Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «İdikut Roman», sayfa 6

Yazı tipi:

– Bir elçi vardı, o geldi. Kağan teminat istemiş. Mektubu bu!, Sonra sizin dediğiniz gibi yarın Beşbalık’ta kargaşa çıkacak. Bu işte bizim hataya düşmememiz gerek. Orhun’da Uygur Hanlığı hüküm sürmüştü. Moğol kabileleri Uygurlara dokunmamıştı. Cengizhan kendisi bizi devlet olarak kabul etti. Elçi gönderip dostluk dileğini iletti. Bunun nesi kötü?

– Ben de öyle düşünüyorum! dedi Tora Kaya, – Hakanım! Siz doğru düşünmüşsünüz. Kağanın teminatını yerine getirip onun huzuruna varmak lazım! Attığımız bu adım bence kutsal bir adımdır. Bağımsızlık adımıdır!

– Anlaştık! Kıtan elçisi Şaykım’ı öldüreceğiz! Kim öldürecek! diye sordu İdikut.

– Ben! Ben onun kafasını koparacağım! Bana güvenin cenabı hakan! dedi Tarkan yerinden kalkıp, elini göğsüne koyarak.

– Şaykım’ın kafasını hemen mumyalayın!

– Baş üstüne hakanım!

– Bu kanlı baş vasıtasıyla İdikut meselesine çözüm getiririz!

– Bu aziz vatanımızda ben de yaşıyorum. Vazife büyüktür. Korkmuyorum, gereğini yapacağım!

– Güzel! dedi Bavurçuk Art Tekin. Kaşını çatıp,

– Şaykım’ın başı kesilmezse sizin başınız kesilecek! Önceden uyarmış olayım!

– Başım vatanıma feda olsun! Devleti korumaktan başka yol yok. Fermanınızı canım pahasına yerine getireceğim! Kafasını hiç acı çektirmeden keseceğim! Bunda şek yok. Kargaşa çıkaracak! Bu işin başıma bir bela olacağını da biliyorum. Sizin hiç şüpheniz olmasın! Yaptıklarım ve zaferim sadece vatana olan sevgimden kaynaklanır. Hürriyet güneşi başınızdan eksik olmasın!

Cesur ve inatçı Tarkan’ın bu sözleri karşısında Bavurçuk Art Tekin hiç tereddüt etmedi.

* * *

İdikut devletine müfettiş olarak gönderilen Şaykım, Kıtan hanı Çoruk’un güvenini kazanmış paragöz bir adamdı.

Şaykım, İdikut Devleti’nin Kıtan’a ödeyeceği vergiyi her zaman sıkı denetim altına alıyordu. Son zamanlarda o İdikut’un ödeyeceği üç yüz bin altın, gümüş, iki yüz bin top ipek ve diğer mallar konusunda sorgu başlatmıştı. Daima içki içip sarhoş geziyordu. Geçen sene eşi öldü, Beşbalık’da defnetti. O, kendine İdikutlulardan hiç tehlike gelmez diye düşünüyordu. Bu yüzden kendini yerli zannederdi, bir eş aramak için memleketleri gezdi, dolaştı. Sonunda ince belli, hilal kaşlı bir Uygur kızı Turfan ya da Beşbalık’tan çıkar diye tatlı hayaller kurup bekledi. Uygur kızlarını görmek için her gün tavaf mahalline gider Buda mabedlerini ziyaret ederdi. Ölmüş eşini neden Kıtan’a değil de İdikut toprağına defnetmeyi tercih etti? Bunu sadece kendisi biliyordu. Eşi tanrının bu topraktaki suçlu bir kuluydu, dünyaya geldi, eceli geldiğinde gitti, toprağa gömüldü, o kadar. Eşini toprağa verdiğinde Atay Sali ona taziye bildirdi ve merasimden döndüğünde İdikut’a,

– Gördünüz mü! Kıtan asla beyhude bir iş yapmaz. Bugün biz hoşgörüyle onun eşinin bu toprağa gömülmesine izin verdik. Her yer Tanrının yeridir, olsun, “Eşinin cesedi horlanmasın.” dedik. Erdemliliğimizi gösterdik. Ama aradan zaman geçtikten sonra bir Kıtan çıkıp da “Mezar bizim, toprak da bizim!” diyebilir. Bunu neden düşünmedik?

– Siz neler düşünürsünüz üstadım?

– Onlar, yılları, asırları hesap ediyorlar. Vaziyet onlar için uygun olduğunda “Mezar konuşsun!” diyerek meseleyi hiç tartışmadan halletmek isterler. Bundan hiç şüphem yok!

Uygurların toprağı, dini ve mezarlar hakkında konuşarak yürüdüler.

* * *

Tarkan Bilge Buka, iki dövüşçüyle beraber gece, yarısı kerpiçten yarısı tuğladan yapılmış bir eve geldi. Etrafı yüksek kerpiç damla kuşatılmış, içinde; elma, kayısı, şeftali, armut gibi meyve ağaçlarıyla dolu güzel bir bahçe vardı. Bahçıvan ise Uygur’du. Geniş avlunun kenarında üzüm tevekleri vardı öbür tarafında çeşitli çiçekler yetiştirilmişti. Çiçeklerin güzel kokusu kişiyi rahatlatıyordu. Avluya pencereden mumun soluk ışığı geliyordu. Gece misafiri, avluya kedi gibi sessiz adımla girdi ve boğuk sesiyle Şaykım’ın adını bağırdı.

– Şaykım cenapları!

Evden ses çıkmadı.

– Huzurunuza geldik! Mühim vazife! Acil bir vazife var! Dinliyor musunuz?

Gece misafirleri birer tıkırtı bile duymadı. Öyle olsa da biri kapı yanına geldi, biri kapının arkasına gizlendi.

Tarkan Bilge Kaya onun bu gün hiçbir yere gitmediğini, evinden çıkmadığını biliyordu. Casusları da onun bugün şüpheli bir şey yaptığını görmemişti. Casusların buraya gelip gidip dolaşıp durduğundan kuşku duyan birisi onu “Dikkatli ol!” diye uyarmış mıydı acaba? Bu kadar bağırmalarına rağmen kimse dışarı çıkmadı, çok tuhaf. Casuslar arasında hain var mı? Hayır, mümkün değil! Onlar Sarayın en güvenilir, en güçlü, en iradeli, en kurnaz yiğitlerinden seçilmiştir, onlardan kuşku duymak Tarkan için büyük hata, tehlikeli bir durumdur. Eğer öyle bir hainlik yaşanmışsa Tarkan Bilge Kaya’nın başı belada! Lakin mesele Şaykım’da.

Uzak bir sükûttan sonra pencerenin önünde bir gövde belirdi. Bu gövde bir şeyi fark etmiş gibi hemen bir yana çekildi, kendini gizledi. Gece misafirleri Şaykım’ın evde olduğunu anladı, kuşku ve endişeleri azaldı.

“Uygur dostlarım olmalı!” diye düşündü Şaykım, yavaş yavaş yürürken kadehe şarabı döküp onu bir dikişte içiverdi. “Ooooh! Ne güzel mey bu! İdikut üzümlerinin tadı başka, bu yüzden şarapları da harika! Şimdi Uygur yiğitleri belki beni Mey Bulak meyhanesine götürmek için çağırıyor. Belki de onlar çok sarhoştur. Bu yüzden bir iki defa çağırıp sonra sesleri kesildi.” diye gözlerini oğuşturdu.

Şaykım bu anda kimseden korkmuyordu. “Gecenin bu vaktinde kim olacak?” dedi, kuşkular aklından çıktı. O her zaman olduğu gibi bugün de sarhoştu. Arada bir, “Birisi beni çağırıyor mu? Uygur dostlarım mı, değil mi?” diyor ve sonra her şeyi unutup oturuyordu. “Evet! Kulağıma böyle geliyor olmalı. Yok! Kıtan elçisine tehlike yok!” deyip gene şarap içmeye devam etti. Vakit çok geçti. Beşbalık’ın çerağları eninde sonunda sönmeye başladı. Şaykım kaftanını sürüyerek terliğini çıkartıp koltukaltına kıstırıp öteki odasına girdi. Bu odaya kendisinden başka kimse girmezdi. Bu gizli odada gizli şeyler saklanmıştı. Yeşim taşından yapılan sandık göz kamaştırıcıydı. Onunla beraber samur kürkü, böken boynuzu, elmas, yakut, mavi ve kırmızı ipekler, güllü kumaşlar, baharat, nişadır tuzu ve başka değerli mallar bulunuyordu.

O yeşim taşı sandığın önünde diz çöktü. Kepçe gibi ince uzun-boynuna anahtar asmıştı. O, gümüş anahtarlar geçirdiği mavi renkli ince ipi uzun saçlı başından zorla çıkarttı. Her gün bu sandığı bir defa açıp görmeye alışmıştı, bundan haz duyardı. Hatta bundan dolayı uykusu bile gelmiyordu. Her gün yatağından kalktığında boynundaki anahtarı sağ eline alıp evirip çevirip zevkle bakardı, kalın dudaklarıyla öper, diliyle yalaa, sonra onu koltukaltında saklardı. Böylece o güven bulur, işine güvenle devam ederdi. İşte bugün o eski alışkanlığıyla anahtarını okşayıp duruyordu. Sandığı açtı, sandığın sırrı onun içindeydi, orada altın, işlenmiş küpe, yüzük, bilezik ve gümüş eşyalar vardı. O sessizce fısıldadı. “Bunu cenabı Çoruk’a armağan etsem İdikut devletinde devamlı görev yapabilirim!”

Evet, öyle yapsaydı İdikut’un mallarıyla devamlı olarak Kıtan elçisi olup huzur içinde yaşayabilirdi.

Evet, o bu düşünceyle yaşıyordu. Bu servetlerde kendisinin de payı olduğunu biliyordu.

Dışarıdan çok net bir ses duydu.

– Cenabı Şaykım! Kapıyı açın!

Yabancı bir ses onu endişeye soktu. Sandığı hemen kilitledi. Pencereye baktı, gövdesini gösterdi,

– Kim o? Kimsin sen? diye sordu.

Dışarıdan gene aynı ses,

– Cenabı Şaykım! Size Çoruk cenaplarından mektup var!

Hakanının adını duyunca az önce kapıyı niçin açmadığına pişman oldu.

– Mektup? Kapıyı hemen açacağım! diyerek titreyen elleriyle kapıyı ardına kadar açtı.

– Buyurun! Mektubu bana verin! Nerde mektup? diye bağırdı.

Kapının önünde onun tanımadığı iki uzun boylu delikanlı yere çakılmış bir kazık gibi dimdik duruyordu. Bütün vücudu sarsıldı.

