Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt», sayfa 13

Yazı tipi:

Bazı İleri Gelenlerin Vefatı

Sofiyyeden, meşhur Cüneyd-i Bağdadî ki zamanının imamı, fakihlerin ve faziletlilerin önderi olup tasavvufu da Seriyy-i Sekatî’den öğrenmişti. İki yüz doksan sekiz yılında rahmet-i Rahman’a kavuşmuştur.

Horasan ve Maveraünnehir Emiri Ahmet İbni İsmail Samani üç yüz bir senesinde avlanmak için kırlarda dolaşırken, bir gece köleleri onu idam edince cenazesi Buhara’ya götürülüp defnolunmuş ve yerine sekiz yaşında olan oğlu Ebu’l-Hasan Ahmed tahta geçirilmiş, katillerden bazıları idam edilmişlerdir.

Üç yüz üç senesinde “Kitab-ı Sünen” sahibi İmam Nesaî Mekke’de hayat defterini dürmüş, Safâ ile Merve arasında defnolunmuştur. Rahmetullahi aleyh.

Mutezile imamlarından Ebu Ali İbni Abdülvahhab El-Cubbâî de bu sene vefat etmiştir.

İmamiyye’nin reisi olup Semmân diye bilinen Ebu Cafer İbni Osman El-Askerî ki İmam-ı Muntazar’ın (Beklenen İmam) kapısı, yani Mehdi’ye ulaştıracak kapı olduğunu iddia ederdi. Üç yüz beş senesinde dünya kapısından çıkıp gitmiştir. Sofiyyeden, meşhur Hallaç İbni Mansur ki insanlara kerametler gösterirdi. Yazın kış meyvelerini ve kışın yaz meyvelerini ortaya çıkarır, elini havaya uzatıp, üzerlerinde “Kul hüvallahü ehad” diye yazılmış paralarla dolu olduğu hâlde geri alarak, onları kudret paraları diye adlandırırdı. İnsanlara yedikleri şeyleri ve işledikleri işleri haber verir, kalplerinde saklı olan şeyleri söylerdi. Halktan bazıları onun veliliğine ve bazıları sihirbazlığına inanırlardı. Bazıları da Allah’ın bir parçasının ona girmiş olduğu şeklindeki sapık inancına kapılmışlardır. Üç yüz dokuz senesinde Muktedir’in veziri Hamid onu işkence ile idam etmiştir.

Muhammed İbni Cerîr-i Taberî üç yüz on yılında hayat defterini dürmüştür. Âlimlerin ve fakihlerin en büyüklerindendi. Kendisi müçtehitten olup başka bir müçtehidi taklit etmemiştir. Yaratılıştan üç yüz iki senesinin sonlarına kadar bir tarih yazmıştır. Güzel bir tefsiri, tefsir usulü ve fıkıh ilminin her dalında da meşhur eserleri vardır. Fakihlerin ihtilaflarına dair fevkalade güzel bir kitap telif etmiştir.

Fakat ona İmam-ı Ahmed İbni Hanbel’i zikretmediğine dair bir soru sorulduğunda, “Ahmed İbni Hanbel fakih değildi. Ancak muhaddis idi.” demiş olduğundan, Hanbelîler onun hakkında kötü sözler söylemeye kalkışmıştı. O zamanlar ise Bağdat’ta Hanbelîler pek çok olduklarından, cahil halkı Taberî aleyhine çevirdiler ve vefatında kimisi Rafızi kimisi dinsiz olduğuna ilişkin kötü söz söylediklerinden, İmam Taberî gündüzün defnolunmayıp gece evinde defnedilmiştir. Ehl-i din ve takva ise onun ilim, fazıl, züht ve takvasını takdir etmişlerdir.

Meşhur Tabib Muhammed İbni Zekeriyya Er-Râzî üç yüz on bir yılında vefat eylemiştir. Tıp ilminde geniş bilgi sahibi olup bu ilme dair pek çok eserleri vardır.

Meşhur tefsir sahibi İmam Abdullah İbni Muhammed İbnu’l-Aziz El-Beğavî de üç yüz on üç yılında sonsuzluk ülkesine göçmüştür.

Tebani diye bilinen meşhur müneccim, üç yüz on yedi senesinde vefat etmiştir. Harran’ın bir köyü olan Teban’a mensuptur. Çok kıymetli rasatları (gözlem) vardır. İki yüz altmış dört yılında astronomiye başlayıp iki yüz doksan senesine kadar gözlem yaptığı yıldızları, yıldızların mevkilerini gösteren kitabına koymuştur, “Zeyc”i iki nüshadır. Kıymetli olanı ikinci defa yazdığı nüshadır.

Üç yüz yirmi bir yılında Mısır’da emir olan Tekin El-Hasekî de Mısır’a veda edip gitmiştir.

Afrika’da Devlet-i Ubeydiyye’yi kuran Mehdi-i Alevi, üç yüz yirmi iki senesinde Mehdiyye beldesinde vefat edince yerine oğlu Kaim tahta geçmiştir.

Bu sene sahtekâr ve hokkabazlardan biri, Maveraünnehir’de peygamberlik davası etmekle yakalanıp öldürülmüştür.

Râzî, Müttekî, Müstekfî ve Mutî’nin Halifelik Zamanları

Muktedir’in oğlu Râzîbillah, Abbasi halifelerinin yirmincisi olup, daha önce geçtiği gibi üç yüz yirmi iki cemaziyelevvelinde tahta geçmiştir.

Bu yıl Şia’nın en azgınlarından, ruhun başka bedenlere girebileceğine inanan Şelmegânî adlı dinsiz, o sırada birçok halkı sapıttığından tutularak öldürülmüştür.

Çok aşırı Hanbelîlerden bir güruh, Cenabıhakk’a, yüz dünyaya inmek ve yükselmek gibi cisim izafe eden sapıklara benzer inançlara sahip olarak insanların itikadını bozarak, dinî ameller hususunda da ileri gidiyorlardı. Evleri basıp nebîz (bir nevi şıra) bulurlarsa dökmek, musiki aletlerini kırmak ve hükûmet işlerine müdahale etmek gibi haraketlere başladıklarından, üç yüz yirmi üç yılı içinde bu yersiz hareketlerden vazgeçmezlerse kendilerinin idam edilmesi ve evlerinin yakılmasına dair Râzîbillah tarafından bir ferman çıkarıldı.

O esnada Karâmita, Irak taraflarına tecavüz edip, halka zulmetmekte idi. Hatta bu üç yüz yirmi üç senesi zilkadesinde hac kafilesi Kadisiyye’ye vardıklarında Ebu Tahir-i Karmatî, kafileye taarruz etti. Halife askeri mukabele edip hacılar da yardımda bulundu. Kadisiyye’ye iltica ettiklerinde Kûfe Alevilerinden bir cemaat, Ebu Tahir’e karşı çıkarak hacılardan el çekilmesini rica edince o da hacılardan el çekti ve Bağdat’a dönmelerini şart koştu. Bunun üzerine bu sene Irak’tan hiç kimse hac edememiştir.

Büveyhoğulları Devleti’nin Doğuşu

Yukarıda yazıldığı gibi Esfâr-ı Deylemî’nin başkomutanı olan Merdavîc ki Esfâr’ı öldürerek verine geçmiş ve halife askerine üstün gelerek, birçok beldeyi alarak İran’da kuvvetli bir hükümdar olup kisranın tacı diye başına bir taç giymiş ve Şehinşah unvanını almıştır. Hemen Irak’ı ele geçirmiş, İran’ın eski başkenti olan Medayin’i imar etmiş ve Arap devletini imha edip, Acem devletini ihya etme hülyasına düşmüştü. Abbasi Devleti ise o zaman pek zayıf düştüğünden Bağdat ahalisi, Merdavîc’in tecavüzünden korku ve telaşa düşmüşlerdi. Hâlbuki çok zaman geçmeksizin Merdavîc, kendi efendisine etmiş olduğu muamelenin aynısını kendi kumandanı olan Ali Büveyh’ten görmüştür.

Şöyle ki nesebi İran padişahlarından Behram Gur İbni Yezdicürd’e ulaşan, Ebu Şucû Büveyh, Deylem ülkesinde orta hâlli bir adam olup üç oğlu vardı ki Ebu’l-Hasan Ali, Hasan ve Ebu’l-Hüseyin Ahmed’dir. Daha sonra Abbasi halifesi tarafından Ali’ye İmâdu’d-Devle (Devletin Direği), Hasan’a Rüknu’d-Devle (Devletin Temeli) ve Ebu’l-Hüseyin’e Mu’izzu’d-Devle (Devleti Yücelten) ve ondan sonra Rüknu’d-Devle’nin oğlu Fena Husrev’e Adu’d-Devle (Devletin Kolu) mahlasları verilmiştir.

Bu üç kardeş birtakım arkadaşlarıyla birlikte gidip Merdavîc’in yanında yer almışlardı. Merdavîc tarafından İmâdu’d-Devle, İsfahan civarında bulunan Kerç’e memur edilmişti. İmâdu’d-Devle orada yerleşince askerine çok ikram ve iltifatta bulunduğundan, birçok saygın adam gelip onun yanında yer almaya başladı. O zaman halife tarafından İsfahan’ın muhafazasına memur olan Yakut’un yanında bulunan on bin kadar askerin içinde altı yüz kadarı Deylemli olup onlar da İmâdu’d-Devle tarafına meyletmişler idi.

O zaman o taraflarda bulunan askerî sınıfların bir kısmı halife tarafına eğilimli olup birçoğu, özellikle Deylemliler Merdavîc tarafında bulunuyorlardı. İmâdu’d-Devle halife tarafına geçmek üzere Yakut ile haberleşmişse de kendisine önem verilmemişti.

İmâdu’d-Devle ise Deylem emirlerinin büyüklerinden olan Şirzâd’ı çağırıp memnun ederek onu kendisine vezir yaptı ve kuvvet kazandı. Askerini de dokuz yüz nefere yükseltince İsfahan üzerine yürüyüp yapılan muharebede Yakut’un askeri yenilerek kendisi de kaçtı. İmâdu’d-Devle, İsfahan’ı zapt ettikten sonra civarındaki bazı şehirleri de istila etmişti. Dokuz yüz askerle on bin askere galip gelmiş diye her tarafa şan ve şöhreti yayıldı. Halifeye telaş verdiği gibi Merdavîc de ondan ürküp kendisini taltif ile yanına çekmeye çalıştıkça, İmâdu’d-Devle, mazeret göstererek yanına varmaktan kaçınmakta ve bir taraftan da ülkeleri ele geçirerek hüküm sürdüğü yerleri genişletmekte idi. Nihayet Merdavîc’in İmâdu’d-Devle’ye vaat, tehdit ve itaate daveti kapsayan mektubunda, Sana çok sayıda asker göndereyim. Fethettiğin memleketler hep senin olsun. Ben, ismimin hutbede okunmasından başka bir şey istemem, diye yazmış ve bir taraftan da kardeşi Veşmgîr ile İmâdu’d-Devle’yi basmak üzere bir ordu sevk etmişti. İmâdu’d-Devle, bu düşünceyi anladığından iki ay zarfında İsfahan’ın gelirini topladıktan sonra Errecan’ı istila etmiş idi.

Onun üzerine Veşmgîr, gidip İsfahan’a girmiştir. İmâdu’d-Devle ise kardeşi Rüknü’d-Devle’yi Kâzrûn tarafına gönderip Fars Eyaleti’nin gelirini tahsil ederek çok mal ele geçirmiştir. O sırada Yakut tarafından Kâzrûn’a bir bölük asker gönderilmişse de Rüknü’d-Devle maiyetindeki az sayıda askerle o fırkayı perişan etmiştir.

Yakut da mükemmel bir ordu ile İmâdu’d-Devle üzerine yürüyünce İmâdu’d-Devle onun önünden savuştu, Yakut ise onu takip etti. Üç yüz yirmi yılı ortalarında, Kirman yolu üzerinde İmâdu’d-Devle çaresiz kalarak, ne olursa olsun müdafaaya kalkıştı. Süvarisinin hücumunu engellemek için Yakut kendi ordusunun önüne birçok piyade asker dizip, neft yağı şişeleriyle ateş yağdırmaya başladığında, tersine rüzgâr çıkıp neft ateşlerini geri çevirince piyadelerin yüzleri yanıp elbiseleri tutuştu. Piyade süvariye karışınca İmâdu’d-Devle onların üzerine şiddetli bir hücum ile piyadelerini atlara çiğneterek süvarilerinin içine dalmıştır. Yakut’un askeri perişan olarak kimi ölmüş kimi esir olmuştur. Bunun üzerine İmâdu’d-Devle, Şiraz’a varmış, ahaliye aman vermiş ve adaletli davranarak halkı kendisine bağlayıp Fars bölgesini kendi hükmü altına almıştır. Fakat asker, maaş istiyordu, İmâdu’d-Devle’nin elinde ise mal yoktu. Hâlbuki ulufe verilmediği takdirde asker dağılarak yeni teşkil etmiş olduğu hükûmetin yıkılacağı aşikâr olduğundan İmâdu’d-Devle telaşa düşerek sarayının bir odasında düşünürken bir delikten bir yılan çıkıp diğer deliğe girince bir aralık bu yılan kendi üzerine düşmesin diye mehterleri çağırıp, “Şu yılan deliklerini yoklayınız.” dedi. Birkaç kaplama söktüklerinde bir kapı göründü. Açtılar, bir oda çıktı ve odanın içinde on sandık bulundu. Açılınca beş yüz bin altınlık mal çıktı. İmâdu’d-Devle, onları hemen askerine paylaştırarak yok olmaya yaklaşan hükûmetini kurtardı.

Daha sonra İmâdu’d-Devle elbise kestirmek üzere terzi istedi. Yakut’un terzisini getirdiler. Terzi titreyerek içeri girdi. İmâdu’d-Devle, “Korkma. Biz seni elbise kestirmek için istedik.” dedi. Terzi ise sağır olduğundan, onun ne dediğini anlamadı. Sorguya çekilip tehdit ediliyor zannıyla talak ve imanına yemin ederek Yakut’un kendisinde olan sandıklarını açmamış olduğunu ifade edince İmâdu’d-Devle, bu tesadüfe hayret ederek terzide emanet olan sekiz sandığı getirttirip açtırdığında üç yüz bin altınlık mal meydana çıktı. Sonra da Yakut’un ve selefleri olan Ya’kûb ve Amr İbni El-Leys’in gizli malları meydana çıkarak İmâdu’d-Devle’nin hazineleri doldu ve hükûmeti sağlamlaştı.

İmâdu’d-Devle bu şekilde Fars Eyaleti’nde yerleşmiş iken o esnada Râzî, hilafet tahtına oturduğundan, İmâdu’d-Devle, ona ve veziri İbni Makılle’ye mektup yazarak elindeki memleketler, vergi toplamak üzere kendisine verilirse bir milyon dirhem vereceğini arz etmekle halife tarafından kendisine özel bir memur ile hilat ve sancak gönderildi. İmâdu’d-Devle hilati giyip sancağı açmışsa da vadettiği parayı vermeyip gelen haberciyi de tutuklattı.

Merdavîc, bu durumlardan haberdar olunca İmâdu’d-Devle’nin çaresine bakmak üzere İsfahan’a gidip orada bulunan kardeşi Veşmgîr’i Rey’e geri göndermiş ve Ehvaz tarafına da bir askerî birlik yollamıştır. Merdavîc’in askerlerinin çoğu Deylemli olup, hizmetinde bir miktar da Türk askeri vardı. Onların reislerinden biri meşhur Beckem idi.

Merdavîc, Türklere ve reislerine kötü muamele ettiğinden onlar da kızarak, üç yüz yirmi üç yılında fırsat düşürüp hamamda iken Merdavîc’i katlettikten sonra onun ordusundan ayrılıp iki fırka oldular. Bir fırkası İmâdu’d-Devle’nin yanına gitmiş, kalanı da Beckem ile Bağdat’a gelerek halifeye intisap etmişlerdi. Lakin Bağdat’ta bulunan halifenin askerleri, onları kıskanınca Vâsıt ve Basra valisi bulunan İbni Râik’in talebi üzerine Beckem onları alıp Vâsıt’a gittiğinde İbni Râik onlara itibar etmiş ve onların vasıtasıyla Merdavîc’in askeri olan Türkler ve Deylemîlerden birçoğunu yanına çekerek kuvvet kazanmıştır. Bu suretle Fars’ta İmâdu’d-Devle’nin ve Basra tarafında İbni Râik’in askerî kuvvetleri artmaktaydı.

Aslında Horasan ve Maveraünnehir Emiri Nasır İbni Ahmed Samani’nin kumandanlarından olan Muhammed İbni İlyas o kargaşada Kirman’ı tutmuş, orada yerleşip kalmıştır. Yakut da kâtibi Ebu Abdullah El-Beridî’yi Ehvaz’da bırakıp kendisi Fars’ı fethetmek üzere ordusuyla Errican tarafına gittiğinde, İbni Büveyh ona karşı gelince Yakut’un askeri yenildi. İbni Büveyh, onu takip ederek Ramhürmüz’e kadar geldi. Yakut da Ehvaz civarında bir yere çekildi, orada çadır kurup istirahat etti. Kâtibi İbnu’l-Beridî, Yakut adına hayli mal toplayıp biriktirmişse de Yakut’a göndermeyip askere dağıtarak hayli kuvvet bulmuştu. Yakut’un başında ise çok asker bulunduğundan, sıkıntıya düşüp para istedikçe İbni Beridî, onu türlü hilelerle aldatıp avutmakta ve askeri kendi tarafına çekmekteydi. Bu suretle Yakut’un yanındaki askerin güzideleri seçilip İbni Beridî’nin yanına gitti. İbni Beridî, üç yüz yirmi dört yılında Yakut’u idam ettirerek kendisi Ehvaz’da müstakil kaldı.

Bu yıl Râzîbillah, Mısır Valisi Ahmed İbni Kiğlıg’ı azil ile Mısır Eyaleti’ni İhşid diye bilinen Şam Valisi Muhammed İbni Togaç’a ilave olarak verdi.

Yukarıda zikri geçen senenin ortalarında, Bağdat askerinin bir sınıfı ayaklanarak, halifenin veziri olan İbni Makılle’yi tutup hapse attılar. Fakat mali sıkıntı çok şiddetli olduğundan, atanan vezirler çaresiz ve sıkıntı içinde kaldılar. Çünkü Musul, Diyarbakır ve Rebia diyarı, Beni Hâmdân’ın; Mısır ve Şam, İhşid’in; Bahreyn ve Yemame, Karâmita’nın; Basra tarafı İbni Râik ile Ehvaz İbni Beridî’nin; Kirman Eyaleti Muhammed İbni İlyas’ın; Fars Eyaleti İmâdu’d-Devle İbni Büveyh’in elindeydi. Rey ve Bilâd-ı Cebel, onun kardeşi Rüknü’d-Devle ile öldürülen Merdavîc’in kardeşi Veşmgîr arasında davalı bir hâlde bulunup, oralardan halife hazinesine katkı yapılmıyordu. Halifenin elinde yalnız Bağdat ile ona bağlı yerler kaldı. Bu küçük bölgenin gelirleri ise halifenin masraflarına kâfi gelmediğinden Abbasi Devleti, işlerin idaresinde âciz kaldı ve işlemler durdu. Bunun üzerine Halife Râzî, İbni Râik ile haberleşerek onu başkomutan atadı. Zikredilen senenin zilhiccesinde İbni Râik, Bağdat’a geldiğinde, isminin minberlerde zikrolunması halife tarafından emrolundu. İbni Râik, bütün divan ve dairelere bakan olunca artık vezirlerin hükmü kalmadı. Fakat İbni Râik, Mısır geliri üzerine memur olan Fadl İbni Cafer’i hem kendisine hem de halifeye vezir yapmıştır. Bu suretle beytü’l-mal idaresi ve divanların muamelesi ortadan kaldırılıp, devlet gelirleri hep başkomutanın hazinelerine aktarılır oldu. Ondan sonra da bu kaide geçerli oldu. Başkomutan kim olursa geliri o topladı ve istediği gibi harcayarak halifeye istediği kadar pay tahsis etti. Kısacası halifenin elinde yalnız Bağdat sancağı kalmış oldu. Onda da İbni Râik’in emirleri geçerli olduğundan, hilafetin hükmü kalmayıp, Râzî’de hilafetin yalnız adı ve şanı kaldı.

Hele, üç yüz yirmi beş yılında devlet işleri tamamen bozularak, Abbasi memleketlerinin bazılarında zorbalar ve bazılarında geliri göndermeyen valiler başlarına buyruk oldular. Endülüs’te müstakil olarak hüküm süren Emevi emirlerine, Endülüs emiri denilip, halife unvanını kullanmazlardı. Bu şekilde Abbasi hilafetinin düşmüş olduğu bu zayıf hâle bakarak ve halifenin iktidar sahibi olması lazım geldiğine binaen Endülüs emiri olan Abdurrahman İbni Muhammed Emevi kendisini halifeliğe daha layık görmüştür. Gerçi Endülüs’ün karşı tarafında Ubeydiyye halifeleri var ise de onlar gulât-ı Şia’dan olmakla ehlisünnet ve’l-cemaat onların hilafetlerini tanımadıklarından bu sırada Abdurrahman-ı Emevi, Emirü’l-Müminin Nasır Di-nullah unvanını almıştır. Bunun üzerine o asırda emirü’l-müminin unvanını alan üç zat oldu ki Bağdat’taki Abbasi halifesi, Endülüs’te Abdurrahman-ı Emevi ve yaşayan İbni Mehdi-i Alevi’dir.

Fakat Abbasi halifesinin maddi kuvveti olmayıp hilafeti manevi ve ruhani bir kuvvetten ibaretti. Ama Abdurrahman-ı Emevi ile Kaim Alevi, ikisi de büyük bir kara ve deniz kuvvetine sahip idiler.

Bu sene İbni Râik, askerle Beckem’i Ehvaz üzerine gönderdi. İbni Beridî, ona karşı üç bin asker sevk etti. Beckem, Sûs’un dışında mevcut maiyeti olan iki yüz yetmiş iki cesur ve güzide Türk ile onların üzerine hücum edince İbni Beridî’nin askeri bozguna uğradı. Bunun üzerine İbni Beridî altı bin asker sevk etti. Fakat bunlar da hep derme çatma askerler olduğundan, Tüster Nehri kenarında Beckem’le karşılaştıklarında savaşmadan dağılıp firar ettiler. Beckem de gidip Ehvaz’ı ele geçirmiştir. O sırada İbni Beridî’nin bir askerî birliği Basra’yı istila için gelimişse de kendisi Fars’a firar ederek İmâdu’d-Devle’ye iltica etmiş ve Bağdat’ın zaptını kolaylaştırarak o tarafa hareket etmek üzere onu cesaretlendirip teşvik etmiştir. Bunun üzerine üç yüz yirmi altı senesinde İmâdu’d-Devle, küçük kardeşi Mu’izzu’d-Devle ile Beridî’yi Ehvaz tarafına gönderdi. Onlar da epeyce askerle gelip Ehvaz’ı istila edince Beckem, Vâsıt’a çekilmiştir. Fakat o yörede şöhreti ve şanı çok olan İbni Râik, ondan korkarak, İbni Beridî ile gizlice haberleşti. Beckem’in belası bertaraf olduğunda Vâsıt’ı toptan alarak, yıllık altı yüz bin altını kendisine vereceğini vadetmişti. Beckem bundan haberdar olunca askerini toplayarak Basra tarafına yürüdü. İbni Beridî de ona karşı on bin asker gönderdiyse de yapılan çarpışmada bozguna uğradılar. Fakat Beckem, onları takip etmedi. Çünkü amacı, ancak Beridî’nin kuvvetini kırıp dağıttıktan sonra Bağdat’a varmak idi. İşte bu sırada eski Vezir İbni Makılle, velinimetine etmiş olduğu hıyanetin cezasını görmüştür. Ve bu nankörlüğün cezası pek dehşetli bir surette icra olunmuştur.

Şöyle ki bu sırada İbni Makılle’nin, İbni Râik’i yakalattırıp, yerine Beckem’i koymaya çalışmakta olduğu İbni Râik’e bildirilince İbni Makılle’yi hapsettirip daha sonra elini kestirdi. Fakat ilaç ile tamamıyla iyileşince kesik eline kalem bağlayıp kalemle fesada çalıştığı, İbni Râik’in kulağına gidince dilini kestirdi ve kendisini hapsettirdi. Nihayet zindanda işkence ve azap içinde ölmüştür.

Beckem ise Beridî ile haberleşerek barıştıktan sonra Vâsıt’a döndü. Vâsıt’tan Bağdat’a geldiğinde İbni Râik, ona karşı çok miktarda asker sevk ettiyse de Beckem onları bozguna uğratarak, Bağdat’a yaklaşınca, İbni Râik firar ederek kaçıp gizlendi ve Beckem, Bağdat’a dâhil oldu. Halife de hilat elbisesini giydirerek onu başkomutan atadı.

Beckem, aslında Türk kölelerinden olup Deylem hakanının hizmetindeyken ondan ayrılıp Merdavîc’e bağlanmış ve sonra Merdavîc’in katilleri içinde bulunmuş olmakla yukarıda anlatıldığı gibi Irak tarafına giderek, İbni Râik’e bağlanmıştır. Bu defa önce geçtiği gibi İbni Râik yerine emirü’l-ümera olmuştur. Üç yüz yirmi yedi yılında Beckem, Râzîbillah ile birlikte Musul üzerine gitti. Beni Hâmdân’dan Musul emiri olan Nasıru’d-Devle Musul’dan firar etmişse de sonra bir miktar mal üzerine anlaşarak Halife Râzî ile Beckem, Bağdat’a geri döndüler. O esnada ise İbni Râik, meydana çıktı, taraftarı da onun başına toplanarak Bağdat’ı zapt ettiğinden, halife ve Beckem yolda durmaya mecbur oldular. Fakat İbni Râik de Beckem’den korktuğundan sulh istedi. Harran, Rakka, Kınnesrin ve Avâsım bölgeleri kendisine verilmek üzere barıştıkları için İbni Râik hemen Bağdat’tan ayrılıp, kendisine verilen yerlere doğru yola çıkınca, Râzî ve Beckem de Bağdat’a girdiler. Beckem ile Basra Valisi İbni Beridî barışmış olduklarından yıllık altı yüz bin altın vermek üzere Vâsıt Bölgesi İbni Beridî’ye verildi. Beckem onun kızıyla evlendi.

İbni Beridî’nin ise Beckem’i bir tehlikeye atmak için el altından çaba sarf etmekte olduğu Beckem’in kulağına gidince, gizlice hazırlık yaparak, üç yüz yirmi sekiz senesinde askerini kayıklara bindirmiş, nehir yoluyla inip Vâsıt’ı zapt etmiştir.

İbni Râik’e gelince, önceden geçtiği üzere memuriyet yeri olan Halep ve Kinnesrin tarafına vardığında hemen Humus ve Dımışk üzerine yürüdü. Ahşid memurlarını kovup, yirmi sekiz senesinde Şam bölgesini istila ettikten sonra Mısır’ı da istila etmek üzere Arîş’e kadar gitmiş ise de İhşid ona karşı çıkınca yapılan savaşta bozguna uğrayarak geri döndü. İhşid’in askeri Dımışk üzerine yürüyüp bu defa da onlar bozguna uğradı. Mısır İhşid’de ve Şam İbni Râik’te kalmak üzere haberleşerek kendi aralarında anlaşmışlardır.

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
09 ağustos 2023
ISBN:
978-625-6862-39-5
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin, ses formatı mevcut
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre