Kitabı oku: «Osmanoğulları», sayfa 2
Gazi Osman Bey’in İlk Eserleri
Gazi Osman Bey emarete seçildiği zaman, yukarıda geçtiği gibi İlhan Abaka, Mısır sultanı ile savaş üzere olduğundan, Konya devlet erkânı savaşın sonunu bekliyorken Abaka’nın ordusu bozguna uğradı. Arkasından kendisi öldü. Yerine Ahmed Sultan geçti. İslam olduğunu ilan etti. Kardeşinin oğlu Ergû Han İbni Abaka başkaldırdı. Ahmed Sultan onu tutup hapsetmişken onu tutanlar toplanıp sayılarını arttırarak Ahmed Sultan’ı idam ettiler. Altı yüz seksen iki yılında Argun Han’ı tahta çıkardılar. Argun Han tahta çıkar çıkmaz Selçuklu Devleti’ni, Konya’da Selçuklu sultanı bulunan III. Gıyaseddin Keyhüsrev ile Gıyaseddin Mesud’a yarı yarıya verdi. Devlet adamları hayret ettiler. Kısaca çok karışık bir devirdi.
Osman Gazi, hükûmet işlerini düzene sokarak sağlamlaştırdı. Ayrıca hâl ve zamanın gereğine göre hareket etti. Liderlik ve beylik konusunda gereken siyasi inceliklere dikkat ederek civarındaki tekfurlar ile hoş geçinirdi.
İnegöl Tekfuru Nikola ise Osman Gazi’nin günden güne şan ve şöhretinin artmasına bakarak, böyle giderse o bölgenin hepsini alacağını ileri görüşüyle anlayarak onun o bölgeden kovulması için civarındaki tekfurlar ile birleşmeye kalkıştı.
Gazi Osman Bey, bundan haberdar olunca, o da İnegöl’ün fethini planladı. Ona başlangıç olmak üzere altı yüz seksen üç yılında İnegöl yakınında olan Kolca Hisar’ı vurup muhafızlarını öldürdü. Hisarı yaktı ve salimen, ganimetle döndü.
Nikola, buna üzüldü. Civarındaki Karacahisar tekfuru ile birleşerek çok sayıda asker topladı. Ansızın yüz yirmi atlı ile Hamzabey köyü yakınında Ermeni Beli denen yerdeki Osman Gazi’nin yolunu kesip onu sıkıştırdı. Çarpışmaya başlandığı sırada ün yapmış, önde gelen kişilerden Bay Hoca’nın şehit olması ötekilere şaşkınlık vermişse de Osman Gazi, yanındaki yiğitler ile dalkılıç olarak hücum edince düşmanı yarıp geçti ve kurtuldu. Bay Hoca’nın mezarı Hamzabey köyünde meşhur bir ziyaret yeridir.
Daha sonra Osman Bey, öç almak üzere bir gece dört yüz elli seçkin süvari ile Ermeni Beli’ni dolaşıp ansızın Karacahisar üzerine yürüdü. Rast geldiği Rumları öldürdü. Birçok hayvanı ganimet olarak alıp Domaniç tarafına dönerek ormanlar arasında gizlendi.
Ertesi gün Karacahisar tekfuru hemen askerini İnegöl’e gönderdi. İnegöl tekfurunun askeriyle birleşti ve diğer anlaştıklarının askerleri getirilince İnegöl önlerinde büyük bir kalabalık dalgalanmaya başladı. Gazi Osman Bey de etraftan asker toplattı.
Birleşik hükümdarların ordusu, İnegöl’den hareket edince Osman Bey de Domaniç Beli’nden aşağı inerek düşmanları karşılamaya koştu. Yapılan karşılaşmada düşmanlar pek çok ölü vererek fena hâlde bozguna uğrayıp dağıldılar.
Bu savaşta Osman Bey’in kardeşi Gündüz Alp şehit oldu. Karacahisar tekfurunun kardeşi de öldürüldü. Osman Bey, şehitleri gömdü. Düşman ölülerinden de bir büyük tepe yaptırdı. Kardeşinin cenazesini Söğüt’e taşıdı. Babasının mezarının yanında defnetti. İşte bu muzafferiyet Gazi Osman Bey’e büyük şan ve şöhret kazandırdı.
