Kitabı oku: «Kalabalık», sayfa 4
GÖÇETMİŞ EDİPLER
Ne kadar ilginç olsa da, Rusça yazan yazarlarımıza hep acıdım. Vatanlarını ne denli sevseler de, özellikle Baküye, onun eski, merkezi caddelerine ne denli yakın olsalar da, yine de başka ülkelerde garip hayatını sürdüren, acıları gözlerinden belli olan zavallı göçmenlere benziyorlar.
Böyle göçmenler de oluyor.
SIÇRAYIŞ
Kimi zaman edebiyattan da öte bir şeyler yaratmak istiyorum. Ne olabilir ki, o?
RÜYANIN GERÇEKLERİ
Oğlum doğduğundan beri sık sık rüyada evde başka bir er kek çocuğun da olduğunu görüyordum. Fakat o çocuk has taydı. Biz onu anımsamıyorduk bile. O, benim çocuğumla aynı yaştadır, boyu da aynıdır, fakat çok zayıf, saçları sarı ve dişleri de çürük. Rüyalarımda o çocuk odadan odaya koşuyor, sessiz, hafif adımlarla ruh gibi aramızda dolaşıyor, solgun gözleriyle bilin meyen bir camın arkasından bizleri seyrediyor.
Böyle bir rüyadan sonra ben bir süre kendime gelemiyorum. Rüyalarımda dolaşan bu hasta çocuğun oğlumun sağlığını nasıl etkileyeceğin düşünüyor, bu düşüncelerimden hep kaygı duyu yordum.
… Az bir zaman önce, bir tesadüf sonucu bir yolunu bulup anladım ki, aslında o rüyalarımda dolaşan çocuk benmişim.
KÜÇÜKLER VE GÜZELLER
Bir kısım öyle küçük ve güzel insanlar var ki, onlar iyilik ya da kötülük etmeği bilmeseler bile, sevecen yüz hatlarıyla, korku dolu gözleriyle, küçük, güzel yaratıklar gibi dünyayı, tehlikesiz, iddiasız, sevimli bir çalılığa dönüştürüyorlar.
YAZAR ADI
Günün istenilen saatinde kendilerini gerçek edip gibi hisseden, yarattıklarını zırh gibi, pahalı pardesü gibi hep üzerlerinde taşıyan, bu gri yazılardan çevrelerine muhteşem, eşsiz bir koltuktan bakıyormuşcasına bakan ediplerimiz aslında kendileri bile farkında olmaksızın bir şeylerden korunmaya çalışıyorlar.
ÖLÜM ÇEŞİTLERİ
Nedense gençler ihtiyarlardan daha huzurlu ve gayesiz ölüyorlar.
ESKİ ANITLARIMIZ
Geçen yaz Marhal’da tatil yaparken tarihi geçmişimize seyahat etmek için çocuklarımı gururla götürdüğüm Şeki hanının küçük sarayı bende geçmişimizle alakalı korku dolu bir anlaşılmazlık yarattı.
Sadece altı ufak odadan oluşan bu sarayın insanı bunaltan darlığı, hanın nem kokulu özel dinlenme odaları, çoluk çocuğunun boş zamanlarında oturup karşıdaki azman, büyük, yalnız dağa baktıkları küçük korkuluksuz balkonlar, duvarda bulunan halıların üzerindeki av sahneleri, o av sahnelerinde avlanmaya çıkmış yüzündeki kanını kaybetmiş çekikgözlü, ufakboylu sultan, aynen onun boyunda etrafındaki insanlar, sultanın karısına ve sarayına sahiplenmek arzusuyla yanıp tutuşan diger bir çekik gözlü herif sultanın kardeşi işte bu gibi şeyler bu yerlerde yaşamış küçük, sinirli insanların miskin, zavallı yaşamlarından haberdar ediyordu bizleri.
