Kitabı oku: «Reşit Hanadan ve Romancılığı», sayfa 4
3.2. Sanatı
Romanlar ve hikâyeler hatta sanatın hemen her çeşidi hiç şüphesiz ki itibaridir. Ancak itibari olduğu kadar olmasa da üreticisinden, yani sanatçıdan mutlaka bir şeyler alır. Hatta bazı edebî eserler büyük oranda yaşanmışlıklara dayanmaktadır. İşte Reşit Hanadan’ın eserleri bu türdendir ve onun sanat yaşantısı ciddi derecede öz yaşamına bağlıdır.
Kosova Türklerinin geçmişte yaşadığı acılar, onun eserlerinin altyapısını oluşturmaktadır. Bu acılar, tarihi gerçekler ona hem konu hem de karakter yaratmada ilham olmuştur. Sözgelimi, Sel romanının yenilikçi, çağdaş; fakat köyün en yaşlı karakteri olan Rüstem Dayı, Hanadan’ın komşusudur ve romanda anlattıklarını Hanadan küçükken kendisinden dinlemiştir. Bu örnek, Reşit Hanadan’ın toplum ve sanat arasında kurmuş olduğu bağın en güçlü göstergesidir. Kendisiyle yapmış olduğumuz röportajda, edebiyat ve toplum ilişkisi için şunları söylemiştir:
“Edebiyat ile toplum arasında sıkı bir ilişki olduğu görüşündeyim. Her zaman iç içe, yan yana olup birbirlerini besleyen, birbirinden ayrı düşünülemeyen olgulardır. Bu gerçek, özellikle büyük tarihi toplumsal dönüşümler esnasında kendini gösterir. Dünya edebiyatındaki büyük eserlerin bu toplumsal dönüşümlerle ilgili oldukları ortaya çıkacaktır.”88
Reşit Hanadan, daha önce de söylediğimiz gibi, romanı toplumu yansıtan bir ayna olarak görmektedir. Bu nedenle roman ya da hikâyelerini oluştururken toplumun tarihini, kültürünü ve insanlarını düşünmeden edemez. Bu noktada şu sonuca varmak oldukça isabetli olacaktır: Reşit Hanadan’ın romanları klasik köy realizminin modern örnekleridir. Onun romanlarında köy yaşantısının her parçasını görmek mümkündür. Hatta bu kullanımlar onun sanat yaşantısının olmazsa olmazı olarak tipikleşmiştir.
Bu tipik kullanımların ilk örneği imamdır. Hanadan’ın romanlarında imam mutlaka vardır ve bu imam daima halkının iyiliği için çaba sarf eden, dürüst bir kişiliğe sahiptir. Elbette istisnalar vardır ama genel eğilim bu yöndedir. Karakterlerde tipik kullanım olarak karşımıza çıkan bir başka önemli nokta ise muhtarlardır. Muhtarların, belki de bağlı oldukları kurum olması bakımından, rejim yandaşı olmasıdır. Onun roman ve hikâyelerinde muhtarlar olaylara ya sessiz kalırlar ya da yatıştırmak, çözüm bulmak için çok fazla çaba sarf etmezler.
Onun romanlarındaki karakterlerle alakalı olarak karşımıza çıkan bir başka ayrıntı ise karakterlerin arzularına karşı savunmasız olmalarıdır. Bu, hem hikâyelerinde hem de romanlarında görebileceğimiz bir durumdur. İki sevgili birlikte olmak için (nişanlı bile olsalar) çok fazla bekleyemezler ve gizlice karanlık bir yerde sevişirler. Toplumun baskıcı, yasaklarla dolu perdesi midir bu gizliliği, yasağı geren yoksa karakter olmanın bir gereği midir? Freud temelli bir bakış açısı ile ele alınabilecek bu dizginlenemeyen arzu selinin arkasında yatan, onu ön plana çıkaran asıl güç toplumdur. Dikkat edildiğinde, ilişkilerle ilgili şu sonuca varılabilir: İlişki yaşayan kişilerin birlikte olma ihtimali ya hiç yoktur ya da çok sonra birlikte olabileceklerdir. Her iki durum da kendi içinde biraz imkânsızlığı, engeli barındırmaktadır. Kişiler, engeli ancak gizlice birlikte olarak aşmaktadırlar. Reşit Hanadan’ın hemen hemen tüm eserlerinde söz konusu durumun bir örneğine rastlarız. Hanadan’ın eserleri, bu yönleriyle, psikanalitik bir incelemeye de kapı aralamaktadır.
Hanadan’ın mekân kullanımları da oldukça yerleşik bir çizgidedir. Roman ve hikâyelerinde atmosfer yaratmak için yapılan tasvirlere pek denk gelmeyiz. Onun mekânları çok sevdiği, öz vatanı Kosova’dır ve genel olarak her bölgesini en ince detayına kadar anlatmaktadır. Yolları, bölgenin güzelliğini, yakınındaki yerleri… Olayların çoğu da, doğup büyüdüğü Mamuşa’da geçmektedir.
Hanadan’ın dil ve anlatımı da oldukça yalındır. İmaja dayalı olmayan, yalın bir tasvir anlayışının yanı sıra büyük oranda dolaysız, kısa ve anlaşılır bir cümle düzeni vardır. “Kosova Türk çağdaş edebî yaratıcılığı, nesir türünde dilde ve üslupta beklenen olgunluk ile edebî niteliği Reşit Hanadan’ın romanlarıyla birlikte yakalamıştır.”89 Anlatımında yöresel deyimler, atasözleri, maniler ve birçok geleneksel formlar mevcuttur. Eserlerinde kimi zaman bazı sözcüklerin yanlış yazıldığı görülmektedir. Söz konusu hataların bir kısmı da dizgi sorunlarından kaynaklanmaktadır ve eserlerin yeni baskıları ile birlikte telafi edilecektir. Bu hatalar, anlatımın canlılığını söndürecek, onun edebiliğinin yitmesine neden olacak düzeyde değildir.
Reşit Hanadan’ın romanlarındaki olay örgüsü biçimleri de tıpkı diğer oluşumsal etmenlerde olduğu gibi tipiktir. Eserlerinin çoğu tek zincirli olay halkalarından oluşmaktadır. Onun romanlarında vaka bir çizgide başlar ve hiç dağılmadan, aynı çizgi üzerinden devam etmektedir. “Olay örgüsündeki zıt güçlerin mücadelesinden doğan çatışmanın seyri, farklı eğilim veya eğriler gösterebilir. Çatışma, zaman zaman hareketini arttırıp en üst noktalara ulaşırken, zaman zaman da soğuyup zayıflarlar. Kimi zaman birtakım düğümlerin oluşması ile tıkanırken, kimi zaman da bu düğümlerin çözülmesi ile son’a ulaşır. Olay örgüsü veya eserin bütündeki bu seyir, ‘entrink yapı’yı oluşturur.”90 Hanadan’ın romanlarında entrink yapı genelde yan olaylar ile sağlanır. Bunlar da ana hikâye ile birlikte seyir alır ve çok nadiren kendini gösterirler ve tanımda da ifade edildiği gibi, gerilimi zaman zaman yükseltir ya da düşürürler. Bu yan olaylar genelde yasak bir aşk hikâyesi, gizli bir buluşmadır.
Genel olarak hem romanları hem de hikâyeleri ile çizmiş olduğu realist bir tablodan yola çıkarak, halkının yaşamış olduğu olayları günlük gibi kaydettiğini ve bunları ulusal bir destan olarak gördüğünü söylemek yanlış olmaz. Eserleri incelerken de Reşit Hanadan’ın sanatı üzerine eklemeler yapıp, örnekler vereceğiz. Unutulmamalıdır ki, bu inceleme, Lucien Goldmann’ın oluşturduğu model çerçevesinde Reşit Hanadan’ın yaratıcılığı ve sanat yaşantısını ele almaktadır.
