Kitabı oku: «Sherlock Holmes’un Anıları Bütün Maceraları 4», sayfa 4
‘Hayır, olduğunda size söyleriz.’ dedi ve kapıyı yüzüme kapattı. Kaba davranışına sinirlenerek arkamı dönüp kendi evime doğru yürüdüm. Başka şeyler düşünmeye çalışmama rağmen, pencerede gördüğüm yüz ile kadının kabalığını aklımdan çıkaramadım bütün gece. Gördüklerimi eşime anlatmamakta kararlıydım çünkü bazen fazla heyecanlı ve kontrolsüz davranabiliyordu. Bu nedenle nahoş izlenimlerimi onunla paylaşmak istemedim ancak uyumadan önce kır evinin tutulduğunu söyledim. O ise buna herhangi bir tepki vermedi.
Genelde çok derin uyurum, hatta gece boyunca beni hiçbir şeyin kolay kolay uyandıramayacağı, ailem arasında alay konusu bile olmuştur; fakat özellikle o gece, belki gündüz yaşadığım maceranın da etkisiyle daha hafif uyudum. Rüyalarımda bulanık bir şekilde odamda bir şeylerin döndüğünü gördüm. Gece uyandığımda eşimin yavaş yavaş giyindiğini, paltosuyla şapkasını da aldığını fark ettim. Bu zamansız hazırlıkları görünce şaşırdım ve tam bir şeyler söylemek üzere ağzımı açmıştım ki yarı açık gözlerimle onun mum ışığı ile aydınlatılmış yüzünü görünce hayretler içinde kaldım. Daha önce hiç görmediğim bir yüz ifadesi vardı; göreceğimi de sanmazdım. Çok solgundu, hızla nefes alıyordu ve beni uyandırıp uyandırmadığını görmek için paltosunu iliklerken sürekli bana bakıyordu. Sonra da uyuduğumu düşünerek sessizce odadan çıktı ve bir dakika sonra ön kapının menteşelerinin keskin gıcırdamasını duydum. Yatakta oturarak gerçekten uyanık olduğuma emin olmak için parmaklarımı yatak kenarlarına vurdum. Sonra yastığın altındaki saatimi aldım. Saat sabahın üçüydü. Benim eşim bu saatte, ıssız yollarda ne yapıyor olabilirdi?
Yaklaşık yirmi dakika oturup buna mantıklı bir cevap bulmaya çalıştım. Düşündükçe daha tuhaf ve izah edilemez gözüküyordu. Hâlâ kafam karmakarışık, öylece oturuyorken kapı tekrar hafifçe kapatıldı ve eşimin ayak seslerini merdivenlerde duydum.
‘Hangi cehennemdeydin, Effie?’ diye sordum içeri girdiğinde.
Sesimi duyduğunda aniden sıçradı ve zorlukla nefes alıyormuş gibi bir çığlık attı. Beni en çok huzursuz eden bu davranışları oldu çünkü onda tarif edilemez bir suçluluk duygusu hissetmiştim. Eşim her zaman dürüst ve açık sözlü olmuştur; kendi odasına gizlice girmesi kocası ona bir soru sorduğunda çığlık atıp ürkmesi, beni çok üzmüştü.
‘Uyanık mıydın, Jack?’ dedi sinirli bir gülüşle. ‘Seni hiçbir şeyin uyandıramayacağını düşünürdüm…’
‘Neredeydin?’ diye daha sert bir tonda sordum.
‘Tabii ki çok şaşırmışsındır.’ dedi; paltosunun düğmelerini açmaya çalışırken ellerinin nasıl titrediğini görebiliyordum. ‘Daha önce hiç böyle davranmamıştım. Doğrusunu istersen kendimi boğulacak gibi hissettim ve temiz havaya ihtiyaç duydum. Dışarı çıkmasaydım kesinlikle bayılırdım. Biraz kapının önünde durdum. Şimdi kendimi daha iyi hissediyorum.’
Bu hikâyeyi anlattığı süre boyunca bir kez olsun yüzüme bakmadı ve ses tonu her zamankinden farklıydı. Açıkça yalan söylediğini anlamıştım. Cevap vermeden yüzümü duvara çevirdim; kalbim parçalara ayrılmıştı ve endişeyle şüphe duygusu beni darmadağın etmişti. Eşim benden ne gizliyor olabilirdi? Nereye gitmişti? Öğrenene kadar huzur bulamayacaktım ama bana yalan yanlış da olsa cevap verdikten sonra ona tekrar soramazdım. Bütün gece yatakta döndüm durdum, teori üstüne teori ürettim ama her biri diğerinden daha saçma oluyordu.
O gün şehre inmeliydim ama aklım bu kadar karışıkken işle ilgili meselelerle ilgilenemeyecektim. Eşim en az benim kadar rahatsız olmuştu ve ara sıra bana attığı kaçamak bakışlarından benim ona inanmadığımı anladığını hissedebiliyordum. Çılgınca bir çözüm yolu aradığının farkındaydım. Kahvaltıda hiç konuşmadık ve yemek yer yemez durumu değerlendirmek için temiz havaya ihtiyaç duydum, kendimi dışarı attım.
Crystal Sarayı’na kadar yürüdüm, bir saat kadar orada oyalandım ve saat bir gibi Norbury’ye döndüm. Tesadüfen o kır evinin önünden geçtim dönerken ve bir önceki gün gördüğüm o tuhaf şeyi tekrar görebilmek ümidiyle pencereye göz attım. Orada öylece duruyorken birdenbire kapı açıldı ve eşim dışarı çıktı. Şaşkınlığımı tahmin edemezsiniz Bay Holmes!..
Onu gördüğümde afallamıştım ama göz göze geldiğimizde benim şaşkınlığım, onunkinin yanında hiç sayılırdı. Bir an sanki tekrar evin içine koşmayı düşündü ama gizlenmenin yararı olmayacağını anladı. Bembeyaz kesilmiş yüzü ile korkmuş gözleri, dudaklarındaki gülümsemenin ne kadar sahte olduğunu ortaya koyuyordu.
‘Ah, Jack!’ dedi. ‘Yeni komşularımızın yardıma ihtiyaçları olup olmadığını sormaya gelmiştim. Neden öyle bakıyorsun Jack? Bana kızmadın ya?’
‘Demek ki…’ dedim. ‘Dün gece buradaydın.’
‘Ne demek istiyorsun?’ diye cevap verdi ağlamaklı bir hâlde.
‘Buradaydın. Eminim. Gecenin o saatinde ziyaret ettiğin bu insanlar kim?’
‘Ben daha önce buraya hiç gelmedim.’
‘Bana nasıl yalan söyleyebilirsin?’ diye bağırdım. ‘Konuşurken bile ses tonun değişiyor. Ben senden hiç sır sakladım mı? Eve gireceğim ve bütün meseleyi kökünden halledeceğim.’
‘Hayır, hayır, Jack! Tanrı aşkına!’ dedi nefes nefese kendisini kontrol edemeyerek. Sonra kapıya yaklaştığımda beni kolumdan yakaladı ve büyük bir güçle geri çekti.
‘Sana yalvarıyorum bunu yapma Jack!’ diye bağırdı. ‘Sana bir gün her şeyi anlatacağım, yemin ediyorum ama o eve girersen bu, sana ızdıraptan başka bir şey getirmeyecek.’ Kendisinden kurtulmaya çalışırken bana çılgınca yalvarmaya devam etti.
‘Güven bana Jack!’ diye bağırdı. ‘Bu seferlik bana güven. Pişman olmayacaksın. Senin iyiliğin için olmasaydı senden asla bir şey gizlemezdim. Bütün hayatımız buna bağlı. Eğer benimle eve dönersen her şey yoluna girecek. Ama o eve zorla girersen işte o zaman aramızdaki her şey bitmiş olacak!’
Tavırlarındaki samimiyet ve umutsuzluk duraksamama neden oldu ve kararsızca kapının önünde öylece kalakaldım.
‘Sana bir şartla inanacağım; sadece bir şartla!’ dedim sonunda. ‘Bu gizeme şu andan itibaren son vereceksin. Sırrını saklamakta özgürsün ama bundan böyle gece yarısı dışarı çıkmak ya da benden gizli hareket etmek gibi şeyler olmayacak. Olanları unutmaya hazırım ancak ileride tekrarlanmayacağına söz vermelisin.’
‘Bana güveneceğini biliyordum!’ diye bağırdı rahatlayarak. ‘Senin istediğin gibi olacak. Haydi gel! Ah, haydi evimize gidelim!’ Hâlâ kolumdan çekerek beni o evden uzaklaştırmaya çalışıyordu. Yürürken geriye dönüp baktım ve üst kattaki pencerede, bana geçen gün bakan o soluk, sarımtırak, öfkeli yüzü gördüm. O yaratık ile eşimin arasında ne gibi bir bağ olabilirdi? Ya önceki gün gördüğüm o sert, kaba kadının benim eşimle ne bağlantısı vardı? Tüm bunlar acayip bir yapbozun parçaları gibiydi ve bunu çözmeden asla rahat edemeyeceğimi çok iyi biliyordum.
Bu olaydan sonra iki gün evde kaldım. Karım anlaşmamıza uyuyor gibi görünüyordu çünkü evden dışarı adımını atmadı. fakat üçüncü gün, verdiği sözün, onu, kocasını ve görevlerini bile unutturan bu gizli etkinin pençesinden kurtarmaya yetmeyeceğini anladım.
O gün şehre inmiştim ve her zamanki 3:36 treni yerine 2:40 treniyle eve döndüm. Eve girdiğimde hizmetçimiz şaşkınlık içinde salona koştu.
‘Hanımın nerede?’ diye sordum.
‘Sanıyorum yürüyüşe gitti.’ diye cevap verdi.
Yine aklım şüphelerle doldu. Yukarı koşarak evde olmadığına emin olmak istedim. Onu ararken tesadüfen üst kattaki pencerelerin birinden dışarı baktığımda biraz önce konuştuğum hizmetçimin o eve doğru koştuğunu gördüm. Sonra, tabii ki her şeyi anladım. Eşim oraya gitmişti ve ben eve geldiğimde hizmetçinin haber vermesini istemişti. Öfkeyle yanıp tutuşuyordum, meseleyi kökünden çözmek için aceleyle aşağı inip karşı tarafa koşturmaya başladım. Eşimin ve hizmetçinin yoldan geri geldiğini gördüm ama onlarla konuşmak için durmadım. Hayatımı gölgelendiren bir sır, o evde yatıyordu. Ne olursa olsun bunun artık bir sır olmaktan çıkacağına yemin ettim. Eve ulaştığımda kapıyı çalma zahmetinde bulunmadan direkt içeri daldım.
Giriş katında her şey sessiz sakindi. Mutfakta ateşin üzerinde bir çaydanlık ötüyor, hasır sepette büyük, siyah bir kedi yatıyordu; ama daha önce gördüğüm kadından iz yoktu. Hemen diğer odaya koştum; burada da kimse yoktu. Sonra üst kata çıktım ve buradaki iki odanın da boş olduğunu gördüm. Koca evde hiç kimse yoktu. Eşyalar ve tablolar çok sade ve kabaydı, pencerede gördüğüm o tuhaf yüzün bulunduğu oda dışında. Orası rahat ve şıktı. Ne zamanki üç ay önce benim ricamla çektirdiğimiz eşimin büyük boy fotoğrafını şöminenin üzerinde gördüm, işte o zaman şüphelerim hiddete dönüştü.
boş olduğuna emin olana kadar evde dolaştım. Sonra kalbimde daha önce hiç hissetmediğim bir ağırlıkla oradan ayrıldım. Ben evimize girerken eşim koridora çıktı ama o kadar içerlemiş ve kızgındım ki bırakın onunla konuşmayı tek kelime etmeden koşarak çalışma odasına gittim. ancak ben kapıyı kapatmadan o da peşimden içeri girmişti.
‘Sözümde durmadığım için özür diliyorum Jack.’ dedi. ‘Ama durumu bilseydin eminim beni affederdin.’
‘O hâlde bana her şeyi anlat.’ dedim.
‘Anlatamam Jack, anlatamam!..’ diye bağırdı.
‘O evde kimlerin yaşadığını ve o fotoğrafı verdiğin kişinin kim olduğunu söylemediğin sürece, aramızda bir daha asla güven söz konusu olamaz!’ dedim ve evden ayrıldım. Bunlar dün oldu Bay Holmes ve eşimi en son o zaman gördüm. Ayrıca bu tuhaf mesele hakkında daha fazla bilgim yok. Aramıza giren ilk gölgedir bu ve o kadar yıprandım ki ne yapacağımı bilemiyorum. Bu sabah, sizin bana tavsiyelerde bulunabileceğiniz geldi aklıma aniden. Bu yüzden koşup size geldim ve kendimi ellerinize bırakıyorum. Eğer anlayamadığınız herhangi bir nokta varsa lütfen sorun. ama en önemlisi bana ne yapacağımı söyleyin, yoksa daha fazla dayanamayacağım!”
Holmes ile birlikte bu olağanüstü hikâyeyi büyük bir ilgiyle dinlemiştik. Bu üzücü olay nedeniyle büyük bir sarsıntı geçiriyordu adamcağız. Arkadaşım bir süre eli çenesinde, sessizce düşüncelere dalmıştı.
“Söyler misiniz…” dedi sonunda. “Penceredeki yüzün bir adama ait olduğuna yemin edebilir misiniz?”
“Onu uzaktan gördüm. Bu nedenle bu soruya tam olarak cevap vermem imkânsız.”
“Görünüşe göre sizi çok etkilemiş.”
“Doğal olmayan bir ten rengi ve kaba hatları vardı. Yaklaştığımda hızla gözden kayboldu.”
“Eşiniz sizden yüz sterlini ne zaman istedi?”
“Yaklaşık iki ay önce.”
“Onun ilk kocasının fotoğrafını hiç gördünüz mü?”
“Hayır, ölümünden sonra Atlanta’da büyük bir yangın çıkmış ve eşimin bütün evrakları yok olmuş.”
“Yine de ölüm belgesi var. Gördüğünüzü söylemiştiniz.”
“Evet, yangından sonra yenisini çıkartmış.”
“Karınızın Amerika’dan tanıdığı kimse var mıydı?”
“Hayır.”
“Oraları tekrar ziyaret etmeyi düşünüyor muydu?”
“Hayır.”
“Peki, mektup alır mıydı?”
“Hayır.”
“Teşekkür ederim. Bu durumu düşünmek için biraz süre istiyorum. Bu ev tamamen terk edildiyse işimiz zorlaşabilir. Diğer yandan eğer evdekiler, siz gelmeden önce uyarılıp dışarı çıktılarsa -ki öyle olduğunu tahmin ediyorum- geri dönebilirler ve bu durumda biz de meseleyi kolayca çözebiliriz. Size tavsiyem şudur, tekrar Norbury’ye dönün ve evin pencerelerini yeniden inceleyin. İçeride olduklarına emin olursanız, sakın zorla girmeye kalkışmayın, lütfen arkadaşımla bana bir telgraf çekin. Elimize ulaştığında bir saat içinde yanınızda olacağız ve bu meseleyi kökünden çözeceğiz.”
“Ya hâlâ boş ise?”
“Böyle bir durumda yarın yanınıza geleceğiz ve olayları konuşacağız. Hoşça kalın ve en önemlisi sebepsiz yere endişeye kapılmayın.”
“Korkarım ki işler pek yolunda değil Watson.” dedi arkadaşım, Bay Grant Munro’yu kapıdan geçirdikten sonra. “Sen ne diyorsun olanlara?”
“Çok çirkin görünüyor.” diye cevap verdim.
“Evet. Yanılmıyorsam işin içinde şantaj var.”
“Şantajcı kim peki?”
“Evin tek rahat odasında yaşayan ve şöminenin üzerine kadının resmini koyan yaratık olsa gerek. İnan bana Watson, penceredeki soluk yüz çok ilgimi çekiyor ve ben bu davayı dünyada kaçırmam.”
“Teorin nedir?”
“Aslında geçici bir teorim var. Haklı çıkmazsam şaşarım. Bu kadının ilk kocası o evde yaşıyor.”
“Neden böyle düşünüyorsun?”
“Kadının, kocasının eve girmemesi için çırpınmasını başka nasıl açıklayabiliriz? Anladığım kadarıyla olaylar şöyle gelişti: Bu hanım Amerika’da evlendi. Kocası kötü alışkanlıklar edindi ya da kötü bir hastalığa yakalandı mı desek; mesela cüzzam gibi? En sonunda kocasından kaçtı, İngiltere’ye döndü, adını değiştirdi ve yeni bir başlangıç yapmak için hayatına yön verdi. Üç yıldır evliydi ve güvende olduğunu düşünüyordu. Yeni kocasına da uydurma bir isim adına düzenlenmiş bir ölüm belgesi gösterdi ama bir gün ilk kocası ortaya çıktı. Kadına mektup gönderip gerçekleri anlatmakla tehdit etti. Kadın kocasından yüz sterlin isteyerek onu susturacağını sandı. bu o kadar da işe yaramadı ve bir süre sonra kadının oturduğu yere geldiler, ikinci kocası kır evine yeni birilerinin taşındığını söyleyince kadın bunların kim olduğunu anladı. Kocası uyur uyumaz kendisini huzur içinde bırakmaları konusunda onları ikna etmekte kararlıydı; ancak başarısızlığa uğrayınca ertesi sabah tekrar gitti ama bu sefer kocasıyla karşılaştı. Oraya bir daha gitmeyeceğine söz verdi kocasına ama iki gün sonra, kendisinden istenilen fotoğrafı da yanına alarak onları tekrar ikna etme çabasına başvurdu. Görüşme sırasında hizmetçi hemen yanına koşturup kocasının geldiğini haber verdi. Kadın, kendisini onu evde bulamayınca kır evine geleceğini bildiğinden herkesi arka kapıdan ağaçlık alana götürerek sakladı. Bu sebepten kocası evin terk edildiğini düşündü. Bu gece incelemelerde bulunmak üzere gittiğinde hâlâ kimsenin evde ikamet etmediğini görürse herhâlde bu olaya benim kadar şaşıran olmaz. Teorim hakkında ne düşünüyorsun?”
“Sadece tahminlerde bulunuyorsun.”
“En azından gerçeklerle örtüşüyor. Yeni gerçeklerle yüzleştiğimizde ve örtüşmediğini gördüğümüzde işte o zaman tekrar düşünürüz. Zaten Norbury’deki arkadaşımızdan haber almadığımız müddetçe elimiz kolumuz bağlı.”
Haberin gelmesi için çok fazla beklemedik. Çayımızı bitirmek üzereyken haber elimize ulaştı. “Evde hâlâ ikamet ediyorlar.” yazıyordu. “Penceredeki yüzü tekrar gördüm. Yedi treniyle sizi karşılayacağım ve o saate kadar bir şey yapmayacağım.”
Vagondan indiğimizde bizi platformda bekliyordu ve istasyonun ışıkları altında onun çok solgun olduğunu ve üzüntüden titrediğini görebiliyorduk.
“Hâlâ oradalar Bay Holmes.” dedi eliyle arkadaşımın kolunu tutarak. “Gelirken kır evinin ışıklarını gördüm. Bu meseleyi tamamen halledelim.”
“Planınız nedir?” diye sordu Holmes ağaçlarla çevrelenmiş yolda yürürken.
“İçeri zorla girip orada kimlerin yaşadığını öğreneceğim. İkinize de şahit olarak ihtiyacım var.”
“Bu sırrı çözmemeniz konusunda ısrar eden eşinize rağmen sonuna kadar gitmekte kararlısınız demek.”
“Evet, kararlıyım.”
“Bence doğrusunu yapıyorsunuz. Gerçekler, sonsuz şüphelerden daha iyidir. Bir an önce gidelim. Gerçi yasalara karşı geliyoruz ama yine de buna değer.”
Çok karanlık bir geceydi. Ana yoldan, her iki tarafı çalılıklar ve derin tekerlek izleriyle kaplı dar bir yola saptığımızda yağmur çiselemeye başlamıştı. Bay Grant Munro sabırsızca ilerlerken biz, onu takip etmekte zorlanıyorduk.
“Oradaki ışıklar benim evime ait.” diye mırıldanarak ağaçlar arasındaki parıltıya işaret etti. “Burası da girmeyi planladığımız kır evi.”
O konuşurken bir yola saptık ve hemen karşımızda bir ev göründü. Karanlıkta, toprağın üzerine yansıyan küçük, sarı bir ışık, kapının tamamen kapalı olmadığını gösteriyordu. Üst kattaki bir oda ise pırıl pırıl aydınlatılmıştı. Pencereye bakarken bir karaltının hızla hareket ettiğini gördük.
“İşte yaratık!” diye bağırdı Grant Munro. “Orada birinin olduğunu siz de görebilirsiniz. Beni takip edin ve artık olanları öğrenelim.”
Kapıya yaklaşırken içeriden bir kadın fırladı ve lamba ışığının altında durdu. Karanlıkta yüzünü pek seçemiyordum ama kollarını yalvarırcasına öne doğru tutuyordu.
“Tanrı aşkına yapma Jack!” diye bağırdı. “Bu gece geleceğini tahmin ettim. Lütfen iyi düşün, tatlım! Bana tekrar güven, pişman olmayacaksın!”
“Sana fazlasıyla güvendim Effie!” dedi sert bir tavırla. “Bırak beni! Geçmeliyim. Arkadaşlarım ve ben bu meseleyi kökünden çözeceğiz!” Eşini bir kenara itti ve biz de onu hemen arkasından takip ettik. Kapıyı açar açmaz yaşlı bir kadın önüne atlayarak onu durdurmaya çalıştı ama o, kadını kenara fırlattı ve hepimiz merdivenleri tırmanmaya başladık. Grant Munro, ışıklandırılmış odaya bir hışımla girerken biz de onun arkasındaydık.
Konforlu, iyi döşenmiş odada, masanın ve şöminenin üstünde olmak üzere ikişer mum yanıyordu. Köşede, bir masanın üzerine eğilmiş, küçük bir kız çocuğuna benzeyen biri vardı. İçeri girdiğimizde yüzü bize dönük değildi. Üzerinde kırmızı bir elbise ile beyaz eldivenleri vardı. Bize hızla döndüğünde ben şaşkınlık ve korkudan ufak bir çığlık attım. Bize çevirdiği yüzü çok tuhaf bir şekilde solgundu ve herhangi bir ifadeden yoksundu. Bir dakika sonra olayın gizemi çözüldü. Holmes bir kahkaha atarak elini çocuğun kulağının arkasına götürdü ve maskesini çıkardı. Bembeyaz dişleriyle şaşkın şaşkın yüzlerimize gülümseyerek bakan küçük, kömür gibi bir siyah kız duruyordu karşımızda. Onun neşesi karşısında ben de kahkahayı patlattım ama Grant Munro elini boğazına götürerek gözlerini ona dikip bakakalmıştı.
“Tanrı’m!” diye bağırdı. “Bunun anlamı ne?”
“Ben sana anlatacağım.” diye bağırdı gururlu bir ifadeyle içeriye koşturan Effie. “Sana anlatmamak için çok uğraştım ama olanlar oldu artık. Kocam Atlanta’da öldü. Çocuğum ise kurtuldu.”
“Çocuğun mu?”
Göğsünden büyük, gümüş bir madalyon çıkardı. “Bunu açık hâlde hiç görmedin değil mi?”
“Açılmadığını sanıyordum.”
Bir yaya dokunur dokunmaz ön kapak dönüverdi. İçinde çok yakışıklı, zeki görünümlü bir erkeğin resmi vardı; ancak siyah olduğu gözden kaçmıyordu.
