Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «İdikut Roman», sayfa 7

Yazı tipi:

– Doğru söylediniz üstadım!

– Cenabı Tora Kaya’nın söylediğine göre çok sayıda hediye sunacakmışız! dedi İdikut hiçbir şeyi gizlemeden

– Cengizhan’a Beşbalık’da yetişmiş, hızlı koşan savaş atlarından birini verelim. Şimdi en önemli mesele, yolculuğu başlatmaktır. Yola çıkış tarihini hepimiz anlaşarak belirleyelim!

Müsteşarlar bir birine bakıp yolculuk tarihini büyük zat İdikut kendisi belirlese daha iyi olur diyerek mütevazı bir tavır takındılar, kimse bir şey söylemedi.

– Öyleyse ben söyleyeyim! dedi İdikut sözü uzatmak istemiyor gibi

– Cengizhan huzuruna yapılacak ziyaretimiz 1210’cu yıl Başak ayının 15’inci günü olsun!

Atay Sali ,

– Tanrım bizi maksadımıza kavuştursun! dedi.

– Bu yıl, bu ay, bu gün hepimiz için kutlu, unutulmaz bir zaman olsun!

– Tanrımız hepimizin yolunu açık kılsın. Sağ salim dönelim!

– Tanrıdan gece gündüz dileğimiz budur! dediler hep birlikte.

– Varış tarihimizi Cengizhan’a bildirmemiz gerek, kutlu hakan! dedi Bulad Kaya yerinden kalkıp

– Yarın elçiler yola çıksın… Bu müjdeden Cengizhan haberdar olsun!

Bavurçuk,

– İyi fikir! Öyle yapalım!

Tarkan Bilge Buka, – Yarın elçiler yola çıksın! dedi.

Tarkan Bilge Buka elini göğsüne koyarak mutlu bir ifadeyle, – Kimler gidecek? diye sordu.

– Kalmış, Kata, Ömer oğul, Hadır gidecek! diye cevap verdi Tora Kaya.

– Fermanınızı yerine getireceğim, yarın elçiler yola çıkacak!

– At ve develer hazırlansın! dedi Bavurçuk.

– Baş üstüne hakanım!

– Sarayda Bulad Kaya, Tarkan Bilge Kaya kalsın. Üstadım Atay Sali’nin de rahipleriyle beraber İdikut devletinin saadetini tanrıdan dileyerek yanımda kalmasını istiyorum.

Moğol Evladı

Başak ayının 15’inci günü de geldi. Bavurçuk Art Tekin, oğlu Kusmayin ve eşi Aygümüş Melikeyle vedalaşarak evden çıktı. O saraya gelip hanlık elbisesi ile çep çekmen giydi, başına değerli mücevherlerle süslenmiş hanlık tacını taktı, beline altın kılıç astı, sol parmağına zümrüt yüzük, sağ parmağına “İdikut Devleti” yazısı kazınmış altından yüzük mührünü taktı. Yol arkadaşı Tora Kaya da belindeki kemere kılıcını asıp, çizmesini parlatıp hazır olmuştu.

– Hakanım! dedi o İdikut’un önüne yaklaşarak.

– Kervan yola çıktı, yedek atlar da gitti. Özel muhafızlar da hazırlandı.

Bu vakitte tüm saray memurları, beyleri Bavurçuk Art Tekin’e hürmet ve saygı için büyük meydanda toplanmıştı.

– Saman yorgayı eyerlettim! dedi Tora Kaya

– Atı getirin! diye buyurdu.

Tarkan Bilge Buka atı Bavurçuk Art Tekin’in önüne getirdi. Bulad Kaya ise İdikut’un ata binmesine yardımcı oldu. İdikut gümüş üzengiye ayağını basarak ata bindi.

– Hoşçakalın vatandaşlarım! dedi Bavurçuk Art Tekin üzüntüyle.

– Hepinizle selamette tekrar görüşmek diliyorum!

– Güle güle!

Bavurçuk Art Tekin’in özel muhafızları, başlarına zırh giyen, ellerinde kalkan, özel seçilmiş savaşçı süvarilerden oluşmuştu. Onlar ok, yay, kılıç, mızrak, hançer ve baltalarla donatılmıştı.

İdikut’un atı yan tarafına inen kırbaç darbesinden irkildi ve ileri doğru fırladı.

Aygümüş, ok gibi fırlayıp kapı önüne çıktı. İdikut halkı ise şehir dışında bekliyordu. Melikenin bir noktaya dikilmiş gözlerini hüzün sardı. Gözyaşları küçük inci taneleri gibi yüzünde yuvarlamaya başladı.

– Neden geldim buraya? diye iç çekti Melike ve yavaşça arkasına döndü.

Bunu uzaktan fark eden Tarkan Bilge Buka Melikenin yanına çabucak geldi ve aceleyle, – Tanrı dilediğinize kavuştursun Melike âlileri! dedi.

Melikenin suratı birden değişti. Melike bu kötü niyetli adamı hiç sevmiyordu. “Yalan söylüyor.” diyordu içinden.

Tarkan Bilge Buka Melikenin tedirgin durumunu görünce onu daha da kaygılandırmaya çalışarak riyakarca güldü.

– Benim gönlüm de üzüntü var. İdikut devletinin refahı, huzuru ve mutluluğuna gölge düşmesin diliyorum. Tanrı Cengizhan’a insaf versin! Onun ne kötü niyetleri var kim bilir? Biz taş sayarsak o kum sayarmış! Sizinle avamın kaderi ve Bavurçuk’un kaderi nasıl olacak ki? Küçük ejderhadan kurtulup şimdi acaba büyük ve vahşi ejderhaya mı tutulacağız diye çok endişeleniyorum!

– Cenabı İdikut önünde böyle kötümser kuşkularınızı niye söylemediniz? Şimdi gelip de şeytan gibi laf ediyorsunuz! dedi onun art niyetli konuşmalarından nefret eden Melike.

– Size söyleyeyim, o büyük zat benim fikrime karşı çıktı. Belki sizin izzet hürmetinize de itibar etmedi! dedi Tarkan Bilge Buka.

Melike onun sözlerinden, İdikut ile arasında büyük bir kin ve düşmanlık olduğunu hissetti. İdikut’un dediği “Tarkan’dan sakın!” sözü aklına geldi.

– Cenabı İdikut sizden, “Babamın veziri, akıllı adam.” diye bahsederdi. Sizinle konuşulacak bir mesele var! Bunu Cenabı İdikut bilir galiba? diyerek Melike bilgi almak için onu biraz övdü.

– Günahım büyükse cezam da büyük olur. Biliyorum, ama Cengizhan sonradan Türkistan’a istila seferi başlatacağım derse ne olur? diye devam etti Tarkan Bilge Buka.

– Ne demek istiyorsunuz? dedi Melike endişeyle.

– Cengizhan, Bavurçuk’u kendisiyle beraber Müslüman devletlerine götürürse ne olacak? Bilgili, akılla insanların Cengizhan’a hizmet etmesi mümkündür. O zaman Beşbalık’da kim kalacak? Tora Kaya? Hayır! Eğer söylediklerim doğru ise gelişmeler aynen böyle olacak. Cengizhan’ın kaplanları, köpekleri, güvendiği adamları, casusları, kadına düşkün sapıklarının Beşbalık’da hakan olacağı muhtemeldir. Sahipsiz bir eve fare de sahip çıkabilir. O zaman onlar istediği her şeyi yapabilir. Ben öyle düşünüyorum! diyen Tarkan Bilge Buka’ya

– Beni bu kadar üzüntüde bırakmayın! dedi Melike asık suratlı Tarkan’a ve devam etti,

– Kutsallarımız çiğnenemez! İdikut var! Mutlu Uygur var! Neden hor görülsün halkım! Buna inanmıyorum! Hepsi boş laf! Niçin öyle dehşetli günler olsun? Olmayacak! Halkım aşağılanamaz! Bu kötümserlikten vazgeçin! sözüne Tarkan Bilge Buka,

– Bavurçuk Art Tekin yabancı yerlere, uzak mekânlara niçin gidiyor? Başıyla secde etmeye, diziyle diz çökmeye giden o mutlu kocanızdan ne saadet bekliyoruz? İster inanın, ister inanmayın yakında her şey belli olacak, değişecek! İdikut devleti kökünden kuruyup gidecek! Affedersiniz Melikem!? Bu belayı önlemeniz lazım! Biz İdikut’a göre aciz miyiz? diye mukabele etti.

Melikenin yüreği daraldı ve içinden, – İdikut’u koru ey Tanrım! dedi ve yanaklarına süzülen gözyaşlarını sildi.

Tarkan bu gözyaşlarını görünce daha da üzerine gelerek konuşmaya başladı.

– İdikut’un yakışıklı oğlanları, güzel kızları da saldırıya, tacize uğrayacak. Reziller onları kötüye kullanacak. Kötü bir kaderle arzu ve emelleri kül olup savrulacak. Horlanıp hakaret ve işkencelere maruz kalacaklar. Ah Tanrım, bu ne felaket! diyen Tarkan Bilge Buka’ya

– Yeter artık! dedi Melike

– Yüreğime indirmeyin! Bahar gelecek, saltanat kalacak! Uygur’un özgürlüğü, mutluluğu yok olmayacak!

Melike bu korkunç ve kötümser sözlerin etkisinden kurtulamayarak kaygı ve endişe içinde evine döndü.

Bavurçuk Art Tekin İdikut sınırını geçmiş Moğol toprağında ilerliyordu. O, Moğol muhafızlarının koruması altında kendini hiç mutlu hissetmedi, üzüntü de duymadı, sürekli hayal ediyordu. Her yer kum, ak kum, çöl denizi… Atların yürüyüşü sanki yavaşlamış. İdikut kendi vatanı hakkında düşünüyordu. “Kutsal vatan, yüce halkım. Sana köprü olarak hizmet etsem, o zaman bahtım açılacak. Atalarımın cesedinin yattığı, onların güç kuvvetiyle inşa olan Beşbalık’ı aç gözlülerden korumak için gidiyorum… Nilüfer gibi Aygümüş Melikem benim gibi vatansever bir insan. O da kaygı duyuyor galiba. Tarkan Bilge Buka Aygümüş Melikeye Cengizhan’a gittiğimi muhakkak söyledi. Ama bu söylentileri ballandırarak, abartarak söylemesi muhtemeldir. Aygümüş Melike iradeli kadındır ama fitne fesat çıkaran sözler aydınlık kalplere gölge yapabilir. Ey Buda Tanrım! Töhmeti reddet! Ona itibar etme! Ey Tarkan, uzun dilini kesecek bir zaman da gelir! Önce memleketime aman esen döneyim. Beyhude gözyaşı dökme Melikem! Elimde senin mızrak ve kılıcın var. Beni koruyacak, ejderhadan kurtaracak…” diye düşündü.

Haberciler Kutlu Uygur’u karşılamak için özel bir orduyla atlanıp ihtiram debdebe ile çıkmışlardı. Atlı ordu gürültü ve şakırtı kopararak onların önüne gelip durdu. Atlarından inip Bavurçuk Art Tekin’e selam verdiler. Onlar tam bugün karşılaştılar. Arka tarafta yüksek ve geniş gök kubbe altındaki zeminde armağan edilecek şeylerle yüklü arabalar, atlar, develer geliyordu. Onların arkasından kopan toz duman arasından kağnı yolu gözüktü. Güneş battıktan sonra etrafı alaca karanlık ve esrarengiz bir sessizlik bastı.

– Bu yollar eski yollardır! dedi muhafızlardan biri Moğolca.

– Bize gösterdiğiniz saygı için teşekkürler! diye Moğolca mukabele etti İdikut da

– İşte ben bu yolda yürüyorum! diye güldü.

Uygurlar bindikleri atları başka atlarla değiştirdi. Şimşek hızıyla koşan atlara kırbaç gerekmiyordu. Üzengisiyle iki yanına hafif bir dokunuşla ayaklarının yere değdiği bile zor görülen atlar rüzgâr gibi uçmaya başladı. Boyu kısa sırtı geniş Moğol atları da İdikut atlarının çıkardığı dumanı bastırarak arayı açmadan koşuyordu. Susuz, ağaçsız çöl arkada kalıyordu. Uzakta tepeler, tepelerin üstünde turalar gözüktü. kulelerde ateş yanıyordu.

– Kağana bizim gelmekte olduğumuzu haber veren ateş! dedi Bavurçuk Art Tekin’le beraber gelmekte olan zayıf adam.

Bu adam yedikleri hiç vücuduna yansımayan bir Noyandı6 Onun sözünü İdikut kimseye tercüme etmedi.

Ateşi görünce bunun ne anlama geldiğini hemen anladı Tora Kaya. Çünkü Beşbalık tepelerine de böyle gözetleme kuleleri yapılmıştı. Oraya yaklaştıkça tepeler etrafında at koşturan gruplar çoğalmaya başladı. Gene açık ve düz bir alan göründü.

Tora Kaya atının gemini biraz çekerek arkasına dönüp baktı. Kimse gözükmedi. Fakat haydutlar kervanın önünü kesmiş düşüncesiyle endişeye kapıldı Tora Kaya.

Tora Kaya’nın bu endişesini Enjirga isimli adam hemen fark etti. Atını kırbaçlayıp Tora Kaya’nın sağ tarafına geçti ve

– Onlar sizin zannettiğiniz gibi değil, emin olun! dedi ve sadaktan fırlayan ok gibi uçup en öne geçti. Ama İdikut, Tora Kaya’ya

– Muhafız Enjirğa’nın ne dediğini tercüme etmedi ve ona, – Sen Moğolcayı biliyorsun değil mi? diye dönüp bakınca, Tora Kaya güldü.

Tora Kaya Moğol ve Çin dillerini biliyordu. Bavurçuk Art Tekin’e kısa cevap verdi.

– Anladım! dedi samimiyetle.

Kutlu Uygur onun sözünü tastik etti.

– İşte Şarıngoy Dağının zirvesi göründü. Bu Kerulen Nehrinin başlangıcı! dedi muhafız Enjirğa. Kendini rahatlamış gibi hissederek bindiği atın dizginini biraz çekti, elini önüne uzatıp konuştu.

– Burada kale ve surlar yok, verimli bağlar yok. Ama… Ama bizim kale ve surumuz, bağımız kutlu Cengizhan var. Sarı çadırlarımız var!

Tora Kaya, İdikut’un mühim bir şey düşünmekte olduğunu fark ederek başka söz söyleyip onun düşüncesini dağıtmak istemedi. Bavurçuk Art Tekin.

Cengizhan, elçilerine “Önden gidip görün bakalım, keşfedin, konuşun, görüp de arkaya dönmeyin, onları alıştırın, alışmazsa eşyalarını yağmalayın!” demişse, ben şimdi alıştım mı? Eğer Kağan öyle düşünmüşse tamamen yanlış düşünmüş olur dedi.

İdikut, Cengizhan’dan öyle bir fikir ve icranın ortaya konulabileceğinden hiç şüphe duymadı.

– Kafamızı böyle karıştırmayalım! dedi Tora Kaya. İdikut kafasını çevirip

– Onun huzuruna gidiyoruz. Bu bir hakikat! dedi. İdikut,

– Evet, doğru! Cengizhan’ın huzuruna gidiyoruz! Onu sevindirelim!

– Cenabı İdikut, içimdeki bir sırrı söylememe izin verir misiniz? diye Tora Kaya’nın izin istemesi İdikut’u şaşırttı. Ama bu komutanın nasıl bir sırrı olduğunu merak edip ona gülümseyerek,

– Söyle bakalım nasıl bir sırmış? dedi İdikut.

– Biz bir kölenin kölesi olmak için mi gidiyoruz acaba? diyen Tora Kaya kendi hakanına ok attığının farkına varamadı. Bu yüzden İdikut’un gözleri fal taşı gibi büyüdü.

– Beşbalık’ta neden bunu söylemedin? dedi.

– Şimdi gerçeği söylesem! diye kekeledi ve

– Bunlar bu güne kadar şehir merkezi kuramamış, kale sur yapamamış. Cengizhan Kerulen nehri kenarından uzaklaşamamış. Pan Tekin dedem ise Uygur Orhun hanedanının merkezini Kara Kurum olarak kararlaştırmış ve büyük şehirler kurmuştur. O zamanda bunların Bodançara uruğundan türeyen ilk Moğol kabileleri olan Borulas, Odorkınlar, Oyratlar, Mangutlar, Pan Tekine bağımlı olmuşlar, sonra onlar Tangutlar, Besutlar, Hon hotan, Orulad olarak adlandırıldı. Bunlar da Uygur Orhun Hanedanına bağımlı olmuşlardı. Pan Tekin dedem Orhun’u terk edip göç ettiğinde gene bunlar bir araya gelemediğinden kendi aralarında birleriyle savaşıp bir haydut gibi birbirlerini, soydular! dedi.

Tora Kaya sözüne devam etmedi. Bavurçuk Art Tekin küçük kabilelerin kaderini Tora Kaya’dan iyi biliyordu. Fakat doğru bulmadığı fikirleri tekrar dile getirdi.

– Biz kölenin kölesi olmaya gitmiyoruz! Bunu bilmeniz gerek! dedi kesin bir sesle.

Tora Kaya yine de aldırmadan devam etti,

– Cengizhan’ın bu hareketinde, yani Uygurlar ile yakın irtibat kurmasında her halükarda iki niyet bulunmaktadır. Birincisi, Uygurları Moğol kültürüne çekmek ve eritmek; ikincisi ise yabancıları yabancıların eliyle mahvetmek ya da yakın komşularına saldırmak, uzaktakilerle dostluk kurmak. İkinci düşünce bence en tehlikeli olanıdır. İdikut’un ister gönüllü ister korkutularak bu ikisinden birini seçmesi gerekmektedir.”

– Şimdi bizim bu işe iki sebeple girmemiz gerek!dedi Bavurçuk Art Tekin ve devam etti.

– Ama ilk şart, Uygurlara zarar gelmesin diye!

– Sizin sevinmenizi çok istiyorum! dedi Tora Kaya.

– Beraber sevinelim! Fikrimizde sabit olalım! Bu göçebe, cahil, kültürsüz Moğolların bize haksızlık etmesine asla müsaade etmeyiz! dedi Bavurçuk Art Tekin.

– Ama Cengizhan da bir insandır. Onun vahşi bedevi kibirli haline bir bakalım. Tangut, Nayman ve Curcitleri perişan eyleyip daha mağrur olmaya başladı. Şimdi bize ve başkasına göz dikip irtibat kuralım diyor! diye karşılık verdi Tora Kaya.

– Bekleriz o zaman! En mühimi, Cengizhan ile bizzat görüşmek. Belki bize düşündüğümüz gibi kötü davranmaz?! diyerek Bavurçuk atını eyeri üzerinden kırbaçladı.

– Kağana çok itibar göstermeyelim! iyendi Tora Kaya’ya Bavurçuk.

– Karşılaştığımızda belli olur zaten, iyi mi kötü mü hepsini hissederiz. O ana kadar sabredelim

Onlar çok yürümedi, yem yeşil vadinin yem yeşil tepesine dikilmiş Cengizhan’ın karargâhı; büyük, geniş, görkemli Sarı Çadır, göründü.

– Tanrıya çok şükür! dedi heyecandan tüm vücudu sarsılan muhafız ve kırbacını başı üstüne kaldırdığı zaman has muhafızlar,

Kihe! kihe! kihe! diyerek, sanki Kağanın duymasını istiyor gibi her taraftan hep bir ağızdan bağırdılar. Bu sert, kaba sesler etrafta yankılandı.

Bavurçuk Art Tekin bu vadide beslenmekte olan ya da o yandan bu yana koşturup duran atlıları hiç görmedi. Fakat Sarı Çadırdan biraz uzakta bulunan yüksek ve büyük bir kazığa bağlanmış bir at dikkatini çekti. Bu Cengizhan’ın atıydı. Gök kubbe öylesine güneşli, hava öylesine temizdi. Güneş bu vadiyi ışıklarla sarmış, rüzgârlar bitkileri oynatıp tüm vadiyi dalgalandırıyordu. Çöpler arasında bir tane bile at gübresi bulunmuyordu. Vadi ev gibi temiz ve düzenli gözüküyordu. Ama ortada gölgelik bir ağaç bile yoktu.

Çok geçmeden, uzakta atlı askerler göründü. Onlar gittikçe çoğalıp Cengizhan’ın karargâhını yüzük şeklinde kuşattı. İdikut Devleti’nin hakanı Bavurçuk Art Tekin ve beraberindekiler, İdikut askerleri ve onların komutanı Tora Kaya, at muhafızı, at surlarının içinde kaldı. Bu hareket misafirleri çok duygulandırdı. Tepenin arkasında askerlerin karargâhı vardı.

– Mirza mahpus kaldık! diyerek Tora Kaya güldü ve İdikut’a baktı.