– Ne korkunç adamlarsınız! Cenabı Çoruk’tan mektup getiren siz misiniz?

– Biz! dedi onlar acele etmeden.

– Biz diyen kim? Öğrenebilir miyim? Bu ne hal?

Şaykım, kapının arkasına gizlenen Tarkan Bilge Kaya’yı önüne atlayarak geldiğinde tanıdı.

– Siz misiniz? Buyurun, cenabı Tarkan! Eve buyurun! Gecenin bu vaktinde gelmişsiniz, acil bir şey mi var? Ne yapıyorsunuz Tarkan beyim?

Şaykım çubuk gibi eğilip dokuz defa tazim etti.

– Buyurun! Eve buyurun! diye telaşa kapıldı Şaykım.

– Hayır, girmeyeceğiz! dedi Tarkan bey soğuk ve sert bir üslupla

– Çabuk kıyafet değiştirin!

– Nedenini öğrenebilir miyim cenapları?

– Şimdi hemen memleketinize döneceksiniz. Üç at hazırladım. Bavurçuk Art Tekin’in özel muhafızları da var. Çabuk olun!

Şaykım Tarkan beyin sözüne inandı. Kapıyı kapatıp karanlık avluya çıktı. Çıkarken uzun boylu, garip kıyafetli, yüzünü kapatmış iki yiğidi görünce tüyleri diken diken oldu.

– Cenabı Çoruk’tan gelen mektup nerde? Kim getirdi? Görmem lazım! dedi. Ama burada bir tehlikeli oyun var gibi düşünüp yere bakarak arkasına döndü,

– Bekleyin Tarkan bey! Şimdi yola çıkacak olursam Çoruk cenaplarına az çok armağan götüreyim!

Tarkan Bilge Buka onun odaya girmesine izin vermedi.

– Durun! diye Tarkan o iki yiğidin yanına koşarak geldi.

Şaykım durup, bütün gövdesini arkaya çevirdi. Yiğitler bu fırsatı yakalayıp Şaykım’ın başına siyah bir torba geçirdi. Birisi onu boğazını sıktı, diğeri karnının altına bir yumruk indirdi.

– Hey herif! Aramızda hiçbir kin nefret yokken neden İdikut’a suikast yapmaya kalkıyorsun? dedi Tarkan Bilge Buka. Yalandan kızarak,

– Ben hepsini biliyorum!

– Vay dat! Kurtarın beni! İdikut’a hiç suikast düşünmedim. Yoksa Bavurçuk Art Tekin’in yanına götürün beni! İftira ediyorsunuz cenabı Tarkan! Vay dat! Bavurçuk Art Tekin’e hiçbir zaman suikast düşünmedim!

– Bilirsin, “Tığ yarası iyileşir, dil yarası iyileşmez.”, senin İdikut’a yaptığın gönül azabı affedilemez! diye bağırdı Tarkan

– Öldürün bu bedbahtı !

– Vay dat! diye bağırdı Şaykım. Sesi göklere ulaştı.

– Ayağını öpeyim! Ellerini öpeyim! Ne olur beni affet ağa! Sana canım feda olsun!

Korktuğundan dolayı ölmeden önce canı çıkmış gibi oldu. Duraklayıp bir adım bile atamadı.

– Sen bani koru ey Tanrım! diye bağırarak yalvardı.

– Suçum ne benim? diyerek kaçmaya davrandı.

Yiğitler onun arkasından yetişip biri sırtına hançeri sapladı, o yere düştü. Sonra Tarkan Bilge Buka yiğitlere,

– Başını kesin! dedi öfkeyle.

Şaykım’ın başı kesildi, siyah torbaya kondu, torbanın ağzı sıkıca bağlandı.

– Cesedini parçalayıp çuvala doldurup, götürüp bir yere gömün!

– Çabuk götürün!

Yiğitler denileni yaptı. Cesedi çuvala koyup ata yükleyerek ötede bir yere gömüp hemen döndüler.

– Gömdük! dediler, avluya ok gibi giren yiğitler.

– Güzel! dedi Tarkan Bilge Kaya memnuniyetle.

Tarkan Bilge Kaya, yiğitler dönmeden Şaykım’ın odasına girip araştırarak yeşim taşı sandığı alıp çıkmıştı. At üzerinde oturup yiğitleri bekledi.

– Şaykım’ın başını torbaya koyun! diye emir verdi.

Yiğitler kana bulanmış başı tiksinerek torbaya koydu.

– Sandığı getir! Yavaş! Dikkat et! Sakın elinden yere düşmesin! diyerek, bu uyarılarla bu şahane sandığı kucağına aldı.

– Evi ateşe verin! Anladınız mı?

– Anladık cenabı Tarkan! Biz hazırız!

Onlar buraya gelirken kolza yağı getirip bir avuç samanla birlikte evin arkasına gizlemişti. Bunları aldı, sonra odaya girip bir yatağın üzerine yağ döküp ateş yaktı ve onu kırmızı halının üzerine bıraktı. Halı ağır ağır yanmaya başladı. Şaykım’ın evi uzun süre yandı. Sabahleyin komşular bu faciayı Şaykım’ın kabahati olarak gördü.

– Çok şarap içiyordu, yanarak ölmüş bu herif! diyerek, yanan eve baktılar, ona zerre kadar acımadılar, cesedini hiç aramadılar.

O gece Tarkan Bilge Buka Beşbalık sarayının İç kapısı önünde durup attan indi. Kapı beyi çıktı.

– Kim? diye durdurdu.

– He!… Siz mi?

– Benim! Gözün kör mü senin!

– Cenabı Bavurçuk Art Tekin sizi bekliyor!

Tarkan Bilge Kaya memnuniyetle İdikut’un huzuruna girdi, eğilip tazim etti.

– Her şey yolunda mı? Getirdin mi? diye sordu Bavurçuk.

– İşte bu! Torbayı İdikut’un önüne usulca bıraktı

– Kıtan elçisi Şaykım’ın başı!

İdikut, Tarkan’a bu iş için iltifat etmedi. Ama Tarkan, İdikut’un böyle soğuk bakışını, esrarengiz bir edayla duruşunu hiç beklemiyordu.

– Bu defa da elin kana bulaştı! dedi İdikut kaşlarını çatıp.

Tarkan Bilge Kaya, “Ölmüş Yağma Buğra’yı kafama kaktığına bak! Bu haramzade muhakkak bir gün benden intikam alacak. Ben Kıtan’ın kafasını koparmış olsam, sarı arı, kıllı arı, kırmızı arı, kabak arı Cengizhan senin başını kesecek, göreceğiz! Senin bana karşı kötü niyetli olduğunun farkındayım. Seni kandırıp Cengizhan’a dost bol diyerek destek vermem gerekir. Baban İyen Tömür’ün kafasını karıştırmayı nasıl başarmışsam, sana da yapacaklarım var!” dedi içinden.

– Sizin emrinize binaen yaptım cenabı kutlu Hakanım! dedi güvenle.

– Evet, elim kan! Sizin Tarkanlarınızın eli de kan!

Derken saraya Atay Sali girdi.

– Başı olan baş eğer! diyerek başını eğdi

– Dizi olan diz çöker! diyerek Atay Sali diz çöküp selam verdi.

Atay Sali’nin sağ tarafında Tarkan Bilge Kaya baş eğip duruyordu, önünde kana bulanmış torba vardı.

– Bu Kıtan elçisi Şaykım’ın başı. Cengizhan’ın istediği teminat.

– Kim öldürdü? diye sordu Atay Sali.

– Elbette babam ve benim Tarkanım! Eli kanlı adam! Emir istek benden. Teşebbüs Tarkan’dan oldu!

– Ben kutlu Bavurçuk Art Tekin’in emrini yaptım!

– Benim geçmişim çok temiz, Cenabı Tarkan Bilge Kaya! dedi. İdikut geçmişi hatırlatıp

– İdikut İyen Tömür, sizin razı olmadığınız hiçbir şeye acil tedbir alamıyordu, hiçbir ferman veremiyordu, hiçbir hüküm çıkaramıyordu. Doğruyu söylemeniz lazım. Bunu siz iyi bilirsiniz Tarkan!

– Evet, biliyorum! diye cevap verdi Tarkan.

– Yağma Buğra’yı kim öldürdü?

– İyen Tömür! İdikut! Yağma Buğra’nın ruhu buna şahittir. Başka şahit yok!

– Tatatunga’yı ben gördüm, ben şahidim! dedi Atay Sali öfkelenip.

– İnanmıyorum! Kimi? Tatatunga’yı mı diyorsunuz? Yalan! Sanki onun için mezar kazmış gibi söylüyorsunuz, Budaların atası!

Atay Sali’nin gözleri parladı.

– Ya eğer hayattaysa? Onu ben gördüysem size de onu görmek nasip olacak. O, bugün Cengizhan’ın hazinedarı, sarayın bir tek kâtibi, hattatı!

– İnanmam! Siz Buda Tanrılarımızı kandırıyorsunuz! Ölenlerin ruhu ölmez. Belki siz onun ruhunu gördünüz!

Bavurçuk Art Tekin kesin bir ifadeyle,

– Ben Cengizhan’ın huzuruna gideceğim. Bu başı üstadım Atay Sali, mabedde biraz saklasın. İki gün sonra büyük bir yolculuğa çıkacağım. Belki Tatatunga’yı görebilirim. Döndükten sonra iş bambaşka olacak.

Tarkan Bilge Kaya kendi gayretiyle ayakta durdu. Yeşim taşıyla süslenmiş küçük sandığı Bavurçuk Art Tekin’in önüne koydu ve yavaşça açtı.

– Cengizhan ağanıza armağan! dedi. Yüzü bembeyaz kesildi, dudaklarını ısırdı, dişlerini sıktı.

– Batı Kıtan hanı Çoruk’a nasıl haber vereceğiz? diye sordu Tarkan Bilge Kaya. Sonra konuyu değiştirip

– Cengizhan’la anlaşma yapmadan önce Çoruk Han gazaptan size saldırsa ne olacak?

– Diyeceksiniz ki! “Muhterem Çoruk, İdikut devletimize gönderdiğiniz müfettişiniz Şaykım’ı biz öldürdük. Cengizhan’la anlaşma imzaladık! diye haber gönderin.”

– Baş üstüne hakanım, baş üstüne! dedi Tarkan ve bu olaylar hakkında Çoruk’a biraz bilgi iletmek için acele etti. Çünkü Tarkan Bey işte bu vaziyetten yararlanmayı niyetine aldı. “Bavurçuk Art Tekin’le Çoruk savaşa girer mi?” diye düşündü ve bu haberi görevli askerlere acilen bildirmek istedi. Saraydan çıkınca askerlerin hanesine hemen girdi ve uzun boylu, ince bıyıklı bir yiğide şöyle dedi

– Şimdi hemen yola çıkacaksın! At hazır!

– Nereye gideceğim?

– Nereye mi diyorsun? Mutlu ol! Kıtan hanlığına! Çok hızlı koşan bir ata bineceksin!

– Ne haber iletmem gerek?

– Kıtan elçisi Şaykım’ı Bavurçuk Art Tekin öldürdü, başını Cengizhan’a gönderdi diyeceksin!

Asker biraz korktu.

– Ya beni öldürürse? Bavurçuk Art Tekin gibi büyük zat nasıl öldürmüş onu?

– Bu Bavurçuk Art Tekin’in fermanı. Gidemem dersen şimdi seni ben öldüreceğim! Gevezelenmeden çabuk git, vazifeni yap. Belki Kıtanlar seni öldürmez!

– Neden beyhude ölmem gerek? Olsun! Gideyim o zaman!” diye mecburen razı oldu.

– Evet! İşte bu erkek tavrıdır!

Ertesi gün haberci askerler Kıtan’a doğru hareket etti.

* * *

Bavurçuk Art Tekin büyük hazırlıklarla Cengizhan’ın huzuruna gitmek üzereyken Tarkan Bilge Kaya ona kötü bir haber getirdi. Ama Tarkan bundan memnundu.

– Gönderdiğiniz askeri, yani Beşbalık’tan giden askeri Çoruk Han öldürmüş, kellesini kesip, atının kuyruğuna bağlayarak salıvermiş!

– Vay! Bu ne vahşet! dedi İdikut. Tarkan onun Çoruk Hana duyduğu nefreti hissetti, Kıtan’ı kötülemeye başladı. Ama içinden Çoruk’un bu hareketini destekliyordu. İdikut onun içindeki bu karanlığı hâlâ tam keşfedememişti.

– Çoruk Hanın bu kadar aptal olmasını anlayamadım! Askeri neden öldürmüş? Onun suçu ne? Vay ahmak! İntikamını almış sanki! Askerle elçiyi fark edememiş o pis herif! Olsun! Olacak iş olmuş! Ben Kıtan’dan yüz çevirdim. Kıtan, İdikut devletinin düşmanıdır! Şimdi siz, Cengizhan’a götürülecek armağanları hazırlayın!

– Baş üstüne cenabı hakan! diyerek Tarkan dönüp saraydan çıktı.

Bavurçuk Art Tekin onun arkasından

– Sönük suratta sönük vicdan olur, maksadını biliyorum! dedi surat asıp, – Yer altında yılan yürüse bile sesini duyabilen adamsın! diye fısıldadı.

Bavurçuk Art Tekin saraydaki özel bir odaya girdi. Bu odada altın işlemeli bir Buda vardı. O böyle yoğun, telaşlı zamanlarda bu Budaya secde ederdi. Şimdi de bu Budaya dua etti.

– Bana iyilik yap, beni koru! Cengizhan’ın kalbini aydınlat! Uygur’la Moğol’un kaderi sıkı bağlansın! Ey Tanrım! Uygur toprağı Cengizhan’ın atlarının ayağı altında kalmasın! Uygur’u rızıksız bırakma! Halkımı ağır azap ve külfetlerde bırakma! Sözümü duyuyorsun, yalnız sana güvenirim ve dayanırım! Sen büyüksün! Bana güç ver. Beni azdırma! Savaştırma! Sana inanırım!

Buda öylece susup duruyordu. Birisi bu sessizliği bozup kapıyı yavaş açtı. Bavurçuk Art Tekin başını çevirip baktı. Gelen Tarkan Bilge Buka’ ydı. Söze başladı, – Ne zaman yola çıkacaksınız hakanım? diye eğilip sordu.

– Sizin için önemli mi Tarkanım?

– Evet, önemli!

– Hazırlık nasıl?

– Hepsi tamam! Hazineyi topladık, bağladık, paketledik! Sizi bekliyoruz! Cengizhan’ı endişeden bir an önce kurtarmak gerek! diye hakanın dikkatini çekmeye çalıştı

– Siz çabuk hareket edin, Cengizhan’a yardım gerek! Sizi bekliyor. Siz, kimseden yardımını esirgemeyen şevketli, cesur, cömert bir zatsınız. İnanıyorum ki bu işleri yapmak suretiyle en merhametli İdikut olacaksınız?!

Tarkan Bilge Buka, İdikut’u böyle övse de Bavurçuk Art Tekin sabredip sordu,

– Ya bu işler başımıza bir dert açarsa! Eğer çözülemeyen bir dert ve sıkıntıyı bana tavsiye ediyorsanız boğazınız kesilir!

Tarkan Bilge Kaya kedi gibi yumduğu gözünü açıp birdenbire kahkaha attı ve durdu,

– Boynuma ilmek saldığınızın farkındayım. Boynumdaki ipi kendiniz çekin. Sizin elinizden ölmeye razıyım! Hayattaysam sözümün doğruluğunu bilip aferin diye omzumu tıpışlayacak bir an yakında gelecek. Her ikimizin dini Buda, dilimiz bir, ben de Budaya taparım. Hey vefasız dünya! Ben bu Moğol-Uygur ilişkilerinde size bir zarar gelmesinden endişe ediyorum. Hayatta kısas vardır, kötü maksat vardır, suikast vardır! Tanrı sizi bu felaketlerden uzak kılsın! Hiçbir zaman mağlup olmayın! Siz bir kılıçsınız! Cengizhan da bir kılıç! İki kılıç bir kına asla sığmaz! Sığsa da kılıf yırtılır! Taç sahibi, hâkim olan büyük İdikutum! Gitmeme izin verin! dedi.

– Buyurun Tarkanım!

Bavurçuk Art Tekin’in suratı hâlâ asıktı. Tarkan bunu görünce tedirgin oldu ve

– Yanlış söylemişsem Buda Tanrıya tövbe ederim. Saltanatınız büyük, hanlığınız ebedi olsun! dedi ve saraydan çıktı.

– Bu adamın kılıç gibi keskin bir dili var, onu kesmek lazım! diye düşündü Bavurçuk Art Tekin. Tarkanın çıktığı kapıya bakarak, – Sözün hiledir, yüzün kansız, gözün aldatıcı, şeytanı kandıran bir sihirbazsın. Senin gibi zalimden vefa beklemem. Babamın beynini yıkayıp beni Kıtan’a rehine olarak gönderdiğin aklına geldi değil mi? Maksadına ulaşamazsın! Yağma Buğra ile Tatatunga’yı sürgün edip hiçbir şey olmamış gibi yaşamana bak! dedi öfkeyle.

Bavurçuk Art Tekin yolculuk hazırlıklarını görmek için dışarı çıktı. Öyle ki, Tarkan’ın sözünden sonra demir yutmuş gibi rahatsız oluyordu. Yüreği ağrıyor, içi bunalıyordu.

O, sabah ve akşamın gelini güzel aya baktı. İki üç gün sükûnet çöktü. Geceleri sakin geçti, gözü dönük, suratı sönüktü. Kimseye sırrını vermedi, soğukkanlı oldu. “Tarkan ‘Buza yaslanma, düşmana sığınma. Kuş buğdaya sığınır.’ diyerek saman altından su yürütüp, halk arasına bir fitne sokuyor olmalı. Benim tevekkülle gayret gösterdiğimi, tevekkül diye adım attığımı halk belki anlayamayacak. Evet! Uygur’umun geleceğini düşünerek yapmakta olduğum bu işleri Buda Tanrım bilse yeter!” diye kendini teselli etti.

O altın kafesi olan evine doğru yürüdü. Onun arkasından yakışıklı, keskin gözlü bir kişi geliyordu. Beline gümüş kabzalı kılıç, omzunda ok, yay ve yedi ok konulan sadak asan atlı kişi Bavurçuk Art Tekin’in yaveri Tora Kaya idi. Bavurçuk Art Tekin gümüş gemli atının başını çekip durdurmadı. Şu anda iki at beraber gidiyordu. Beşbalık rüzgârı, arada bir sıcaklığı düşürüyordu.

– Hazırlıklar nasıl gidiyor? diye sordu İdikut.

– Düşündüğünüz ve buyurduğunuz gibi!

– Söyleyin bakalım Tora Kaya cenapları! Biz acele edip acemilik mi yapıyoruz?

Tora Kaya bu sözün mesajını anladı.

– Hayır! Önünüzde zikzaklı yollar, dar geçitler, dağ tepeler, engeller olacak tabii, “Eski düşman dost olmaz, eteği kessen kol olmaz.” sözünde olduğu gibi, eğer iki taraf bir birini düşman saymazsa işin başlangıcı iyi olacak.

– Ben Cengizhan’ı düşman olarak görmüyorum! dedi İdikut içtenlikle.

– Cengizhan da sizi dost görmüş olmalı, Cenabı hakanım! Siz, vatan ve gelecek nesiller için cesur bir adım attınız!

Bavurçuk Art Tekin kendini iyi hissetti.

– Gökteki yıldızlar yolunuzu aydınlatsın! Yıldızınız sönmesin! Kaldı ki vatana zarar gelmesin!

– İdikut Devletinin bağımsızlığı için zarar görürsek görelim! dedi Bavurçuk Art Tekin, kararlılıkla. Sonra biraz düşündü

– Dünyadan çekilmek bu dünyayı tamamıyla terk etmek anlamına gelmez, değil mi? dedi.

İdikut’un başka çaresinin olmadığını Tora Kaya biliyordu.

– Başka çare, başka yol yok! Başka menzil görünmüyor! dedi Tora Kaya, İdikut’a moral vermek için, – Cengizhan’ı kızdırmayın. Onun eteğinden tutmamız iyi olur.

İnsan gevheri kabiliyettir. Sizin de büyük işlere muktedir olduğunuza inanıyorum! dedi.

Bavurçuk Art Tekin ona memnuniyetle baktı.

– İyiye bakıp tefekkür et, kötüye bakıp şükret! dedi Bavurçuk Art Tekin bu sohbetlerden memnun,

– Filhakika, sözlerin doğrudur!

İyi arkadaş, samimi dost olan bu iki cesur, azametli insan bir birine destek verdi, ama bundan sonra ne olacağını, ülkeye ne felaketler, başlarına ne belalar geleceğini tam olarak bilemiyordu.

Bu uzun boylu yakışıklı yiğitler Beşbalık kırlarına gidip at koşturdu, dinlendi ve sonra evlerine döndü.

– Buraya gelin! dedi Bavurçuk Art Tekin. Tora Kaya atını koşturup İdikut’un yanına geldi.

– Cengizhan’a nasıl armağanlar götürürüz? Aklınızda bir şeyler var mı?

– Evet! Hepsi aklımda! dedi Tora Kaya ve onları tek tek saymaya başladı.

– Armağanlar için kervanlar tahsis edildi. Yük taşıyacak beş yüz deve, üç yüzden fazla yeşim taşı, kırk çeşit nişadır tuzu, binlerce top yün kumaş götüreceğiz. Yeşim taşıyla süslenen eyer ve gemler de var. Atların sayısınca gümüş tabaklar, güllü kumaştan yapılmış geniş kaftan, altın kemerler var. Kağanın Börte adlı hatununa yüz çeşit giysi, üç yüz tane gümüşten yapılan kâse, çocuklarına birer eyerli at hazırlandı. Bununla birlikte elmas, güzel kokulu eşyalar, inci, ak şahin, akrep, baharat ham maddeleri, kulan derisi, at derisinden işlenmiş kürklü kaftanlar var. Büyük oğlu Cuci’ye kürk giysiler, terlik, yakutlarla süslenen kemerler, böken boynuzu, kırmızı tuz, güllü kumaş, pamuk ve yün kumaş, ipek, Tibet öküzü kuyruğu götüreceğiz. Eşyalar yüklenmiş at ve develer yola çıkmamızı bekliyor!

– Güzel! dedi İdikut memnuniyetini ifade edip,

– Büyük bir iş başarmışsınız. Ben Şaykım’ın mumyalanan başını götürürüm! Yine de bir tane dökme demir gürz ekleyin. Bu defa yolculuğumda Cengizhan’ın kılıcını bir deneyeyim bakalım! dedi ve güldü.

Tora Kaya bu tebessüme katıldı.

– Belki Cengizhan sizinle karşılaşmanın başka bir yolunu bulmuştur.

– Elbette, doğru. Tora Kaya cenapları, siz de denemeyi seviyorsunuz değil mi? Karşılaşmaya hazırlık yaptınız değil mi? Cengizhan’ın canını biraz sıkmayı düşünüyorum!

– Aferin! Aferin! dedi Tora Kaya ona gülen nazarla bakıp.

Bavurçuk, Beşbalık’ta doğmuştu. Moğolca, Çince, Tibetçe biliyordu. Bu yüzden bu yolculuğunda tercüman bulundurmayı düşünmedi.

– Bana tercüman gerekmez. Moğolcayı biliyorum! dedi İdikut güvenle, – Yarın sarayda sizin vesilenizle ziyafet olacak. Tercümanı çağırmayasınız. Sarayda Atay Sali, Bulad Kaya, siz ve Tarkan Bilge Buka bulunsun! diye ekledi.

– Baş üstüne hakanım! Fermanınızı hemen yerine getireceğim! dedi ve ikisi iki tarafa gitti.

* * *

Bavurçuk Art Tekin’i Aygümüş Melike bekliyordu. İdikut’un önüne yakut fincanlar kondu. Aygümüş Melike gümüş demlikte demlenen çayı mutlu bakışlarıyla fincana döktü. İdikut, mutfakta pişirilen çeşitli yemeklerin güzel kokusunu aldı. Melikeye baktı, “Güzel yüzlü kadın! Melikeler olsa olsa böyle güzel olur! İşte nezaket, işte letafet!” diye içinden geçirdi. İnce sedef gibi dişleri, kırmızı çiçek gibi dudakları arasından parlıyordu. Bu dudaklar İdikut’u kendine çekti. Melike güzelliği yanında akıllı ve gururlu kadındı. Bavurçuk Art Tekin, Melikenin yönetim işlerine hiç karışmamasını; bir insan olarak hoş görülü, ağır başlı olmasını, nefsini terbiye edip hiçbir iş görmemiş gibi yaşamasını emrederdi. “Alışmış gönül tutuşsa da yanmaz.” sözündeki gibi Melike Bavurçuk Art Tekin’in bir saniye olsa da yanından ayrılmasına tahammül edemiyordu. İşte mesele bu idi. İdikut, Melikeye tekrar bakarak çay içiyordu. O, sarayda yaşanmakta olan işleri, Cengizhan’a neler armağan edeceğini Melike’ye anlatmayı istemedi. Ama kısa süre sonra Melike’den ayrılacağını söylemeden edemedi.

– İki gün sonra yola çıkacağım Melike’m!

Melike bir şey söylemeden parlak gözlerini sessizce İdikut’a dikti. Önce hiç üzülmedi. Biraz sonra yüzü değişti ve gözlerinde yaş belirdi. Ama yine de sabretti. Yolculuk nereye diye sormadı.

– Size iyi yolculuk diliyorum! dedi Melike dantelli başörtüsünü sedef gibi dişleriyle ısırarak.

– At izleri ve tezekleriyle dolu kırlara yolculuk edeceksiniz galiba? dedi endişelenerek.

– Evet, öyle bir mekâna gideceğiz! Cengizhan Baturun huzuruna gideceğim!

– Affedersin sevgilim! Bu sözü söyleyen dilim kesilsin, dişlerim kırılsın!

İdikut, Melikenin çekici bir afallayışını, sevimli hüzünlerini gördü.

– Oraya sığınmak için gitmiyorum melikem! dedi yumuşak bir biçimde, – Gönlünde şek şüphe olmasın!

İdikut’un bu sözleri Melikenin perişan gönlünü sakinleştirdi.

– Ben yemek getireyim! diyerek Melike mutfağa gitti, gül tabaklarda yemek ve meyveler getirip masaya dizdi.

– Buyurun, çok acıktınız belki! dedi Melike.

– Ya sen! Yemeyecek misin? dedi İdikut tebessümle.

– Ben! Size baksam yeter, kalbim aydınlanır!

– Öyleyse Melikem hiçbir şey yapmadan gece gündüz yanınızda oturayım! diye güldü İdikut.

– İyi olurdu! Emin olurdum!

– Ebedî beraber yaşayacağız!

Melike kalkıp eşinin sıcak ellerini tutarak ateşlenen yüzüne usulca yaklaştırdı, heyecanlandı. Eşi onun siyah saçlarını okşadı.

– Yüreğin hızlı çarpıyor, benden endişe mi ediyorsun?

– Endişem kaygım yok! Mutluluk anında yüreğim beni dinlemiyor, çırpınıyor. Nefsim, mutluluğum, özgürlüğüm sizin elinizde. Dileğim sizi şeytan azdırmasın!

Bavurçuk Art Tekin hassas eşinin esrarengiz tebessümünden bir endişe sezdi.

– Gönül sırrını bana ayan eyle, yoksa sana bakıp ben de üzülürüm!

Melike yarı açık dudaklarını beyaz inci dişleriyle “Ne yazık ki Cengizhan zamanında doğmuşuz!” der gibi ısırdı.

– İkimizi Cengizhan ayırmasın diyorum! Endişem budur. Düşüncem de budur!

Bavurçuk Art Tekin kırmızı halının yukarısında asılı bir eski dutarı5 eline aldı.

– Vay be! Ne güzel! O güzel sesinizi bir dinleyeyim! Hayatımın efendisi, hakanım benim! diyerek çok sevindi Melike,

– Duygu kapılarını açıp hayata güzellik katan bir müzik sesini çok özlemiştim. Şimdi dileğim gerçek oluverdi! Ne güzel! Gönlümün baharı, buyurun sizi dinliyorum!

Bavurçuk Art Tekin, dutarı ezgin bir melodiyle çaldı, inletti, ağlattı, sonra müziği hüzünden kurtardı, durdu. Dutarı halı üzerine usulca koydu. Melikenin elinden tutup güllü kumaş ve atlasla örtülen yataklar, gömme dolaptan alınan yün yastıklar üzerine çekti, öptü ve yatırdı…

– Kusmayin bugün yine gelmedi! dedi Melike ipek gibi yumuşak saçını parmakları arısına alıp,

– Onun evi mağaralardır, yakışıklı bir yiğit olarak gelişiyor. Karakteri size benziyor. Kendi odasını hep unutuyor. Av avlamayı çok seviyor!

– Onu kendisine bırak! Bence o ok atmaya ve okumaya çok meraklı.

– Orası öyle! Ama yüksek dağlardan korkuyorum!

– Oğlumuz korkmuyor da sen neden korkuyorsun ki?

– Endişe ediyorum… Ama o gayretli, cesur birisi!

– İradeli, azametli olmak kolay değil. O eğer İdikut askerlerine katılıp sınırımızı korumak isteseydi bundan memnun olurdum!

– İstiyor! Ben çok defa duymuştum!

– İzi takip et! Bul! Yola düş! diyerek bir telaşla gittikçe büyüyor. Ama güzel çağlarının hızlı geçmekte olduğunu fark edince mutlulukları bir anda kaybolmuş gibi hüzünlü bir suratla eve geliyor.

– Yeter ki Babam Cengizhan’a aldanmasın diye yanıma gelip diz çökerek oturup benimle konuşuyor.

Ay çıktığında gecenin sessizliği daha da artmış gibi oldu. Melike saçları çözülmüş ve yastıklara dağılmış bir halde uyuyakaldı.

İdikut, eşinin güzel yüzüne sevgiyle uzun uzun bakarak oturdu. Avluya çıktı. Geniş üzüm tevekleri altında yürüdü. Çeşitli çiçeklerin hoş kokuları gönlünü ferahlattı.

Sarayın dış ve iç kapıları sonuna kadar genişçe açıldı. İdikut beyleri önceden anlaşmış gibi bir birinin arkasından giriyordu. Bavurçuk Art Tekin de hoş bir surette rahat adımlarla saraya geldi. Beyler onu görünce yerlerinden hemen kalktılar, ellerini göğüslerine koyup baş eğip ihtiramlarını ifade ettiler. İdikut tahtına geçtikten sonra onlar oturdular ve hep birlikte İdikut’a baktılar.

İdikut,

– Bugün yüce halkım için yolculuğa çıkıyorum. Tanrım büyük ve her şeye kadirdir. İstikametim halkıma dönüktür. Halk için kurban olmaya hazırım. Halkım benim saadetim ve onurumdur. Bu yolculuğum halkım içindir! diye hararetli bir konuşma yaptı

– Kıtan’ın başı elimde, onu Cengizhan’a armağan etmem lazım. Rüyamda bile görmediğim kağanın huzuruna gitme zamanı geldi.

– Ne kadar çabuk olursak o kadar iyidir! dedi Atay Sali.

5.İki telli çalgı, enstrüman
₺60,19

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
01 ağustos 2023
ISBN:
978-625-6494-46-6
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre