hollanda Türk kuruluşları şöyle düşünmekte: Araştırmaya katılan Hollanda Türk sivil toplum kuruluşlarının yüzde 88,9’u Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemekte ve bunun Türkiye açısından yararlı olacağını düşünmektedir. Türkiye’nin AB üyeliğinin Türkiye’ye zarar vereceğini düşünen ve bu nedenle üyeliği desteklemeyenlerin oranı ise sadece yüzde 3,7 olarak saptanmıştır. Yüzde 7,4’nün ise bu konuda kararsız olduğu görülmüştür.

Türkiye-AB ilişkilerinde Avrupa Türkleri köprü mü yoksa engel mi sorusuna verilen cevaplar ise şöyle: Kuruluşların yüzde 72,2’si Avrupalı ve Hollandalı Türklerin, Türkiye’nin AB üyeliği sürecinde bir köprü olduğunu ve bu sürece olumlu katkılar yapabileceğini belirtmektedir. Bu görüşü savunanlar Avrupalı ve Hollandalı Türklerin artık belirli bir birikime ulaştıklarını ve yaşadıkları ülkelerde kamuoyu, medya ve karar verme mekanizmalarını etkileyebilecek bir potansiyele ulaştıklarını belirtmektedir. Avrupalı Türklerin üyelik sürecinde Türkiye’nin doğal elçiliğini yapabileceklerini ve yukarıda işaret edilen potansiyelin verimli ve aktif bir şekilde kullanılması ve mobilize edilmesi durumunda Türklerin AB ve Türkiye arasında köprü olabileceğini belirtmektedirler. Araştırmaya katılan kuruşluların yüzde 22,2’si ise Avrupalı ve Hollandalı Türklerin, Türkiye’nin AB üyeliğinde ne engel ne de köprü olabileceğini, herhangi bir etkilerinin olmayacağını ifade etmiştir. Bu veriler, Avrupalı ve Hollandalı Türklerin azımsanmayacak bir kısmının Türklerin ulaştıkları sosyal, ekonomik ve siyasal potansiyeli göremediklerini ortaya çıkmaktadır. Diğer yandan, araştırmaya katılan kuruluşların sadece yüzde 5,6’sı Avrupalı ve Hollandalı Türklerin köprü olmaktan çok engel olacaklarını ve bu süreci olumsuz etkileyeceklerini belirtmiştir.

Evet yukarıdaki alan araştırması sonuçlarında da görüleceği üzere, Türkiye-AB ilişkilerinde Avrupa Türklerinin önemli bir görevi bulunmaktadır. Türkiye-AB üyelik sürecine olumlu yönde katkıda bulunacaklardır. Artık hem Türkiye için hem Avrupa Türkleri için yepyeni bir süreç başlamıştır. Bu sürecin hepimize hayırlı sonuçlar getireceğine inanmaktayım.

Ekim 2004
₺72,05

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
01 ağustos 2023
ISBN:
978-605-5988-32-6
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre