Kitabı oku: «Üç Silahşörler», sayfa 7
10
17. Yüzyılda Bir Fare Kapanı
Fare kapanı yakın zamanda icat edilmiş bir şey değil. Toplumlar geliştikçe polisliği icat ettiler. Polisler de fare kapanını…
Jerusalem Caddesi argosunu bilmeyen okuyucular için fare kapanını açıklamak gerek.
Herhangi bir evde, herhangi bir suçtan dolayı biri tutuklandığında bu tutuklama gizli tutulur. Daha sonra dört beş kişilik bir ekip evde pusu kurar ve kapı çalan herkese açılır, içeri girenler tutuklanır. Böylece eve giren hemen herkes yakalanmış olur. Buna fare kapanı denir.
Mösyö Bonacieux’nın evi de fare kapanına dönüştürüldüğünden eve giren herkes Kardinal’in adamları tarafından sorgulandı. Dartanyan’ın evinin bulunduğu birinci kata çıkan ayrı bir koridor olduğundan delikanlının misafirleri bu uygulamadan muaftı.
Ayrıca onun evine ciddi araştırmalar ve sorgulamalar yaptıkları hâlde sonuç alamayan silahşorler dışında gelen kimse yoktu. Athos’un, Mösyö Treville’e sorular soracak kadar ileri gitmesi, silahşorünün sessizliğini bilen komutan için hayret uyandıran bir şeydi. Ancak Treville bir şey bilmiyordu. Bildiği tek şey onları en son gördüğünde Kardinal düşünceli, Kral endişeliydi. Kraliçe’nin gözlerindeki kızarıklık ise uykusuz olduğuna ya da ağladığına işaret ediyordu. Fakat bu durum, evlendiğinden beri iyi uyuyamayan ve çok ağlayan Kraliçe için şaşırtıcı bir durum değildi.
Treville, Athos’tan, ne olursa olsun Kral’a karşı görevini ihmal etmemesini ve bu isteğini arkadaşlarına da bildirmesini rica etti.
Dartanyan’a gelince, evinden ayrılmadı. Odasını âdeta bir gözlemevine çevirdi. Evine gelen bütün ziyaretçileri pencereden görebiliyordu. Aşağıdaki odada gerçekleşen sorgulamaları daha rahat dinleyebilmek için zemindeki tahta kalası çıkarmıştı.
Tahkikat, tutuklanan kişinin üzerinin aranmasının akabinde sorulan şu gibi sorularla devam ediyordu.
“Madam Bonacieux size, kocasına ya da başka birine verilecek bir şey emanet etti mi? Size söyledikleri bir sır var mı?”
“Eğer ellerinde bir şey olsaydı insanları bu şekilde sorgulamazlardı.” dedi Dartanyan kendi kendine.
“Peki ne bilmek istiyorlar? Buckingham dükünün Paris’te olup olmadığını, Kraliçe’yle görüşüp görüşmediğini neden bilmek istiyorlar?”
Dartanyan duydukları üzerine ihtimal dışı olmayan bu fikre odaklandı.
Bu arada fare kapanı operasyonu devam etmekteydi. Dartanyan da aynı şekilde tetikteydi.
Zavallı Bonacieux’un tutuklanmasından sonraki günün akşamında, Athos, Treville’la konuşmak üzere Dartanyan’ın evinden ayrıldığında saat henüz dokuzken ve Planchet efendisinin yatağını hazırlarken kapı çalındı. Kapı derhâl açıldı ve kapandı. Biri fare kapanına kapılmıştı.
Dartanyan, zemine koşarak derhâl dinlemeye koyuldu.
Bağrışmaları inlemeler takip etti. Biri zapt edilmeye çalışılıyordu. Soru sorulmadı.
“Lanet olsun!” dedi Dartanyan kendi kendine. “Bu bir kadına benziyor. Üzerini aramalarına direnince zor kullanıyorlar. Alçaklar!”
Bütün ihtiyatlılığına rağmen aşağıya inmemek için kendini zor tuttu delikanlı.
“Size bu evin hanımı olduğumu söylüyorum beyler! Size Madam Bonacieux olduğumu söylüyorum. Ben Kraliçe’ye aidim.” diye haykırıyordu zavallı kadın.
“Madam Bonacieux!” diye söylendi Dartanyan. “Herkesin aradığı şeyi bulabilecek kadar şanslı mıyım acaba?”
Sesi gittikçe daha belirsiz gelmeye başladı. Bir patırtı koptu. Bir kadın dört erkeğe ne kadar direnebilirse o kadar direniyordu kurban.
“Pardon, beyler! Par…” diye mırıldandı. Anlaşılmaz sesler çıkarıyordu kadın.
“Onu bağlıyorlar, onu götürecekler!” diye bağırdı Dartanyan kendi kendine zeminden kalkarken. “Kılıcım! İyi, yanımdaymış. Planchet!”
“Buyrun mösyö.”
“Git ve Athos, Porthos, Aramis’i bul. İçlerinden biri mutlaka evdedir. Belki üçü de evdedir. Silahlarını alıp buraya gelmelerini söyle. Hadi koş! Ah, Athos, Mösyö de Treville’in yanına gitmişti…”
“Peki siz mösyö, siz nereye gidiyorsunuz?”