Gazi Osman Bey’e Mülkname Verilmesi
Sınır boylarının, özellikle Söğüt bölgesinin ehemmiyeti arttı. Gazi Osman Bey’in şöhretinin de etrafa yayılmasından ötürü Selçuklu sultanı tarafından Osman Gazi’ye Söğüt vilayetinin bütün nahiyeleri ve havalisinin yurtluk, ocaklık usulü üzere verildiğine dair altı yüz seksen üç yılı ramazan ayının başlarına tarihlenmiş bir kıta menşur gönderilmiştir.
O zaman resmî emirler Farsça yazıldığından, bu menşur da Farsça yazılmıştı. Hatta Söğüt yerine Biyd kelimesi kullanılmıştı. “hıtta-i Biyd” ve “vilayet-i Biyd” diye tabir olundu. Biyd vilayeti İslam’ın en sağlam ve muazzam sınır boyu olduğundan ve Osman Bey’in hükümdarlığa ilişkin kabiliyet ve yeteneğinden söz edilerek, Biyd vilayetinin bütün bölgeleri ile beraber ona verildiği uzun uzun anlatılmıştır. “Osman Gazi; saadetli, aziz, kerim, ulu kişi, din ve dünyanın yardımcısı, zafer babası Osman Şah… Yüce Allah onun ömrünün uzunluğu ve varlığının bereketiyle bizleri faydalandırsın…” gibi anlamlara gelen sözlerle lakaplandırılmış ve “Zamanımızın, gündüz ve gecemizin büyüğü.” anlamına gelebilen kelimelerle vasıflandırılmıştır.
Bu menşurda Gazi Osman Şah’a hitaben adalet, doğruluk, din hükümleri doğrultusunda hareket etmek, barışa taraftar olanlarla barış yapmak, sözünü yerine getirmemekten kaçınmak, divanı teşkil eden makamları ehline bırakmak gibi hükümdarlara en gerekli öğütler yazılmıştır. Komutanlar, ileri gelenler, kadılar ve diğer bütün halka hitaben de Osman Şah’a itaatin, Cenabıhakk’a ve sultana itaat olduğu; onun memurlarına hizmetin din ve dünya farzlarından sayıldığı ve altı yüz seksen üç yılından başlayarak mal ve işlerin onlara bırakılması gerekeceği bildirilmiştir. Ondan sonra Selçuklu sultanının Osman Şah ile haberleşmesi kesilmemiştir.
Yurtluk, ocaklık biçiminde verilen malikâne sahibinin tebaası, doğrudan doğruya kendisini tanıyordu. O da zamanın sultanına bağlı olarak iç işlerinde bağımsız oluyordu. Eski zamanlarda birçok eyalet ve liva bu şekilde verilirdi. Valilerine ve mutasarrıflarına “melik” denilirdi. Önce Hülagû tarafından Türkmen beylerinin hükûmetlerinin istiklalleri tanınmıştır. Ertuğrul Bey, o davalarda bulunmadığı için oğlu Osman Bey de öyle bir istekte bulunmadı. Fakat iş ve durum gereği olarak sultan tarafından o şekilde lütuflandırılmıştır.
Bu inceliklerden haberi olmayanlar, o asırların durumunu bu zamanın hâline kıyas ederek bu menşur ile Osman Bey, Söğüt bölgesinin müdürü oldu sanırlar. Şah deyimine ve diğer lakaplara mana veremezler. Oysa her asrın bir deyimi ve her yerin bir örf ve âdeti vardır. Önceleri Acem padişahlarına şah denilirdi. Sonra padişahların, hakanların hükmü altında bulunan hanlardan bağımsız bir beyliğe sahip olanlara da şah lakabı verilmiştir. İşte bu çeşitten olarak Ertuğrul Bey’in babasına Süleyman Şah denildiği gibi, bu sefer oğlu da Ebu’n-Nasır Osman Şah diye lakaplanmış ve bağımsız hükümdarlara mahsus olan vasıflarla vasıflanmıştır.
Gazi Osman Şah’ın Karacahisar’ı Fethetmesi
Gazi Osman Şah, daha evvel gönderilen sultan fermanını herkesin önünde okuttuğu sırada Anadolu, Tatarların zulüm ve baskısı nedeniyle ezilmekteydi. İlhanlı Devleti de karışıklık içindeydi. Mısır sultanı da haçlılarla meşguldü. Osman Şah ise zamanın müsaadesinden yararlanmak için bir süre beyliğinin işlerini düzeltti. Hükûmetini kurdu. Kuvvetini arttırmaya çalıştı.
Fakat önceki savaşlarda Osman Şah’ın görülen zaferlerine ve günden güne artan değer ve yükselişine bakarak tekfurlar durumun gidişinden ürktüler. Artık Türkmen obalarını Söğüt bölgesinden çıkarmak üzere birleştiler. Büyük hazırlıklara giriştiler. Gazi Osman Şah bunu öğrendi. Konya’ya adam gönderdi. Durumu bildirdi. Sultan tarafından kendisine epey mühimmat ve silah gönderildi. O bölgede bulunan Türkmen beylerinin Osman Şah’a yardım etmeleri için emirler verildi.
Gazi Osman Şah, hazırlığını bitirdi. Sayısını arttırdı. Altı yüz seksen sekiz yılında birkaç bin süvari ve bir o kadar piyade ile bir gece ansızın Eskişehir civarındaki Karacahisar’a vardı. Şehri ablukaya aldı. Yer yer saldırarak şehre girdi. Önüne gelenleri öldürüp kaleyi ele geçirdi. Tekfuru tuttu, birçok esir ve kesik başla birlikte Konya’ya gönderdi. Şehir, ahaliden boş kaldı. Evlerini gazilere dağıttı. Kiliselerini camiye çevirdi. O zamana kadar gazilerin barınacak ve sığınacak yerleri yoktu. Bu sefer Karacahisar gibi sarp bir yerde yerleşip rahat yatacak birer küçük ev buldular. Kendilerince mutlu oldular. Arkasından Osman Şah Gazi Yarhisar’ı da vurup harap etmiştir.
Osman Şah’a Sancak, Büyük Davul ve Ferman Gönderilmesi
Obalarından başka barınacak ve kılıçlarının gölgelerinden başka sığınacak yerleri olmayan Türkmenlerin sarp bir yerde bulunan Karacahisar Kalesi’ni almaları ve cesaretle şöhret bulmuş olan tekfurunu tutmaları Konya’da pek garip göründü. Bununla Osman Şah’ın nasıl bir güç ve kuvvet sahibi olduğu anlaşıldı.
Bunun üzerine Sultan Alâaddin İbni Ferâmurz Selçukî, Osman Şah Gazi’ye altı yüz seksen sekiz yılı şevval ayının başlarının tarihini taşıyan bir ferman yazdırıp, Balaban Çavuş ile gönderdi. Bununla beraber tuğ, sancak, büyük davul, bohçalarla değerli elbiseler, altın kabzalı kılıç, en güzel atlar ile takımları, yüz bin dirhem para, bin zırh, ellişer okuyla iki bin yay, bin beş yüz siper, üç bin kılıç, hançer ve iki deve yükü kadar mızrak da gönderdi.
Osman Şah Gazi Hazretleri, sancağı bir alay ile karşıladı. Sultanın fermanını halkın önünde okuttu. Dualar edildi, şenlik yapıldı.
Selçuklular’ın aslı Türk’tür, fakat İran’da hükûmet kurdular. Oralarda resmî dil Farsça olduğundan, Anadolu’ya gelen Selçuklular da resmî yazışmalarında Farsçayı kullanırlardı. Cengizliler’in çıkışında Horasan’dan birçok şeyh ve âlim Anadolu’ya göçüp, Farsça manzum ve mensur kitaplar yazdıklarından, Anadolu’da Farsça bir derece daha değer kazandı. Böylece Türkmen beyleri de saltanat merkezi olan Konya ile haberleşmek için yanlarında Farsça yazabilen kâtipler bulundurmak zorunda idiler. Bu ise Türkmenlere güç geliyordu. Bundan dolayı Karamanoğlu Mehmed Bey, Konya’yı alınca Farsçayı yasaklamıştı. Fakat onun idamından sonra resmî evrak, eskiden olduğu gibi Farsça yazılmaya başlandı.
Durum böyle iken bu sefer Osman Şah Gazi’ye gelen ferman Türkçe idi. Bu da sanırım ki sırf onu memnun etmek için böyle yazılmıştı. Bununla beraber kâtipler Türkçe yazmaya alışmamış olduklarından bu ferman Türkçe olduğu hâlde Farsça tarzında yazılmıştı.
Alâaddin İbni Ferâmurz, Burhan-ı Emirü’l-Müminin lakabını almıştı. Bu menşuruna, “Bismillahirrahmanirrahim, Min Burhan-ı Emirü’l-Müminin Alâaddin bin Ferâmurz Selçukî Eyyedehullahu’l-Meliki’l-Âli.” diye başlayarak, Osman Gazi’yi, “Merzeban-ı Hıtta-i Biyd olan Saadetmend-i Alicâh, Osman Şah İbni Ertuğrul Bey hayırhah, Eyyedehullah” diye lakaplandırdı. Bütün varını Allah’ın adını yüceltmek için sarf etmesini, herkesin onun yaptıklarına karşılık tatlı dil kullanmasını, bütün halkın onun yükselmesine ve ilerlemesine bakmasını, güzel yaradılışının devletin tatlı suyu ile yoğrulmasını, latif fıtratının izzet kokularıyla tütsülenmesini, iç ve dış duygularının inceliği ile bilinen hayal gücü ve anlayışındaki çabukluğun hareketindeki çeviklikle nitelenmesini, önde gelen zafer kumandanı olmasını, nusret peykinin önünde gitmesini, fetih müjdeleri ulaştırmasını, Allah’ın lütfuna ermesini ve bu gibi yüce vasıflar almasını öğütleyip çeşitli tavsiyelere yer verdikten sonra, “Çok eski tarihlerden beri atalarımız, Turan’dan İran’a, Ahlat’tan Yunan’a birlikte yürüyüp göğüslerini gererek can verme fırsatını kaçırmadılar.” diye Osman Şah Gazi’nin hanedanına teşekkür borçlu olduğunu belirtmiş ve eskiden kendilerine yurt ve ocaklık olarak verilen Söğüt bölgesiyle fethettiği yerlere ek olarak Eskişehir’i de Osman Şah’a verdiğini, yıllık vergi ve resimlerden affedilmiş olduğunu söyleyerek sözüne son vermiştir.
Osman Şah Gazi bu menşura cevaben Türkçe olarak sunduğu yazısında sancağı nasıl karşıladığını, sevinç getiren menşuru ne şekilde okuttuğunu belirtip, gönderilen para ve silahlar ile gazilerin ihtiyaçlarının tamamen karşılanamadığını bildirerek, “Ferman padişahımızındır.” diye sözünü bitirmiştir.
Gazi Osman Şah, eskiden beri ikindiden sonra sofralar kurdurarak adamlarını, misafirlerini ve fakirleri yedirip içirirdi. Davul geldikten sonra her gün nöbet çalınmasını emretti. Nöbet çalınırken ayakta dururdu. Bu âdet, sonra evlat ve torunlarına kanun olup, Ebu’l-Fetih Sultan Mehmed Han’ın zamanına dek uygulanmış fakat sonradan ayakta durma usulü kaldırılmıştır.
Hâkim Tayini
Ömerü’l-Faruk (r.a.) Hazretleri’nin halifeliği zamanında İslam memleketleri genişleyince Hz. Ömer, Kûfe ve Basra gibi büyük şehirlere kadılar tayin ederek yargı işlerini icra kuvvetinden ayırdı. Ondan sonraki halifeler de onun açtığı yoldan gittiler.
Sonra zorbalar türeyince Abbasi Halifeliği zayıfladı. Duruşma ve yargılamalara eyaletlerin ve livaların emirleri karışır oldu. Üç yüz yıldan beri kadıların istiklali bozulmuştu. Halkın hukukunu korumak ve gözetmek gibi önemli bir iş, memurların örfi kararlarına bırakıldı.
Osman Şah Gazi, Karahisar’ı alınca geçmiş halifelerin izinden ayrılmayarak resmen kadı tayin edip yargı işine karışmaz ve karıştırtmaz olduğundan keyfî emir ve yasaklama âdeti ortadan kalktı. Kendi hükûmeti, aşiret beyliği görünümünden çıktı ve henüz kurulmak üzere olan Osmanlı Devleti’ne kuvvetli bir temel atılmış oldu.
Osman Şah Gazi’nin Hutbede Adının İlk Defa Okunması
Osman Şah Gazi Hazretleri yukarıda anlatıldığı gibi Karacahisar’ı alınca Şeyh Edebali’nin akrabasından ve talebelerinden olan Dursun Fakih ki en bilgili, âlim hukukçu olduğu hâlde Osman Şah’ın gazalarında beraber bulunarak gazilere namaz kıldırırdı. Bu defa ona hatiplik verilince, altı yüz seksen sekiz yılında cuma günü Dursun Fakih, minberde hutbe okudu. İlk önce Selçuklu sultanının, sonra Osman Şah Gazi’nin adını okudu. Sonra Osman Şah Gazi Eskişehir’e taşınınca da Dursun Fakih minberde o şekilde hutbe okumuştur.
Osman Şah hükûmeti, seçkin bir beylik idi. İç işlerinde bağımsız olduğu için ismi hutbede anılmışsa da yine Selçuklu sultanına bağlı idi. Çünkü o zamanın örf ve deyimince bağımsız bir hükûmete sahip olanlara melik ya da şah denilirdi. Onların yönetimindeki yerlerde okunan hutbelerde önce halifenin ve sultanın isimleri anıldıktan sonra kendilerinin isimleri de okunurdu. Birçok ve çeşitli memlekette hükmü geçerek minberlerinde adı anılan kimseye sultan denirdi ki melikü’l-mülûk demek olup hutbelerde halifenin ismiyle beraber onun da ismi anılırdı.
Hülagû Abbasi halifeliğini yok ettikten sonra meliklerden ve İslam sultanlarından her birinin idaresi altındaki yerlerde kendi adına hutbe okunur oldu. Bir süre sonra Mısır’da Abbasoğulları’ndan birine biat olunduysa da onun, bir köşede oturup Mısır sultanının tahta çıkışında kendisine saltanatı devretmek ve resmî bir izin kâğıdı vermekten başka görevi yoktu. Fakat adı Mısır sultanının ismiyle beraber Mısır ve Şam minberlerinde okunurdu.
Ama doğu şehirleri dinsiz Moğolların elindeydi. Anadolu bile İlhanlı Devleti’nin bir eyaleti hükmüne girdi ve Mısır diyarı ile gelip gitmeler kesildi. Bu yüzden Selçuklu sultanının gerçek bir kuvveti yoktu. Osman Şah ise resmen ona bağlı olduğu hâlde o zamanın hükmünce en cesur ve yararlı askere ve hakiki kuvvete sahipti.
Bundan dolayı Dursun Fakih’in fetvası üzere Selçuklu sultanı ile beraber Osman Şah’ın da hutbede adı geçmişti. İslam âleminin bu karışıklığı, Yavuz Sultan Selim Han’ın devrine kadar sürmüştür. Ondan sonra hutbeler, geçmiş halifeler zamanında olduğu gibi İslam halifesi adına okunur olmuştur.
Eskişehir’de Pazar Bacı Bahsi
Yukarıda geçtiği gibi Osman Şah’ın gelmesiyle Eskişehir beyliğin başşehri olunca şehirde pazar kuruldu. Alışveriş çoğaldı. Burasının ise Kütahya Eyaleti’ne bağlı olduğu iddia ediliyordu. Kütahya Beyi Germiyanoğlu Alişar Bey’in adamlarından biri Eskişehir’e gelip pazarda satılan mallardan baç resmi yani vergi almaya başlayınca Osman Şah, o memuru kovdu. Pazar memurlarına ekmek parası olmak üzere her yükten ikişer akçe alınması için baç resmini koydu.
Bu sebepten dolayı Osman Şah ile Germiyanoğlu’nun arası açıldı. Sonunda çıkan bir çatışmada Germiyanoğulları boylarının ölçüsünü almış ve çekişmekten uzak durmuşlardır. Bu sırada Kütahya tarafından ve başka cihetlerden birçok Türkmen, Karacahisar’a göçüp yerleşti. Az zamanda orası da şen ve bayındır oldu.
Bundan sonra Osman Şah Gazi, kâh Eskişehir’de kâh Söğüt’te, bazen de Karacahisar’da oturur oldu. Adaletli bir idareyle şehirlerin bayındır olmasına ve halkın hak ve hukukunun gözetilip yerini bulmasına büyük bir çaba harcadığından ahali refah buldu. Şehirler şenlik, yollar güvenli, ovalar ekinlik oldu. Tabiatıyla memleketin de serveti çoğaldı.
Başka Bir Ferman Gelmesi
Selçuklu sultanı, Akşehir tarafına gelince, Akşehir yurdundan Osman Şah Gazi’ye, onu hoşnut edici ve altı yüz seksen dokuz yılı zilhicce ayı sonlarıyla tarihlenmiş bir menşur gönderdi. Bu menşur, eski usul üzere Farsçadır. Başında Selçuklu sultanının adı geçmez. Osman Şah’ı bu fermanda Canib-i Şerif-i Melik-i Kebir-i Osman Şah diye lakaplandırıp, onun kuvvetinin artmasını, faziletinin, kudretinin, yiğitlik alanının genişlemesini belirtmekte, güç ve kuvveti ile çevre hükümdarlarından, zamanın padişah, sultan ve valilerinden üstün olduğunu yazmaktadır. Eski menşurda geçtiği gibi, elinde bulunan yerlerin kendisinde kaldığı, o yerlerde emir, yasaklama, halletme, sözleşme, koruma, kaldırma, zarar ve fayda durumunu ayırma, birleştirme ve malları ulaştırılma gibi bütün işlerin Osman Şah’ın divanına bırakıldığı belirtilerek istiklali açıklanmış ve yorumlanmıştır.
Osman Şah’ın Savaşları
Altı yüz doksan bir yılında Osman Şah Gazi, bin beş yüz seçkin Oğuz süvarisiyle ve Harmankaya (Harmancık) Tekfuru Köse Mihal’in delaletiyle Göynük tarafına hareket etti. Sarıkaya üzerinden Beştaş köyüne vardı. Mudurnu tarafında oturan Samsa Çavuş’a haber uçurdu. Oradaki tekke şeyhinin yol göstermesi ile Sakarya Nehri’ni kolayca geçti ve Samsa Çavuş’u bekler buldu. Onun yardımıyla hemen Sorgun üzerine yürüdü. Sorgun halkı aman istedi. Samsa Çavuş’un kefil olmasıyla Osman Şah onları haraca bağladıktan sonra Göynük kasabası üzerine gitti. Halk karşı durunca kasabayı yaktı. Oradan Taraklı-Yenice tarafına gitti. Oraları yağmaladı. Ganimetlerle döndü. Bu gazada gaziler çok mal aldılar ve epey zengin oldular.
Yarhisar, İnegöl ve Bilecik’in Alınışı
Yukarıda açıklandığı üzere Şehinşah-ı Âlem Gazan Mahmud Han, İslam dinine girerek Müslümanları korumaktaysa da Anadolu’dan İlhanlı tarafına ödenmekte olan vergiler memleketin kaldıramayacağı kadar ağırdı. Hudut muhafızları olan Türkmenler ise zorlanmadıklarından, Konya hükûmeti vergi toplamak için kasaba ve köy halkının üzerine yüklenip uç beylerini yani hudut muhafızları olan Türkmen beylerini de yüzlerine gülerek kullanırdı. Uç beyleri ise birbirleriyle tepişmekteydi. Fakat Osman Şah’ın günden güne kuvvet ve topluluğu artmakta, şanı ve ünü yükselmekteydi. Buna rağmen İslam şehirlerine saldırmıyordu. Bütün çabası cihat ve gazaya yönelikti. Altı yüz doksan altı yılında Gazan Han tarafından Alâaddin İbni Ferâmurz İbni Keykavus Selçukî, Konya tahtına geçirildi. O da Osman Şah’ın iyi şöhretini işitip durumunu araştırarak ona sevgi besleyip kendisini öteki uç beylerinden üstün tuttu. Ona değer ve şeref verdi.
Osman Şah Gazi’nin günden güne şan ve şöhreti arttı. Sultanın çok büyük beğenisini kazanması, komşu tekfurları telaşa düşürdü. “Böyle giderse bütün memleketlerimiz onun eline geçecek, vaktiyle çaresine bakmak lazımdır.” diyerek aralarında bu konuyu görüşmeye başladılar. Osman Şah Gazi ise sadık dostu olan Köse Mihal aracılığıyla tekfurların sırlarını öğreniyordu.
Bilecik tekfuru da Osman Şah ile birlikte görünür, hatta Osman Şah yaylaya giderken fazla eşyasını korumak için Bilecik Kalesi’nde bırakırdı. Bilecik tekfurunun içtenliği ise yapmacık ve gösterişten ibaretti. Öteki tekfurlarla birleşip Osman Şah’ın aleyhinde çalışmaktaydı.
Hatta Köse Mihal’in düğünü vardı. Osman Şah’ı da davet etti. O da hukukunu sayarak düğününe gitti. Anlaşmış olan tekfurlar ona suikast yapmak istemişlerdi. Fakat Gazi’nin adamlarının çokluğundan ötürü içlerindekini yapmaya cesaret edemeyip vaktin sonunda fırsatını gözetmekteydiler.
Bilecik tekfuru, Yarhisar tekfurunun kızı Nilüfer ile evlenme vesilesiyle Osman Şah’ı bir tuzağa düşürmek istedi. Altı yüz doksan yedi yılı içinde düğün tertibine karar verip civarındaki tekfurları davet ettiği sırada, Osman Şah’ı da davet etmek üzere Köse Mihal’i gönderdi. Gazi Hazretleri, onun ifade şeklinden gizli niyetini anladıysa da anlamamış gibi yaparak davete icabet etmiş gibi göründü. Hemen düğün hediyesi olarak Bilecik’e bir sürü koyun gönderdi fakat “Düğünden sonra yaylağa çıkma niyetindeyim. Bilecik tekfuru izin verirse eskiden olduğu gibi fazla eşyamı Bilecik Kalesi’ne göndereyim, Germiyanoğlu ile aramızda düşmanlık var. Olur ki düğüne gittiğimizi fırsat sayarak aşiretleri yurdumuza saldırtırlar. Kadınları da eşya ile beraber göndereyim.” diye Köse Mihal ile Bilecik tekfuruna haber gönderdi.
Bilecik tekfurunun niyeti onu zehirlemek yahut başka bir biçimde Osman Şah’ın işini bitirmekten ibaret iken birçok eşyası ile haremlerinin de elinde bulunmuş olacağı düşüncesiyle o kadar memnun oldu ki ne yapacağını şaşırdı. Hemen gereken tertiplere girişti. Osman Şah’a uygun cevap gönderdi. Bilecik civarında Çakır Pınar denen çimenlikte düğün yapmaya karar verdi. Belirtilen günde Osman Şah Gazi, kırk Oğuz Kayı Hanlı genci kadın kıyafetine soktu. Bir o kadar yiğidi de keçelere sarıp sandıklar içine koyarak hayvanlara yükletti. O delikanlılar, bu hayvanları sürerek Bilecik Kalesi’ne girdiler. Gazi Hazretleri de akşamüstü bir miktar askerle düğün yerine gitti. Yolda mükemmel bir pusu kurdu.
Bilecik askerinin birazı, gelin almak üzere Yarhisar’a gitti. Kalanı ve kale muhafızlarının çoğu düğün yerinde bulunduklarından kale içinde az adam kalmıştı. Kadın kılığında olan delikanlılar, sandıklar içindeki yiğitleri çıkardılar. Hepsi birlikte hemen muhafızları kılıçtan geçirip kaleyi ele geçirdiler ve gizlice Osman Şah’a haber uçurdular.
Bu haber Osman Şah’a ulaştığı sırada Bilecik tekfuru da olanları duyunca sarhoşluk başına sıçradı. Öfke ateşiyle yanarak düğün yerinde dağınık ve çoğu sarhoş olan askerlerini toplamaya girişti. Osman Şah ise uyanık bulunduğu için hemen yanındaki adamlarıyla atlarına binip pusu yerine doğru kaçar gibi yaptı.
Tekfurlar, askerlerini toplayıp Osman Şah’ın peşine düştüler. O da kaçıyor gibi pusu yerini geçtikten sonra birdenbire dönüp onların üzerine atılınca pusudaki asker de çıktı. Onlar önden, diğerleri arkadan hücum ederek düşmanları şaşırttılar. Üzerlerine kılıç üşürdüler ve hemen hepsini kılıçtan geçirdiler.
Daha sonra Osman Şah, Yarhisar’a gitti. Düğün alayı için tertiplenen askerin çoğunu öldürüp gelin ile beraber alayda bulunacak olan nazlı kızları ganimet olarak aldılar. Ertesi gün İnegöl’ü sarmak üzere yeterince askerle Turgut Alp adlı yiğidi o tarafa gönderdi. Kendisi de eline geçen Bilecik ve Yarhisar kalelerini muhafaza altına aldıktan sonra İnegöl tarafına hareket buyurdu. O bölgeyi yağmalayarak İnegöl Kalesi’ni de aldı. Tekfurunu öldürdü. Kaleye muhafızlar bıraktı ve ganimetleri gazilere bölüştürdü. Fakat bazı az bulunur, kıymetli şeyleri ayırıp altmış cariye ve yüz köle ile beraber Sultan Alâaddin’e sundu.
Adı geçen düğün yağmasında Osman Şah’ın on altı yaşında bulunan oğlu Orhan Bey’in payına telli pullu gelin Nilüfer düşmüştü. Artık ikisi birbirinden ayrılmadı. Osman Şah Gazi, Nilüfer Hanım’ı Orhan Bey’le evlendirdi.
Bilindiği üzere İslam milletinde kimse, hanımını din değiştirmeye zorlayamaz. Fakat Nilüfer Hanım kendi hür arzusu ile İslam dinini kabul etti. Orhan Bey’den olma şehzade Süleyman Paşa ve Hüdavendigâr’ı doğurdu. Sonunda Valide Sultan oldu. Bursa’da kendi adını alan Nilüfer Nehri üzerine çok sağlam bir köprü yaptırdı. Ondan başka birçok hayratı vardır.
Gazi Ertuğrul Bey’in vefatında kardeşi Dündar Bey onun yerini almak istemişse de söz sahipleri, beyliğe Osman Gazi’yi seçmiş olduklarından Dündar Bey susmak zorunda kalmıştı. Fakat kardeşinin oğlunun büyüklüğünü ve günden güne parladığını gördükçe çekemez olmuştu ve bu nedenle ara sıra zorluk çıkarırdı. Osman Şah Gazi de amcasına hürmeten hoşgörü ile geçiştirirdi. Bu sefer tekfurlar, Osman Şah Gazi aleyhine birleştikleri zaman Dündar Bey’in onlarla haberleşmiş olduğu duyulunca Osman Şah Gazi çok kızdı. Sabrı kalmadı, elinden çıkan bir kaza oku ile Dündar Bey öldü. Sanki henüz yeni kurulmakta olan Osmanlı Devleti’nin temelleri atılırken Dündar Bey ona kurban oldu.