Kitabı oku: «Kızıl Odanın Rüyası IV. Cilt», sayfa 7
91. BÖLÜM
Ahlaksız Baochan komplo kurar.
Baoyu, sorguya çekilince ilginç cevaplar verir.
Geçen bölümde Xue Ke’nın, dışarıdan gelen kahkaha sesiyle sıkıntılı düşüncelerinden nasıl uzaklaştığını görmüştük.
“Yine mi Baochan! Yoksa Jingui mi?” diye düşündü. “Hiç aldırmayayım, bakalım ne olacak.”
Bir süre kulak kabarttı ama başka bir ses çıkmadı. Şaraba ve şekerlemelere dokunmaya cesaret edemeyip kapıyı kapattı, üstünü değiştirmek üzereyken kâğıt pencerede bir tıkırtı duydu. Zaten Baochan’in tavrından huzursuz olmuştu, şimdi ne yapacağını bilemedi. Tıkırtıyı duyup dışarıda kimseyi göremeyince, ne düşüneceğine karar veremedi. Tekrar üstüne çekidüzen verip lambanın yanında dalgın dalgın oturdu. Masadan bir şekerleme aldı, elinde evirip çevirerek inceledi. Birden bir şeyler etrafına bakmasına neden oldu. Penceredeki kâğıdın bir yeri ıslatılarak küçük bir gözetleme deliği açılmıştı. Oraya gitti, gözünü deliğe dayayıp bakınca, yüzüne üflenen havayla aklı başından gitti. Ardından bir kahkaha daha geldi. Geriye kaçıp lambayı söndürdü ve soluğunu tutarak yatağına uzandı.
“Şarabı ve şekerlemeleri tatmadan uyuyacak mısın?” diye bir ses geldi dışarıdan.
Xue Ke, Baochan’in sesini tanıdı ama hiçbir şey demedi, uyumuş numarası yaparak yatmaya devam etti.
Birkaç saniye sonra huysuz bir tonda, “Seni sefil mızıkçı! Neler kaçırdığını bilmiyorsun!” dedi ses.
Bu sefer kesin olarak ayırt edemedi. Baochan’e de benziyordu ama Xia Jingui’nin de ifadesi var gibiydi. Her kimse, niyetleri konusunda zihninde hiçbir şüphe kalmamıştı. Gecenin büyük bir bölümünde yatağında dönüp durdu, sonunda beşe doğru uyuyakaldı. Şafaktan kısa bir süre sonra kapısı vuruldu.
“Kim o?” diye seslendi.
Cevap gelmedi. Yataktan kalkıp kapıyı açtı, Baochan’di. Saçını geriye doğru düzgünce taramış, altın çizgili, yakası gitar şeklinde kesilmiş, dar ve kolsuz bir ceket giymişti, düğmeleri iliklenmemişti. Boynunda yeni gibi görünen, zümrüt yeşili bir eşarp vardı, etek yerine, nar kırmızısı, çiçek desenli pantolon giymişti; ayaklarındaki terlikler de kırmızı ve işlemeliydi. Ev halkı kalkmadan önce şekerleme tabaklarını almak için sabah tuvaletini yapmadan gelmişti. Bu hâlde odasına gelmesi Xue Ke’yı dehşete düşürdü.
“Neden bu kadar erken geldiniz?” diye sordu kibarca.
Baochan kızardı ama cevap vermedi; şekerlemeleri bir tabakta toplayıp, iki eliyle taşıyarak dışarı çıktı. Xue Ke, önceki geceki tavrına bozulduğunu düşündü. “İyi. Kızdılarsa, vazgeçip beni rahat bırakırlar.” dedi kendi kendine.
Her şeyi unutmaya karar verip, yüzünü yıkamak için su istedi. Evde kalıp birkaç gün dinlenmenin, hem beden sağlığı hem de huzuru için akıllıca olacağını düşündü; Xue ailesinin reisinin yokluğundan ve kendisinin genç ve tecrübesiz oluşundan yararlanarak, havadaki para kokusunu yakalayan, Xue Pan’in sözde arkadaşlarının nahoş ilgilerinden de kaçınmış olacaktı. Bazıları işgüzarlıkla ayak işlerini yapmayı; yasal prosedürleri bilen ya da davaya dâhil olan resmî görevlileri tanıyan bazıları rüşvet vermeyi teklif ediyor; hatta bir kısmı ailenin gelirine el koymasını tavsiye ediyor, birkaçı da sahte dedikodularla tehdit etmeye çalışıyordu. Bu aşağılık insanlarla ilk karşılaştığı andan itibaren, onlardan kaçmak için elinden geleni yapmıştı ama açık açık tersleyecek olursa daha büyük sorun çıkacağının farkındaydı. Tek emin yolun ortalıkta görünmemek ve Pan’in cezasının onaylanmasını beklemek olduğuna karar verdi. Bu konuda bu kadarı yeterli.
***
Şimdi Xia Jingui’ye dönelim. Önceki gece Baochan’i şarap ve şekerlemelerle, cazibesine karşı hassasiyetini keşfetmek için Xue Ke’ya göndermişti. Baochan geri dönüp, olanları ayrıntısıyla anlatınca, yanlış hesap yaptığını, bu stratejiyi izlerse, kendisini anlamsız bir sıkıntıya sokacağını ve Baochan’in saygısını kaybedeceğini anladı. Birkaç sahte aldırmazlık kelimesiyle hayal kırıklığını gizlerse, Xue Ke’ya olan arzusunu hafifletecek bir sonuç doğurmayacaktı. Şimdilik amacına ulaşmanın başka bir yolunu düşünemediğinden karamsar bir sessizlik içinde oturdu.
Baochan’in de aynı şeyleri düşündüğünün farkında değildi. O da Xue Pan’in bir süre geri dönemeyeceğini hesap ederek yerine bir başkasını koyma ihtiyacı içindeydi. Sadece Jingui’ye yakalanma korkusuyla geri durmuştu. Şimdi ilk hareketi Jingui yapınca, Baochan bunu Xue Ke’yı daha önce ele geçirmek iyi bir fırsat olarak gördü; artık ondan sonra Jingui’nin bu oldubittiyi kabul etmekten başka seçeneği kalmazdı. İşte bu yüzden Xue Ke ile öyle kışkırtıcı bir şekilde konuşmuştu. İlk izlenimi, genç adamın ümit vadettiğiydi. Kendisini kollarına atmadığı doğruydu. Ne tamamen tepkisizdi ne de cana yakın; ışığı söndürüp yatınca hayal kırıklığına uğramış ve ağırdan almaya karar vermişti. Dönüp Jingui’ye haber vermiş ve ne yapacağını görmek istemişti. Hanımından karamsar bir sessizlikten başka bir tepki gelmeyince, uyuma hazırlıklarında ona yardım edip kendisi de yatmıştı.
Uykusuz bir gece geçirdi. Yatağında dönüp dururken, zihninde yeni bir plan şekillendi. Ertesi sabah erkenden kalkacak, tepsiyi almak için Xue Ke’nın odasına gidecekti. Dolabındaki davetkâr kıyafetleri giyecek ama sabah tuvaletini yapmayarak olabildiğince mahmur ve baştan çıkarıcı görünecekti. Bunun Xue Ke üzerinde nasıl bir etki bıraktığını görürken, bir yandan da rahatsız olmuş gibi yaparak onu görmezden gelecekti. Bu, kesinlikle aptallığından pişmanlık duymasına neden olacaktı. Böylece onun yolunu açıp Jingui’den önce elde edecekti. Planı buydu. Sabah uygulamaya giriştiğinde, Xue Ke önceki akşam olduğu kadar kayıtsızdı. Baochan sinirli bir tavırla içeri girip tabakları aldı. Son bir manevra için bahane olarak şarap sürahisini bilerek bıraktı.
“Bunları getirirken seni gören oldu mu?” diye sordu Jingui.
“Hiç kimse.
“Peki ya Efendi Ke? Bir şey dedi mi?”
“Hayır.”
Jingui de uykusuz bir gece geçirmiş, alternatif bir plan düşünememişti.
“Eğer bu işe devam edeceksem, Baochan’den daha fazla gizleyemem. Onu da işin içine katmam lazım. Hem zaten aracılığına da ihtiyacım var. Kendi başıma yapamam. Onunla konuşup, aramızda iyi bir plan yapabiliyor muyuz, bakalım.” diye düşündü.
Baochan’e güldü.
“Efendi Ke hakkında ne düşünüyorsun?” diye sordu.
“Biraz budalaya benziyor.” dedi Baochan.
“Efendilerden birine nasıl böyle hakaret edebiliyorsun?” dedi Jingui gülerek.
“Senin iyiliğine karşı böyle nankörlük ettiği için hak ediyor!”
“O da ne demek?”
“Gönderdiğin şekerlemelere elini bile sürmedi. Daha ne olsun?”
Numaradan sırıtarak anlamlı bir şekilde Jingui’ye baktı.
“Bırak bu kinayeleri! Ben onları Pan için yaptıklarına teşekkür etmek amacıyla gönderdim. İnsanlar dedikodu yapabilirler diye neler olduğunu sordum sana. Senin ne demeye çalıştığını hiç anlamadım.” dedi Jingui.
“Endişelenmene gerek yok, hanımım.” dedi Baochan soğuk bir şekilde. “Ben senin tarafındayım, bana güvenebilirsin. Ama çok tedbirli olmalıyız. Eğer laf çıkarsa, iş şakaya gelmez.”
Jingui yüzünün yandığını hissetti.
“Seni küçük kaltak! Onu çok beğendin, değil mi? Beni de kendi dolapların için kılıf olarak kullanabileceğini düşünüyorsun.”
“İstediğin gibi düşünebilirsin, hanımım. Ben sadece yardım etmeye çalışıyorum. Eğer onu gerçekten beğendiysen, benim bir planım var. O sadece yakalanmaktan korkuyor, beladan uzak durmak istiyor. Sabırlı olmalısın, hanımım. Ona faydalı olacağın bazı yollar bulmalısın. O, Bay Pan’in kuzeni ve karısı yok. Eğer aklına koyarsan, gözüne gireceğinden eminim. Kimse de bir şey söyleyemez. Birkaç gün içinde minnetini göstermek için ziyaretine gelecek. Burada küçük bir parti düzenle, ben onu sarhoş etmene yardımcı olurum, o zaman senin olur! Eğer reddederse, rezalet çıkarır, seni ayartmaya çalışmakla suçlarız. O zaman bir şey demeye korkar! Yine direnirse, hanım evladı olduğunu anlayıp zaman kaybetmeye değmeyeceğini görmüş oluruz. Ne dersin?”
Jingui mosmor kesildi.
“Seni sürtük! Anlaşılan baştan çıkarma konusunda çok tecrübelisin! Efendi Pan evde olduğunda, yanından ayrılmamasına şaşmamak lazım!”
Baochan suratını buruşturup güldü.
“İkinizi bir araya getirme çabalarım karşılığında aldığım teşekkür bu mu?” dedi.
O andan itibaren Jingui’nin tek düşüncesi Xue Ke’yı fethetmekti. Ve bunu dikkat çekmeden yapmak istediği için, Xue evinde her zamanki velveleye kısa bir ara verildi ve bir huzur havası geldi.
Aynı gün daha sonra Baochan şarap sürahisini almaya gitti. Sabah olduğu gibi çok dikkatli bir şekilde edepli davrandı ve gözünün ucuyla kendisini izleyen Xue Ke’nın pişmanlık ve şüphe duymasına neden oldu.
“Belki de ben yanıldım.” diye düşündü delikanlı. “Her şeyi kafamda canlandırdım. Niyetleri iyiydi belki de. Bu durumda benim nankörlüğüm onu kırmış olabilir, kim bilir ne sıkıntılara yol açar. O zaman da hepsi benim kabahatim olur…”
İki gün sükûnet içinde geçti. Baochan’i her gördüğünde, kız başını önüne eğerek ona bakmadan yürüyüp gitti. Öte yandan Jingui onu büyük bir hevesle izliyor, çok sıcak bir şekilde selamlıyordu. Bu da genç adamı huzursuz etti. Ama bu konuya sonra döneceğiz.
***
Xue teyze ve Baochai, Jingui’nin birdenbire ne kadar sessizleştiğini ve herkese karşı çok sevimli davrandığını fark ettiler. Bu değişim büyük bir sürpriz oldu ama hiçbir şey Xue teyzeyi bu kadar memnun edemezdi. Kendi kendisine mantık yürüttü.
“Pan evlendiği gün şanssız bir yıldıza rastladı herhâlde, sonraki bütün talihsizliklerinin nedeni bu olmalı. Neyse ki maddi kaynaklarımız ve Jiaların çabaları sayesinde bu davada felaketi engellemeyi başardık; belki de Jingui’nin bu ani değişimi, Pan’in yıldızının iyiye döndüğünün bir işareti olabilir…”
Bunun bir mucize olduğunu düşünerek, bir gün yemekten sonra Tonggui’nin koluna girip Jingui’yi ziyarete gitti. Dairesinin önündeki avluya girdiklerinde, bir erkekle konuştuğunu duydu.
Tonggui akıllıca davranıp, “Hanımefendi, Bayan Xue sizi görmeye geldi!” diye seslendi.
O sırada kapıya kadar gelmişlerdi. Onlar yaklaşırlarken, Jingui’nin konuştuğu erkeğin kapının arkasına kaçtığını gördüler. Xue teyze dehşet içinde irkildi.
“Lütfen gelip otur, anne.” dedi Jingui. “Yabancı değil, benim üvey kardeşim Xia San. Köyden geldi, pek kalabalığa alışkın değil. İlk defa geliyor buraya, kimseyle tanışmıyor. Saygılarını sunmak için size de uğrayacaktı.”
“Kardeşinse tanışmak isterim.” dedi Xue teyze.
Jingui kardeşini saklandığı yerden çağırdı. Genç adam eğilerek selam verip saygılarını sundu. Xue teyze de kibarca karşılık verip oturdu.
“Ne kadar zamandır başkenttesiniz?” diye sordu sohbet olsun diye.
“İki ay önce aileye katıldım. Annemin ev işleriyle ilgilenecek birisine ihtiyacı vardı. Şehre önceki gün, buraya da bugün, yeni kardeşimle tanışmaya geldim.”
Xue teyze biraz kaba saba bir genç olduğunu anladı, çok uzun kalmak istemedi.
“Ben de gideyim artık. Siz kalkmayın.” dedi. Sonra Jingui’ye dönüp, “Kardeşin ilk kez geldiğine göre, yemeğe kalsın.” dedi.
“Tamam, anne.”
Xue teyze ayrıldı.
O odadan çıkınca, Jingui, Xia San’a döndü.
“Otursana. Efendi Ke herhangi bir şüphe duymasın diye bağlantımızı açığa çıkardım. Kentten benim için almanı istediğim bazı şeyler var. Kimse bilsin istemiyorum.” dedi.
“Tabii ki kardeşim. Bana bırak. Sen para ver, her istediğini getireceğimden emin olabilirsin.”
“Dur bakalım! Dalavere çevirmemeye dikkat et, yoksa almam.”
Biraz daha bu şekilde şakalaştıktan sonra Jingui Xia San ile yemek yedi, delikanlıya siparişleriyle beraber bazı talimatlar verdi ve Xia San gitti. O günden sonra sık sık Jingui’nin evine gelmeye başladı. Yaşlı kapı görevlisi, Bayan Pan’in kardeşi olduğunu bildiğinden, resmî anonsa gerek duymadan onu içeri alıyordu. Bu ziyaretler daha sonra bazı sıkıntılara neden oldu ama şimdi bu konuya girmiyoruz.
***
Bir gün Xue Pan’den bir mektup geldi. Xue teyze açtı ve okuması için Baochai’i çağırdı. Şöyle diyordu mektupta:
Sevgili anne,
Hapishanede bana iyi davranıyorlar, için rahat olsun. Ama dün bir yamen memurundan kötü bir haber aldım, valilik mahkemesi savunmamızı kabul ettiği hâlde -sanırım rüşvet verdiniz- davam bölge mahkemesine gidince, bölge yöneticisi reddetti. Buradaki yamen sekreteri çok yardımcı oldu ve hemen bir af dilekçesi yazdı. Ama bölge yöneticisi, resmî bir beyanatla, yerel mandarini görevini kötüye kullanmakla suçlamış. Bölge mahkemesine çıkmamı istiyor. Eğer bunu yaparsam, yine başım derde girecek. Şimdiye dek bölge yöneticisine kadar çıkmamıştık. Mektubum sana ulaşır ulaşmaz bunu yapalım. Kuzen Ke’yı hemen buraya gönder. Herhangi bir gecikme, benim gözetim altında bölge mahkemesine gönderilmeme neden olacak. Hiçbir masraftan kaçınmayın! Çok acil bir konu!
Xue teyze ağlamaya başladı. Baochai ve Xue Ke, onu yatıştırmak için ellerinden geleni yaptılar, aynı zamanda da çabuk harekete geçmek gerektiği konusunda bastırdılar. Kadın bir kere daha yeğeninden ayrılmak zorunda kaldı. Çantalar hazırlandı, gümüş para tartıldı; Xue Ke o akşam aile dükkânındaki yardımcılardan biriyle yola çıkmaya hazırlandı. Çok telaşlı bir akşamdı, Baochai geç saatlere kadar ayaktaydı; hizmetçilerin hiçbir şeyi gözden kaçırmadıklarından emin olmak istiyordu. Hem sinirsel gerginlik hem de fiziki yorgunluk hassas bünyeli ve narin yetiştirilmiş bir kız için biraz fazlaydı. Ertesi sabah Baochai’in ateşi çıktı, ne su içebildi ne de ilaç. Yinger derhâl annesine haber verdi. Xue teyze hemen geldi. Baochai’in konuşamayacak hâlde, yüzü kıpkırmızı ve vücudunun ateş içinde olduğunu görünce panik içinde ağlamaya başladı. Baoqin onu sakinleştirmeye ve desteklemeye çalışırken, Xiangling Baochai’in görüntüsünden o kadar etkilendi ki yatağının kenarında durup ağlayarak ona seslendi. Baochai’in ne konuşmaya ne de elini kıpırdatmaya hâli vardı. Gözleri kupkuru, burnu tıkalıydı. Doktor çağırdılar, yazdığı reçete onu biraz kendine getirdi ve bu kriz de atlatılmış gibi görününce aile rahat bir nefes aldı. Haberler Rong ve Ning Konaklarına da ulaşmıştı. Xifeng bir hizmetçisiyle On Aromalı Canlandırıcı Haplar’ından birini gönderdi, bir başka hizmetçi de Wang Hanım’ın en kıymetli haplarından birini getirdi. Büyükanne Jia, Xing Hanım, Wang Hanım ve You Shi de dâhil her iki konağın diğer hanımları, nasıl olduğunu öğrenmek için hizmetçilerini gönderdiler ama hepsi hastalığının Baoyu’den gizlenmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Yedi sekiz gün boyunca çeşitli tedaviler uyguladılar ama pek bir ilerleme olmadı. Sonra Baochai kendi Soğuk Aroma Hapları’nı hatırladı ve bunlardan üç tane alınca iyileşmeye başladı. Baoyu’nün haberi olduğunda çoktan iyileşmişti, bu yüzden Baoyu ziyaretine gitmedi.
Xue Ke’dan bir mektup geldi ama Xue teyze, üzülmesin diye Baochai’e göstermedi. Kendisi okudu ve hemen Wang Hanım’dan yardım istemeye, aynı zamanda Baochai’in durumunu bildirmeye gitti. Xue teyze yattıktan sonra Wang Hanım kocasına ricasını iletti.
“Yüksek sınıftan memurlara tek kelime bile yeterli olur ama bölge yetkilileri için maddi teşvik gerekir.” dedi Jia Zheng. “Elimizi cebimize atmak zorundayız.”
Wang Hanım, Baochai’den söz açtı.
“Zavallı çocukcağız zor zamanlardan geçiyor! Ona karşı kendimi sorumlu hissediyorum. Bizim aileden sayılır. Baoyu ile ne kadar çabuk evlendirirsek o kadar iyi olur! Olanlar onun sağlığını mahvediyor.” dedi.
“Aynı fikirdeyim.” dedi Jia Zheng. “Ama şu sıralar ailesi büyük bir hengâme içinde. Üstelik kışın ortasındayız. Yeni yıl da geliyor. Kutlamalarımızı bir düzene koymamız lazım. Şöyle bir program yapmayı teklif ediyorum: Bu kış nişanı yapalım; baharda karşılıklı hediyelerini verirler; annemin yaş gününden sonraki bir gün için düğüne karar verilir. Ablana böyle söyleyebilirsin.”
“Tamam.” dedi Wang Hanım.
Ertesi gün Xue teyzeye anlatınca, kadın bu teklifi uygun buldu. Öğle yemeğinden sonra ikisi beraber Büyükanne Jia’ya gittiler.
“Yeni mi geldin sen, canım?” diye sordu Büyükanne Jia, karşılıklı selamlamalar ve hatır sormalardan sonra.
“Hayır, dünden beri buradayım.” dedi Xue teyze. “Ama çok geç olmuştu, size saygılarımı sunmaya gelemedim.”
Wang Hanım Jia Zheng’ın teklifini Büyükanne Jia’ya tekrarladı. Yaşlı kadın çok memnun oldu. Onlar konuşurlarken Baoyu içeri girdi.
“Öğle yemeğini yedin mi?” diye sordu büyükannesi.
“Evde yedim.” dedi Baoyu. “Şimdi tekrar okula giderken önce sana uğramak istedim. Xue teyzenin de burada olduğunu duyunca saygılarımı sunmaya geldim.” Sonra teyzesine döndü. “Kuzen Chai biraz daha iyi mi?” diye sordu.
“Evet.” dedi kadın gülerek.
Baoyu, ani gelişiyle sohbetin kesildiğini fark etti. Birkaç dakika yanlarında oturduktan sonra, teyzesinin kendisine karşı her zamanki gibi ilgi göstermediğini anlayınca kendi kendine düşündü.
“Keyfi yerinde olmasa bile, benimle neden konuşmadıklarını hiç anlamıyorum…”
Şaşkın bir hâlde okulun yolunu tuttu.
O akşam okuldan dönünce her zamanki ziyaretlerini yaptı ve Bambu Evi’ne gitti. Kapı perdesini kaldırıp içeri girince Zijuan karşıladı onu. İçerideki oda boştu.
“Hanımın nerede?” diye sordu kıza.
“Büyük hanımefendinin yanında.” dedi Zijuan. “Xue Hanım’ın orada olduğunu duyunca görmeye gitti. Siz bu akşam oraya uğramadınız mı, Efendi Bao?”
“Evet, oradan geliyorum ama Bayan Lin’i görmedim.”
“Orada değil miydi?”
“Hayır. Nereye gitmiş olabilir?”
“Bilmiyorum.”
Baoyu geri dönmek üzereyken, Daiyu’nün Xueyan’le beraber ağır ağır kapıya doğru geldiğini gördü.
“Döndün demek, kuzen?” diye bağırdı, geçmesi için kenara çekilirken. Sonra o da peşinden girdi. Daiyu iç odaya geçti.
“Gelip otursana.” dedi Baoyu’ye.
Zijuan başka bir ceket getirip Daiyu’nün giymesine yardım etti.
“Büyükannenin yanında Xue teyzeyi gördün mü?” diye sordu Daiyu, oturunca.
“Evet.” dedi Baoyu.
“Benden söz etti mi?”
“Hayır. Bana karşı da her zamanki gibi sıcak değildi. Kuzen Chai’yi sorduğumda, pek bir şey demeden sadece gülümsedi. Son birkaç gündür Chai’yi ziyarete gitmediğim için bana kırılmamıştır umarım.”
Daiyu güldü.
“Gitmedin mi?”
“Başlangıçta hasta olduğundan haberim yoktu.” dedi Baoyu. “Bir iki gün önce duydum ama gitmedim.”
“Başka ne bekliyordun?” dedi Daiyu.
“Aslına bakarsan, büyükannem, annem ve babam izin vermediler, o zaman nasıl gideyim? Eskiden günde on kere uğrardım ona ama şimdi yan taraftaki küçük kapıyı kapattılar, ön taraftan dolaşmam gerekiyor, bu da külfetli bir şey.”
“Ama o bütün bunları nereden bilsin?”
“Chai’yi bilirsin, bana anlayış göstermiştir.”
“O kadar da emin olma.” dedi Daiyu. “Belki de anlamamıştır. Hasta olan kendisi, annesi değil ki! Şiir yarışmalarımızı bir düşünsene, beraber eğlencelerimizi, çiçekleri, şarabı, partileri. Şimdi bizden ayrıldı, ailesinin yaşadığı sıkıntıları biliyorsun ve ciddi şekilde hastalanınca, ilgisiz davranıyorsun! Tabii ki kırılır.”
“Yani beni artık sevmediğini söylemeye çalışmıyorsun, değil mi? Küs mü olacağız?”
“Hiçbir fikrim yok. Ben sadece neler hissedebileceğini tahmin ediyorum.”
Baoyu sessizce durdu. Daiyu ona aldırmadan, hizmetçilerinden birine mangala tütsü koymasını söyleyip, eline bir kitap aldı ve okumaya başladı. Bir iki dakika sonra Baoyu suratını asıp ayaklarını öfkeyle yere vurdu.
“Benim yaşamamın ne anlamı var? ‘Ben’ denilen kişi hiç olmasa, dünya çok daha iyi bir yer olurdu!”
“Bilmiyor musun?” dedi Daiyu. “ ‘Ben’ diye bir şey olmasaydı, ‘ötekiler’ de olmazdı. Bu ikili endişeler, korkular, şaşkınlıklar, aptalca rüyalar, diğer bir sürü engeller ve zorluklarla beraber yaşamak zorundadır. Demin ciddi değildim, şakaydı. Görüştüğünüzde Xue teyze keyifsizmiş. Kuzen Chai’yi bu işe karıştırmana gerek yok. Xue teyze, Kuzen Pan’in davası için uğramıştı. Çok endişeliydi, seni eğlendirecek durumda olmamasına hiç şaşmamak lazım. Hayal gücünü çalıştırmışsın, o da seni yanlışa götürmüş.”
Onun bu sözleri Baoyu’nün aklını birden başına getirdi.
“Tabii ya!” diye bağırdı gülerek. “Aynen öyle! Sen benden daha zekisin. Geçen yıl çok sinirli olduğumda beni o Budist öğretilerle sakinleştirdiğine hiç şaşmamak lazım. Bütün iddialarımda bana doğru yolu göstermene ihtiyacım var. Buda bile olsam senin rehberliğine gerek duyarım.”
“O zaman başka bir soruya hazır ol!” dedi Daiyu hemen fırsattan yararlanarak.
Baoyu bacak bacak üstüne atıp avuçlarını birleştirdi, gözlerini kapattı, dudaklarını büzdü, ciddi bir ifadeyle, “Sor.” dedi.
“Diyelim Kuzen Chai seni seviyor. Diyelim seni sevmiyor. Diyelim birkaç gün önce seviyordu, artık sevmiyor. Diyelim bugün seviyor ama yarın sevmeyecek. Diyelim sen onu seviyorsun, o seni sevmiyor. Diyelim o seni seviyor, sen onu sevmiyorsun. Şimdi bu altı ihtimali bir düşün. Ne yapardın?”
Baoyu birkaç dakika sessiz durdu. Sonra birden gülmeye başladı.
“Dünyanın bütün denizleri benim olsa, ben bir su kabağı kadarıyla yetinirdim.”
“Ya su kabağın suya kapılıp gitseydi?”
“Olmaz! Su kabağı suya kapılıp gitmez ki su akar, su kabağı kendi yoluna gider.”
“Ya sular kurur ve incin kaybolursa?”
“ ‘Benim gönlüm çamura batmış bir söğüt çiçeği,
Bahar rüzgârında keklik gibi hoplayamaz!’ ” dedi Baoyu.
“Zen’in ilk kuralı yalan söylememektir.” dedi Daiyu.
“Ama doğru söylüyorum, yardım et bana Buda, Dharma ve Kutsal Kardeşlik!”
Daiyu sessizce başını önüne eğdi. Sonra dışarıda bir karga gaklayıp göğe yükseldi, güneydoğuya doğru uçtu.
“Bu hayra mı alamet, kötüye mi?” dedi Baoyu.
“Kaderimizi kuşların ötüşünden öğrenecek değiliz.”
Baoyu vereceği cevabı düşünmeden Qiuwen girdi içeri.
“Efendi Bao, çabuk gel! Beyefendi Bahçe’ye birisini gönderip okuldan gelip gelmediğini sordu. Xiren geldiğini söyledi, hemen gelsen iyi olur!” dedi.
Baoyu ayağa fırladı ve dehşet içinde çıktı. Daiyu onu engellemeye bile kalkışmadı. Sonuçları gelecek bölümde.