“Ben pencereden ineceğim. Daha çabuk olmak için!” diye bağırdı Dartanyan. “Parkeleri yerine koy, yeri süpür ve kapıdan çık. Dediğim gibi koş!”
“Ah, mösyö! Mösyö! Kendinizi öldüreceksiniz!” diye bağırdı Planchet.
“Ağzını topla, seni ahmak!” dedi Dartanyan. Pencere kenarından dikkatle inerken. Şansına ev yüksekte değildi ve kendine zarar vermeden inmeyi başardı.
Daha sonra derhâl kapıya koştu ve kendi kendine, “Fare kapanına gireceğim. Ama böyle bir fareye bulaşacak kedilere acırım.”
Delikanlının kapıya vurmasıyla birlikte gürültü kesildi ve kapı açıldı. Dartanyan kılıcını çekmiş vaziyette Mösyö Bonacieux’un evine daldı.
Bunun üzerine Bonacieux’un talihsiz evinde yaşayanlar, komşular ile birlikte çığlıklar, kılıç sesleri işittiler. Mobilyalar parçalanıyordu. Gürültü üzerine pencerelerine koşanlar siyah giyen dört adamın kapıdan çıktığını değil, korkak kargalar misali kaçtığını gördüler. Zemine ve mobilyalara tüylerini yani pelerinlerinden parçalar bırakarak kaçtılar hem de. Dartanyan çok fazla zorlanmadan onları yenmeyi başarmıştı. Çünkü içlerinden sadece biri silahlıydı, o da kendini üstünkörü savunmuştu. Diğer üçü Dartanyan’a sandalyeler, tabureler ve kap kacakla saldırmış olsalar da Gaskonlunun kılıcıyla attığı bir kaç çizik onları korkutmaya yetmişti. Mağlup olmaları için o dakika yeterli olmuştu. Dartanyan muharebe alanının galibiydi.
İsyanlara ve kargaşaya alışkın Parislilere özgü bir soğukkanlılıkla pencereye koşan komşular siyah giyinmiş dört adamın kaçtığını görür görmez pencerelerini kapattılar. İçgüdüleri olayın sonuçlandığını söylüyordu ve vakit geç olmaya başlamıştı. O zamanlar, tıpkı şimdi olduğu gibi, Lüksemburg Mahallesi sakinleri erkenden yatmaya giderlerdi.
Madame Bonacieux ile baş başa kalan Dartanyan, kadına döndü. Zavallı bıraktıkları gibiydi, koltukta yarı baygın yatıyordu. Dartanyan hızlı bir bakışla kadını inceledi.
Yirmi beş – yirmi altı yaşlarında hoş bir kadın olan Madame Bonacieux siyah saçlı ve mavi gözlüydü. Hafif kalkık burunluydu ve teni mermer misali beyazdı. Yine de kendisini bir hanımefendiden ayıran bazı özellikleri göze çarpıyordu. Beyaz elleri pek narin değildi. Ayakları ise soylu bir kadınınkine benzemiyordu. Bahtına Dartanyan bu incelikleri henüz tanımıyordu.
Dartanyan kadını incelediği sırada yerde gördüğü patiska mendili alışkanlığı üzere aldı. Aramis’in nerdeyse boğazını kesmesine sebep olan armayı tanıyıverdi.
Delikanlı artık üzerinde arma olan mendillere karşı tedbirli davranmaya başlamıştı. Bu sebepten mendili Madame Bonacieux’un cebine koydu.
O sırada kendine gelen Madame Bonacieux gözlerini açtı ve korkuyla etrafına bakındı. Evin boş olduğunu ve kurtarıcısıyla baş başa olduğunu fark edince de gülümseyerek elini uzattı. Dünyanın en tatlı gülüşüne sahipti.
“Ah, mösyö!” dedi. “Beni kurtardınız, müsaade edin size teşekkür edeyim.”
“Madam!” dedi Dartanyan. “Benim yerimde hangi beyefendi olsa aynısını yapardı. Bana teşekkür etmenize gerek yok.”
“Ah, evet mösyö! Evet. Size nankör birine yardım etmediğinizi kanıtlayacağım. Peki ilk başta soyguncu olduğunu düşündüğüm bu adamlar benden ne istiyorlar? Mösyö Bonacieux neden burada değil?”
“Madam bu adamlar herhangi bir soyguncudan çok daha tehlikeliler. Çünkü onlar Kardinal’in adamları. Mösyö Bonacieux’a gelince. Kendisi burada değil çünkü dün Bastille Hapishanesi’ne götürüldü!”
“Kocam Bastille’de mi!” diye haykırdı Madam Bonacieux. “Aman Tanrı’m! Ne yaptı? Zavallı adam, kendisi masum biridir.”
Bu arada belli belirsiz bir gülümseme hâlâ korkmakta olan kadının yüzünü aydınlattı.
“Ne mi yaptı hanımefendi?” dedi Dartanyan. “Sanırım tek suçu aynı anda sizin kocanız olma talihine ve talihsizliğine sahip olması.”
“O zaman biliyorsunuz demek ki beyefendi.”
“Evet hanımefendi, kaçırıldığınızı biliyorum.”
“Peki kim tarafından? O kişiyi tanıyor musunuz? Eğer biliyorsanız bana söyleyin.”
“Kırk – kırk beş yaşlarında, siyah saçlı, esmer, sol şakağında yara izi olan bir adam tarafından.”
“Bu o, peki adı ne?”
“Adı ne mi? Bunu bilmiyorum.”
“Peki eşim kaçırıldığımı biliyor mu?”
“Daha sonra kaçıran kişi tarafından mektupla bilgilendirildi.”
“Peki kendisi…” dedi Madam Bonacieux hafiften utanarak, “Bunun sebebini biliyor mu?”
“Bunu politik bir sebebe bağlıyor.”
“Ben de ilk başta onun gibi düşündüm. O zaman sevgili Mösyö Bonacieux benden bir an için şüphe etmedi demek!”
“Tam tersine madam, sizin ahlakınızla en önemlisi de sevginizle övünüyor.”
Pembe dudaklarından belli belirsiz bir gülümseme geçti.
“Peki.” dedi Dartanyan. “Kaçmayı nasıl başardınız?”
“Beni yalnız bıraktıkları bir an fırsatı değerlendirdim. Çünkü kaçırılma sebebimin ne olduğunu sabahtan beri biliyordum. Çarşaflardan faydalanarak pencereden aşağı indim. Daha sonra eşimin evde olacağını düşündüğümden aceleyle geldim.”
“Onun korumasına sığınmak için mi?”
“Ah, hayır! Zavallı adam. Kendisinin beni savunamayacağını biliyorum. Ama başka türlü yardımı dokunabilir diye onu bilgilendirmek istedim.”
“Hangi konuda?”
“O benim sırrım, bu yüzden size söylememem gerekiyor.”
“Ayrıca…” dedi Dartanyan, “Bunu söylediğim için bağışlayın hanımefendi ama koruyucunuz olsam da tedbirli davranmamız gerekiyor. Buranın sırları konuşmak için uygun bir yer olmadığını düşünüyorum. Kaçmasına sebep olduğum adamlar daha güçlü bir şekilde geri dönebilirler. Bizi burada bulurlarsa mahvolduk demektir. Üç arkadaşıma haber yolladım ama evdeler mi bilmek mümkün değil.”
“Evet! Evet, haklısınız!” dedi ürkmüş kadın. “Kaçalım ve kendimizi kurtaralım.”
Bu sözler üzerine Dartanyan’ın koluna girerek onu çekmeye çalıştı.
“Peki ama nereye kaçacağız?”
“İlk olarak şu evden kurtulalım, gerisini düşünürüz.”
Kapıyı kapatma zahmetine girmeyen genç adam ve genç kadın St. Sulpice’e kadar durmadan ilerledi.
“Peki, şimdi ne yapacağız ve sizi nereye götürmemi istersiniz?” diye sordu Dartanyan.
“Size nasıl cevap vereceğimi bilemiyorum.” dedi Madam Bonacieux. “Niyetim Mösyö Laporte’u kocam vasıtasıyla bilgilendirmekti. Böylece son üç günde Louvre’da ne olup bittiğini, oraya gitmemin bir tehlike yaratıp yaratmayacağını anlayabilecektim.”
“Ama ben…” dedi Dartanyan, “Mösyö Laporte’u bilgilendirebilirim.”
“Buna şüphe yok ama ufak bir sorun var. Mösyö Laporte Louvre’da tanınır ve geçiş hakkı vardır. Ama siz orda tanınmıyorsunuz ve kapı size kapanır.”
“Ama…” dedi Dartanyan, “Louvre’un girişinde size sadık bir görevli vardır ve söyleyeceğiniz parola sayesinde…”
Madam Bonacieux, genç adama samimiyetle baktı.
“Eğer size şifreyi söylersem…” dedi. “Kullanır kullanmaz unutacak mısınız?”
“Şerefim üzerine yemin ederim ki…” dedi Dartanyan. Bunları söylerken öylesine samimiydi ki ona inanmamak elde değildi.
“O zaman size inanıyorum. Cesur bir delikanlıya benziyorsunuz. Ayrıca geleceğiniz sadakatinize bağlı olabilir.”
“Kral’a hizmet etmek ve Kraliçe’yi hoş tutmak için elimden geleni yapacağım. Beni arkadaşınız sayın.”
“Peki bu arada ben nereye gideceğim?”
“Mösyö Laporte’un sizi evinden alabileceği biri var mı?”
“Hayır kimseye güvenmiyorum.”
“Durun!” dedi Dartanyan. “Athos’un evine yakınız. İşte burası.”
“Athos da kim?”
“Bir arkadaşım.”
“Ya evdeyse ve beni görürse?”
“Evde değil, sizi yerleştirdikten sonra da anahtarı yanıma alırım.”
“Peki ya dönerse?”
“Ah, dönmez! Dönse bile yanımda getirdiğim hanımın evinde olduğunu bilecek.”
“Ama bu beni tehlikeye atar, biliyorsunuz.”
“Yani? Sizi kimse tanımıyor ki. Zaten çok seçeneğimiz yok.”
“O zaman hadi gidelim arkadaşınızın evine. Nerede yaşıyor?”
“Ferou Caddesi’nde. Yakında.”
“Gidelim.”
Böylece yola koyuldular. Dartanyan’ın da tahmin ettiği gibi Athos evde değildi. Aileden biri olması sebebiyle kendisine emanet edilen anahtarı aldı ve merdivenlerden yukarı çıktı. Madam Bonacieux, daha önce tarif ettiğimiz eve girdi.
“Evinizdesiniz.” dedi. “Burada kalın ve kapıyı arkadan kilitleyin. Bu şekilde üç kez çalınmadan da kapıyı açmayın.” Kapıyı iki kez art arda sert bir şekilde, ara verdikten sonra bir kez de hafifçe çaldı.
“Pekâlâ,” dedi Madam Bonacieux, “Şimdi talimat verme sırası bende.”
“Sizi dinliyorum.”
“Louvre’un llıechelle girişindeki kapıya gidin ve Germain’i sorun.”
“Peki sonra?”
“Size ne istediğinizi sorduğunda şu iki kelimeyi söyleyin: ‘Tours’ ve ‘Brüksel’. Emrinize hazır olacaktır.”
“Peki ona ne emir vereceğim?”
“Gidip Mösyö Laporte’u getirmesini. Kraliçe’nin odacısını yani.”
“Peki Mösyö Laporte geldiğinde?”
“Onu bana yollayacaksınız.”
“Peki ama nereye ve sizi bir daha nasıl göreceğim?”
“Beni tekrar görmek mi istiyorsunuz?”
“Kesinlikle.”
“Bırakın onu ben düşüneyim. İçiniz rahat olsun.”
“Sözünüze güveniyorum.”
“Güvenebilirsiniz.”
Dartanyan en sevgi dolu bakışlarını çekici kadına atarak selam verdi. Merdivenlerden inerken kapının kapandığını ve iki kez kilitlendiğini işitti. Saraya vardığında saat ondu. Tarif ettiğimiz bütün olaylar yarım saat içinde gerçekleşmişti.
Her şey Madam Bonacieux’un söylediği gibi oldu. Parolayı işiten Germain, eğilerek selam verdi. Birkaç dakika sonra Laporte girişteydi. Dartanyan iki kelimeyle Madam Bonacieux’un nerede olduğunu söyledi. Adresi iki kez soran Laporte yola çıktı. Henüz daha on adım atmamıştı ki geri döndü.
“Genç adam!” dedi Dartanyan’a. “Bir önerim var.”
“Nedir?”
“Bu durum başınızı belaya sokabilir.”
“Öyle mi düşünüyorsunuz?”
“Evet. Saati yavaş işleyen bir arkadaşınız var mı?”
“Yani?”
“Gidin ve onu bulun. Saat dokuz buçukta yanında olduğunuza şahitlik etmesi icap edebilir. Hukuk dilinde buna ‘suç işlendiğinde başka yerde olduğunu kanıtlama’ denir.”
Bu tavsiyeyi akıllıca bulan Dartanyan derhâl Treville’in konağında aldı soluğu. Herkes gibi salona girmek yerine Treville’in ofisine gitmek istediğini söyledi. Konağa sık sık gelen Dartanyan’ın isteğine uyarken zorluk çıkarmadılar. Mösyö de Treville’e delikanlının görüşme talebi iletildi.
Beş dakika sonra Treville, delikanlı için ne yapabileceğini ve o saatte gerçekleşen ziyaretin sebebini sordu.
“Kusura bakmayın mösyö.” dedi Dartanyan. Treville’i yalnız başına beklediği sırada saati kırk beş dakika geriye almıştı. “Saat daha dokuz yirmi beş olduğundan sizinle görüşmek için çok da geç olmadığını düşündüm.”
“Dokuz yirmi beş mi?” diye bağırdı Treville saate bakarak. “Bu mümkün değil!”
“Saate bakın mösyö.” dedi Dartanyan.
“Haklısın.” dedi Treville, “Daha geç olduğunu düşünüyordum. Peki senin için ne yapabilirim?”
Daha sonra Dartanyan Kraliçe ile ilgili uzun bir hikâye anlattı. Majesteleri için endişelendiğini söyleyip Kardinal’in Buckingham ile ilgili planlarından bahsetti. Bütün bunları öylesine sakin ve tarafsız bir üslupla dile getirmişti ki kandırılmış Treville, Kardinal, Kral ve Kraliçe arasında yeni gelişmeler yaşandığını düşünmeye başladı.
Saat on olduğunda Dartanyan, verdiği bilgiler için kendisine teşekkür eden Treville’in yanından ayrılıp salona döndü. Merdivenlere geldiğinde bastonunu hatırlayıp ofise çıktı. Saati geri aldığı anlaşılmasın diye eski hâline getirdikten sonra kendisine şahitlik edecek biri olduğundan emin vaziyette caddeye indi.
11
Entrika Devam Ediyor
Treville’i ziyaretten dönen endişeli Dartanyan eve en uzun yoldan gitti.
Dartanyan, kendisini yolundan saptırıp yıldızlara bakmasına, zaman zaman iç çekip, zaman zaman gülümsemesine sebep olan ne düşünüyor olabilirdi?
Madam Bonacieux’ı düşünüyordu. Bir silahşor çırağı için neredeyse mükemmel bir aşktı bu genç kadın. Güzel ve gizemli bu kadın saray sırlarından bahsetmişti. Kadının duygularını kısmen ortaya koymuş olması da aşkta toy olan biri için karşı konulamaz bir cazibe unsuruydu. Dahası, Dartanyan onu kötü niyetli adamların elinden kurtarmıştı ve minnet duygusu kolayca aşka dönüşebilirdi.
Dartanyan çoktan hayal kurmaya başlamıştı. Kadının kendisine yollayacağı aracı vasıtasıyla aldığı buluşma mektubunu, altın zinciri ya da elması düşünüyordu. Genç beyefendilerin Kral’dan utanmadan hediye kabul edebildiğini zaten görmüştük. Ahlakın gevşediği o zamanlar için aynı durum metreslerden de beklenebilirdi. Metresler, hislerinin kırılganlığını hediyelerinin sağlamlığıyla telafi etmek istercesine dayanıklı ve değerli hediyeler sunarlardı.
Erkekler hiç utanmadan kadınlar vasıtasıyla yükselirlerdi. Öyle ki güzel olanları sadece güzelliklerini verirlerdi. Zengin olanları ise buna ek olarak paralarını… Kadınlarının tedarik ettiği maddi imkânlar olmasa başarılı olamayacak erkeklerin sayısı o dönemde hayli fazlaydı.
Dartanyan’ın hiçbir şeyi yoktu. Hafif bir cila işlevi gören taşralı çekingenliği dostlarının verdiği geleneksel olmayan tavsiyelerin rüzgârında kaybolmuştu. O zamanların tuhaf geleneğini takip eden Dartanyan, Paris’e savaş meydanı gözüyle bakıyordu. İspanya’da bir cephe varsa burada bir kadın vardı. İkisinde de çarpışılması gereken bir düşman, elde edilmesi gereken bir zafer vardı.
Yine de belirtmek gerekir ki Dartanyan şu an için daha asil ve umursamaz duygular içindeydi. Mösyö Bonacieux zengin olduğunu söylemişti. Fakat bu durum delikanlının aşkının sebebi değildi. Yine de genç, güzel, akıllı bir kadını sevmeye başlarken maddi zenginlik bir artı değer değildir. Sadece bunu güçlendirir.
Zenginliğin olduğu yerde güzellik başkadır. Güzel ve beyaz çoraplar, ipek elbise, hoş ayakkabı, başa takılan zevkli kurdele çirkin bir kadını güzel yapmaz belki ama güzel kadını daha güzel yapar. Bundan da önemlisi eller… Bir kadının ellerinin güzel kalması için o ellerin boş durması gerekir.
Mevcut durumunu iyi bildiğimiz Dartanyan, milyoner değildi. Ama bir gün olabileceğini düşünüyordu. Fakat bunun gerçekleşeceğini düşündüğü zaman hâlâ uzaktaydı. Üstelik kendisini mutlu edebilecek binlerce şeyi arzulayan bir kadını sevmek ve ona bu şeyleri veremeyecek olmak iç karartıcı bir şeydi. Yine de bir kadın, zengin olmayan âşığına sahip olmadıklarını verebilirdi. Her ne kadar bu para çoğunlukla kocasına ait olsa da minnet duyulan taraf genelde koca olmazdı.
Sevgi dolu bir âşık olmaya hazır Dartanyan aynı zamanda sadık bir dosttu. Tuhafiyecinin eşiyle ilgili hayal kurduğu sırada dostlarını unutmamıştı. Madam Bonacieux, üç silahşor arkadaşıyla yürüyüş yaptıklarında ya da fuarda gezdiklerinde yanında taşıyabileceği bir kadındı. Daha sonra yemek yediklerinde bir eliyle arkadaşının elini tutarken ayağıyla sevgilisinin ayağına dokunabilirdi. Zor durumda kaldıklarında arkadaşlarının yardımına da koşardı ayrıca.
Peki ya Mösyö Bonacieux ne olacaktı? Dartanyan onu hiçbir şekilde düşünmemişti. Kendi kendine her neredeyse iyi olduğunu söylüyordu. Aşk duyguların en bencilidir.
Her ne kadar Dartanyan ev sahibini unutmuş görünse de değerli tuhafiyecinin başından geçenleri ileride öğreneceğiz.
Dartanyan, gelecekteki aşkını düşünüp yıldızlara gülümseyerek yürürken Aramis’in yaşadığı mahallede buluverdi kendini. Planchet’i yollama sebebini anlatmak üzere arkadaşını ziyaret etmek istedi. Eğer Planchet’in dediği gibi kendisini görmeye gelip de bulamadıysa bu durumu açıklaması gerekiyordu. En azından Dartanyan’ın kendi kendine söylediği şey buydu.
Bir de bunun tatlı Madam Bonacieux hakkında konuşmak için bir fırsat olduğunu düşünüyordu içten içe. İlk aşk söz konusu olduğunda sessiz kalmayı beklememek gerekir. Eğer bu ilk aşka eşlik eden neşe dışarı çıkmazsa insanı boğabilirdi.
İki saattir karanlık olan Paris gittikçe ıssızlaşıyordu. Saat on bir olmuştu ve hava güzeldi. Arkadaşının evinin yakınlarına gelen Dartanyan karşıda bir gölge gördü. Pelerine bürünmüş bu kişinin ilk bakışta erkek olduğunu düşündü. Ne var ki boyunun kısalığını, yürüyüşündeki tereddüdü ve adımlarındaki kararsızlığı fark edince gölgenin bir kadına ait olduğunu anladı. Ayrıca kadın, aradığı evi bilmiyormuşçasına etrafına bakınıyor, geri adım atıp tekrar dönüyordu. Dartanyan şaşırmıştı.
“Acaba ona yardım etmeli miyim?” diye düşündü. “Belli ki genç. Belki de güzel… Ah, evet! Bu saatte sokaklarda gezen bir kadın sevgilisini görmeye çıkmıştır. Eğer buluşmasını bozarsam iyi olmaz.”
Bu arada genç kadın evleri ve pencereleri sayarak yürümeye devam ediyordu. Bu iş ne uzundu ne de zor. Çünkü caddenin o kısmında sadece üç ev vardı ve iki pencere caddeye bakıyordu. Bunlardan biri Aramis’in paralelindeki eve, diğeri ise Aramis’in evine aitti.
“Kahretsin!” dedi Dartanyan kendi kendine ilahiyatçının yeğenini hatırlayarak. “Eğer bu kadın arkadaşımın evini arıyorsa çok tuhaf olur. Sanırım öyle yapıyor.” Dartanyan caddenin karanlık bir kısmına saklandı.
Genç kadın yürümeye devam etti. Hafif adımlarına eşlik eden tatlı öksürüğün bir işaret olduğunu düşündü Dartanyan.
Öksürüğüne cevap verilmiş olsa da olmasa da yolculuğu sona ermişti. Aramis’in penceresine kararlılıkla yaklaşıp üç kez vurdu.
“Her şey yolunda sevgili Aramis.” diye mırıldandı Dartanyan. “Ah, sevgili iki yüzlü, şimdi anlıyorum nasıl ilahiyat çalıştığını.”
Panjura vurulmasıyla beraber içerden ışık gelmeye başladı.
“Ah, ah…” dedi Delikanlı. “Kapıdan değil de pencereden hem de! Bu kesinlikle beklenen bir ziyaret. Pencere açılınca hanımefendi içeri girecek. Çok güzel!”
Dartanyan’ı şaşırtan şey pencerenin kapalı kalmaya devam etmesiydi. Işık da kaybolunca her yer yeniden karanlığa gömüldü.
Bu durumun uzun sürmeyeceğini düşünen Dartanyan dikkat kesilmeye devam etti.
Haklı çıkmıştı. Bir müddet sonra içerden iki vurma sesi geldi. Genç kadın buna tek bir vuruşla eşlik edince panjur açıldı.
Ne var ki ışık başka bir odaya geçmişti. Ancak Dartanyan’ın gözleri karanlığa alışkındı.
Ayrıca Gaskonluların gözlerinin kedi misali karanlıkta görebildiği iddia edilir.
Daha sonra Dartanyan kadının cebinden mendile sarılı beyaz bir nesne çıkardığını gördü. Karşısındaki kişiye bu nesneyi gösterdi.
Dartanyan derhâl Madam Bonacieux’un ayağının dibinde bulduğu mendili hatırladı. Bu mendil, Aramis’in üzerine bastığı mendile çok benziyordu.
“Bu mendil ne anlama geliyor olabilir?”
Dartanyan, Aramis’in yüzünü görememişti. Aramis diyoruz çünkü delikanlı bu diyaloğun taraflarından birinin arkadaşı olduğuna emindi. Merakı tedbirliliğine galip gelmişti. Mendilin konuşan iki kişiyi meşgul etmesinden istifade ederek saklandığı yerden çıkıp dikkatle duvarın köşesine koştu yıldırım misali. Buradan Aramis’in odasının içini görebiliyordu.
Yaklaşmasıyla beraber neredeyse bir hayret çığlığı koparacaktı. Gece ziyaretçisi ile konuşan Aramis değil de bir kadındı. Ne var ki hâlâ onları net bir şekilde görebiliyordu. İçerideki kadın da bir mendil çıkardı cebinden. İki mendili takas ettiler. Daha sonra aralarında bir müddet konuştular. Nihayet panjur kapandı. Dışarıdaki kadın geri döndü ve Dartanyan’ın dört adım kadar ötesinde pelerinin başlığını taktı. Ne var ki bu geç alınmış bir tedbirdi. Çünkü Dartanyan Madam Bonacieux’u çoktan tanımıştı.
Dartanyan, mendili gördüğü anda zaten bu kişinin Madam Bonacieux olmasından şüphelenmişti. Fakat kendisini Laporte’a haber salması için yollayan kadının bu saatte, ikinci kez kaçırılmayı göze almak pahasına Paris’in caddelerinde ne işi vardı?
Bu muhtemelen önemli bir olaydır. Peki yirmi beş yaşında bir kadın için ne önemli olabilir? Aşk.
Peki, acaba neden kendisini ve başka birini böylesine bir tehlikeye atmıştı? Kıskançlıktan yüreği kavrulan genç adam kendine bunu soruyordu.
Kadının nereye gittiğini anlamak için çok basit bir yöntem vardı: Onu takip etmek. Bu metot öylesine basitti delikanlı içgüdüsel bir şekilde harekete geçti.
Ne var ki duvardan ayrılan adamın arkadan gelen adımlarını işiten kadın çığlık atarak kaçtı.
Dartanyan onun peşinden koştu. Pelerine sarmalanmış bir kadını yakalamak çok zor olmadı. Üçüncü caddeye girdiğinde çoktan yetişmişti. Delikanlının elini omzuna koyduğu kadın yorgunluktan değil de korkudan diz çöktü. Boğuk bir sesle,
“İsterseniz beni öldürün. Bir şey öğrenemeyeceksiniz.”
Dartanyan kolunu beline doladığı neredeyse bayılmak üzere olan kadını kaldırdı. Ona güven verici sözler söylemeye başladı. Ne yazık ki bunların Madam Bonacieux için pek bir anlamı yoktu. Çünkü bu sözleri söyleyen bir kimse çok kötü şeyler yapabilirdi. Madam Bonacieux bu sesi tanıdığını düşünüp gözlerini açtı. Karşısındaki kişinin Dartanyan olduğunu görünce de bir sevinç çığlığı attı. “Ah bu sizsiniz, sizsiniz! Tanrı’ya şükür! Çok şükür!”
“Evet benim.” dedi Dartanyan. “Tanrı’nın sizi kollaması için gönderdiği kişi benim.”
“Beni bu niyetle mi takip ettiniz?” diye sordu genç kadın şuh bir gülümsemeyle. Şakacı tavrı yeniden etkisini göstermeye başlamıştı. Kendisine zarar vereceğini sandığı kişinin arkadaşı çıkması içindeki bütün korkuyu yok etmişti.
“Hayır!” dedi Dartanyan. “Hayır, bunu itiraf ediyorum. Beni sizin karşınıza tesadüf çıkardı. Arkadaşımın penceresine vuran bir kadın gördüm.”
“Arkadaşınız mı?”
“Şüphesiz, Aramis en iyi arkadaşlarımdan biridir.”
“Aramis mi? O kim?”
“Hadi, hadi… Aramis’i tanımadığınızı mı söyleyeceksiniz yani?”
“Bu adı ilk kez şimdi duyuyorum.”
“Peki o eve ilk kez bu gece mi gittiniz?”
“Kesinlikle.”
“Peki o evde genç bir adamın yaşadığını bilmiyor musunuz?”
“Hayır.”
“Bir silahşor kendisi.”
“Hayır, tanımıyorum.”
“Eğer onu görmeye gitmediyseniz kim için gittiniz peki?”
“Alakası yok, onu görmeye gitmedim. Ayrıca konuştuğum kişinin bir kadın olduğunu görmüş olmanız lazım.”
“Bu doğru, kadın Aramis’in bir arkadaşı…”
“Bunu bilemem.”
“Onunla kaldığına göre.”
“Bu beni ilgilendirmez.”
“Peki kim o kişi?”
“Ah, o benim sırrım değil.”
“Sevgili Madam Bonacieux, çok hoşsunuz. Ama aynı zamanda en gizemli kadınlardan birisiniz.”
“Kötü bir şey mi bu?”
“Ah, tam tersi, çok sevimli.”
“O zaman kolunuzu uzatın.”
“Seve seve. Peki şimdi?”
“Bana eşlik edin.”
“Nereye?”
“Gideceğim yere.”
“Peki nereye gidiyorsunuz?”
“Kapıda beni bıraktığınızda görürsünüz.”
“Sizi beklemeli miyim?”
“Buna gerek yok.”
“O zaman yalnız döneceksiniz.”
“Belki evet, belki hayır.”
“Peki size dönüş yolunda eşlik edecek kişi bir erkek mi kadın mı?”
“Henüz bilmiyorum.”
“Ama ben bileceğim.”
“Nasıl?”
“Sizi çıkıncaya kadar bekleyeceğim.”
“O zaman hoşça kalın.”
“Neden ama?”
“Sizi istemiyorum.”
“Ama dediniz ki…”
“Bir beyefendinin yardımını istedim. Bir casusun gözetlemesini değil.”
“Bu çok ağır bir ifade.”
“İnsanları isteği dışında izleyen kimselere ne denir?”
“Düşüncesiz.”
“Bu ifade çok hafif.”
“Pekâlâ hanımefendi, istediğinizi yapmakla yükümlüyüm.”
“Peki bunu en başında neden yapmadınız?”
“Pişmanlığın anlamı yok mu?”
“Gerçekten pişman mısınız?”
“Kendim bu konuda bir şey bilmem. Ama gideceğiniz yere eşlik etmeme izin verirseniz istediğinizi yapacağıma söz veriyorum.”
“O zaman beni orada bırakacaksınız, değil mi?”
“Evet.”
“Çıkmamı beklemeyeceksiniz.”
“Evet.”
“Şeref sözü mü?”
“Bir beyefendinin sözü, koluma girin de gidelim hadi.”
Dartanyan’ın koluna giren kadın bir miktar keyifli bir miktar ürkekti. De la Harpe Caddesi’ne geldiklerinde kadın tereddüt etmeye başladı. Ancak bir takım işaretlerden yola çıkarak tanıdığı kapıya yaklaştı, “Ve şimdi beyefendi…” dedi. “Burada işim var. Bana eşlik ettiğiniz için binlerce kez teşekkürler. Bu beni tek başıma karşılaşabileceğim çok sayıda tehlikeden korudu. Ama şimdi sıra sözünüzü tutmaya geldi. “Gelmem gereken yere geldim.”
“Geri dönüşünüzde korkacağınız bir şey olmayacak mı?”
“Gaspçılardan başka kimseden korkmam.”
“Ve bu bir şey değil mi?”
“Benden ne alabilirler ki? Cebimde bir kuruş yok.”
“Armalar işlenmiş güzel mendilinizi unutuyorsunuz.”
“Hangisi?”
“Ayağınızın dibinde bulup cebinize koyduğum.”
“Dilinizi tutun genç adam! Beni mahvetmek mi istiyorsunuz?”
“Gördüğünüz gibi sizin için tehlike hâlâ devam ediyor. Tek bir kelime böylesine titremenize sebep olduğuna göre. Bir de bu kelimenin duyulmasıyla mahvolacağınızı kendi ağzınızla söylediniz. Hadi hanımefendi! Hadi!” dedi Dartanyan elini tutup istekli bakışlar attığı kadına. “Hadi biraz daha cömert olun ve bana güvenin. Gözlerimde sadakat ve sevgiden başka bir şey var mı?”
“Evet!” dedi kadın. “Bu sebepten eğer benim sırlarımı sorarsanız onları açıklayacağım. Fakat başkalarına ait sırlar, söz konusu olamaz.”
“Pekâlâ, onları keşfedeceğim. Çünkü bu sırların hayatınız üzerinde etkisi olabilir. Bu sırlar benim olmalı.”
“Ne yaptığınıza dikkat edin!” diye bağırdı genç kadın ciddiyetle. “Benimle ilgili hiçbir şeye karışmayın. Yapmaya çalıştığım şeyde bana yardımcı olmaya kalkmayın. Bunu sizde bıraktığım olumlu tesirin hatırına rica ediyorum. Bana yaptığınız ve hayatım boyunca unutamayacağım iyiliğin hatrına rica ediyorum. Size anlattığım şeye inanın. Benim için endişelenmeyin. Beni hiç görmemişsiniz gibi yapın.”
“Aramis de mi aynısını yapmalı hanımefendi?” dedi incinen Dartanyan.
“Bu ismi ikinci ya da üçüncü kez söylediniz beyefendi. Onu tanımadığımı zaten söyledim.”
“Kapısını çaldığınız adamı tanımıyor musunuz? Gerçekten beni saf zannediyorsunuz galiba.”
“Bu kişiyi beni konuşturmak için uydurduğunuzu itiraf edin.”
“Hiçbir şey uydurmadım hanımefendi. Ben sadece gerçeği söylüyorum.”
“Arkadaşlarınızdan birinin o evde yaşadığını söylüyorsunuz.”
“Evet ve tekrar ediyorum: O evde arkadaşım yaşıyor ve o arkadaşım Aramis.”
“Bütün bunlar yakında aydınlanır.” diye mırıldandı kadın. “Şimdi sessiz olun beyefendi.”
“Eğer kalbimi görebilseydiniz…” dedi Dartanyan. “Orada büyük bir merak olduğunu görüp bana acırdınız. Büyük bir sevgi olduğunu gördüğünüzdeyse merakımı derhâl giderirdiniz. Bizi sevenlerden korkmak için hiçbir sebebimiz olamaz.”
“Aşktan çok ani bahsettiniz beyefendi,” dedi genç kadın başını sallayarak.
“Çünkü aşk bana aniden geldi. Hem de ilk kez. Çünkü henüz yirmi yaşındayım.”
Genç kadın kaçamak bir bakış attı.
“Bakın, kokuyu aldım zaten.” diye devam etti Dartanyan. “Evdeki kadına gösterdiğiniz mendilin bir benzeri yüzünden neredeyse Aramis’le düelloya tutuşacaktım. İki mendile de aynı arma işlenmişti. Buna eminim.”
“Beyefendi!” dedi genç kadın. “Bu sorularla beni çok yoruyorsunuz.”
“Eğer iddia ettiğiniz kadar tedbirliyseniz hanımefendi, tutuklanmanız hâlinde mendil sizi sıkıntıya sokmaz mı?”
“Neden ki? Mendile benim adımın baş harfleri işli: C. B. (Constance Bonacieux)”
“Ya da Camille de Bois-Tracy.”
“Sessiz olun beyefendi! Tekrar ediyorum. Sessiz olun! Mademki kendi başıma açtığım belalar sizi durdurmayacak kendi başınıza açacağınız belaları düşünüp kaçın!”
“Ben mi?”
“Evet. Hapsedilme tehdidi ya da ölüm tehlikesi.”
“O zaman sizi bırakmayacağım.”
“Beyefendi!” dedi genç kadın, ellerini kenetleyerek yalvarırcasına. “Tanrı aşkına, askerlik şerefinin hatırına, beyefendiliğinizin hatırına gidin! Bakın gece yarısı oldu. Beni bekledikleri saat geldi.”
“Hanımefendi!” dedi genç adam eğilerek, “Bu şekilde sorduğunuzda reddedemem sizi. İçiniz rahat olsun. Gideceğim.”
“Beni takip etmeyecek ve gözetlemeyeceksiniz değil mi?”
“Derhâl eve döneceğim.”
“Sizin iyi yürekli genç bir adam olduğunuzu biliyordum.” dedi Madam Bonacieux elini uzatarak. Diğer eliyle neredeyse duvara gizlenmiş kapının tokmağını tuttu.