“Bu Atlantalı John Hebron.” dedi kadın. “Dünyaya ondan daha asil bir erkek gelmemiştir. Onunla evlenebilmek için ailemi reddettim ve evliliğimiz boyunca bir kez bile pişman olmadım. Tek çocuğumuzun onun tarafına benzemesi büyük talihsizlikti. Genelde böyle olurmuş. ama küçük Lucy babasından bile daha koyu tenli oldu. Açık veya koyu, o benim küçük kızım ve annesi onu çok seviyor.” Bu sözleri duyar duymaz küçük kız annesine koşarak sarıldı. “Onu Amerika’da bırakmamın sebebi sağlığının iyi olmayışıydı. Hava değişikliğinin ona iyi gelmeyeceğini düşündüm.” diye devam etti. “Bir zamanlar bizimle çalışan güvenilir, İskoç bir kadına emanet ettim onu. Fakat sen karşıma çıktığında ve seni sevmeye başladığımda sana çocuğumdan bahsetmeye çekindim Jack. Tanrı affetsin seni kaybetmekten korktum ve anlatmaya cesaret edemedim. İkinizin arasında bir seçim yapmalıydım ve kendi küçük kızıma sırtımı dönme zayıflığını gösterdim. Üç yıldır onun varlığını senden gizli tutuyordum ama bakıcısından haberlerini alıyor, her şeyin yolunda gittiğini öğreniyordum; ancak onu görme ihtiyacını hissettim. Karşı koymaya çalıştım ama boşunaydı. Tehlikeli olacağını bilmeme rağmen birkaç haftalığına da olsa onu buraya getirtecektim. Bakıcıya yüz sterlin gönderdim ve kır evi hakkında bilgi verdim. Böylece komşu olarak gelecekti ve benimle olan bağlantısı anlaşılmayacaktı. O kadar dikkatle önlem aldım ki gündüz çocuğu dışarı çıkarmıyor, yüzünü ve ellerini örtüyordum. Böylece mahallede siyah bir çocuğun olduğu dedikodusunu engellemiş oldum. Biraz daha ihtiyatlı olsaydım daha iyi olurdu ama gerçeği öğrenmenden o kadar korkuyordum ki…
Kır evine kiracıların taşındığını ilk sen söyledin. Sabahı beklemem gerektiğini biliyordum ama çok heyecanlanmıştım ve seni uyandırmanın ne kadar zor olduğunu bildiğimden gizlice oraya gitmeye karar verdim. fakat beni giderken gördün, bu da sorunların başlangıcı oldu. Ertesi gün benim sırrım senin insafına kalmıştı; ama asilce davranarak daha fazla üstelemedin. ancak üç gün sonra, sen ön kapıdan girmeye çabalarken bakıcısı ile kızım güç bela arka kapıdan kaçabilmişti. Artık her şeyi öğrendiğine göre çocuğuma ve bana ne olacağını sorabilirim sana.” dedi ve ellerini birleştirerek kocasının vereceği cevabını bekledi.
Grant Munro çok uzun geçen iki dakika sonunda sessizliğini bozdu, verdiği cevabı hâlâ sevgiyle hatırlarım… Küçük çocuğu kollarına aldı, öptü ve onu taşırken diğer elini eşine uzattı, kapıya doğru yöneldiler.
“Sanıyorum bunu evde daha rahat konuşuruz.” dedi Grant Munro. “Mükemmel bir adam olmayabilirim Effie ama düşündüğünden daha iyi biri olduğumu sanıyorum.”
Holmes ile beraber onları yol boyunca takip ederken arkadaşım bir ara kolumu çekiştirdi.
“Sanıyorum Londra’ya dönsek daha iyi olacak.” dedi.
O gece geç saatlerde, mumuyla beraber odasına çekilene kadar olay hakkında tek bir kelime dahi etmemişti.
“Watson…” dedi odasına giderken. “Eğer kendime fazla güvenmeye başlarsam ya da bir vakaya hak ettiğinden daha az özen gösterirsem lütfen kulağıma ‘Norbury’ diye fısılda. Ben de sana sonsuza dek minnettar kalayım.”
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.