3.3. Eserleri
3.3.1. Romanları
1. Sel, 1987. Yapıt, Yugoslavya Türk edebiyatında yayımlanan ilk roman olma özelliğini taşımaktadır.
2. Taş Yerinde Ağırdır, 2002. “Taş Yerinde Ağırdır” üçlemesinin ilk kitabıdır.
3. Başka Olur Rumeli’nin Harmanı, 2003.
4. Elveda Hüdavendigar Diyarı, 2013
5. Rumeli’den Çıktık Yola, 2015
6. Rumeli Deryasında Boğdular Bizi, 2017
3.3.2. Hikâyeleri
1. Yazgı
1. Yazgı
2. Toprak
3. Gurbetçi’nin Dönüşü
4. Beklenmeyen Savaşçı
5. Tanrı Adına
6. Hayrat
7. Köyden Ayrılış
2. Duygu Tutsağı
1. Duygu Tutsağı
2. Aslını Yadsıyan Adam
3. Bir Hıdırellez Günüydü
4. Traktör Belası
5. İneksiz Köy
6. Hayvan Kredisine Hücum
7. Yuva Özlemi
8. Aga Zahyo
9. Yalancı
10. Namus Meselesi
11. Döviziniz Var Mı?
12. Kiracı
3. Yıldızlı Ev
1. Ali
2. Yıldızlı Ev
3. Kış Baba Gerçekten Gecikmiş Miydi?
4. Özlem’in Dayanışmaya Katkısı
5. Memiş’in Tosunu
6. Cambazlar
7. Ayrılık
8. Küçük Çoban
9. Köprü
10. Hortlak
IV. BÖLÜM
IV. Sel
4.1. Anlam Aşaması (İçkin Çözümleme)
4.1.1. Anlatının Bakış Açısı
Reşit Hanadan, hem Kosova Türk edebiyatının hem de kendisinin ilk romanı olan Sel’i Tanrısal bakış açısı ile yazmıştır. Tanrısal bakış açısında “olaylar, kimi zaman yakından, kimi zaman uzaktan sunulur; kahramanın iç dünyalarında geçen duygu ve düşünceler, okuyucuyu ikna edecek düzeyde yansıtılır; romanın gerilimli atmosferi, yerine göre hızlandırılıp yavaşlatılır.”91 Reşit Hanadan da Sel adlı romanında bu tekniği –birkaç kusuru dışında– başarılı bir şekilde kullanmıştır. Yazarın söylemine kimi zaman coşkulu bir nutuk kimi zamansa lirik bir hava hâkimdir.
Reşit Hanadan Sel’de toplumcu gerçekçi bir bakış açısıyla çıkar ortaya. Roman, ana hatlarıyla, hem nesil hem de yenilik-gelenek çatışması ekseninde gelişir ve devam eder. Reşit Hanadan, Tanrısal bakış açısının sağladığı “her şeyi görme/bilme” hâkimiyetini karakterlerin söz konusu kutuplaşmalardaki fikrini okuyucuya aktarırken çok sık kullanır.
Romanın henüz başlarında Yakup Ağa’nın oğlu Salim, tarlasını sürerken çok yorulur. Yorulan sadece Salim değildir; tarlaya sürdüğü öküzler de çok yorulmuştur. Bu esnada Uzun Hasan’ın oğlu Rasim traktörüyle Salim’in yanından hava atarak geçer ve yazar/anlatıcı Salim’in hem tavırlarını hem de düşüncelerini şöyle ifade eder:
“Hiddetten öküzlerin kıçlarını yine üvendireyle92 dürttükten sonra Rasim’e, içindeki kini dışa vuran okkalı bir küfür çekti. Bu arada da ‘ah bu babam yok mu!… Beni türlü piçlere rezil etti!…’ diye söylendi.”93
Yazar, burada, tanrısal bakış açısının sağladığı geniş olanakların da yardımıyla Salim’in hem karşılaştığı durum karşısındaki öfkesini ifade etmiş hem de babasıyla arasındaki çatışmanın da ilk izlenimini vermiştir. Bu noktada okur, Salim ile Yakup Ağa arasında bir traktör çatışması olduğunu hisseder.
Reşit Hanadan, hâkim bakış açısının verdiği sınırsız yetkiyi sonuna dek kullanır. Yazar/anlatıcı, romandaki çatışmanın geçmişini bildiği için konu hakkında açıklama yapar ve olayı değerlendirir:
“İşte kendisi öküzlere çift sürüyor diye hor gören, tepeden bakan şu Rasim’e babası traktör alıvermişti bir avuç toprağa sahipken. Oysa kendilerinin toprakları boldu, verimliydi de. Evde, kendisinden başka çalışacak insan da yoktu. Böyleyken, babasını traktör almaya bir türlü razı ettirememişti.”94
Roman ya da hikâye gibi anlatmaya bağlı edebî metinlerde karakterin düşüncesi kimi zaman yazarın düşüncesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Yazar, olayları her zaman birinci ağızdan yani kendi ağzından açıklamaz, kendi düşüncelerini kimi zaman da karakterler aracılığıyla ifade eder. Reşit Hanadan, traktörün yenilik olduğunu ve öküzlerle çift sürmenin geride kaldığını ifade etmek için Rasim’in düşüncelerini kullanır:
“Rasim tarlasını sürmüş, oradan ayrılmak üzereydi. Yanından geçerken traktöre gaz vererek süratini arttırdı. Bakışları yine küçümseyiciydi. ‘Aptalın teki… Hangi yüzyılda yaşıyoruz ki hâlâ öküzlerle çift sürüyorsun. Geçti o dönemler… Eski kafa, ne olacak!..’ demek ister gibiydi”95
Reşit Hanadan, Sel romanında anlattığı çevreye hâkimdir. Bu nedenle romanda mekân tasviri yaparken farazi bilgiler vermez ve çok net, kendinden emin bir anlatım örneği sergiler. Kullandığı bu anlatım onun roman içindeki rolünün bir göstergesidir. Reşit Hanadan yalnızca bu romanında değil, genel anlamda romanlarında ve hatta hikâyelerinde anlattığı çevrenin adamıdır. Bunun bir örneğine de Sel adlı romanında rastlıyoruz:
“Savaşın sona erip özgürlüğün gelmesiyle Prizren –Ya-kova yolu asfalt döşenmiş, kente at arabalarıyla gidenler de artık Sırbiça yolunu kullanmaktan vazgeçmişlerdi. Ancak asfalta ulaşabilmek, asfalt yol üzerinden kente varabilmek için, asfalt yolun kıyısında yer alan Pirina köyüne kadar yedi kilometrelik bir şose üzerinden yolculuk yapılması gerekiyordu. Yol, özellikle yağmurlu günlerde ve kış mevsimi boyunca zaman zaman çamur içinde ve su gölekleriyle dolu olsa dahi, ötesinin asfalt oluşu yüzünden kente giden köylüler bu yolu Sırbiça yoluna tercih ederlerdi. Bu tercihte, biraz da, asfalt çarptıkça atların ayaklarından çıkan ‘tak… tak… tak…’ şeklindeki seslerin, asfalt yolla ömürlerinde belki de ilk kez karşılaşmış bulunan köylülere, tarif edilmesi olanaksız bir zevki oluşturmasının da rolü olmuştu kuşkusuz.”96
Yukarıda verdiğimiz örnekten de anlaşılacağı gibi yazar romanın geçtiği çevrenin tasvirinde genellikle realist bir üslup kullanmıştır. Hatta bu tasvirin ardından romanın seyrini keserek açıklayıcı bilgiler de vermiştir:
“Sırbiça yolu, yukarıda söylediğimiz nedenlerin dışında, bir de, öykümüzün yaşandığı dönemlerde kente gidebilmek veya kentten köye dönebilmek için hemşerilerine ait bir at arabası bulamamış köylülerin köye yaya olarak dönmek zorunda kaldıklarında, köylülere hizmet verir olmuştu”97
Roman içerisinde Tanrısal bakış açısıyla alakalı olarak dikkat çeken bir diğer unsur ise yazarın karakterlerin hareketlerinin, düşüncelerinin ve kaderlerinin geleceğini biliyor olmasıdır. Yani yazar/anlatıcı, bir karakterin birkaç sayfa sonra bir olay yaşayacaksa bunu biliyordur. Çünkü o, kurmaca dünyaya münhasır olarak her şeyi bilir konumdadır:
“Esma, aslında Salim’le buluşamayacağına yanıyordu. Mektupla haber salmıştı üstelik. Oğlan boşuna bekleyecekti kendisini. Bunun dışında Hülya’yı da getireceğim diye Cemil’i aldatmış oluyordu. Küçük düşecekti nişanlısının gözünde.”98
Yazar/anlatıcı karakterlerin düşüncelerine hâkimdir. Çoğu zaman bir iç monolog ve iç çözümleme tekniklerinden faydalanarak bunu sağlar. Reşit Hanadan, Tanrısal anlatıcının bu yönünü ve iç monolog ile iç çözümleme tekniklerini anlatı süreci boyunca kullanır. Bu, romana psikolojik derinlik katarak okuyucuyu karaktere daha da yakınlaştırmaktadır:
“Salim’in ‘nişanlımın yüzüne bakamaz oldum’ demesiyle Remziye kendine gelir gibi oldu. Görünüşüyle yüreğini parçalayan oğlunun bu sözlerinden bir mana çıkarmaya çalıştı. Traktör belasını unutmuş, düşünceleri bu sözlere takılmıştı. ‘Yoksa oğlu nişanlısıyla gizlice buluşuyor muydu?’ Beynini bu kuşku kemirmeye başladı şimdi de. Ancak oğluna belli etmedi kuşkusunu.”99
Reşit Hanadan, bu romanında yazar/anlatıcıyı kimi zaman kişisel anlatım konumuna oturtmaktadır. “Bu yöntemde; kişi, çevre veya nesneyi gören roman kahramanıdır; ancak görüleni anlatıp aktaran anlatıcıdır.”100 Reşit Handan da, traktörün sürdüğü tarlaya giden Salim’in düşüncelerini ifade ederken kişisel (personal) anlatım konumundan faydalanır:
“Sağ elini alnına siper edip güneşe baktı delikanlı tekrar. Canı sıkkındı. Oturacağına Rasim’in sürülü tarlasını görmeye gitti. Toprağın altını üstüne getirmişti traktör. Karnını yarmıştı sanki toprağın. Tazeydi, ıpıslaktı. Sürülmüş taze toprağa batıyordu ayakları yürürken. Hoş bir koku yayılıyordu topraktan. Yuvaları bozulmuş böcekler, karıncalar oraya buraya koşturup duruyorlardı şaşkınlıkla. Bir süre onları izledi. Elini, avucunu taze sürülmüş toprağa soktu. Bir avuç toprak aldı. Burnuna götürdü sonra. Toprağın kokusuyla bir hoş oldu. Kendi kendine mırıldanır gibi ‘ah, babam bir razı olsa!…’ diye iç çekti.”101
Yukarıdaki alıntıda “anlatıcı, kahramanın zihin perspektifinden çevreye bakmış ve yine o zihin kavrama gücüne denk düşen bir bakışla gördüklerini anlatmıştır.”102 Tarlayı, tarlada traktörün izlerini gören Salim olsa da onu gördüklerini, ancak gördüğü kadarıyla anlatan da kişisel konumdaki anlatıcıdır.
4.1.2. Anlatım Teknikleri
4.1.2.1. Tasvir Tekniği
Tasvir tekniği roman sanatı için oldukça önemlidir. Çünkü yazar, görünmeyeni görünür kılmada, en azından anlatılanın tahayyül edilmesinde tasvir tekniğinin olanaklarından faydalanmaktadır. Reşit Hanadan da Sel romanında bu tekniğe, özellikle mekânların ve kişilerin tanıtılmasında sıkça başvurmuştur. Romanda Yugoslavya döneminde Mamuşa’daki Türklerin ekonomik ve siyasal durumları üzerinde durulmuş ve bu ilişkilerin kişi, durum ve olanaklar üzerinden yansıtılmasında tasvir tekniği kullanılmıştır.
Reşit Hanadan Sel romanında kişilerin tasvirini yaparken dinamik tanıtmayı kullanır ve romandaki kişilerin fiziksel, ruhsal ve ekonomik yönlerini anlatı süreci içerisinde parça parça verir. Dolayısıyla anlatının akışı durmamış, estetik yapısı bozulmamış olur. Hanadan’ın parça parça verdiği kişi tasvirlerine örnek olarak şunları göstermek mümkündür:
“Yakup Ağa, kalın dudaklarını şapurdata şapurdata derdini döktükten sonra tespihlerini şakırdatmaya ara vermiş, sağ elinin avucuyla ak sakalını sıvazlarken…”103
“Bakışlarını kaldırıp kocasına baktı Züheyla. Gözleri büyük, yeşildi. Kirpikleri uzun, kaşları ipinceydi. Kırkbeşine girdiği halde hâlâ genç ve güzel görünüyordu. Burnu kartalın gagasına benziyordu. Dudakları ince ve alımlıydı.”104
“Aşağı yukarı elli yaşlarında, ince, zayıf, narin yüzlü bir kadın olan Remziye…”105
Reşit Hanadan, yukarıda verdiğimiz örneklerde olduğu gibi, karakterlerinin tasvirini bir anda yapıp bitirmez; onların fiziksel, psikolojik ve ekonomik yönlerinin tasvirini anlatı boyunca devam ettirir.
Sel, genel yapısı itibariyle köy realizmi çevresinde ele alınabilecek türden bir romandır. Bu nedenle mekân ve tabiat tasviri de önemlidir. Romanda, köy halkı geçimini çiftçilikle sağladığı için tüm köy yağmurun yağmasını beklemektedir. Beklenilen olur ve yağmur yağar. Üçüncü bölümün başındaki bu nesnel tasvir hem yağmurun etkisini hem de sevincini gösterir niteliktedir:
“Yağmur sadece toprağın değil, köylünün de yüzünü güldürdü. Doğadaki bitkiler sevindiler yağmura. Dere kıyısındaki söğüt ağaçları daha canlı, iç açıcı bir yeşile büründüler. Çaylardaki otlar gözle fark edilir bir şekilde boy saldılar bir-iki gün içerisinde. Çiçekler rengarenk açtılar. Kıra çocuklar tarafından salıverilen hayvanlar akşam üzerleri köye doygun, karınları şiş bir şekilde dönüyorlardı.
İlkin, sokaklardaki tozlar kalktı ortalıktan yağmurun yağmasıyla. Ama, sabahın erken saatlerinde bardaktan boşanırcasına yağmaya başlayan yağmur sularından aynı günün ikindi sularında sokaklarda, avlularda su birikintileri, gölekler oluşmaya başladı. Çocuklar yalınayak bir halde, göleklerde oynamaya başladılar. Çamur içinde kaldıkları oluyordu bazen. Uzun zamandır çamur yüzü görmeyen giysileriyle evlerine çamur içinde döndüklerinde analarından dayak yiyenler de oldu.
Lâkin, yağmura başka bir açıdan çocuklar kadar sevinen büyükler, çocukları korudular kızgın, öfkeli analar karşısında. Aylardır yağmur için dua etmemişler miydi Tanrı’ya? Hatta köyün Yaşlı İmam’ını yağmur duasına çıkılması için sıkıştırmaya da başlamışlardı bir ara. Yaşlı İmam’ın ‘hele biraz daha sabredelim. Sabreden derviş muradına ermiş. Şimdi ilkyaz ayları, yağar…’ demesi üzerine susup beklemeyi yeğlemişlerdi.
İstekleri gerçekleşmiş, yağmur toprağı doyuruncaya kadar yağmışken, varsın çocuklar çamur içinde kalsınlardı. Buğdaylara yaramıştı en çok yağmur. Sonra kimisi bahçesini ekmişti. (…) Bağlardaki asmaların filizleri daha da sürmüştü yağmur sayesinde.”106
Yukarıdaki örnekte de görüldüğü gibi, yazar, yağmuru hem çocuklar hem de yetişkinler perspektifinde ele alarak, onun sevincinin her iki kesime de yansıdığını ifade etmiştir. Yazar, yağmurun yağmasıyla ilgili yaptığı öznel tasvir de yağmurun getirdiği tazelikten, canlılıktan bahsetmektedir:
“Tek sözle yağmurla birlikte doğaya canlı bir tazelik, bir yeşillik gelmiş, her yeri yaşamla dolmuştu. Kuşların, bülbüllerin ötüşleri de başkaydı artık. Çayırlarda leyleklere, evlerin çatılarında kırlangıçlara rastlanır olmuştu.”107
4.1.2.2. İç Çözümleme Tekniği
Bilindiği üzere ‘anlatma’ yönteminde her şey, anlatıcının –veya ‘yazar-anlatıcının’– tasarrufuyla ve yine onun bakış açısından okuyucuya yansıtılıyor, anlatılıyordu. Yazar, bu görevi, roman sanatının kendisine sağladığı imkânlarla gerçekleştiriyordu. Bu imkânlardan birisi de, kuşkusuz ‘iç çözümleme’ yöntemidir. O, bu yöntemden yararlanırken, doğal olarak, okuyucu ile roman kahramanının –bir başka deyişle okuyucu ile ‘anlatı’nın– arasına girer ve kahramanın psikolojisini, zihinden geçenleri dışa aktarmaya çalışır.108
Reşit Hanadan, Sel romanında karakterlerinin psikolojik yönünü okura açmakta oldukça cömerttir. Hemen hemen her karakterin iç çözümlemesini yaparak onların düşüncelerini, kaygılarını, arzularını ve öfkelerini okura yansıtmakta, karakterlerini tüm yönleriyle ele almaktadır. Ayrıca romanın Tanrısal bakış açısıyla yazılması, yazarın iç çözümleme yöntemini sıkça kullanmasında da etkili olmuş, ona kolaylık sağlamıştır.
Romanın önemli kişilerinden biri olan Salim’in traktör istemesi, roman için önemli bir denge unsurudur, başka bir deyişle, romandaki kompozisyonu sağlamaktadır. Hanadan, ilkin, Salim’in traktörü zaman kazandırması ve tarlayı daha etkili sürdüğü için istediğini belirtir. Daha sonra da iç çözümleme yöntemi ile yalnızca bu nedenden kaynaklanmadığını, altında farklı nedenlerin de olduğunu gösterir:
“İçindeki acı daha da büyüdü. Her önüne gelen alay mı edecekti kendisiyle(?) Öküzler hemen durdular. Ellerini pulluğun kollarından bırakıp sürülü toprağın üzerine çömeldi. Düşünmeye başladı. Nişanlısı Esma bile yüzüne bakmaz olmuştu artık. Akşamları eve dönerken arabayı ağır ağır çeken öküzlerle birlikte Esma’ya görünmemek için yolunu değiştirmeye, eve dere kenarındaki yoldan dönmeye başlamıştı. Oysa, köyün diğer delikanlıları, altlarında traktörleriyle nişanlılarının önlerinde çalım satıyorlardı. Özeniyordu arkadaşlarının bu davranışlarına, gıpta duyuyordu. Yatağa girdiğinde, kendisini de, traktör üzerinde çalım satarak Esma’nın evleri önünden geçerken düşlüyordu”109
Yazar, bir yandan Salim’in arzusunun gerekçelerini okurla paylaşırken diğer yandan da bu isteğin gerçekleşmesindeki engel üzerinde durur: Yakup Ağa. Salim, babasıyla bu konuyu konuşmaya bile çekinir. Çünkü Yakup Ağa sert mizaçlı bir kişidir. Bunun üzerine annesi Remziye’ye açar konuyu ve traktör meselesi üzerine diretir. Remziye, konuyu Yakup Ağa’ya açar ve o da bu durumdan hiç hoşlanmaz, huzursuz olur. Yazar/anlatıcı, Yakup Ağa’nın iç dünyasında traktör meselesini şu şekilde ifade eder:
“Yakup Ağa, sabah namazını kılar kılmaz eve dönmüştü. Üzerinde tüm bedenine yayılmış bir huzursuzluk vardı. Köydeki her eve giren, babalarla oğulların arasını açan, yok edilmesi olanaksız bir gerginliğin belirmesine neden olan bela kendi evine, öz ocağına da musallat olmuştu sonunda. Huzursuzluğu bundandı.
(…) Yakup Ağa, karısının söylediklerini dinlerken yüreğinin sıkıştığını, soluğunun kesilir gibi olduğunu hissetmişti karısı anlattığı sürece. Demek ki, yıllardır biriktirdiği paralar demirden oluşan cansız, duygusuz, görmekten, duymaktan, okşanmaktan yoksun traktör denen o belaya harcanaraktı. Hem alsalar sanki selamete mi erişmişlerdi. Bir gün çalışırsa on gün çalışmazdı. Dünyayı altüst eden petrol bunalımı yüzünden tarla işlerinin en yoğun olduğu sırada ya mazot, ya da bir yerleri arızalanır yedek parça bulunmazdı. O zaman, dünyanın parası harcanarak satın alınan bu meretler örtüler arasında cansız canavarlar gibi yatarlardı.”110
Yakup Ağa’nın bilincindeki traktör imajı çok açıktır; onun bilincinde traktör “canavar” ve “bela” gibi olumsuz bir biçimde konumlanmıştır. Ayrıca traktörle yapılan “hızlı işlem” Yakup Ağa’nın bilincinde bir “zaman tasarrufu” olarak değil, “tembellik” olarak belirmektedir. Yakup Ağa, traktörün on günlük işi bir günde yapacağını bilse de, kalan dokuz gün için de farklı bir iş yapmak yerine yatılacağını, o günlerin boş geçeceğini düşünür. Yazar, Yakup Ağa’nın tüm bu menfi düşünlerini açıklarken, kimi zaman da açıkça taraf tutarak yenilikçi tarafta olduğunu gösterir. Ancak bunu, iç çözümlemeyi yaparken yapmaz.
Reşit Hanadan, iç çözümleme yöntemini kullanarak karakterlerin bir durum ya da başka bir kişi üzerine düşüncelerini de açıklar. Bunun en güzel örneği, Hülya’nın Cemil ile buluştuğu ve buluşacağı için duyduğu pişmanlık ile Esma’yı babasının okumuş bir aydın olduğu için kendisine anlayış göstermesi bakımından kıskanmasıdır:
“(…) karamsarlığı arttı Cemil’le buluştuğu için. Babası duysa ne yapardı? Ya öldürür ya da evden kovardı hiç düşünmeden. Buna karşın tekrar görüşmeyi kabullenmişti nişanlısıyla. Hem de Esma’ya, aracı olması için yalvarıp yakararak. Bir pişmanlık duygusu beliriverdi içerisinde. O anda, avluya inip Esma’yı bulmayı, Cemil’le buluşmasını sağlamak için Salim’e bu konu üzerinde hiçbir şey söylememesi rica etmek istedi, ama beceremedi düşündüğünü gerçekleştirmeye. İçgüdüsü buna engel oldu. Esma, ah Esma… Mutluydu o…
Okumuş adamdı babası, köyün koskoca öğretmeniydi. Dağlar kadar kitap okumuştu. Odasında üst üste kitaplar vardı raflarda. Onların tümünü nasıl da okuduğuna şaşardı. Esma söylerdi de inanası gelmezdi. Esma’nın talihi vardı bu konuda. Anlayışlı adamdı teyzesinin kocası Kızı gece yarısı evden kaçıp nişanlısına gitse bile kılı kılını kıpırdatmaz, ertesi sabah erkenden kızını görebilmek, halini hatırını sorabilmek için kaçtığı eve giderdi belki de. Esma bu gerçeğin bilincinde olduğu için bildiğince hareket ediyor, duygularına gem vurmayıp nişanlısıyla istediği an, istediği kadar görüşebiliyordu.”111
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.