Kitabı oku: «Üç Silahşörler», sayfa 6
Bu arada Mösyö De Treville’in vaatleri de olumlu bir şekilde sonuçlanıyordu. Bir sabah Kral, Mösyö de Chevalier Dessessart’a Dartanyan’ı muhafız alayına öğrenci olarak almasını emretti. Dartanyan iç çekerek üniformasını giydi. Bunun yerine bir silahşor üniforması giyebilmek için hayatından on yılını verirdi hâlbuki. Fakat Treville, silahşor olabilmesi için iki yıllık bir acemilik dönemi atlatması gerektiğini söylemişti. Bu, Kral’a hizmet ya da olağanüstü başarı gibi bazı koşullar sağlandığında kısalabilecek bir acemilikti. Bu söz üzerine Dartanyan, ertesi gün görevine başladı.
Athos, Porthos ve Aramis de delikanlının kendilerine eşlik ettiği gibi nöbetlerinde ona eşlik ettiler. Bu sayede Mösyö de Chevalier Dessessart’ın birliği bir değil, dört kişi kabul etmiş gibi oldu.
8
Bir Saray Entrikası
Hayattaki başlangıcı ve sonu olan her şey gibi Kral’ın verdiği para da tükenince dört arkadaş maddi sıkıntılar çekmeye başladı.
Athos bir müddet kendi imkânlarıyla arkadaşlarına destek oldu. Daha sonra alışkanlığı üzerine bir süre ortadan kaybolan Porthos, geri döndüğünde iki hafta boyunca dostlarının ihtiyaçlarını karşıladı. Son olarak Aramis kendi dediğine göre kitaplarını satarak elde ettiği parayla iyi yürekliliğini ispatladı.
Bu arada alışkanlıkları üzere Treville’e başvurup para aldılar. Fakat bu miktar zaten borç içinde olan silahşorlerle hiç parası olmayan Dartanyan’a uzun süre dayanmadı.
Gerçekten sıkıntıya düştüklerinde ise son çare olarak sekiz altınlık bir miktarı kumar oynaması için Porthos’a verdiler. Ne var ki şansı yaver gitmemekle kalmadı bir de yirmi beş altın borca girdi.
Bu durum adamları sıkıntıya sokmuştu. Böylece uşakları ile birlikte iskeledeki muhafızların verdiği yemek davetlerini kovalamaya başladılar. Aramis, varlık zamanlarında verilen yemeklerin karşılığını yokluk zamanlarında almanın akıllıca olduğunu söylüyordu.
Athos aldığı dört davete arkadaşları ve uşaklarını götürmüştü. Porthos aynı şekilde altı, Aramis ise sekiz davete katılmıştı. Her ne kadar gürültücü bir adam olmasa da fazlasıyla aranan bir isimdi.
Şehirde kimseyi tanımayan Dartanyan hemşehrisi olan bir papazın evinde bir kahvaltıya ve muhafız birliğinden birinin verdiği bir yemek davetine katılabilmişti. Papazın evine götürdüğü ordusu adamın iki ayda tüketeceği yemeği tüketmişti. Muhafızın evinde de aynı şekilde yemişti. Yine de Planchet, “Ne kadar yese de insan bir ömürlük yiyemiyor.” demişti.
Athos, Porthos ve Aramis’in kendisine verdiği ziyafetlere hakkıyla karşılık veremediğini düşünen Dartanyan utanmıştı. Kendisini bir yük olarak görüyordu. Kral’ın verdiği para sayesinde arkadaşlarına tam bir ay yetecek maddi imkânı sağladığını ise unutuyordu. Bu sebepten çalışma kararı aldı. Bu cesur ve girişken dört adamdan oluşan birliğin, kasılarak yürümek, kılıç savurmak ve şaka yapmaktan başka amaçları da olmalı diye düşündü.
Kalplerini ve cüzdanlarını paylaşan, birbirlerine her daim destek olup asla teslim olmayan, ekip olarak aldıkları kararı bireysel ve toplu olarak hayata geçiren bu dört adamın gizli ya da açık bir şekilde, kurnazlıkla ya da zor kullanarak ulaşmak istedikleri bir hedefe ne kadar zor ve uzak da olsa varmak için çabalamayı düşünmemeleri Dartanyan’ı şaşırtıyordu.
Böylesine bir gücü yönlendirmek için kafa patlatmıştı delikanlı. Daha kapısı nazikçe çalınan Dartanyan, Planchet’i uyandırıp kapıyı açmasını emretti.
Ne var ki vakit gece değildi hatta geceye yakın bile değildi. Dartanyan kendisinden yemek isteyen uşağına, “Uyku yemektir.” demişti. Planchet de yemek niyetine uyumuştu.
İçeri giren kişinin basit bir yüzü vardı. Adam bir tüccara benziyordu. Tatlı niyetine konuşmayı dinlemek isteyen Planchet, adamın söyleyeceği şeyin önemli ve özel olduğunu söylemesi üzerine Dartanyan’ın talimatıyla çekildi. Dartanyan ziyaretçisini buyur etti.
Ortalığı kaplayan kısa süreli sessizlik boyunca iki adam, karşılarındaki kişiyi tanımak istercesine birbirine baktı. Daha sonra Dartanyan, bir baş selamı ile dinlemeye hazır olduğunu işaret etti.
“Mösyö Dartanyan’dan cesur bir adam olarak bahsedildiğini işittim.” dedi. “Bu şöhretten hakkıyla faydalanan bu adama bir sır emanet etme kararı aldım.”
“Buyrun, beyefendi. Buyrun.” diyen Dartanyan menfaat sağlayacak bir şeyin kokusunu almıştı.
Bir kez daha duraksayan adam konuşmasına şöyle devam etti. “Eşim Kraliçe’nin terzisidir beyefendi. Kendisi hem güzel hem de erdemlidir. Çeyiz olarak çok bir şeyi olmadığı hâlde üç yıl önce onunla evlendim. Çünkü kendisi Kraliçe’nin pelerincisi Mösyö Laport’ın vaftiz kızı ve arkadaşıdır.”
“Evet beyefendi?”
“Peki, beyefendi. Eşim dün çalışma odasından çıkarken kaçırıldı.”
“Peki eşinizi kim kaçırdı acaba?”
“Bundan emin olmasam da bir kişiden şüpheleniyorum beyefendi.”
“Peki kimden şüpheleniyorsunuz?”
“Uzun zamandır peşinde koşan birinden.”
“Kahretsin!”
“Müsaade edin anlatayım beyefendi.” diye devam etti adam. “Bu işin içinde aşktan çok politika olduğuna inanıyorum.”
“Aşktan çok politika demek!” dedi Dartanyan düşünceli bir hâlde. “Peki kimden şüpheleniyorsunuz?”
“Size bunu söylemeli miyim? Bilmiyorum.”
“Şunu anlamanızı isterim ki beyefendi, ben sizden bir şey istemiyorum. Bana gelen sizsiniz ve bana bir sır emanet etmek istediğinizi siz söylediniz. Bu durumda nasıl münasip görürseniz o şekilde davranın. Hâlâ vazgeçme imkânınız var.”
“Hayır, beyefendi. Hayır. Siz dürüst birine benziyorsunuz ve size itimatım tam. Karımın kaçırılma sebebinin kendi hayatındaki bir entrika olmadığını düşünüyorum. Kendisinden çok daha büyük bir hanımefendiden dolayı kaçırıldı.”
“Ah! Madame de Bois-Tracy’nin aşk maceralarından dolayı olabilir mi acaba?” diyen Dartanyan, saraylı dedikodularından haberdar bir görüntü vermek istiyordu.
“Çok daha yüksek beyefendi, çok daha yüksek.”
“Madame de Aiguillon’dan dolayı mı?”
“Daha yüksek.”
“Madame de Chevreuse?”
“Daha da yüksek.”
“Peki acaba?” diyen Dartanyan durakladı.
“Evet, beyefendi.” dedi dehşete düşmüş adam. Güç bela işitilen alçak bir sesle.
“Peki kiminle?”
“Kiminle olabilir, dük… ile”
“Dük…”
“Evet beyefendi.” diye daha zayıf bir ses tonuyla cevap verdi adam.
“Peki bunu nasıl bilebiliyorsunuz?”
“Nasıl mı biliyorum?”
“Evet nasıl biliyorsunuz. Yarım yamalak anlatmamanız gerektiğinin farkındasınız.”
“Eşimden biliyorum beyefendi, eşimden dolayı.”
“O kimden öğrenmiş.”
“Mösyö Laporte’dan. Kraliçe’nin mahremini anlattığı bu adamın vaftiz kızı olduğunu söylemiştim ya. Şöyle, Mösyö Laporte Kral tarafından terkedilmiş, Kardinal tarafından gözetlenen, herkesin ihanetine uğrayan zavallı majestelerinin güvenebileceği biri olsun diye eşimi Kraliçe’nin yakınına yerleştirmiş.”
“Ah! Şimdi anlıyorum.” dedi Dartanyan.
“Eşim dört gün önce geldi. Beni haftada iki kez ziyaret etmesi koşulu vardı. Size söylemekten şeref duyarım ki eşim beni çok sever. İşte o zaman bana Kraliçe’nin çok korktuğunu söyledi.”
“Gerçekten mi?”
“Evet, öyle görünüyor ki Kardinal onu daha yakından izliyor ve ona daha çok baskı uyguluyor. Saraband olayından dolayı onu affetmiyor. Saraband’ı biliyorsunuz değil mi?”
“Tabii ki biliyorum!” diyen Dartanyan konu hakkında hiçbir şey duymamış olsa da olan bitenden haberdar olduğu izlenimini vermek istiyordu.
“Olay artık nefret değil, intikam meselesi.”
“Gerçekten mi?”
“Kraliçe şuna inanıyor ki…”
“Peki, Kraliçe neye inanıyor?”
“Birinin Buckingham düküne kendi adına yazdığına inanıyor.”
“Kraliçe’nin adına mı?”
“Evet, ona tuzak kurmak üzere Paris’e gelmesi için.”
“Kahretsin ama eşinizin bu durumla ne alakası var beyefendi?”
“Kraliçe’ye olan sadakati herkesçe bilinir. Onu ya hizmetinden almak ya da korkutmak istiyorlar. Majestelerinin sırrına vakıf olmak ya da onu casus olarak kullanmayı amaçlıyorlar.”
“Bu mümkün.” dedi Dartanyan. “Peki onu kaçıran adamın kim olduğunu biliyor musunuz?”
“Bildiğimi düşündüğümü söyledim size.”
“Adı ne?”
“Adını bilmiyorum. Ama Kardinal’in adamı olduğunu biliyorum. Şeytani bir dehası var.”
“Peki onu gördün mü?”
“Evet, eşim onu işaret ederek göstermişti bir gün.”
“Kendisini tanıyabileceğimiz dikkat çekici bir özelliği var mı peki?”
“Ah kesinlikle var! İri yarı, siyah saçlı, esmer, delici bakışlı, beyaz dişli biri. Şakağında da bir yara izi var.”
“Şakağında yara ha!” diye bağırdı Dartanyan. “Bir de beyaz dişli, delici bakışlı, esmer tenli, siyah saçlı mağrur görünümlü demek. Bu Meung’daki adamım!”
“O sizin adamınız mı yani?”
“Evet, evet ama bununla alakası yok. Hayır, yanılıyorum ben. Bu olayı açıklıyor. Eğer sizin adamınız benim adamımsa bir taşla iki kuş vurmuş olacağım. Hepsi bu. Peki, bu adamı nerede bulabileceğimi biliyor musunuz?”
“Bilmiyorum.”
“Nerede yaşadığı bilgisine sahip değil misiniz?”
“Hayır. Eşimi Louvre’a bıraktığım bir gün dışarı çıkıyordu. O sırada eşim onu bana gösterdi.”
“Kahretsin, kahretsin!” diye söylendi Dartanyan. “Ama hâlâ belirsiz her şey. Karınızın kaçırıldığını nereden öğrendiniz?”
“Mösyö Laporte’dan”
“Size detay verdi mi?”
“Kendisi de pek bir şey bilmiyordu ki.”
“Peki, başka bir yerden bir şey duydunuz mu?”
“Evet elime geçen…”
“Ne?”
“Tedbirsizlik ediyor olmaktan korkuyorum.”
“Hep bunu söylüyorsunuz ama anlamanız gerek ki vazgeçmek için çok geç.”
“Vazgeçmiyorum, kahretsin!” diye bağırdı adam. “Ayrıca Bonacieux şerefim üzerine…”
“Adınız Bonacieux mu?”
“Evet benim adım bu.”
“Bonacieux dediniz. Sözünüzü kestiğim için bağışlayın ama bu isim bana pek bir tanıdık geldi.”
“Evet beyefendi, ev sahibinizim ben.”
“Ah!” diyen Dartanyan hafiften kalkarak selam verdi. “Siz benim ev sahibimsiniz…”
“Evet, beyefendi. Evet. Burada bulunduğunuz üç ay müddetince önemli meşguliyetleriniz olduğundan olsa gerek kiramı ödemeyi unuttunuz. Yine de sizi bir an dahi rahatsız etmedim. Bu inceliğimi takdir edersiniz diye düşündüm.”
“Nasıl takdir etmem sevgili Bonacieux?” diye cevap verdi Dartanyan. “Emin olun eşi görülmez davranışınız için size minnet duyuyorum. Dediğim gibi yapabileceğim bir şey…”
“Size inanıyorum beyefendi, size inanıyorum. Söylemek üzere olduğum şey şuydu: Bonacieux şerefi üzerine ant olsun ki size güveniyorum.”
“Devam edin, bitirin sözlerinizi.”
Adam cebinden çıkardığı kâğıdı Dartanyan’a uzattı.
“Bir mektup?” dedi genç adam.
“Evet, bu sabah geldi.”
Hava kararmaya başladığından mektubu okumak için pencereye yaklaştı Dartanyan. Adam onu takip etti. Genç adam mektubu yüksek sesle okudu:
“Eşinizi aramayın. Ona gerek olmadığında geri yollanacaktır. Onu bulmak için bir adım dahi atarsanız mahvolursunuz.”
“Bu bir delil. Ama daha da önemlisi bir tehdit.”
“Evet ve bu tehdit beni korkutuyor. Ben kavgacı biri değilim beyefendi. Ayrıca Bastille Hapishanesi’nden korkarım.”
“Hmm!” dedi Dartanyan. “Bastille’e ben de düşkün değilim. Eğer sadece bir kılıç savurmadan ibaret olsaydı, sorun olmazdı.”
“Bu konuda size güveniyorum beyefendi.”
“Öyle mi?”
“Etrafınızda gördüğüm kuvvetli silahşorlerin, Mösyö de Treville’in savaşçıları olduğunu biliyorum. Bu sebepten Kardinal’e düşman olan sizlerin Kraliçe’nize adalet sağlarken hazrete darbe vurmaktan memnun olacağınızı düşündüm.”
“Ona ne şüphe!”
“Bir de hakkında hiçbir şey söylemediğim üç aylık kira varken…”
“Evet, evet, bana bir sebep verdiniz. Mükemmel bir sebep.”
“Dahası, evimde kalma şerefini bahşettiğiniz müddetçe sizinle kira hakkında hiç konuşmayacağım.”
“Çok naziksiniz.”
“Bunlara ilaveten ihtiyacınız olursa diye size elli altın teklif edeceğim.”
“Harikulade. Demek zenginsiniz sevgili Mösyö Bonacieux?”
“Rahatım yerinde, o kadar beyefendi. Tuhafiye dükkanımdan gelen iki üç bin altınım var. Dahası ünlü denizci Jean Moque’a yaptığım yatırım var. Anlıyorsunuz beyefendi. Ama!”
“Ne oldu?”
“Orada kimi görüyorum?”
“Nerede?”
“Caddede, kapıda. Pelerinli bir adam…”
“Bu o!” dedi iki adam. Kim olduğunu biliyorlardı.
Kılıcını çeken Dartanyan, “Bu kez benden kaçamayacak!” dedi.
Derhâl dışarı çıktığında kendisini görmeye gelen Athos ve Port-hos ile merdivenlerde karşılaştı. Aralarından ok gibi fırladı.
“Nereye gidiyorsun?” diye sordu arkadaşları.
“Meung’daki adam!” diye bağıran Dartanyan kayboldu.
Dartanyan, bu yabancı ile yaşadıklarından ve kayıp mektubundan birkaç kez bahsetmişti arkadaşlarına. Athos mektubun arbede sırasında kaybolduğuna inanıyordu. Çünkü Dartanyan’ın tasvirine göre beyefendi olan bir adamın mektup çalmak gibi adice bir şey yapması mümkün değildi.
Porthos bu durumu bir aşk buluşması olarak yorumladı. Ona göre atlı şövalye ile hanımefendi, Dartanyan ve sarı atı tarafından rahatsız edilmişlerdi. Aramis bu tür ilişkilerin gizemli olduğunu ve daha fazla kurcalamamak gerektiğini söyledi.
Böylece Dartanyan’ın söylediği şeylerden durumu anladılar. Delikanlının adamı yakaladıktan ya da gözden kaybettikten sonra geri döneceğini düşünerek eve girdiler.
Ne var ki ev boştu. Yabancı ile Dartanyan’ın karşılaşmasının doğuracağı sonuçlardan korkan ev sahibi oradan ayrılmanın akıllıca olduğunu düşünmüştü.
9
Dartanyan Kendini Ortaya Koyuyor
Dartanyan, Athos ve Porthos’un tahmin ettiği gibi yarım saat içinde geri dönmüştü. Âdeta sihirle ortadan kaybolan adamı bir kez daha elden kaçırmıştı. Elinde kılıçla civar caddelerde koşan delikanlı, bu adama benzeyen hiç kimseyi görememişti. Daha sonra muhtemelen başlaması gereken noktaya gelerek, yabancının yaslandığı kapıyı çaldı. Fakat cevap veren olmadı. Kapılarını çaldığı komşularsa bu evde altı aydır kimsenin yaşamadığını söylediler.
Dartanyan caddelerde koşup kapıları çalarken Aramis de arkadaşlarına katıldı. Böylece Dartanyan’ın da dönmesiyle ekip tamamlanmış oldu.
“Peki ne oldu?” dedi ter içinde kalmış öfkeli Dartanyan içeri girerken.
“Ne mi oldu?” dedi kılıcını yatağına atan Dartanyan. “Bu adam insan kılığına girmiş şeytan olsa gerek. Hayalet misali ortadan kayboldu.”
“Hayaletlere inanır mısın?” diye sordu Athos, Porthos’a.
“Ben görmediğim şeylere inanmam. Daha önce hiç hayalet görmediğimden onlara da inanmıyorum.”
“İncil!” diye söze giren Aramis, “Onlara inanmamızı emreder. Samuel’in hayaleti Saul’a görünmüştür. İnancın böyle bir parçasından şüphe edildiğini görmek beni üzüyor Porthos.”
“İnsan ya da şeytan, gölge ya da vücut, illüzyon ya da gerçek, bu adam bana lanet olmak için doğmuş. Çünkü kaçıp gitmesi başımıza gelecek talihin kaybolmasına sebep oldu. Bizlere yüz hatta belki de daha fazla altın sağlayabilecek bir talih.”
“Nasıl oluyor o?” dedi Porthos ve Aramis.
Ağzı sıkı Athos, Dartanyan’ı bakışlarıyla sorgulamakla yetindi.
O sırada konuşmaya kulak kabartan uşağına seslendi Dartanyan:
“Planchet, ev sahibim Mösyö Bonacieux’a git ve bana yarım düzine Beaugency şarabı yollamasını söyle.”
“Demek ev sahibinizde böyle bir krediniz var?” dedi Porthos.
“Evet, bugünden itibaren eğer şarabımız kötüyse daha iyisini bulmaya yollayacağız onu.”
“Faydalanmalı, ama istismar etmemeliyiz.” dedi Aramis kısaca.
“Hep söylediğim gibi Dartanyan aramızda kafası en iyi çalışan kişi.” diyen Athos, Dartanyan’ın baş selamı üzerine sessizliğine geri döndü.
“İyi de ne ile ilgili bu?” diye sordu Porthos.
“Evet?” dedi Aramis. “Bize de söyle Sevgili Dostum. Tabi herhangi bir hanımın adı lekelenmeyecekse. Bu durumda kendine saklaman daha iyi olur.”
“Emin olun ki…” diye cevap verdi Dartanyan. “Anlatacaklarım hiç kimsenin onuruna halel getirmeyecektir.”
Daha sonra ev sahibinin anlattıklarını kelimesi kelimesine arkadaşlarına aktardı.
“Bu durum fena değil.” diyen Athos, şarabı beğendiğini gösteren bir baş hareketi yaptı. “Bu adamdan elli-altmış altın gelebilir. Ama asıl soru bu miktar kellelerimizi riske atmaya değer mi?”
“Fakat dikkat edin!” dedi Dartanyan. “Bu işin içinde kaçırılmış, tehdit edilmiş belki de işkenceye maruz kalmış bir kadın var. Sadece hanımına sadık olduğu için.”
“Akıllı ol, Dartanyan. Akıllı ol!” dedi Aramis. “Çok çabuk karıştınız Madame Bonacieux’ın kaderine. Başımıza ne geldiyse kadınlardan geldi.”
Aramis’in bu sözleri üzerine Athos somurttu ve dudaklarını ısırdı.
“Beni endişelendiren Madame Bonacieux değil!” diye haykırdı Dartanyan. “Kraliçe. Kendisi Kral tarafından terkedildi, Kardinal tarafından baskılandı. Dahası bütün arkadaşlarının birer birer idam edildiğini gördü.”
“Peki o zaman en çok nefret ettiğimiz iki şey olan İspanyolları ve İngilizleri neden seviyor?”
“İspanya onun ülkesi.” diye cevap verdi Dartanyan. “Bu sebepten kendi ülkesinin çocukları olan İspanyolları sevmesi çok normal. İkincisine gelince, duyduğuma göre İngilizleri değil de bir İngiliz’i seviyor.”
“O İngiliz’in sevilmeyi hak ettiği bir gerçek. Ondan daha asil bir adam görmedim hayatımda.”
“Hiç kimsenin giyinmediği kadar iyi giyindiğini de söylemek gerek.” dedi Porthos, “İnciler savurduğunda Louvre’daydım. Bunlardan ikisini toplayıp tanesi on altından satmışlığım var. Onu tanıyor musun Aramis?”
“Sizin kadar tanıyorum beyler. Kendisini Amiens Bahçelerinde yakalayanlardan biri bendim. O zamanlar ben öğrenciydim ve bu maceranın Kral’a yapılan bir zulüm olduğunu düşündüm.”
“Yine de eğer Buckingham dükünün nerede olduğunu bilseydim onu ellerinden tutup Kraliçe’ye götürürdüm. Sırf Kardinal’i kızdırmak için. Ona böylesi bir oyun oynamak için gerekirse kellemi riske atarım.”
“Yani tüccarın dediğine göre Kraliçe, Buckingham’ın sahte bir mektup ile getirildiğini mi sanıyor?” diye sordu Athos.
“Öyle olmasından korkuyor.”
“Bir dakika o zaman.” dedi Aramis.
“Neden?” diye sordu Porthos.
“Ben bir şeyler hatırlamaya çalışırken siz devam edin.”
“Şuna ikna oldum ki…” dedi Dartanyan. “Kraliçe’nin hizmetçisi kadının kaçırılması konuştuğunuz olaylarla, belki de Buckingham’ın Paris’te bulunmasıyla alakalı.”
“Gaskonlunun ne kadar da çok fikri var öyle!” dedi Porthos hayranlıkla.
“Onun konuşmasını dinlemeyi seviyorum. Aksanı beni eğlendiriyor.” dedi Athos.
“Beyler!” dedi Aramis. “Şunu dinleyin.”
“Dün zaman zaman çalışmalarımla ilgili danıştığım bir ilahiyat âliminin evindeydim.” Athos gülümsedi.
“Sessiz bir bölgede yaşıyor.” diye devam etti Aramis. “Mesleği gerektirdiği için. Şimdi, evinden ayrıldığım bir anda…” Aramis durakladı.
“Ee?” diye sordu ahali. “Evden ayrıldığında ne oldu?”
Aramis, yaşanmamış bir durumu anlatırken öngörülmeyen bir engelle karşılaşmışçasına bir iç mücadelesi verdi. Ne var ki üç arkadaşı gözlerini ona dikmiş, kulaklarını açmıştı. Geri çekilme imkânı yoktu artık.
“Bu adamın bir yeğeni var.” diye devam etti Aramis.
“Ah yeğeni var!” diye araya girdi Porthos.
“Saygın bir hanımefendi.” dedi Aramis.
Üç arkadaş kahkaha patlattılar.
“Böyle gülüp şüphe etmeye devam ederseniz hiçbir şey öğrenemeyeceksiniz.” diye cevap verdi Aramis.
“Biz Muhammediler gibi iman eder, mezar taşları gibi sessiz kalırız.” dedi Athos.
“O zaman devam edeyim.” dedi Aramis. “Bu yeğen zaman zaman amcasını ziyarete gelir. Dün de tesadüfen oradaydı. Ben de görevim olduğu üzere ona arabasına kadar eşlik ettim.”
“Ah, demek yeğenin arabası var hem de?” diye araya girdi patavatsız Porthos. “İyi bir tanıdık bu dostum.”
“Porthos!” diye cevap verdi Aramis. “Senin çeneni tutamadığına birden fazla kez şahit oldum. Bu da kadınlar nezdinde sana zarar veriyor.”
“Beyler, beyler!” dedi bu olayla ilgili fikir edinmeye başlayan Dartanyan. “Durum ciddi, şaka yapmamaya çalışalım. Devam et Aramis, devam et.”
“Bir anda Dartanyan gibi uzun boylu esmer bir adam göründü.”
“Belki de aynı adamdır,”
“Mümkün.” diye devam etti Aramis. “Bana yaklaşmaya başladı. Yanında kendisini takip eden beş altı adam vardı. Çok nazik bir şekilde, ‘Mösyö Dük!’ dedi bana. ‘Siz ve Madam…’ diye devam etti yanımdaki hanıma hitaben.
“Hocanın yeğeni?”
“Dilini tut Porthos!” dedi Athos. “Dayanılmaz birisin!”
“Zorluk çıkarmadan ve gürültü yapmadan arabaya binecek misiniz?”
“Seni Buckingham sandı!” diye haykırdı Dartanyan.
“Öyle zannediyorum.”
“Peki ya hanımefendi?”
“Onu da Kraliçe sandı.” dedi Dartanyan.
“Aynen.” dedi Aramis.
“Gaskonlu tam bir şeytan. Gözünden hiçbir şey kaçmıyor.”
“İşin aslı…” dedi Porthos. “Aramis de o boylarda ve Dük’e benziyor. Yine de bir silahşorün elbisesi vardı ama.”
“Koca bir pelerin takmıştım.” dedi Aramis.
“Temmuz ayında mı? Seni şeytan!” dedi Porthos. “Hoca tanınmandan mı endişe ediyordu yoksa?”
“Casusun vücuduna aldanmasını anlarım ama yüzün…”
“Geniş bir şapka takıyordum.” dedi Aramis.
“Aman Tanrı’m!” dedi Porthos, “İlahiyat çalışmak için ne kadar da çok tedbir alıyorsun öyle.”
“Beyler, beyler!” dedi Dartanyan. “Şaka yaparak vakit kaybetmeyelim. Ayrılıp tüccarın eşini bulalım. Entrikanın anahtarı o.”
“Böylesine düşük konumdan bir kadın! İnanabiliyor musunuz?” dedi Porthos küçümser bir tavırla.
“Kraliçe’nin güvenilir uşağı Laporte’ın vaftiz kızı kendisi. Size demedim mi beyler? Ayrıca düşük tabakadan birini yanına almak Kraliçe’nin planladığı bir şey olabilir. Soylu kafalar kendilerini uzaktan belli ediyorlar. Kardinal’in görüşü iyidir.”
“Peki.” dedi Porthos, “İlk olarak tüccarla anlaşın. İyi bir anlaşma yapın.”
“Buna gerek yok.” dedi Dartanyan. “Eğer ki o iyi ödeme yapmazsa, iyi ödeme yapacak başka birileri çıkar diye düşünüyorum.”
Tam bu sırada merdivenlerden ayak sesleri geldi. Kapı şiddetle çalındı ve talihsiz Bonacieux görüşmenin yapıldığı odaya kendini attı.
“Beni kurtarın beyler! Tanrı aşkına kurtarın!” diye bağırdı. “Dört adam beni yakalamaya geldi. Kurtarın beni! Kurtarın!”
Porthos ve Aramis ayağa kalktı.
“Bir saniye!” diye bağıran Dartanyan yarısı kınından çıkmış kılıçları yerine koymalarını işaret etti.
“Cesarete değil, tedbire ihtiyaç var.” dedi.
“Yine de!” diye bağırdı Porthos, “Bu şekilde!”
“Dartanyan nasıl uygun buluyorsa o şekilde davranacak.” dedi Athos. “Tekrar ediyorum. İçimizdeki en akıllı kişi o ve ben kendi adıma ona itaat edeceğim. Neyi uygun görüyorsan onu yap Dartanyan.”
Bu sırada kapıya gelen dört muhafız, kılıçları yanında bulunan silahşorleri görünce içeri girmekte tereddüt ettiler.
“Buyrun beyler. Buyrun.” dedi Dartanyan. “Benim evimdesiniz ve hepimiz Kral ile Kardinal’in sadık hizmetkârlarıyız.”
“Bu durumda bize verilen emirleri yerine getirmemize karşı çıkmazsınız.” dedi grubun lideri gibi görünen biri.
“Bilakis beyefendi, size gerekirse yardımcı oluruz.”
“Ne diyor?” diye mırıldandı Porthos.
“Sen bir ahmaksın!” dedi Athos, “Sessizlik!”
“Ama bana söz verdiniz.” diye fısıldadı Tuhafiyeci.
“Sizi sadece özgür olduğumuzda kurtarabiliriz.” dedi Dartanyan hızlıca alçak bir sesle. “Eğer sizi savunur gibi görünürsek bizi de sizinle beraber tutuklarlar.”
“Yine de öyle görünüyor ki…”
“İçeri girin beyler, içeri girin!” dedi Dartanyan yüksek sesle. “Beyefendiyi korumak gibi bir niyetim yok. Kendisini ilk kez bugün gördüm. Sebebinin kira istemek olduğunu kendisi de söyleyecektir. Öyle değil mi Mösyö Bonacieux? Cevap verin.”
“Bu doğru!” diye bağırdı Bonacieux. “Ama size…”
“Benimle, arkadaşlarımla daha da önemlisi Kraliçe ile alakalı hiçbir şey söylemeyin. Yoksa kendinizi kurtaramadan herkesi mahvetmiş olursunuz. Buyrun beyler, buyrun ve beyefendiyi götürün.” diyen Dartanyan afallamış tuhafiyeciyi muhafızlara doğru iterken şunları söyledi.
“Adi bir ihtiyarsınız. Benden para istemeye geldiniz. Bir silahşorden! Şimdi doğru hapse. Beyler onu hapse götürün ve mümkün olduğunca oradan çıkarmayın. Böylece ona ödeme yapacak zamanım olur.”
Bol bol teşekkür eden adamlar, avlarını götürdükleri sırada Dartanyan bir elini liderlerinin omzuna koyarak, “Sizin ve benim sağlığımıza içmeyelim mi?” dedi, Bonacieux’dan aldığı şarabı doldururken.
“Bu benim için bir şereftir.” dedi lider. “Minnetle kabul ediyorum bu teklifi.”
“Peki beyefendi, isminiz nedir?”
“Boisrenard.”
“Mösyö Boisrenard.”
“Sağlığınıza beyler! Sizin adınız nedir acaba?”
“Dartanyan.”
“Sağlığınıza beyefendi!”
“Daha da önemlisi…” diye bağırdı Dartanyan heyecandan coşmuş gibi bir tavırla. “Kral’a ve Kardinal’e kadeh kaldırıyorum.”
Muhafızların lideri eğer şarap kötü olsaydı Dartanyan’ın samimiyetinden şüphe ederdi belki. Ne var ki şarap çok iyiydi ve ikna olmuştu.
“Nasıl bir şeytani kötülük yaptın öyle?” dedi Porthos muhafız yanlarından ayrıldığında. “Yazıklar olsun dört silahşore ki aman dileyen bir adamın tutuklanmasına izin verdiler. Bir de muhafızla samimiyet kurma kısmı var!”
“Porthos!” dedi Aramis. “Athos sana ahmak olduğunu zaten söyledi ve ben de onunla aynı fikirdeyim. Dartanyan sen büyük adamsın. Treville’in yerini aldığında bana bir manastır ayarlamanı isteyeceğim senden.”
“Anlamıyorum ama!” dedi Porthos. “Dartanyan’ın yaptığı şeyi onaylıyor musun yani?”
“Kesinlikle! Kesinlikle onaylıyorum!” dedi Athos. “Bunu onaylamakla kalmıyorum, kendisini tebrik ediyorum aynı zamanda.”
“Pekâlâ beyler.” dedi Dartanyan, Porthos’a açıklama yapmadan.
“Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için, değil mi sloganımız?”
“Ama yine de…” dedi Porthos.
“Elini uzat ve yemin et!” dedi Athos ve Aramis aynı anda.
Kendi kendine homurdanan Porthos, yine de elini uzattı. Hep birlikte Dartanyan’ın sözlerini tekrar ettiler.
“Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için!”
“Ne güzel! Şimdi herkes evine çekilebilir.” dedi Dartanyan. Sanki hayatı boyunca komutanlık yapmış gibiydi. “Ve dikkat edin! Bu an itibariyle Kardinal ile aramızda bir hesap var.”