Derin duygularına güvenen İdikut bunu hapis değil, hürmet ihtiram olarak düşündü.

– Cengizhan ile hapis içinde konuşmayacağız ki! dedi Bavurçuk Art Tekin mağrur halde

– Endişe ve şüpheden uzak duralım şevketli Tora Kaya cenapları! Uygurlara büyüklük ve metanet yakışır!

– Yaratan Tanrım bize yardım etsin! diye mukabele etti Tora Kaya.

İdikut’un hızlı koşan savaş atları dizginleri çekildikten sonra yavaşlamaya başladı. Ama uzun yoldan gelen atların gözleri hâlâ yuvasından fırlamış gibi gözüküyordu.

– He barı!7 dedi İdikut.

Atlı ordu şimdi bu tarafa doğru koşarak geliyordu. Çok geçmeden atlı askerler sarı çadırdan başlayıp Bavurçuk Art Tekin’e kadar iki saf olarak dizildi. Bavurçuk Art Tekin gösterilen bu itibar (belki dalkavukluk) ve saygıdan dolayı sevindi. O hâlâ at üstünde geliyordu. Sarı Çadırdan başlayarak yüz adımlık mesafeye Kaşgar’ın güllü halısı, Hoten, Belh, İran, Buhara, Semerkant, Nişapur ve Bağdatlardan getirilmiş kırmızı halılar, Moğolların süt gibi beyaz kilimleri serilmişti. İdikut bu döşemeleri görünce durdu, ama gümüş ve yeşim taşından yapılmış eyerden inmedi.

Moğol askerleri,

– Kağan! Kağan! Kut sahibi! Şeref!

– Kağan Büyük! Kağan deniz!

– Geliyor! Kut sahibi geliyor! diye seslenerek sarı çadırı işaret ediyor, kurt gibi uluyorlardı.

Sarı Çadırdan büyük zat, sarı sakallı Cengizhan çıktı. Herkes susmuştu. Kağan, Bavurçuk Art Tekin önünde dikilip durdu. İdikut da at üstünde ona bakıyordu. Cengizhan iki adım ilerleyince İdikut attan indi ve ona doğru sakin adımlarla yürüdü. Moğol askerleri, – İdikut! Şanlı İdikut! diye bağırdılar.

Bavurçuk Art Tekin, Kağan’a değil vadiye bakıyordu…

Nehri takip ederek gelmekte olan atlı Noyanlar Cengizhan’ın karargâhtan çıkmasını bekliyormuş gibi gitgide çoğalmaktaydı. Onlar uzakta durup, biri karargâhın önüne, biri arkasına, bir grup askerse sağ ve sol tarafa geçerek İdikut ve beraberindekilere saygı gösterisinde bulunuyorlardı.

Kerulen Nehri ve etrafı çok güzel bir yerdi. Yem yeşil yaylak, nehir kenarında yetişmiş yaban söğüt ve dikenli çalılar, biraz uzaktaki yamaç ve tepelerde yetişmiş hayıtlar, çıngırak dikenler, kabuklarından toz duman kopan ve sertleşmiş timsah derisi gibi gözüken çınarlar boy gösterip etrafı gözetliyormuş gibi dik duruyor ve eğri dalları nehri gölgelendiriyordu. Etrafta gözün gördüğü her yer yemyeşil otlarla kaplanmıştı. Sesinden gür aktığı hissedilen nehir ve serin hava insana huzur veriyordu. Uçsuz bucaksız vadide açan çeşitli çiçeklerin hoş kokuları her taraftan geliyordu.

“Pan Tekin dedem bu bereketli Kerulen Nehri kenarında kaç defa otağ diktirip emirler verip kutsal hanedanını yönetmiş olmalı! diye düşündü İdikut hayranlıkla.

“Ya hazret! Manzarası ne kadar güzel bir vadi bu! Belki Pan Tekin dedemin ve ona tabi olan doğu Uygurlarının duasını aldığı için mi burası bize böyle güzel, böyle hoş geliyor acaba! Cengizhan’ın kalbi şu an görmekte olduğum bu tabiata mı benziyor yoksa tam tersi mi?” diye içinden geçirdi.

Bavurçuk Art Tekin’in derin düşüncelere daldığını Tora Kaya fark etti ve ona Cengizhan’ın buraya yaklaşmakta olduğunu hatırlattı.

Bavurçuk Art Tekin, Cengizhan’a göre uzun boyluydu, yaş bakımından da ondan çok gençti. Hakanlık kıyafeti, belindeki altın kılıç, sol elindeki zümrüt yüzük, sağ elindeki “İdikut Devleti” yazan altından yapılmış mühür herkesin dikkatini çekiyordu.

Bavurçuk Art Tekin güvenle yere ayak basarak Cengizhan’ın önüne gelip durdu. Kutlu hakan, dünyaca meşhur Cengizhan’dan hiç çekinmedi, aksine rahat ve mağrur bir eda taşıyordu. Yakışıklı bir yiğit olan İdikut’un bu tarzda kendisiyle görüşmesi Cengizhan’ı hayran bıraktı. Onun önünde akıllı, zeki bir delikanlı duruyordu. Cengizhan da onu aslında böyle hayal etmişti. Böyle etkileyici, büyük bir hakan ile rahatlıkla fikir alış verişinde bulunacağına inanan Cengizhan’ın gönlü ferahladı. Ayakta dikilip İdikut’a biraz inceledikten sonra,

– Tanrıya şükür! Tanrım seni sevmiş galiba. Ne kadar yakışıklı bir Uygurmuşsun! diye ona iltifat ederek yakınlık gösterdi. Yüzüne baktıkça tekrar bakmak istiyordu. Kağanlarının yüzünün güldüğünü gören askerler de gülümsediler. Noyanlar ve askerler Kağanın yüzünün sevinçle güldüğünü böylece ilk defa görmüş oldular. Onlar bu görüşmenin hayırlı sonuçlar vereceğini düşündüler. Kağan kamış gibi parmaklarını beline dayayıp ayaklarını gererek duruyordu. Çekirdek gibi küçük gözlerinden ateşli bir ışık yansıyordu. Bunu İdikut iyi fark etti. Bu ateşli ışıktan insanoğlu korkuyordu, dik bakamıyordu. Onun yassı burnu altındaki bıyık ve sakalları sarı ve seyrek idi. Cengizhan, İdikut’a bakıp “Kulan gibi genç ve rahat gözüküyor, huzuruma gelmek büyük bir iradedir. Fikir ve düşüncesi nedir? Aklından neler geçiyor acaba!?” diye düşündü.

İdikut, Kağanın parmakları ve gözlerine bakınca “Bu eller nice kan döktü, bu gözler nice kan gördü.” diye içinden geçirip, “Kerent Hanı Banghan, Nayman Hakanı Tayan Han’la savaşıp dere gibi kan akıttığı anlarda bu eller nice insanı boğarak, nesillerini kurutup yok etmiştir. Atası Esugey’in ikinci hatunundan doğmuş Bekter’i boğarak öldüren de bu ellerdir.” diye düşündü.

Cengizhan, “Bavurçuk Art Tekin, ben senin iştahını deneyeceğim. Gururlusun, sıradan bir Uygur değilsin!” diye düşündü.

Bavurçuk Art Tekin ise “Sözüm açıktır. Denemek için gelmedim. Sizde samimiyet ve sadakat var. Ben buna inanarak geldim. Doğru, bende Uygur’un gururu mevcut.” diye düşündü.

Bunu hisseden Kağan sevindi, yüzü güldü. Keskin gözlerinde heyecan kıvılcımları belirdi.

– Ben istilacı, cihanı alt üst eden, insanları baş eğdiren cihangir! dedi Cengizhan kasıtlı olarak kaba bir şekilde.

– Cihangir! Sizi biliyorum! diye hemen mukabele etti İdikut.

– Huzuruma gelmekten korkmadın mı? dedi Cengizhan sırtlan gibi keskin gözüyle bakarak.

– Uygurlar korkmaz! Sizin davet ve iltifatınız üzerine ben geldim işte! diyerek İdikut hükümdarane bir edayla cevap verdi. Ancak samimiydi.

– Umut, dilek ve istekle huzurunuza geldim.

– Ben seni böyle bir Uygur diye hayal etmiştim zaten!

Ancak Kağanın düşündüğü başkaydı. Bavurçuk Art Tekin bunu anladı ve cüretkâr açık konuşmasıyla Kağanın onlar bize yalvaracak, yardım isteyecek zannını yok etti.

İdikut, “Aman sakin ol! Dikkat et!” diye kendi kendini uyardı, “Acele sevinme, kendini kaptırma!” diye düşündü.

Bavurçuk Art Tekin bu topraklara ayak basmasının en büyük nedenini açıkça söyledi.

– Sen bizim Sayan Noyur kutlamalarımıza da gelmişsin! dedi millî bayram kelimesini Moğolca söyleyip, – Bu ne demek? dedi Cengizhan.

– Uygurlarda ona Ak Göl denir! dedi İdikut kısaca.

– Doğru! dedi Cengizhan.

– Moğolca biliyorsun demek!

– Biliyorum! dedi Bavurçuk.

Onlar Ak Çadıra yavaş yavaş yürümeye başladı.

– İşte bu ak kilim ev! diye eliyle işaret edip Kağan İdikut’u içeri buyurdu. Bu bir ev değil, ak saraymış. Sol tarafta sarıçiçek gibi güzel sarı çadırlar vardı. Her iki mühim karargâh etrafını kuşatan atlı ve yaya Noyanlar kılıçlarını asıp misafirleri ağırlamak için ip gibi dizilmişti.

Namı meşhur olan bu beyaz ev şu anda Bavurçuk Art Tekin’e hiç güzel ve şatafatlı gözükmedi. “Bu nasıl bir ev, nasıl bir saraydır!” dedi kendi kendine “Beşbalık, Turfan, Karağoca, Kumul gibi şehirleri olmayan bir halkmış bunlar. İyi ki Pan Tekin dedem hanken Uygur Orhun Han devletinde büyük şehirleri inşa ettirmiş. Yoksa bunlar sürü gibi yaşarlardı. Ama bunlar toprak, vadi, otlak ve sürüleriyle övünüyor olmalı. Moğolların hayat tarzı, geleneği ve hayat kaynağı bizden çok farklıymış. Bu evde gece gündüz yer, altın, dünya, hatun, baylık, doğruluk, kötü düşünceler hep mevcut mu? Bu kağan Dünya haritasını göz önüne getirip kimin varlığı çok, kimin toprağı geniş, buna bakarak onların neden varlığı çok, toprağı büyük diye kıskançlık duyuyor mu acaba? Benim toprağım neden onlarınki gibi geniş değil, altın gümüş neden hazinemi dolduramıyor diye düşündüğünde kıskançlık duyuyordur.”

Bavurçuk Art Tekin’e hürmeti için kısa boylu ama şişman bir Noyan önceden hazırlanmış bir ak koyunu bağlayıp önüne getirdi. Bavurçuk Art Tekin koyuna bir baktı. Noyan belindeki eğri bıçağını alıp, koyunun boynunu kesmeden karnını yardı, kıllı elleriyle koyunun yüreğini sıktı ve koyunun vücudundan akan kırmızı kan duruncaya kadar öylece bekledi. Bavurçuk Art Tekin böyle saygı göstermekte olan Kağana tazim etti ve elini göğsüne koyup ihtiram ifadesiyle gülümsedi. İdikut, şimdi canı çıkmış, çok acı çektirilen o koyunu çekip giden kasap Noyanı aç kurta benzetti. Cengizhan bir defa edilen tazimi az bulmuş gibi gene ona bakıp duruyordu. İdikut taç takmış başını olur olmaz bir kez daha eğmiş oldu.

Bavurçuk Art Tekin beklenmedik başka bir olayın şahidi oldu. Cengizhan bir Noyanı sert bir şekilde yanına çağırdı. Çekirdek gözlü, orta boylu Noyan onun önüne geçip diz çöktü.

– Bavurçuk Art Tekin oğluma tazim etsin! Çabuk git, ona söyle! dedi Cengizhan daha da sert bir şekilde.

Bavurçuk Art Tekin Cengizhan’ın baktığı tarafa baktı. O Noyan koşarak ellerini aşağı yukarı sallayıp bir şeyler söyledi. O asker bunu duyunca atını koşturup hemen gitti. Sonra en yüksek tepede oturan Noyan ateş yaktı ve onu yükseklere kaldırdı. Bunun üzerine Cengizhan, Bavurçuk Art Tekin ve Tora Kaya’dan başka herkes diz çöküp, kellesi kesilmiş gibi yere bakarak sessizce durdular.

– Bu sana olan saygıdır! dedi Cengizhan ona gülümseyerek.

– Çok memnunum Kutlu kağanım. Halkınıza aferin! Bundan çok bahtiyarım! diye karşılık verdi Bavurçuk.

Bu kadar ihtiram gösterdikten sonra kağan şimdi ne istiyor! Belki Moğolların töreni öyledir. İdikut gizli bir amaçla yapılmakta olan bu hareketlerin akıbetini bilmiyordu.

Cengizhan beyaz çadır önünde diz çöküp oturan çocuklarıyla İdikut’u tanıştırdı.

– Bu Cucihan! Ferasetli oğlum. Çok kahraman, büyük direğim!

Cuci, yüz derisi buğday renginde olan, şişman, orta boylu, keskin gözlü bir yiğitti. İdikut’a baş eğerek selam verdi.

O, bir şeyler söylemek istedi fakat babasından korktuğu için sustu. İdikut’a hoş bir tavırla bakıyordu. İdikut onun kalbini çözemediği halde onu beğendi. Cuci de İdikut’a sürekli bakıyordu ve “Ya hazret, Bavurçuk Art Tekin denilen büyük insan senmişsin. Ben nice savaşlara katılıp sen gibi parlak yüzlü birisini hiç görmedim. Eninde sonunda babamın eline düşeceksin. Büyük seferde belki karşılaşırız, belki kardeşler gibi sırdaş dost, sohbet arkadaşı oluruz.” diye içinden geçiriyordu.

Kağan içki içip hep sarhoş dolaşan Üketay’a büyük itibar gösterirdi, onu asla kırbaçlamamıştı.

Üketay’ın karakterini kağan iyi biliyordu. Bu yüzden onun iyi kötü yanlarını İdikut’tan hiç gizlemedi.

– Bu Üketay! dedi Cengizhan,

– Kendisi haylaz, tembel, hatunlara düşkün, ama taş gibi sert bir batur. Kandan korkmaz bir yiğit!

Üketay yerinden kımıldamadan Bavurçuk Art Tekin’e sordu.

– İdikut’ta hatunlar var mı?

Bu soru Cengizhan’ın hoşuna gitti. Oğlum doğru söylüyor der gibi İdikut’a baktı.

Bavurçuk Art Tekin dişini sıktı ve bu soruya cevap vermedi. Kağan buna aldırmadı. O hiçbir şey duymamış gibi tanıştırmaya devam etti. Üketay ise evden sallana sallana dışarı çıktı.

– Eğlensin, hâlâ gençtir! dedi Cengizhan oğlunun ayıbını örterek.

– Bu, Çağatay! dedi Cengizhan, İdikut’un dikkatini çekerek,

– Kendisi atik! Yırtıcı! Kartal! Ejderha!

Çağatay bir şeyden incinmiş gibi yere bakarak duruyordu. Babasının kendisini böyle tarif etmesini abartılı buldu ve hiç hoşlanmadı.

Çağatay, Cuci’ya göre biraz uzun boylu, yassı burunlu, çekik gözlü, göz kapağı badem şeklinde olan, dişleri kurt dişleri gibi keskin birisiydi. Bu dişleriyle dudaklarını hep ısırıyordu, böyle bir alışkanlığı vardı.

O, Bavurçuk Art Tekin’e teke tek savaşmaya, intikam almaya gelmiş gibi dik dik bakıyordu. “Devletin babam hayattayken devlettir, bana kalırsa yerle bir edeceğim!” der gibi sık dişleri altındaki dudaklarını kıpırdattı. Bir saniye içinde kağanın ruh hali değişti, bambaşka bir kılığa büründü. İşte bu anda söylemese hiçbir şey olmayan, söylese İdikut’un hoşuna gidip gitmesine itibar etmeyen Çağatay övünüp durdu. Cengizhan onun böyle devam etmesini istiyordu. İdikut bunu fark etti.

– Bu çocuklarımla bulduklarımızı beraber paylaşırız. Bunlara dünyayı da taksim edeceğim. Aldığım devletlerin toprağını bu baturlara eşit olarak taksim edeceğim. Hepsi korku nedir bilmez yiğitler! diyerek Cengizhan istila niyetini belli etmiş oldu.

Bavurçuk Art Tekin, Tora Kaya’ya baktı ve onun yüzünün solduğunu fark etti. “Bu fikre katılmıyorum!” der gibi başını salladı o. İdikut da Cengizhan’ın bu kötü niyetinden kaygı duydu. “Dur Tora Kaya, şimdilik sabredelim, fikirleri dinleyelim. Sonra biz de kendi görüşümüzü ortaya koyarız.” der gibi esrarlı bir şekilde gülümsedi. Ancak bu iki Uygur ejderha vadisine geldiklerini, bu vadi sahibinin Cengizhan olduğunu, ondan kurtuluşun kolay olmadığını sezmişlerdi. Öyleyse onlar da kendilerini ezdirmeden “Bu görüşmeden sonra İdikut kurtulacak, geleceği güzel olacak!” diye düşünerek kendilerine moral verdiler.

– Ama senin düşündüğün gibi değil! dedi Cengizhan, İdikut’un hissettiklerini sezmiş gibi birden,

– Ejderha seni koruma altına alacak, benim hayatta olduğum müddetçe hiç kimse senin İdikut devletine göz dikemez!

Cengizhan’ın her şeyi fark etme, hissetme sezgisine Bavurçuk Art Tekin hayran oldu.

– Atalarının inşa ettiği Beşbalık, Turfan, Karağoca, Astana gibi büyük şehirlerin bir binası bile yıkılmaz. Sana söz veriyorum!

Bu, kağanın yemini idi. Bavurçuk Art Tekin bu söze inandı.

– Aydınlık kalbinizden yansıyan bu açık sözlerinize inanıyorum! diye mukabele etti.

– Sen şimdi benim beşinci evladımsın! diyerek Cengizhan büyük bir sırrını açıkladı, elleriyle İdikut’un omzunu okşayıp onun yüzüne gülümseyerek baktı ve

– İdikutlular benim beşinci ulusum! dedi.

– Güvenilmez adamlara sözüm yok! diyerek Bavurçuk Art Tekin’in omzundan elini indirdi.

– Sen! Sen benim evladımsın! Ciğerimsin! Çocuğumsun! diye tekrarladı.

Bavurçuk Art Tekin kendisinin Cengizhan’ın beşinci evladı, İdikut Devletinin ise onun beşinci devleti olacağını duyunca vücudu ürperdi. “Cengizhan bu sözünde beni koruma altına almayı kast ediyorsa ekmeğime yağ sürmüş olur. Ya böyle değil de bu fikirle beni kandırıp başka yönden başıma iş açarsa peki? Ya bu Moğol bana ve halkıma tuzak kurmuşsa? Hayır, belki böyle bir şey olmayacak. Ben ona inanmaya devam ediyorum değil mi? Kıtan’ın başı gerek dedi, getirdim. Tekrar ona neden inanmayayım? Bu Kağan öyle zorba birisi değil. O, çok zeki ve düşünen bir adam. Ona inancım tamdır.” diye düşündü.

Cengizhan onun düşüncelere daldığını görünce bir iyilik doğduğunu hissetmiş gibi Bavurçuk’u daha sevindiren inandırıcı bir söz söyledi.

– Tangut, Çin ve Kıtanlara hiç merhamet göstermedim. Onlar benim dostlarım değil!

– Kanaatiniz doğru! dedi Bavurçuk Art Tekin,

– Akibetiniz güzel olsun!

– İşte bu kültürlü bir Uygur’un sözüdür! diye karşılık verdi Cengizhan.

Cengizhan’ın sol tarafında Üketay, sağ tarafında Toli oturuyordu. Kapı yanında büyük hatunu Börte Hatun diz çöküp oturdu. Moğol aşçılarının elinden çıkan lezzetli yemekleri Ak Çadırın hizmetkâr kızları getirmeye başladı. Yabani ceylan gibi sahra hayvanlarının etleri büyük tabaklarda getiriliyordu. Bununla beraber kımız, ayran, peynir, mis kokulu kırmızı şarap, karpuz çekirdeklerinden yapılmış Çin şarabı, Türkistan’dan getirilmiş nar, kuru üzüm, ceviz içi, fıstık badem, kuru kavun ile hazırlanmış güzel tabaklar da göz alıcıydı.

6.Noyan: Moğol soyluları, Moğol beyleri
7.Yaratan Tanrı korusun.
₺60,19

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
01 ağustos 2023
ISBN:
978-625-6494-46-6
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre