Kitabı oku: «Osmanoğulları», sayfa 3
Bazı Kalelerin Fethi ve Büyük Savaş
Altı yüz doksan sekiz ve altı yüz doksan dokuz yıllarında Osman Şah Gazi, Yenişehir yakınında bulunan Köprühisar’ı, Yurthisar’ı ve İnönü adlı kaleleri aldıktan sonra İznik şehrini ablukaya aldığında oranın halkı İstanbul’dan yardım istedi. Kayser hemen bir ordu hazırlayarak İznik’in yardımına gönderdi.
Osman Şah tarafından da Sultan Alâaddin’e durum bildirildi. Alâaddin ona yardım için Sahib-i Sadrud-Devle adıyla anılan Karahisar’ın sahibini, yani Afyonkarahisar sancağının beyini görevlendirdi.
Fakat haberleşmekle vakit kaybedildi. Karahisar sahibinin askeri gelmeden önce kayserin ordusu İzmit Körfezi’ne ulaşarak Dil Geçidi’ne geldi. Karaya çıktı. İznik’in yardımına koştu. Osman Şah Gazi hemen ablukadan vazgeçti. Bütün kuvvetiyle ona karşı gitti. Ansızın üzerlerine atıldı. Kayserin ordusu pek fena hâlde bozuldu. Askerinin çoğu kırıldı. Kayser ordusunun ise adı büyüktü. Osman Şah, bu zaferle çok şan ve şöhret kazandı. Osman Şah’ın tekfurlarla değil, kayserle bile savaşmak için Konya sultanına muhtaç olmadığı herkes tarafından itiraf edildi. İşte bu sırada İznik ile Bursa arasında olan Yenişehir Kalesi de alındı.
Osman Şah Gazi, ganimet mallarından hediyeler ayırıp, Sultan Alâaddin’e sunarak bu zaferi müjdelemek üzere iken Kazan Han tarafından Sultan Alâaddin’in tutulup hapsedildiği haberini aldı ve buna şaşırdı.
Osman Şah’ın Saltanat Tahtına Geçmesi
Yukarıda geçtiği gibi Alâaddin İbni Ferâmurz’un tahttan alınması üzerine Selçuklu Devleti çöktü. Hudut muhafızları olan Türkmen beyleri birer bağımsız hükûmet kurdular. Osman Şah Gazi de hükûmetinde bağımsız kaldı. Onun yönetimi altındaki yerlerde hutbeler Selçuklu sultanı ile Osman Şah Gazi adına okunmakta iken Konya tahtı Selçuklu sultanından boşalınca hutbelerin sadece Osman Şah adına okunması lazım geldi.
Tatarlardan yüz çeviren kılıç ehli kimselerin çoğu; Türkmen beyleri içinde soyu sopu en köklü olan, cömertliği, akıllılığı ve yiğitliğiyle tanınan Osman Şah Gazi Hazretleri’nin yanında toplandı. Her biri onun toplumuna mum, belki mumuna bir pervane olmuşlardı.
Altı yüz doksan dokuz yılı içinde Selçuklu saltanatının tamamen yok olması üzerine bütün komutanlar ve aşiret başları toplanarak Osman Şah’ı saltanat tahtına çıkardılar. Oğuz Han töresi üzere komutanlar ve reisler, Osman Şah’ın önünde diz çöktüler. O da her birine birer bardak boza verdi. Bozayı içince biat etmiş oldular.
Altı yüz doksan dokuz yılı içinde, bir rivayete göre de asrın başı olan yedi yüz yılı girince herkesin biati tamam oldu.
Sultan Osman Şah’ın Saltanat Günleri
Daha önce açıklandığı gibi Osman Şah Gazi Hazretleri, saltanat tahtına çıktıktan sonra devletin omuzlarında yükseleceği değerli kişileri gereken makamlara getirdiği sırada oğullarını ve komutanlarını birer vilayette görevlendirdi.
Şöyle ki oğlu Orhan Gazi’ye Sultanönü olarak tanınan Karacahisar sancağını, Gündüz Alp’e Eskişehir sancağını, Uygur Alp’e İnönü muhafızlığını, Hasan Alp’e Yarhisar’ı ve Turgut Alp’e İnegöl’ü verdi. Büyük oğlu Alâaddin Paşa’yı annesi ile büyükbabası Şeyh Edebali’nin hizmetinde bulunmak üzere Bilecik’e gönderdi. O bölgenin mahsulünü şeyhin ve oradaki fakirlerin masraflarına tahsis etti.
Kendisi adamları ile beraber yedi yüz bir yılında, göz dikmiş olduğu Bursa ile İznik arasında bulunan Yenişehir’e geldi. Burayı başkent yapmaya uygun bir duruma getirmek üzere camiler, mektepler, hamamlar ve kışlalar gibi hayrat ve hükûmet binalarının imarına başladı. Her taraftan kendisine sığınan Türkmenleri yerleştirdi. Elindeki memleketleri bayındır hâle getirerek devletine çekidüzen vermek için çok çaba harcadı. Nüfusları çoğaldı. Tebaasına Osmanlı denmeye başlandı.
Sultan Osman Şah’ın bu şekilde işi gücü artmış oldu. Bir süre sefer işinden uzak kalmak için çevresindeki tekfurlar ile hoş geçinmeyi uygun gördü. Fakat Türkmenler, göçebe olarak memleketten memlekete göçmekteyken Osmanlılar’ın böyle temelli olarak yerleşmeleri tekfurlara endişe ve korku kaynağı oldu. Kete tekfurunun çalışması ve hatırlatması üzerine hepsinin başı olan Bursa tekfuru, civarındaki tekfurları çağırarak, “Türkler, bizim eski düşmanımızdır. Burada yerleşip kaldılar. El birliğiyle birleşerek bu yabancıları memleketlerimizden sürüp çıkaralım.” dediler. Bunun üzerine uzun konuşmalardan sonra büyük hazırlıklara başladılar.
Yedi yüz yedi yılında çok sayıda askerle ansızın Osmanlı toprağına saldırdılar. Osman Şah Gazi durumu öğrenince askerlerini topladı. Onları Koyunhisar civarında karşıladı. Kanlı bir savaşa başladı. Kardeşinin oğlu Gündoğdu Bey şehit olunca çok üzüldü. Fakat diğer tarafta da Kestel tekfuru ölünce tekfurların birleşik ordusu bozuldu. Bursa tekfuru kaçtı ve Bursa Kalesi’ne kapandı. Kete tekfuru da savuşup Ulubad tekfuruna sığındı. Gazi Hazretleri, Kete tekfurunu ısrarla istedi. Ulubad tekfuru da Osman Şah’ın ve kendisinden sonrakilerin Ulubad Köprüsü’nden geçmemeleri şartıyla Kete tekfurunu teslim edince gaziler onu Kete Kalesi önünde öldürdüler. Kete halkı da kalelerini teslim etmek zorunda kaldılar.
Osmanoğulları, verdikleri söze bağlı kaldı. Osmanlı sultanlarından hiçbirisi Ulubad Köprüsü’nden geçmedi. Gerektiğinde kayıkla geçmişlerdir.
Şehit olan Gündoğdu Bey, Koyunhisar yakınında gömülmüş ve kabri meşhur bir ziyaret yeri olmuştur. Mezarındaki toprağın sıtmaya ilaç olduğu meşhurdur.
Tekfurlar geçtiği gibi bozguna uğradığı zaman onların peşini bırakmamakla görevli olan Kara Ali Alp, karşı duranları vurup memleketlerini almış ve kalelerini ele geçirerek birçok bayındır kasabayı, hatta Mudanya önünde bulunan Kalolimni Adası’nı da fethetmiştir. Bu adaya Emir Ali İmralı Adası denir. İşte o sırada Marmara nahiyesi ve Kestel Kalesi de fethedilmiştir.
Konstantiniye kayseri, Osmanlılar’ın günden güne kuvvetlenmesi ve ülkelerini genişletmelerinden korku ve endişe duyuyordu. Bu zor işe bir çare bulmak üzere kendi kızını birçok hediyeyle Asya kıtasının padişahı olan Gazan Han’a sunmuştu.
Sonra Gazan Han vefat ettiyse de kardeşi ve yerine geçen Huda-bende Mehmed Han da kayserin kızına rağbet etti. Onun hatırı için Türkmen beylerine, “Kayser Devleti, Moğol hanları ile anlaşma yaptı. Onun memleketlerine kimse el uzatmasın.” diye de yedi yüz sekiz yılı içinde büyüklük taslayıcı fermanlar gönderdi. Hudabende’nin bu kibirli tavrı, Kayı Han tahtına henüz oturmuş olan Osman Şah Gazi’ye ağır geldi. Buna rağmen hemen askerini topladı. İznik’e ve oradan İstanbul Boğazı’nda bulunan İstavroz köyüne kadar bütün Rum memleketlerini çiğnedi. Koçhisar’ı ve Lefke’yi ele geçirip her tarafa dehşet verdi. Akhisar ve Geyve tekfurları ona boyun eğdiler. O sırada Osman Şah’ın kalben dostu olan Harmankaya Tekfuru Köse Mihal de İslam’a girdi. Osmanlılar’ın meşhur komutanları arasında yer aldı. Onun çocukları ve torunları uzun zaman Osmanlı Devleti’ne akıncı askeri ve başbuğ olarak hizmet etmişlerdir.
Kaysere yardım edilmesi için o bölgede bulunan Moğollara, İlhan Hudabende tarafından emirler gönderilmiş olduğundan Moğollar, Karahisar-ı Sahib nahiyesinde bulunan Çavdar Tatarları reisinin yanında toplanmaya başladılar. Osman Şah aleyhinde bulunan Kütahya Hükümdarı Germiyanoğlu’nun Türkmenlerinden bir miktarı da Tatarlara katıldılar. Yedi yüz on iki yılı içinde kalabalık bir ordu kurdular.
Sultan Osman Şah Gazi, Tatarların Kütahya hududunda toplandıklarını haber alınca oğlu Orhan Bey’i komutan ve Köse Mihal’i danışman yaparak askerle Eskişehir tarafına göndermişti. Tatarların ise aniden Karacahisar Pazarı’nı basıp etrafını yağmaladıkları, epey mal alarak döndükleri haberi Eskişehir’de bulunan Orhan Bey’e ulaşınca hemen o tarafa seğirtti. Tatarlar, ganimet malları ile epey yüklü olarak turna katarı gibi dizilip giderlerken Oynaş Hisarı önünde Orhan Bey onlara çattı. Şahin gibi çarpıp topluluklarını dağıttı. Çok sayıda Tatar’ı, başbuğları olan Çavdar aşireti reisi ile beraber tuttu. Hepsini bağlı olarak Yenişehir’e getirdi. Babasından çok aferinler aldı. Tatarların adı büyük olduğundan bu zaferle Orhan Bey, her tarafta şöhret kazandı. Osman Şah Gazi de Orhan’ın kendisine hayırlı bir halef olacağını görüp çok memnun oldu. Sonra bu esirleri ant içirerek salıverdi. Ondan sonra Çavdar Tatarları, Osmanlı Devleti’ne boyun eğer olmuşlardır.
Daha sonra Osman Şah, Orhan Bey’in emrine Akça Koca, Konur Alp, Gazi Abdurrahman ve Köse Mihal Bey’i vererek Sakarya Nehri vadisine gönderdi. Kendisi de İznik üzerine yürüdü. İznik, o zaman pek büyük ve bayındır bir şehir idi. Hatta Haçlılar İstanbul’a girince kayser kaçarak İznik’i merkez yapmıştı. Kalesi sağlam, etrafı sazlık ve bataklık olduğundan o vakte göre alınması güç idi. Bundan dolayı Osman Şah, İznik’in Yenişehir tarafında bulunan dağ üzerinde bir kale yaptı. Dardağan adlı yiğidi, yanında bir miktar muhafızla bırakıp Yenişehir’e döndü.
O zaman Orhan Bey, Sakarya Vadisi’nde fetihlerle uğraşıyordu. Silah arkadaşlarıyla birlikte Sakarya Nehri kenarında olan Karaciş Hisarı’na varınca askeri üç kısma ayırdı. Bir kısmını hisar arkasında ve diğer bir kısmını ormanlık içinde gizledi. Geri kalan askerle kaleyi sarıp birkaç gün sonra döndü. Kaçar gibi yaptı. Kuşatılanlar ona aldanıp, “Türkler kaçıyor.” diyerek arkalarından gittiklerinde pusu hizasına geldikleri zaman gizlenmiş bulunan asker çıkıp üzerlerine atıldıkları sırada Orhan Bey atın başını çevirip hücum edince Rumlar hisara doğru kaçmışlarsa da gaziler her yandan kılıç üşürmüş ve çoğunu kılıçtan geçirmişlerdi.
Bu zaferin sonunda kale fetholunup muhafazasına Konur Alp tayin edildi. Akyazı tarafının alınması ona bırakılmış, Akça Koca da etrafa akın etmek üzere Ayan Suyu üzerinde, Beş Köprü denilen yerde alıkonulmuştu. Sonra Orhan Bey, Karatekin Hisarı’nı hücum ile alıp muhafazasına Samsa Çavuş’u getirdi. Kendisi ganimet malları ile Yenişehir’e döndü. Babası ile buluştu.
Konur Alp, arka arkaya Akyazı’ya sefer düzenleyip şiddetle savaşarak Tuz Pazarı’nı almıştır. Akça Koca da İzmit bölgesini ele geçirmiştir. Hâlâ o yerlere Kocaeli denilir. Kara Tekin ise İznik’e yakın olduğu için Samsa Çavuş ara sıra İznik’in etrafını yakıp yıkmakta idi. İznik halkı, bu durumdan bunaldı. İstanbul kayserine şikâyette bulundular. İstanbul’dan deniz yoluyla gönderilen askerin karaya çıktığı, Abdurrahman Gazi’nin kulağına gidince aniden onlara bir baskın düzenledi. Onları kılıçtan geçirdi. Kayıkları battı, kayıkçıların çoğu öldü. İçlerinden pek azı canlarını kurtarabildi. İznik şehrinin şöhreti ve konumunun öneminden dolayı alınması arzu edildiği gibi, o bölgenin başşehri olan Bursa’nın fethi ise konumu bakımından daha önemli görülmekteydi.
Sultan Osman Gazi, yedi yüz on yedi yılında ordusu ile o tarafa hareket etti. Atranus Hisarı’nı aldıktan sonra Bursa’yı kuşattı. Fakat yürüyüş ile alınacak olduğu takdirde çok adam kırdırmak gerekecekti. Bu ise sultanlığının tuttuğu yola aykırı idi. Kaplıca ve dağ taraflarında birer kale yaptı. Birer miktar askerle birincisine kardeşinin oğlu Aktimur’u, ikincisine Balabancık adlı yiğidi görevlendirdi. İkisine de “Halkın kalbini kazanmaya çalışın.” diye uyarıda bulunarak döndü. Onlar da öylece hareket ettiler. Halk da isteyerek bu kalelerdeki askere yiyecek ulaştırıyordu. Böylece epey zaman uzayan kuşatma günlerinde İslam askeri asla sıkıntı çekmedi.
Bu sırada İlhan Ebu Said Bahadır bazı iç gaileler ile uğraştığından, Sultan Osman Gazi, Tatarların saldırılarından güven içinde olarak beri tarafta istediği gibi memleketlerini genişletiyor, güç ve kuvvetini arttırıyordu. Nitekim Bursa ve İznik muhasara altına alınıp zorlanıyordu. Karadeniz’e doğru Bolu, Kandıra, Akyazı ve Konurya bölgeleri ile Sakarya Nehri’nin iki yakası alınmıştı. Fethedilen yerler, tımarlara taksim edilerek gazilere dağıtılmıştır.
Bursa’nın Fethi, Sultan Osman’ın Vefatı ve Orhan Gazi’nin Tahta Çıkması
Bursa ahalisi yedi yıl süren kuşatmadan hayli sıkılmış olduğu için artık fetih zamanı gelmişse de Sultan Osman Şah Gazi, yetmiş yaşında olup yakalandığı hastalıklardan yorgun düşmüştü. Oğlu Gazi Orhan Bey’i yedi yüz yirmi beş yılında orduya komutan yapıp Bursa tarafına göndermişti. Orhan Bey, önce Evrenos Kalesi’ni ele geçirdi. Harap ettikten sonra Bursa üzerine yürüdü.
Yedi yüz yirmi altı yılında dağ tarafından Bursa üzerine inip Pınarbaşı denen yerde ordusunu kurdu. Bursa tekfuruna öğüt vermek üzere Köse Mihal Bey’i gönderdi. Halk ise pek sıkılmıştı. Tekfuru barış yapmaya zorladılar. Yapılan anlaşma gereğince Orhan Gazi, kırk bin altın fidye alarak ahaliye aman verdi. Bursa Kalesi’ni teslim aldı. Tekfurunu Gemlik kıyısına gönderdi. Tekfur, oradan deniz yoluyla İstanbul’a gitmiştir.
Bursa’nın Fethi’nden dört ay önce Şeyh Edebali, yüz yirmi yaşında vefat etmiştir. Onun vefatından bir ay sonra da kızı ve Sultan Osman Şah’ın hanımı, Alâaddin Paşa ile Orhan Bey’in annesi olan Mal Hatun vefat edince Orhan Bey büyükbabasının ve arkasından anasının ölmesinden dolayı üzgün iken Allah’ın lütfu ile Bursa’yı almayı başardı. Fakat bu zaferin sevincini yaşayamadı. O sırada babası Sultan Osman Şah Gazi de vefat ettiğinden, Orhan Gazi çok üzgün olarak yedi yüz yirmi altı yılı ramazan ayının on birinci günü Osmanlı’nın bahtı yüce tahtına oturdu. Babasının cenazesini Bursa şehrindeki manastırın kubbesi altına gömdü. Bursa’yı kendisine başkent yaptı.
Cennetmekân Sultan Osman’ın Savcı Bey adında başka bir oğlu daha vardı. Gazaların birinde şehit düşmüştür. Fakat Alâaddin Paşa; akıllı, bilgili, tarikat mensubu, arif ve edip bir kişiydi. Orhan Bey, cihat ve gaza ile uğraştığı sırada o da Şeyh Edebali’nin hizmetinde bulunarak büyük cihat ile meşgul olurdu. Yalnızlığı sever fakat şeyhler ve âlimlerle oturup kalkardı. “Mûtû kable en temûtû.”1 sözünün sırrına mazhar olmuş melek sıfatlı biriydi. Bu bakımdan başında saltanat sevdası esmiyordu. Olsa bile her devletin kuruluşunda hükümdarının kılıç sahibi olması, durumun tabii bir gereğiydi. Babalarının sağlığında başkomutanı olan, cihat ve gaza işlerinde onun sırrına ermiş bulunan Orhan Bey’in tahta çıkması normaldi. Alâaddin Paşa da bu gibi hikmetleri iyi bilenlerdendi. Bundan dolayı küçük kardeşinin öne geçirilmesinden dolayı gücenmek şöyle dursun, devlet işlerini görme külfetinden kurtulmuş olmasından ötürü memnun oluyordu. Bununla beraber ilk oğul olduğu için Orhan Bey tahtı ona teklif etmişse de o buna yanaşmadı.
Şeyh Edebali, çok servet sahibi idi. Sultan Osman Şah’ın ise vefatında hiç parası çıkmadı. Ondan geri kalanlar cihat için gereken silahlar, birkaç at, bir iki takım elbise ve bir sürü koyundan ibaret idi. Sultan Orhan Gazi, bu kalan şeylerden Alâaddin Paşa’ya kardeş payını çıkarıp verecek oldu. Alâaddin Paşa, “Sen cihat ve gaza ile meşgulsün, onlar sana lazımdır. Bana malın ne lüzumu var?” diyerek mirastan kalanı da kabul etmedi. “Nişancı Tarihi”nde der ki “Hâlâ Bursa bölgesindeki otlaklarda gezen beylik koyunlar o koyunların soyundandır.”
Alâaddin Paşa, dünyadan el etek çekmiş; mevki, makam davasından kesinkes geçmişti. Sultan Osman’ın kurduğu Osmanlı Devleti ise öteki Türkmen beylerinin kurdukları hükûmetler gibi aşiret beyliği tarzında değildi. Esaslı, büyük bir saltanat şeklini almış olduğundan Sultan Orhan, kendisi gaza ve cihat ile uğraşacağı sırada devletinin muhtaç olduğu gerekli düzenlemeyi her yönüyle düşünerek yerine getirecek bir vezire muhtaç olduğu için Alâaddin Paşa’nın vezirliği kabul etmesini rica etti. Alâaddin bunu da reddetti. Fakat sonra Sultan Orhan’ın ısrar ve zorlamasına dayanamayıp geçici olarak vezirliği kabul etti. Akıllı, arif ve işlerin inceliğini bilen, övülen, büyük bir kişi olduğundan, Osmanlı Devleti’nin kanunlarını ve nizamını dinî hükümlere ve hikmete uygun bir biçimde ortaya koydu. Sultan Orhan, cihat ve gaza ile uğraştığı gibi o da devlet işlerini düzene sokmuştur.
Devlet, birçok köklü kanuna bağlı bir cemiyet demek olduğundan, Osmanlı Devleti’nin kuruluşu sırasında Alâaddin Paşa’nın yaptığı hizmet pek büyüktür. Sultan Orhan, devlet işlerinin görülmesi endişesinden uzak olarak bütün vaktini cihat ve gazaya ayırdı. Az zamanda büyük fetihler yapmaya muvaffak oldu. Bu iki kardeş, el birliği ile işe yapışıp babalarından kalmış olan Osmanlı Devleti’ni çok iyi ve düzgün bir şekilde büyük bir saltanat derecesine yükseltmişlerdir.
Sultan Osman’ın Emirleri ve Âlimleri
Sultan Osman Gazi’nin beyleri; evlat ve akrabaları ile babasından kalan yiğitler idi. Asrının en âlimi ve en büyük şeyhi, kayınpederi olan Şeyh Edebali idi. Sultan Osman’dan evvel vefat edince akraba ve talebelerinden Dursun Fakih ders işinde onun yerine geçmiştir. Dursun Fakih, meşhur âlimlerden biriydi. Osman Gazi’nin savaşlarında gazilere namaz kıldırırdı. Osman Şah Gazi adına Karacahisar’da ilk cuma hutbesini ve sonra Eskişehir’de ilk bayram hutbesini okuyan işte bu Dursun Fakih’tir. Osmanlı Devleti’nde ilk hatip ve kadı olan odur.
Alâaddin Esved adlı fadıl da o asrın büyük âlimlerinden idi. Halk arasında Kara Hoca diye bilinirdi. Usulden “Muğni”yi ve fıkıhtan “Vikâye”yi şerh etmiştir. İran’a gidip oranın bilginlerinden ders almış ve öğrenimini tamamladıktan sonra Anadolu’ya dönmüştür.
Yine o asrın âlimlerinden biri de Hattab İbni Ebu’l-Kasım El-Karahisarî idi. Şam’da ilim öğrendikten sonra vatanı olan Anadolu’ya dönmüştü. Ömer Nesefi’nin “Hilafiyat”a dair manzumesi üzerine yazdığı şerhi yedi yüz on yedi yılında tamamlamıştı.
Şeyh Edebali’nin akrabasından Bilecik Kadısı Mevlana Çandarlı Kara Halil de o asrın büyük ulemasından olup, çok akıllı ve devlet işlerini görmeye gücü yeten, değeri yüce bir zat idi.
O asrın şeyhlerinden ve ermişlerinden, Konya tarafında Muhlis Baba diye biri vardı. Onun oğlu Âşık Paşa da keşfi açık bir adamdı. Türkçe tasavvuf yolunda bazı eserleri vardır. “Âşık Paşa Divanı” diye bilinir. Onun oğlu Ulvan Çelebi de hâl ehli ve cerbezeli biri idi.
Yine o asrın meşhur şeyhlerinden biri de Ahi Hasan diye bilinen Şeyh Hasan idi. Ahi Evren, Geyikli Baba, Kumral Abdal ve Tuğlu Baba gibi meczup şeklinde olup ermiş sanılan bazı kimseler de vardı.
Hâl Tercümesi
Cennetmekân Sultan Osman Şah Gazi Hazretleri, kara yağız, orta boylu ve değirmi yüzlüydü. Göğüs ve omuzlarının arası genişti, ayakta durduğu zaman elleri dizlerinden aşağıya inerdi. Başına kırmızı çuhadan yapılmış, Çağataylılar biçiminde horasani giyerdi. Heybetli, güzel yüzlü, tatlı dilli ve ağırbaşlı bir padişah idi. Cesur Türklerden, eşsiz bir kahramandı. Savaşta herkese hayret verecek ve ibret gösterecek şekilde, fedakârca gayret ve hareket ederdi. Devlet işlerinde bile çok alçak gönüllüydü. Silah arkadaşlarının görüşlerini dinlerdi. Okuryazar değildi. Fakat ulemayı sayardı. Aldığı şehirleri camiler, mektepler, başka hayrat ve devlet binaları ile süslerdi. Adaleti herkesçe bilinirdi. Hükümlerinde hür, bağımsız kadılar tayin ederek İslam’ın ilk zamanlarında olduğu gibi mahkemeleri beylerin müdahalesinden kurtardı. Geçmişteki salih adamlar gibi çok dindardı. Mal toplamaya eğilim göstermezdi; oysa çok cömertti. Fakirlere, dullara ve yetimlere yedirip içirmesi ve bağışı çoktu. İslam milletini düştüğü dağınıklıktan kurtaracak olan Osmanlı Devleti’ni çok kuvvetli temeller üzerine kurup gitti.
Çok alicenaptı. Evlat ve torunlarının fethedecekleri memleketlerin haritasını sanki zihninde çizmişti. Türkçenin kabalığı alınarak, incelik ve hoşluk kazanarak kendisini gösteren şirin Osmanlı lisanının onun zamanında oluşmaya başladığına, şu manzumesi yeterli bir delildir.
Sultan Osman’ın Manzumesi
(1)
Gönül kerestesi ile
Bir yeni şehr-ü pazar yap
Zulmeyleme rençperlere
Her ne istersen var yap.
(2)
Eski yeni şehri bâri
İnegöl’e dek hep vârı
Kırıp geçirdik küffârı
Bursa’yı da yık, tekrar yap.
(3)
Kurt olup gel, gir sürüye
Aslan ol, bakma geriye
Çâr olup hay de çeriye
Dil geçidini hisar yap.
(4)
İznik şehrine hor bakma
Sakarya suyu gibi akma
İznikmid de al yakma
Her burcunda bir hisar yap.
(5)
Osman Ertuğrul oğlusun
Oğuz Karahan neslisin
Hakk’ın bir kemter kulusun
İstanbul’u aç, gülzar yap.
Eski Yenişehir, Pazar, İznikmid, Dügeçidi, İznik, İnegöl; Bursa Eyaleti’ndeki memleketlerdir. Sakarya da o civarda akan bir nehirdir. Osman Gazi’nin düşündüğü gibi Bursa, uzun süre kuşatıldığı için harap olduktan sonra bayındır duruma getirilmiş ve İznikmid, harap olmaksızın aman verilerek alınmıştır. İstanbul da fetihten sonra genişletilmiş ve bayındır hâle getirilerek bir gül bahçesini andırmıştır.
Kısacası beliğ bir şekilde söylenmiş bir manzumedir. Sultan Osman Şah, kılıcıyla birçok memleket aldığı gibi, bu manzume ile de Osmanlıcaya güzel bir çığır açmıştır. Vezni, hece sayısından oluşan parmak hesabıdır. Türkçe şiirlerin tabii veznidir. Ondan sonra Anadolu şairleri nazımda Farsça vezinlere yer vererek Türkçe şiir lehçesini değiştirmişlerdir.