TİTREŞİM
Geçenlerde bayram ziyaretinde mezarlıkta gözüme takılan mezartaşlarına kazınmış çeşit çeşit yüzlerin hepsi nedense bana çok tanıdık geldi. Bu çehrelerin her gün sokaklarda, duraklarda, en yakın akrabalarımın, arkadaşlarımın arasında sıksık rastladığım şu an yaşayan insanlar olduğunu farkettim.
… Sinirli, zayıf adamlar… Çensinde benleri olan masum kızlar… yüzlerinden pişman oldukları belli olan kadınlar… Kızıma, oğluma, kocama benzeyen ölüler…
… Yalnızca kendi çehremi mezartaşlarında göremedim…
UĞURSUZ KURTULUŞ YOLU
Istıraplı, sıkıntılı hayat yollarında, zaman aleyhine çalışan patikaları bulan insanlar bu dünyadan farklı bir ölümle göç ediyorlar.
O yollardan en başarısızı edebiyattır.
OKUMA TEHLİKESİ
Son zamanlar ihtiyaç duyduğum her hangi bir edebiyatı okurken duyğularımı etkileyen her hangi bir cümlenin içimde oluşturduğu depremsi coşguyu enerjik çarpışmaları hatırlatan belirsiz kazalar, o edebiyatın bana yasaklandığından haber veriyor.
SEVDANIN İZİYLE
Yıllardır gece boyunca Bakü’den Merdekan’a götüren pürüzsüz yolla giderken, yolun kenarlarında bulunan çamlıkların gizemli, sessiz karanlığını seyrettikçe, hep duyduğum belirsiz sevdanın ne olduğunu, yalnız birkaç gün önce anladım…
.... Meğerse, bu, yılanla tilkinin karışımından oluşan hayvan biçiminde, bu karanlık, sessiz ağaçların dibiyle, göğsünü, yüzünü soğuk, nem kumsala sürterek tilkinin çalılıkları tarıyarak hışırdatarak yol boyu uçan arabaların hızıyla sürünmek hastalığıymış.
KORKUNUN DEVAMI
Kimi zaman geceler boyunca rüyalarımda, bir takım süreçlerin beni bilinçli bir şekilde korkuttuğunu duyuyorum.
Bu, genelde insanlarla çok irtibat halinde olduğum günlerde gerçekleşiyor. Bu korkuyu oluşturan nedenlerin ne olduğunu, o süreçlerin biçimini ben rüyadan uyandıktan sonra kesinlikle hatırlamıyorum. Kendimi karanlık, yalnız odanın bir köşesinde, bilinçsiz bir halde, gözü kapalı yorgana sarınıp titrerken buluyor ve bu durumdan daha fazla korkuyorum.
KUTSAL KELAMIN GİZEMLERİNDEN
Yıllardır birkaç kez cümle cümle, kelime kelime okuduğum, belleğime kazımaya çalıştığım, kutsal Kur’ani Kerim okuyup bitirdikten sonra, kitabı kapatıp kitap rafına bıraktıktan sonra aklımda hiçbir şeyin kalmadığını farkediyor ve bu duruma hayret ediyordum.
Bu İlahi yazgınınnın belleğimde denizlerin, semanın, sonsuz çöllerin sessiz, mucizeler yaratan enginliklerini hatırlatan, kaygı ve yakınlık dolu sevgi enginliğinden başka hiçbir şey bulundurmaması, beni çok acayip bir duruma sürüklemişti.
Kitabı günlerce, bölüm bölüm, her cümlesini, her kelimesini ciddi bir biçimde içimde tekrarlayarak, her düşünceyi belleğime kazıyarak okuyor, okudukça karşıkonulmaz bir sarhoşlukla karşı karşıya kalıyor, kapatıp bir kenara bıraktıktan sonra içimde giden değişiklikleri farkediyor, bu değişmleri tanımlaya cak cümleyiyse bir türlü bulamıyordum.
Çok zor durumda bulunduğum için okumanın en faydalı olduğu bilinen yönüne gitmeye bu kitabı çevirmeye karar verdim. Kitabı karşıma alarak ilk cümlelerinden birkaçını nasıl algılıyorsam öyle çevirmeye koyuldum:
1. Bu yazı kuşkusuz temiz kalplilere yol göstermek içindir,
2. Gizlin olanı görüpte dua ederek, bizim onlara verdiklerimizden verenler içindir,
3. Sahip oldukları her şeyin onlara da, onlardan öncekilere de yukarıdan verildiğine iman etmiş, karşıdaki hayatlarını imanla bekleyenler içindir.
Yazdıkça, kelime kelime özgüleştirdiğim yazının bana adım adım yaklaştığını, bir yönüyle bana benzemeye başladığını farkettim.
Az sonra ilk anlarda hiçbir özel anlamının, felsefi yükünün bulunmadığını zannettiğim sade düşünceler, toplum ve insanla alakalı çeşitli bilgiler geliyordu. Fakat bu basit, belli düşünceler ve bilgiler özgünleştikçe, beni etkiliyor, içimde nedenini bilemediğim bir kaygı hissi uyandırıyor, nedenini anlamadığım bu kaygı hissinin kökleriniyse bir türlü bulamıyordum.
Böylece ben bu kitabın bir bölümünü çevirdim. Fakat az bir süre sonra bu çevirme ve özgünleştirme işinin de bir sonuç vermediğini fark ettikte çıldıracak gibi oldum. Düşünceler, kelimeler çeviride yalnız kendi biçimini korumuş, fakat belleğime bir türlü kazınamamıştı.
Çaresizlikten Kur’ani Kerim’i Rusça’ya çevirmiş, Rusça çeviriler arasında en eski ve en başarılı bir çeviri olan, benim için daha önceleri okuduğum meallerde sezemediğim, dokunamadığım değişmez bir havayı içinde korumayı başarmış çevirmen XVIII yüzyılın ortalarında yaşamış doğu bilimleri uzmanı G. S. Sablukov’un yaşamı ve kişiliğiyle alakalı internet üzerinden bilgi edinmeye çalıştım, fakat bu girişimim de hüsrana uğradı.
Sonra nasıl olduysa ansızın bende ya da çevremde gelişen bazı değişiklikler yüzünden bu İlahi metnin, kendi gizemini, gerçek anlamını, görünüş itibariyle bu sade sözlerin, düşüncelerin arkasında belleğin, aklın, mantıkın gücünün ulaşmadığı bir taraflarda korunduğunu farkettim. Yazının bir başka Belleğe belleğin koruyup kollayamadığı bilgilerin kazındığı belleğe yerleştiğini farkettim.
Birkaç yıl bundan önce ufak tefek günlük kaygıların fonunda kaybettiğim, avcumdan, belleğimden mis kokusu gibi düşür düğüm, rüzgarlara savurduğum bir öyküm şimdiye kadar beni rahatsız ediyordu.
Yaşamını gezip tozmaya, yiyip içmeğe harcamış, hala para kazanmak, mal müklk toplamak hırsıyla yaşayan bir tıp felsefesi doktorunun çehresi dünya nimetlerinin bolluğu ve hazzlarının ebediliğinden hep rahat ve kaygısız tebessümle parlayan şişman vücutlu bir tanıdığımızın sıcak bir yaz akşamı ansızın bizim yalıya gelmesini konu edinecek bu öykü benimle dünyanın daracık kapanına kısılmış, zayıflayıp uykusunu ve huzurunu kaybetmiş sinirli bir yazarla bu şişman profesör arasında geçen ani, fakat önemli bir konuşmanın üzerinde kurgulanmalıydı.
Yaz aylarının, yaprağın bile kıpırdamadığı sıcaklığı arasında kaybettiğim bu öykümü yazamasam da, o önemli geceyi o gece dünyanın, dünyanın dört bir yanını konu edinen o konuşmayı, o konuşmanın benim ve profesörün yaşamında bıraktığı izleri bir türlü unutamadım.
ASLAN YAZAR
Kimi zaman yalnız kaldığımda, tatlı özgürlük havasında dönüp durduğum kısa, anlık durumlarda, huzurla esnediğim de kendimi aslan gibi zannediyorum.
Aslanın erkeği, dişisi olmazmış…
AŞIK EDİPLER
Cumhurbaşkanının çevresinde bulunmaya çalışan, fırsat buldukça oturduğu yerlerin etrafında gözüken, soluğu, kokusu duyulan yerlerde duran, cansız resimlerde onun çevresinden kendine güven duyarak boy gösteren ediplerimiz, ondan görevden, milletvekilliğinden, saygıdan başka bir şeyler daha istiyorlar.
ZALİM ŞAİR
Bu günlerde bir yığın cansız gazete sayfaları arasında Vagıf Cebrayilzade’nin “Ben Zalim Adamım, Kemençe…” dizesini okurken, dizenin arkasında beni gözünün yarısıyla seyrederek gülümseyen Vagıf’ı farkettim… Bir anlığına kemençe farz ettim kendimi....
SÜREÇ ADAM
Birileri en yakmlanm bile, gözlerinin gerçekliğine, kendilerinden daha fazla inandığım, güvendiğim düşünce yakınlarım bile bir yerlere kayıyor, bir takım süreçlere katılıyorlar. Her türlü süreç var aralarında: sağlıklı, hastalıklı, iğrenç, miskin, temiz, bağımsız süreçler…
Kimi zaman ben o süreçlerin sıcak rüzgar akınına karışarak gittikleri yönü bile farkedemiyorum. Hiçbir sürece katılmayı bile düşünmüyorum.
Zira ben kendim de bir sürecim.
BELLEK DÖNÜŞÜMLERİ
Sık sık rüyada iki saat önce ayrıldığımız gerçekçi yaşantımızı kimliğimizi, yaşadığımız şehrin iklim koşullarım, çalıştığımız kurulun rengini, anne, baba olduğumuzun, çocuklarımızın yüz çizgilerini, evimizin duvarlarını, ebeveyinlerimizin yaklaşık on beş sene önce öldüğünü unutarak şaşırmadan, hayretlenmeden, hiçbir zaman görmediğimiz yabancı evlerde, bilmediğimiz şehirlerde yaşıyor, mezarlarını yıllardır ziyaret ettiğimiz insanlarla karşılıklı oturarak çay içiyor, hiç tanımadığımız bebekleri koruma altına alıyor.... Kimi zaman da zemin den ayrılarak karnımızı yere vurarak soluk soluğa uçmaya ça lışıyor… sabahsa bu gizli saklı bellek dönüşümlerimizi kolayca unutuyor, burnumuzun dibinde giden bu süreçlere azıcık da olsa hayret etmiyoruz.
KORKUNÇ MİLLET
Geçen hafta, oğlumla bulvarda dolaşırken tesadüfen girdiğim çok kötü kokan hayvanat bahçesinde ansızın tanıdık, bildik bir yere düştüğümü farkettim…
… Sıkıntı dolu çirkinliğin darlığından küçülerek dar kafeslerinden insan gözlerine benzeyen gözleriyle bizleri seyreden maymunlar, öfkeli sansarlar, korkak tavşanlar, sinirli tavus kuşları bana korkunç bir ülkede yaşayan milleti hatırlatıyorlardı.
İNTİHAR
Dünyayı duygularıyla kavradığı için çok sevdiğim Romalı filozof Seneka’nın düşüncesine ilkkez tesadüfen İngiliz filozofu Beco’nun hissler ve duygular aleminden çok uzak bir beynin ürünü olan “Herşeyle alakalı” isimli eserinin arka bölümündeki sözlükte, binlerce enformasyon kelimeler arasında okurken rastlamıştım. Burada solgun, küçük harflerle yazılmış yüzlerce bilgi içeren adeta akademik sessizlikte, sıkıntılı okursal oyunun ortasında, beyinleri teorik enformasyon bilgiler yığını ile yüklenmiş binlerce gözlüklü okurun önünde ansızın intihar eden bir aşık rolünü yüklenmiştir.
FAHRİ MEZARLIĞIN GİZEMLERİ
Bir tür zehir kokulu çiçekler varki, onlar yalnız fahri mezarlıkta, soğuk muhteşemliğiyl eayrı ayrı müzelere benzeyen mezarların civarında yetişiyor. Kimi zamanacı badem kokusunu anımsatan bu kokuyu mezarlıktan çok uzaklarda du yumsuyor, kimi ünlüs anatçılarımızın bu fahri mezarlıkta uyuma aşkıyla yanıp tutuştuğunu bu kokuya bağlıyorum.
KİTLE SEVGİSİ
Kitle sevgisi kıyısı olmayan bulanık, tehlikeli bir deryanın sonsuz, sert kucağına benziyor.
PORTAKAL RENKLİ ÖRÜMCEK
Dün değil ondan önceki gün rüyamda gördüğüm yastığımın üzeriyle düşe kalka yürüyen portkal renkli örümçeği bu sabah spor yaptığım odanın duvarıyla koşarken gördüm. Küçük örümcek o düşe kalka yürüyüşüyle öyle bir koşuyordu ki, sanki şaşırıp çıktığı rüyamın kapısını arıyordu.
TİYATRONUN ADRESİ
Devlet Dram Tiyartrosu’nun üst katlarının birinde bulunan “Yuğ” tiyatrosundayken büyük, ihtiyar ağacın kuru gövdesindeki nem oyuktaymışım gibi hissediyorum kendimi.
TOZLU MİSAFİRLER
Misafirlerin bir kısmı varki, sen onları davetetsen de, etmesen de gelecekler. Evine girecek, usul usul, tek tek tüm odaları dolaşacak, duvarlara tırmanarak tavandan asılacak, seni de, çocuklarını da tepe takla seyredecekler. Böyle misafirler gittikten sonra uzun süre onların tavanda ve duvarlarda izleri kalıyor.
SOKAK KÖPEKLERİ
Sokak köpeklerinin birisi ne zamansa kaybettiğim, fakat çeh resini bir türlü hatırlayamadığım yakınlarımdan bir tanesi. O köpeği ben kimi zaman deniz kıyılarında, başıboş, insanlara saldırmaya hazır köpeklerin arasında, kimi zaman koşarken, kimi zaman bir arabanın altında kalıp can çekişirken, ara sıraysa kendi avlumuzda, kapımın önünde duruyorken buluyorum. O, kapımızın önünde beni hüzünlü gözlerle seyrediyor, beni de kendisiyle beraber götürmek istiyor....
FAHRİ MEZARLIĞIN GİZEMLERİ
İşte fahri mezarlıkta zehir kokulu çiçeklerin altında, ünlü ölülerle yanaşı uyumanın, her halde bizim bilmediğimiz bir gizemli tarafı var. Her halde bu sadece unutulmamak, belleklere kazınmak arzusuyla alakalı değil.
BURUN DELİKLERİ BÜYÜMÜŞ SANATÇI
Ünlü bir yazar tanıyorum ki, kimsenin uğramadığı, yetenekli insanların derin hüzünle ve saygıyla anımsadığı yalnız iş odasında, dönen koltuğunda sağa sola dönerek sabah akşam havayı kuşkuyla koklamaktan artık burun delikleri büyümüş.
İNLEYEN ADAMLAR
Çevremizde öyle insanlar var ki, aylarca, kimi zaman yıllarca görmeseniz bile bir yerlerden, her hangi bir delikten hep onların insanın içini daraltan iniltilerini duyarsınız. Onlar hep bir şeyler isterler, seni nedenini bilmediğin halde suçlarlar, sana darılırlar.
Ara sıra kafanı o deliğe sokupta o insanların iniltilerini din lemezsen içinde hep kendine suçlu muamelesi yaparsın.
CEHENNEM GİZEMLERİ
Cehennemin insansız olduğunu düşündüğünde o, insana pek korkunç gözükmüyor.
İRTİCALEN
Son zamanlar insanların maddi vücudu bende acayip pis duygular uyandırıyor. Bunun nedeni ne?
İnsanın elle dokunulan, gözle görülen vücudunun gözle görünmeyen, elle dokunulmayan incecik ruhu karşısında kabalığıdır belki de bunun nedeni?…
ÖFKELİLİK
Bu sabah otobüsün küçük, daracık salonuna binbir güçlükle sakat ellerinin ve ayaklarının yardımıyla binen ortaboylu, şişman adamın mavi, kıpır kıpır gözleri, olduğundan büyük gözüken, kaba ağzı bana haraketsizlikten neredeyse kanı kurumuş bu küçük ellerin ve ayakların büyümesine olanak tanımayan kaba ağızla kıpır kıpır gözlerin varlığından bir şeyler fısıldıyordu.
KURTULMA
Yazın en sıcak günlerinde, sıcaktan beynimin eridiği, yediğim yemeklerin bir anda zehre dönüşerek kanıma karıştığı, rüzgarsız sıcaklığın çevremi daraltarak beni kapana kıstırmak istediği bir zamanda ben bu halimden yalnız yazarak kurtula bileceğimi farkettim.
DOĞU EDEBİYATI
Bu yazın sıcak günlerinde neden Doğuda gerçekçi edebiyatın bulunmadığı sorusuna yanıt buldum.
Sıcak insanın tüm uyanık noktalarına etkisini gösteriyor.
SICAK VE İLAHİ İLİMLER
Bu yazın en sıcak günlerinden birinde onu da anladım ki, meğerse,insan belli bir sıcaklıktan sonra ilahi ilimleri daha iyi farketmeye başlıyor.
Bu güne kadar tüm kitapların sadece sıcak ülkelere gelmesiyle bunun arasında bir ilişki kurarak yeni bir sırrın eşiğine vardığımı hissettim.
BENİM KEŞFİM YA DA LUKRETSİNİN HOKKALARI
Yakın günlerde çevirdiğim ünlü Roma filozofu Lukretsin’in bir lafından adeta titredim: “İnsan ruhu yönetilemez. Bunun nedeniyse onun kendisidir.”
İnsan varlığıyla alakalı bu dahice keşif beni öyle bir etkiledi ki, çeviriyi bir kenara itip uzun süre bu veczin ayrıntılarına kadar inceledim.
Meğerse biz ruhmuşuz, akıl değilmişiz… Akılsız ruh delilik değilmiş. Peki ya ne? Hiçbir Yer kuralını kabul etmeyen, onlardan bihaber, sırlı, büyülü bir varlık… O, bizde… Kafası, gözü, durumu, hali, şekli, şemali belli olmayan, yönetilemez, belirsiz bir ruh. Aklımızın yönetiminden çıkarsak.
… Tüm geceyi, Lukretsin’in bu fikrini evde, yarınsa işte bir kaç kez konuşarak heyecanlandım. Öbür gün iş yerimde yayı nevine vereceğim metni tashih ederken o düşünceyi metnin içinde bulamadım. Onu elyazısında aramak zorunda kaldım ve hayretten yerimde dona kaldım. Zira, bu düşünce elyazısında da yoktu.
Ruhla alakalı düşüncelerin hepsi buradaydı. Aradığım düşünce de işte bu bölümde olmalıydı.
Orijinale bakmak zorunda kaldım. Metni ilk önce bölüm bölüm, daha sonraysa baştan sona kadar tekrar okudum. Ve az daha soluğum kesilecekti.
Böyle bir düşünce orijinalde de yoktu.
BİR SONRAKİ KEŞİF
Son birkaç yıldır ben sadece insan fizyolojisiyle ilgileniyorum. Okuduğum kitaplar genelde bu konuya ilişkin kitaplar oluyor. İnsanın hücreleri, kanının ısısı, oluşum süreçi, bünyesi, iç organları, derisi, saçları ve diğer konular…
Geceler bizler uyurken insanın bünyesinde küçük, sıcak hayvanlar gibi bağırarak çalışan, usul usul, açılıp kapanan, küçülüp büyüyen, çarparak titreyen vücudumuzun uzuvları ben edebi kahramanlardan daha ilginç buluyorum.
Bu hastalıklı ilgim beni rahatsız etse de, son zamanlar bu küçük, sulu uzuvların insanlıkla alakalı edebiyattan ve felsefeden daha kesin şeyler söylediklerini anlıyorum.
BU DÜNYANIN GİZLERİNDEN
Bir ihtiyar tanıyordum: yaşamı süresince ailesine, akrabasına, tanıdıklarına haksızlıklar ederek, rezillikler bataklığında yüzerek, uzun uzun, hastalıksız bir yaşam sürdü. Öldüğü günse o kadar küçüldü ve güzelleşti ki, on altı yaşlı genç delikanlıya benzedi. Ve o genç delikanlı yüzüyle dünyadan ayrıldı.
BÖCEKLERİN KURALLARI
Son zamanlar vardığım kesin sonuçlardan birisi de bu dünyada fiziksel yok olmamamız için mutlaka böceklerin yaşam kurallarını anlamamızın ve bu kurallarla yaşamamızın gerekliliğidir.
ESNEK SÜREÇLER
Zaman geçtikçe, yıllar art arda sıralandıkça, bir şeylerin muhteşem manevi yapıtların, “sonsuz değerler bölümünden” olanların, zamanla bir, hafif, geçici ahenklerle bir yerlere akarak kaybolması, bir şeylerin görünürde hiçbir değeri bulun muyormuş gibi gözükenlerin, bir takım bilinmeyen kurallara uygun, değerini kaybetmeden, olduğu yerde durması bizleri SONSUZLUKla alakalı daha derin düşünmeye zorluyor.
FELSEFE VE EDEBİYAT
Hem edebiyatla, hem de felsefeyle uğraştığım zamanlar hep bana hangisinin daha yakın olduğunu düşünüyorum. Felsefe mi, yoksa edebiyat mı? Hemen de yanıtını veriyorum: “Tabii ki, edebiyat!”
Felsefenin hiçbir gizemliliği yoktur. Felsefe bu ve kimi zaman da klassik olsa da öbür dünyanın kurallarını öğreniyor. Edebiyatsa kurallardan yukarıda duranları öğreniyor.
KAİDE NİZAMSIZLIĞI
Aslında bu dünyayla alakası bulunan ya da bulunmayan tüm yazılmış ve yazılmamış kurallar bu gün çalışmıyor. “Haksız Dünya”, “Adaletsiz Dünya”, “Yalan Dünya”, “Fani Dünya” gibi ibarelerin temelinde de hiçbir zaman çalışmamış bu kuralları çalıştırmak, bir şeylere mantık kılıfı giydirmek yatıyor. Fakat bu gerçekleşmeyecek.
… Her an kıl inceliğiyle çalışansa bizlerin anlamak iktidarında olmadığımız her hangi anlaşılmaz süreçlerdir. Tanrı o süreçleri yönetiyor.
ÖLÜM EMPROVİZESİ
Ölümle alakalı düşünürken, vücudunun ola bildiğince hafif, etsiz ve susuz olmasının gerekliliğini anlıyorsun.
Öbür dünyanın karanlık, dipsiz sınırlarından geçerken, bu suların hafifliğine uyum sağlamayan ağırlığının, bir küme etinin, sulu adelelerinin karşılacağı engelleri düşündükçe korkmamak elde değil.
MOR SOKAKLARIN SIRRI
Kimi zaman bir yerlerde, çevremizde, açık havada, yeşil çam ağaçların arasında oturup gözlerinin derinliklerinde belirsiz, gizemli zamanların izleri düşüncelere dalmış cumhurbaşkanının dört bir tarafında dolanıp duran, hileli sesleriyle uluyan mor rüzgarların sesini duyuyorum…
EYLİS’TEN EYLİSLİ’YE
Kendini gürültülü şehirden, şehir hayatının miskin üzün tülerinden ayırarak bir süre önce üzak Eylis’e sakin, sık ağaçların arasında bulunan evine kısılan Ekrem Eylisli’yle kısa telefon görüşmemiz zamanı onun hala bu şehirde olduğunu anladım.
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.