Kitabı oku: «ESRARENGIZ KELIMELER 2-MALIKANEDEKI YABANCI», sayfa 2
Hiçbiri kadının sözlerine bir anlam veremedi. Sarp ise kendini tutamayıp, “Ama öğretmenim, Mert’le arkadaşlığımızı, hatta İdil’le ve Nesli’yle olan arkadaşlığımızı burada kurmadık ki, önceye dayanıyor.” dedi.
Bilge Öğretmen, “Elbette Sarp, ama Narin’le Feridun’u unutma istersen.” demekle yetindi.
Kapıya vardıklarında boğuk ve derinden gelen rüzgârın uğultusu iyice artmıştı. Sırt çantalarını bıraktıkları yerden aldılar. Sırf öğretmenlerini kırmamak için birbirlerinin iletişim bilgilerini not ettiler ve okul açıldığında görüşmek üzere vedalaştılar.
Mert, İdil, Nesli ve Sarp otobüse binecekleri kavşağa ulaşmak için Uğuldayan Tepe Yolu’ndan yokuş aşağı koştururlarken, Narin ve Feridun’u geride bırakmışlardı.
Nesli, “Umduğumdan daha hızlı bir tur oldu.” dedi.
Tam o sırada İdil de, geçen seneki okul turunun daha uzun olduğunu aklından geçiriyordu. Bu düşüncesini kendine saklamayı uygun buldu.
Sarp, “Güzel şeyler çabuk biter!” diye bilgiçlik tasladı. Diğerleri Sarp’ın bu cümleyi bir yerde okuduğunu ve kullanmak için fırsat kolladığını tahmin etmişlerdi.
Kavşakta otobüse bindiklerinde hepsi kendi dünyasına çekildi. Ortak düşünceleri, önlerinde uzanan o birkaç günün hızla geçmesi ve bir an önce Hayallerinizdeki Okul’a dönmekti.
Bilge Öğretmen, çocukların gittiklerinden emin olunca hafifçe kaşlarını çattı. “Okulun emektarı mı!” diye kendi kendine mırıldandı. Bu da nereden gelmişti aklına? İnsan paniğe kapılınca ne diyeceğini şaşırıyor, aklına ilk gelen neyse, onu söylüyordu. Çocukların sözünü ettiği adamın kim olduğuna dair bir tahmin yürütebilirdi elbette! Okulun emektarı olmadığına ise kesinlikle emindi. Uzun süredir, her konuyla öğretmenler ilgileniyordu; okul öğretmenlerin idaresindeydi. Ancak Bilge Öğretmen o sırada idare etmesi gereken durumun, görevleri arasında olmadığına emindi.
3. Bölüm
Birbirinden Kopuk Cümleler

Mert eve dönünce çantasından Esrarengiz Kelimeler’i çıkardı. Sanki onu göstermeden okula giremeyecekmiş gibi yanında taşımış, kitap öylece çantasında durmuştu. Kitabındaki tüm o şifrelerin ve bilmecelerin ucunda okula kabul edilme ihtimali olduğunu bilseydim, acaba nasıl davranırdım, diye aklından geçirirken sayfaların arasına sıkıştırılmış sarımsı kâğıdı gördü. Kalbi birden yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladı. Dörde katlanmış kâğıdı açarken duyduğu heyecanı engelleyemiyordu. Süslü harfler siyah mürekkeple yazılmıştı.
Daha önce fark etmediği, eskiden kalma bir kâğıt parçası olmadığına emindi. Belli ki biri yeni koymuştu. Neredeyse nefesi kesildi. Kâğıttaki cümleyi ancak dudaklarını kımıldatarak okuyabildi:
15 santimi kısa bulma,
Eğer bulursan birlikten doğan güce
hiç şaşırma
Bu da ne demek oluyordu. Hemen bilgisayarının başına geçti. Parmakları hızla klavyenin üstünde kaydı. Sadece birkaç saniye sonra cümleyi kısacık bir notla birlikte İdil’e, Nesli’ye ve Sarp’a göndermişti.
“Esrarengiz Kelimeler’in arasındaydı. Sizce ne anlama geliyor?”
Bu defa sadece birkaç dakika içinde ekranında İdil’den ve Nesli’den gelen cevaplar belirdi. Aynı Mert’in yaptığı gibi okula kabul edilmelerini sağlayan kitapları yanlarında taşıyan iki kuzin de vakit kaybetmeden çantalarına el atmıştı. Mert’e cevap yazarken ise ünlemden kaçınmamışlardı.
Nesli, “Kitap Kurdunun Düşleri’nin arasında da bir not var!!!” Nesli’nin kitabına verdiği addı bu! Kuzini gibi sıkı bir kitap kurdu olduğunu daha nasıl gösterebilirdi ki! “Gezmeyi sevsen de iki taneyle yetin, abartma, diye yazıyor. Ne demek bu şimdi?”
“Öyle durup bakma, ihtiyacı olana yardım etmekten kaçınma. Bendeki cümle de bu!!! Tamamlanmamış Hikâyeler’in ilk sayfalarının arasındaydı.” İdil de kitabının adını belirtmek istemişti.
Mert o sırada arkadaşlarının da kendisi gibi heyecandan yerlerinde duramadıklarını tahmin ediyordu. Sadece Sarp’ın sesi soluğu çıkmamıştı. Mert, Sarp’a bu defa cep telefonundan mesaj gönderdi. O üçüne sonu gelmeyecekmiş gibi görünen dakikaların ardından ekranda Sarp’ın adı belirdi.
“Benimkinden bir şey çıkmadı!!!”
Mert arkadaşlarının ünlem işaretine kafayı taktıklarını düşündü. “Nasıl çıkmadı?”
“Çıkmadı işte!”
Bu cevap karşısında İdil’le Nesli’nin mesajları art arda geldi.
“Bizde olduğuna göre sende de olmalı.”
“Sen de okulun öğrencisisin.”
“Emin misin? İyice baktın mı?”
“Hat yazısı!”
“Çok güzel bir el yazısıyla yazılmış.”
“Tabii ki iyice baktım, Örnek Öğrencinin Güncesi’nin her sayfasını tek tek kontrol ettim. Hat yazısının ne demek olduğunu biliyorum, açıklamanıza gerek yok.” Sarp alınmak için eline geçen her fırsatı değerlendiriyordu.
“Şu durumda bile laf yetiştirdiğine inanamıyorum.”
“Asıl ben şu durumda bile, bilgiçlik taslamanıza inanamıyorum.”
Mert arkadaşlarının konudan saptıklarını anlayıp araya girdi. “Şuna bir son verir misiniz lütfen? Elimizde üç tane cümle var. Bu ne demek oluyor sizce?”
“Benim cümlem eksik kalmış demek oluyor.” Sarp’ın bu duruma çok içerlediği anlaşılıyordu.
O sırada ekranda, İdil’in art arda sıraladığı üç cümle belirdi:
Öyle durup bakma, ihtiyacı olana
yardım etmekten kaçınma
Gezmeyi sevsen de iki taneyle yetin,
abartma
15 santimi kısa bulma,
Eğer bulursan birlikten doğan güce
hiç şaşırma
“Cümleler bunlar! Anlamlı bir sıralama yapmaya çalıştım. En üstteki en alta da gelebilir. Ama yine de eksik.”
“Çünkü biz eksiğiz!” Sonunda Mert de ünlem işaretinin gücüne yenik düşmüştü.
İdil, “Narin’le Feridun!” diye yazdı. “Onların çantalarına da cümleler bırakıldığına eminim.”
“O kadar emin olma! Benim çantama bırakılmadığına göre…”
Mert heyecandan yerinde duramasa da sakin kalmaya çalışıyordu. “Onlara da soralım.”
İdil hazırdı. “Ben hemen yazıyorum.”
Sarp, “Acaba önce Bilge Öğretmen’e mi haber versek?..” diye yine araya girdi. Onu ilgilendiren tek şey cümlesiz kalmasıydı. Belki öğretmeni bunun nedenini bilirdi.
Nesli, “Belki de kâğıtları Bilge Öğretmen koydu.” diye yazdı. Sanki Sarp’ı iyice çıldırtmak istiyordu. “Hani bir ara onu bulamadık, sonra koşar adım geldi ya yanımıza. İşte o sırada!”
“Olamaz, Bilge Öğretmen’im beni cümlesiz bırakmaz.” Sarp her ne kadar belli etmese de içten içe endişelenmişti.
Nesli, artık neredeyse Sarp’a hitap ediyordu. “Okulu turlarken oyalanmak kelimesini ne çok kullandığını fark etmedin mi? Hep acelesi var gibiydi.”
“Olamaz, Bilge Öğretmen’im bana bunu yapmaz!” Sarp utanmasa oturduğu yerden vızıldayacaktı. Birden aklına gelmiş gibi, “Kâğıtları kesin şu karşılaştığımız adam koydu.” diye yazdı. “Bir tuhaflık vardı o adamda. Hem ne işi vardı okulda?”
Nesli, adamın tuhaf olduğu konusunda Sarp’la aynı fikirdeydi. Ancak bunu kendine sakladı. “Okulun emektarıymış ya.”
“Evet ama yaptığı işi ya da görevini bilmiyoruz ki! Emektar meslek değildir, bir işe uzun süre emeği geçmiş kişiye denir.”
“Bunu da Bilge Öğretmen’e sorarsın o zaman. Çünkü adamın okulun emektarı olduğunu da söyleyen o değil miydi?”
Yazışmaları takip eden Mert, Nesli’nin sırf Sarp’ın damarına basmak için işi abartmaya başladığını görünce dayanamadı. “Gerekirse sorarız Bilge Öğretmen’e; hep tek amacı bize yol gösterip yardım etmek oldu. Yine öyle olacaktır. Şimdi atışmayı kesip şifreye odaklanabilir miyiz?”
O sırada İdil, “Sıkı durun!” diye bildirdi. “Narin’in kitabının arasından da bir kâğıt çıkmış. Yazışmaya o da dâhil oluyor. Feridun ise çantasına bakıp yazacak.”
Aslında Feridun tam olarak, “Henüz çantama bakacak zamanım, vaktim olmadı, aile büyükleriyle birlikte büyük salonda yemekteydim.” diye yazmıştı. Ancak İdil bu cümleyi arkadaşlarıyla paylaşmaya gerek görmedi. Çünkü üst üste büyük kelimelerinin vurgulandığı ve içinde gizli bir böbürlenmenin olduğu gereksiz ayrıntılar taşıyordu. Feridun’u sempatik buldukları söylenemezdi, bu düşüncelerini pekiştirmenin bir anlamı yoktu.
Hem kitaplarının arasından çıkan şifreli cümlelere bakılırsa yine ekip olarak çalışmaları gerekecekti. Birbirlerini oldukları gibi kabul edip anlaşmaya çalışmak iş birliği yapabilmenin tek yoluydu.
Az sonra, hepsi birden bilgisayarlarının başındaydı. Narin’le Feridun aynı anda kitaplarının arasından çıkan cümleleri yazdılar. Narin’in cümlesi oldukça kısaydı.
Dört yeri birden dolaşmaya kalkma
Feridun’a verilen cümle ise burnu büyük biri için özellikle seçilmişti sanki.
Hem kim bilir, bir yerde kocamanken
diğerinde ufalırsın bir anda
Kısa bir süre sessiz kalıp cümleleri farklı şekillerde art arda sıraladılar. Birbirlerine belli etmeseler de her biri şifreyi oluşturan parçaları düzgün bir sıraya koyan ilk kişi olmak istiyordu. Neredeyse birbirleriyle yarışıyorlardı.
Çok geçmeden Mert, “Arkadaşlar ne dersiniz, oldu mu sizce?” diye sordu. Kendince en uygun hâle getirdiği cümleleri yazıp paylamıştı.
Dört yeri birden dolaşmaya kalkma
Gezmeyi sevsen de iki taneyle yetin,
abartma
15 santimi kısa bulma,
Eğer bulursan birlikten doğan güce hiç
şaşırma
Öyle durup bakma, ihtiyacı olana
yardım etmekten kaçınma
Hem kim bilir, bir yerde kocamanken
diğerinde ufalırsın bir anda
Belki de henüz tanıştığı iki çocuğa da, arkadaşlar, diye hitap etmesi hepsini birbirine yakın hissettirmişti. En azından gelen mesajlardan öyle anlaşılıyordu. Kızlar da cümleleri Mert gibi sıralamışlardı. Sarp’la Feridun ise sıralamayı onaylamakla yetindiler. Diğer yandan, hiçbirinin şifrenin çözümüne dair bir fikri yoktu.
İdil, “Yarın halk kütüphanesinde buluşalım mı?” diye sorunca hepsinden aynı anda İdil’i onaylayan benzer cevaplar geldi. Bunun üzerine İdil, “10.00 uygun mu?” diye ekledi. Uygundu.
Nesli yine sırf kuzininden geri kalmamak için, “Yarın 10.00’da kütüphanenin girişinde buluşmak üzere…” diye yazdı.
Mert, elinde cümlenin olduğu kâğıtla uykuya dalarken, tam da okula başlamak üzereyken ortaya çıkan şifreli cümlelerin nedenini ve onları nelerin beklediğini merak ediyordu.
4. Bölüm
Sil Baştan!

Sözleştikleri saatte, halk kütüphanesinin girişindeydiler. Sabah olmasına rağmen hava fazlasıyla sıcaktı. Hiç vakit kaybetmeden kendilerini kütüphanenin kafesine attılar.
Mert, elinde Esrarengiz Kelimeler’le ve yanında İdil’le kafeye geldiği ilk anı aklından geçirdi. Sadece birkaç ay önceydi ama köprünün altından çok sular akmıştı. Kitaplarla arası iyi olmayan o Mert gitmiş, yerine başka biri gelmişti. Artık kitaplar Mert’in ayrılmaz bir parçasıydı.
Kafenin serinliği hepsine iyi geldi. Yine de birer soğuk içecek almayı ihmal etmediler. Etraf epey boştu. Köşedeki en büyük masaya yerleştiler.
Her biri kitaplarının arasından çıkan kâğıdı ve şifrenin tamamını yazdıkları kâğıtları çıkardılar. Narin cümleleri üstü nota resimleriyle bezeli ince bir bloknota yazmıştı. İdil’le Nesli, kızın kullandığı eşyaların bile ismi gibi olduğunu düşündüler; ince, narin…
Sadece Sarp’ın eli boştu ve oldukça endişeli görünüyordu. İdil Tamamlanmamış Hikâyeler’in arasından çıkan kâğıdı Sarp’a uzattı. “Bu senin!”
Sarp da dâhil hepsi şaşkınlıkla kıza baktılar. İdil ise kendinden oldukça emin görünüyordu. “Dünkü tur aslında sadece okula ilk kez kabul edilenler içindi. Bilge Öğretmen beni kırmayıp aranıza kattı. Demek istediğim, şifreleri hazırlayıp çantalarımıza bırakan her kimse, hesaba katmadığı ya da oyuna dâhil etmediği Sarp değil, bendim. O kişinin hangi çantanın kime ait olduğunu bildiğini sanmam. Beş cümleye altı çanta!” İdil birine haksızlık yapmayı kesinlikle istemezdi. Hele tura katıldığı için bile içten içe huzursuz olmuşken!
Sarp belli etmemeye çalışsa da sevincine engel olamıyordu. İdil’in sözlerine karşı çıkmayı düşünmedi bile. Yalnızca Sarp değil, diğerleri de bir şey demediler. İdil’in söylediği mantıksız sayılmazdı. Kâğıdı koyan kişi, Nesli’nin düşündüğü gibi Bilge Öğretmen olsa bile, okula ilk kez kabul edilenleri göz önüne alacaktı elbet.
Mert hemen, “Bu cümleler size ne ifade ediyor?” diye sordu. Cümlelerin neden gönderildiği konusuna girmek istememişti. Bunu zamanla anlayacaklarını umuyordu.
Böylece İdil’in masanın ortasına koyduğu, şifrenin yazılı olduğu sayfaya gözlerini diktiler. Bazı şeyler hiç değişmiyordu; İdil’in her şeyi not etmesi ya da hepsi not etse bile, yine kendi notlarını arkadaşlarıyla paylaşmayı görev sayması gibi…
Feridun, “Evdeki aile kütüphanemize bakma fırsatım olmadı.” dedi.
Narin, cümlelerin ona bir şey çağrıştırmadığını göstermek için dudaklarını bükmekle yetindi.
Aslında hiçbiri şifrede ne demek istendiğini anlamamıştı.
İdil, “Gezilecek dört yer var ama sadece ikisine git, diyor.” diye fikrini belirtti.
Kuzini, “Birlikten doğan güce dikkat çekiyor.” dedi.
Mert yumruk yaptığı elini yanağına dayamıştı yine. “Yardımsever ol, burnu büyük olma, diyor.”
Sarp hemen karşı çıktı. “Onu da nereden çıkardın? Ne burnu büyük ne de kibirli sıfatları geçiyor!”
“Geçiyor sayılır! Bir yerde kocamanken diğerinde ufalırsın, yazıyor! Sıfatları kullanmadan taşıdıkları anlamı veriyor. Vücudun ufalacak değil ya!” Nesli de Mert’i haklı bulmuştu.
Feridun hafifçe öksürdü. “Tüm bu konuşmalar bizi bir sonuca ulaştırmıyor. Netice olarak çözüme ulaşmaktan uzağız.”
İdil, “Hiç ummadığımız anda aklımıza bir fikir gelebilir.” diye karşı çıktı. “Çünkü beyin fırtınası yapıyoruz.”
Nesli başıyla onayladı. “En sevdiğimiz fırtına türüdür!”
Sarp ağzını bir tarafa yamultup güldü. “Hem gerçek fırtınayı kim sever ki! Hele denizdeysen yandın demektir! Çalkantılı deniz beni tutar mesela. O yüzden içinde deniz, gemi ve fırtına olan kitapları okuduğumda, üstelik hepsi de oldukça kalındır, kitaptaki kahramanlardan biri olmadığıma sevinirim. O kitaplarda genellikle gemi şiddetli bir fırtınada rotasından çıkıp bilinmeyen bir yere savrulur. Hayatını ıssız bir adada ya da haritada bile görünmeyen bir yerde kazazede olarak geçirmek zorunda kalabilirsin. Düşünsenize! Sizce de korkunç bir durum değil mi?”
Sarp susacağa benzemiyordu. Başka zaman olsa Nesli ya da İdil çocuğu çoktan susturmaya çalışırlardı. Ancak onun yerine birbirlerine bakıp yerlerinden fırladılar.
Mert, Sarp’ın sözlerinin iki kuzinin aklına ne getirdiğini merak etti. Narin’le Feridun şaşkın gözlerle kafeden hızla çıkan kızlara bakarlarken arkasına yaslandı. Belli ki beyin fırtınası ve Sarp’ın susmak bilmemesi işe yaramıştı.
Bu sırada Sarp kimsenin sözünü kesmemesini, hatta İdil’le Nesli’nin gitmesini fırsat bilmiş, okuduğu kitaplardaki kazazedelerin başına gelenleri anlatma kısmına geçmişti. Anlatırken yüzüne acıklı bir ifade yerleştirmeyi de ihmal etmemişti.
İdil’le Nesli çok geçmeden kafeden çıktıkları hızla geri döndüler. İdil, “Galiba bulduk!” derken uzun saçları yüzünün neredeyse tamamını örtüyordu. Gulliver’in Gezileri’ni masanın tam ortasına bıraktı. “Beyin fırtınasının sonucu.”
Nesli, Feridun gibi yapıp, “Neticesi!” diye eklememek için kendini zor tuttu. Onun yerine, “Ve Sarp’ın fırtınaya dair söyledikleri…” dedi.
“Şu işe bakın ki, tam da blog’uma yazmayı planladığım kitaplardan…” İdil böbürlenmeye kalkmıyor, sıradan bir bilgi veriyordu.
Nesli de hemen atıldı. “Benim de!”
İdil kuzinini duymamış gibi devam etti. “Aslında fırtına deyince önce aklıma Shakespeare’in Fırtına adlı oyunu geldi ama şifreye uyan bir tarafı yoktu.”
Sarp Gulliver’in Gezileri’ni önüne çekti. İpucunun bulunmasında farkında olmadan rol oynadığı için memnundu. Kitabın ilk birkaç sayfasını karıştırıp bölümlere göz attı. Şimdiye dek nasıl olmuştu da okumamıştı. “Burada Gulliver’in gittiği iki yerden söz ediyor sadece.” dedi.
İdil, “Tam de şifrede yazdığı gibi.” diye karşılık verdi. “Dört yeri birden dolaşmaya kalkma, iki taneyle yetin.”
Nesli blog yazısını yazmadan önce kitapla ilgili araştırma yaptığını göstermek için can atıyordu. Az önce, benim de, diyerek İdil’e katılırken laf olsun diye konuşmamıştı. “Aslında Gulliver’in yolculuk yaptığı dört yer var ama mesela bendeki kitapta da sadece iki yolculuğunu anlatıyordu.” Sarp’la aynı anda, “Lilliput ve Brobdingnag.” dediler. Sarp önündeki kitaptan okumuştu. Ancak ikisinin de Brobdingnag demeye çalışmaları kendileri de dâhil hepsinin gülüşmesine neden oldu. Söylemesi gerçekten zordu.
İdil, “Biri 15 santimlik küçük insanların yaşadığı ada.” diye ekledi.
Nesli, “Diğeri ise devlerin yaşadığı yer.” dedi.
“O devlerin de bir adı vardı.”
“Neydi hatırlamıyorum ama onun da söylenişinin oldukça zor olduğunu hatırlıyorum.”
“Dilimin ucunda…”
Mert’le Sarp, iki kuzinin birbirlerinin cümlelerini tamamlayarak neredeyse yarışırcasına konuşmalarına alışkınlardı. Mert aralarına yeni katılan iki çocuğa baktı. Yakında Narin’le Feridun da alışır, diye düşündü. Ardından o da konuşmaya katıldı. “Bir yerde kocamanken diğerinde ufalırsın bir anda cümlesi de böylelikle anlam kazandı.”
“Evet, Gulliver küçük insanların yanındayken kocamandı, sonra devlerin yanında ufacık kaldı.” İdil kitapla ilgili hatırladığı ne varsa söylemek istiyordu.
“Demek ki şifrenin son cümlesi yalnızca kibirli olmayı kastetmiyormuş.” Sarp illa haklı çıkmaya çalışıyordu. Neyse ki kimse bunun üstünde durmadı.
Feridun kitabı okumadığına hayıflanmış, bu hararetli konuşmalara katılamadığı için kendini rahatsız hissetmişti. “Eğer Gulliver yardımsever de biriyse?..” deyip cümlesini yarım bıraktı.
İdil, “Lilliput halkına yardım ediyor.” diye açıkladı. “Şifrenin bu cümlesi de kitabın konusuna uygun.”
Mert, kitabı Sarp’ın önünden çekip masanın ortasına koydu. “Bütün cümleler doğru iz üstünde olduğumuzu gösteriyor. Şimdi sıra bir sonraki adım için ne yapacağımızı bulmaya kalıyor.”
Narin, “Bir sonraki adım mı?” diye sordu. Sesi olduğundan tiz çıkmıştı. “Her şeye baştan mı başlıyoruz?” Aslında soruyu İdil’e bakarak sormuştu. Ne de olsa İdil geçen yaz okula devam etmişti. Yeniden başlıyorlarsa bilirdi.
İdil omuzlarını silkmekle yetindi. O sırada dudağını da bükmüştü ama saçları hâlâ yüzünü örttüğü için diğerleri bunu fark etmedi. Bu soru arkadaşları gibi İdil’in de kafasını kurcalıyordu.
Aslında sorunun cevabını öğrenmenin tek bir yolu olduğunu hepsi biliyordu. Gulliver’in Gezileri’ni inceleyeceklerdi. Bunun yalnızca, “Okula hoş geldiniz!” şifresi mi olduğunu yoksa her şeye yeni baştan mı başladıklarını ancak o zaman anlayabilirlerdi.
Mert kitabın 15. sayfasını açmakla incelemeyi başlattı. 15 santimin, Lilliput halkının boyunun yanı sıra başka bir şeyi daha işaret etmesini umuyordu.
15. sayfada ilgilerini çekecek, ipucu niteliğinde bir şey yoktu, 15. satırda da… Sonra bölümlere baktılar. Her iki yolculuk da sekizer bölümden oluşuyordu. Hiçbiri 15 sayısını nasıl değerlendireceklerini bilmiyordu. Sonra şifrenin ilk iki satırındaki rakamları göz önüne alıp ikinci ve dördüncü bölüme baktılar, sonra ikinci ve dördünce satıra… Bu böyle devam etti.
Sonunda Feridun, “Elimizde kitapla okula gitmek yeterli olabilir, kâfi gelebilir.” diye fikrini belirtti.
Mert, “Neden olmasın!” dedi. Belki de tek yapmaları gereken buydu! Şifrenin parçalarını bir araya getirdiklerini ve birlikte çözüme ulaştıklarını göstermek.
Bu fikir İdil’e kötü görünmemişti. Sil baştan olacak değildi ya! Hem zaten kütüphanenin kafesinde oyalanmanın bir anlamı yoktu. Gulliver’in Gezileri’ni de yanlarına alıp çıktılar.
Bu sırada Sarp, “Belki de bu, gerçekten bir tür karşılama sürprizidir. Bu defa bizi, okula hoş geldiniz, yazısıyla, hatta okula hoş geldiniz komitesiyle karşılarlar, ne dersiniz?” diye sordu.
Nesli dışında kimse tepki göstermedi. O da sadece gözlerini devirdi.
5. Bölüm
Birlikten Kuvvet Doğar!

Malikânenin önüne geldiklerinde, etraf fazlasıyla sakindi. Değil, hoş geldiniz komitesi, etrafta ağaçlar dışında canlı varlık bile yoktu.
Narin kulak kesildi. “Dikkat ettiniz mi? Rüzgâr da esmiyor.”
Bahçe kapısı aralıktı. Çocukları içeri buyur etmekte bir sakınca görmüyordu sanki. Giriş kapısı da sanki özellikle aralık bırakılmıştı. Hepsini tuhaf bir korku sardı. Okul boşken kapılarının açık bırakılması ne kadar güvenliydi ki?
Sarp hâlâ umudunu yitirmemişti. “Bu kadar sessiz olduğuna göre, kesin bizi bekleyen bir sürpriz var.”
Mert, “Herkesin bir anda ortaya çıkıp bizi karşılayacağını hiç sanmıyorum, Sarp.” dedi.
Temkinli adımlarla içeri girdiler. Girişin koyu renk zemini, gözlerine nedense kasvetli görünmüştü. Ne yapacaklarını bilemediklerinden bir süre öylece dikildiler.
Sarp, “Galiba elimizde kitapla okula gelmek yeterli değilmiş.” diye fısıldayarak itiraf etti. Normal sesle konuşmaya çekinmişti.
Nesli de alçak sesle, “Ben karşılama komitesi beklemiyordum tabii ama…” diye Sarp’a katıldı ki, az rastlanır bir durumdu. “Bunda da bir tuhaflık var.”
Mert arkadaşlarını rahatlatmak için, “Muhtemelen okulun emektarı etraftadır, o yüzden kapı açıktır.” dedi. Gerçi tuhaf buldukları birinin her an ortaya çıkabileceği düşüncesi, içlerini ne kadar rahatlatabilirdi ki! Ancak Mert’in aklına başka mantıklı bir açıklama gelmemişti.
Sözleşmişçesine okuma salonuna yöneldiler. O derin sessizlikte ayak sesleri duyulmasın diye neredeyse parmaklarının ucunda yürüyeceklerdi. Etrafta ne emektar ne de başka biri vardı.
Okuma salonunun en dibindeki odaya kadar çekinerek yürüdüler. Her biri içten içe, eğer biriyle karşılaşırlarsa orada bulunmalarını nasıl açıklayacaklarını düşünüyordu. Şifrelerin yazılı olduğu notlardan kime söz edebileceklerini bilmiyorlardı.
İdil’in daha önce, dersleri göreceklerini söylediği masanın etrafını sardılar. Sanki az sonra gerçekten derse başlayacaklardı. Hatta İdil Gulliver’in Gezileri’yle sandalyelerden birine çöktü. “Kitapta gözümüzden kaçan bir ipucu olmadığına eminiz, değil mi?” diye sordu.
Grubun kalanından belli belirsiz mırıltılar yükseldi. Nesli, “Tabii ki emin değiliz.” dedi. “Söz konusu şifreler ve ipuçlarıysa her zaman şüphe duyulacak bir yan vardır.”
İdil, tahmin ettiği cevabı duymuş gibi başını hafifçe salladı. O sırada Narin de kızın yanındaki sandalyeye oturmuştu. Yalnızca yine atkuyruğu yaptığı uzun sarı saçları değil, hareketleri de tüy gibi hafifti. “Öyleyse Gulliver’in Gezileri de doğru kitap olmayabilir! Sizce de olası değil mi?”
Olasıydı! Hepsinin içine bir şüphe gelip çöreklenmişti. Oysa halk kütüphanesinden ayrılıp okula gelirken doğru ipucunu bulduklarına nasıl da emindiler!
İdil birden yerinden fırladı. “Elbette!” dedi. Sesi beklediğinden yüksek çıkmıştı. “Doğru kitap bu değil de başka bir Gulliver’in Gezileri olabilir.” Bir yandan elindeki kitabı hafifçe salladı.
Feridun’la Sarp sözleşmişçesine bir ağızdan, “Gulliver’in Gezileri adında başka bir kitap mı var?” dediler. Hemen ardından bu ortak cevaptan rahatsız olup birbirlerine kaçamak bir bakış attılar.
Mert’le Nesli, İdil’in ne demek istediğini anlamışlardı. Mert, “Aramamız gereken kopya buralarda bir yerde olabilir mi?” derken gözleriyle rafları taradı.
Nesli, “Baskı!” dedi. Kendini tutamayıp Mert’i düzeltmişti.
Mert bu durumu umursamadı. Ancak Nesli yine de, “Demek istediğim, özel bir baskıdır belki!” diye ekleyip yaptığı patavatsızlığı toparlamaya çalıştı. “Şifreler okuldayken çantamıza konduğuna göre, bulmamız gereken kitabın da okulun duvarları arasında bir yerde olması doğal.”
Hepsinin içini o bildik heyecan sardı. Kimsenin başka bir şey söylemesine gerek kalmadı, hızla okuma odalarına dağıldılar. Raflarda ne kadar Gulliver’in Gezileri varsa bulacaklardı. Arama işi zaman alabilirdi ama hiçbirinin bunu düşündüğü yoktu.
İdil, “Kitapları aldığımız yerleri unutmayalım!” diye uyarmayı ihmal etmedi. “Tekrar yerlerine koymak için.” Kendilerini kaptırıp okuma salonunu birbirine katmasalar iyi olurdu.
Arama çalışmaları umduklarından uzun sürse de hiçbirinin vazgeçmeye niyeti yoktu. Ellerinden geldiğince hızlı hareket ederlerken aniden okuma salonunun tamamına yayılan bir gürültüyle yerlerinden sıçradılar. Hepsi birden sesin geldiği tarafa yöneldi. Emektarla karşılaştıkları odaydı burası! Bir raf dolusu kitap yerdeydi ve kitapların yanı başında da Sarp dikiliyordu.
Nesli, “Sakın kitapları yere ben devirdim, deme!” dedi. Yalnızca Nesli değil, diğerleri de Sarp’a şaşkın gözlerle bakıyorlardı.
Ancak Sarp da en az arkadaşları kadar şaşkındı. “Ben devirmedim!” diye karşılık verdi. Karşıdaki odadaydım, sesi duyunca hemen geldim.
Feridun, “Çok acayip!” diye mırıldandı. O iki kelime belki de çocuğun, tanıştıklarından beri tartmadan söylediği tek ve en doğru saptamaydı. Çünkü bu durum karşısında diğerlerinin de aklına söyleyecek daha uygun bir şey gelemezdi, etrafta onlardan başka kimse olmadığı düşünülünce… Deviren kişi nasıl böylesine hızlı ortadan kaybolmuştu.
Ardından hepsinin gözü Sarp’ın elindeki kitaba kaydı. Gulliver’in Gezileri’nin ansiklopediyi çağrıştıran büyüklükteki renkli resimli bir baskısını neredeyse kucaklamıştı. Arkadaşlarının bakışlarının üstüne çakılı kaldığını gören Sarp yine alelacele, “Yan odadaydı, üstten üçüncü rafta.” diye açıklamaya girişti. “Yanında içinde devlerle dolu hikâyelerin geçtiği kitaplar sıralanmıştı.” Sanki yerdeki yığının sorumlusu olmadığını, kitabı da yığının arasında bulmadığını kanıtlamak istercesine kitabı aldığı rafla ilgili her ayrıntıyı aktardı böylece. Tabii bir de aldığı yeri iyi hatırladığını göstermek istiyordu. İşin ucunda İdil’in hışmına uğramak da vardı.
İdil, “Kitapları bu hâlde bırakamayız.” diye birkaçını yerden aldı. Hemen ardından Nesli ve diğerleri de ona katıldılar. Yerlerini bilmedikleri için sehpanın üstüne koymak en doğrusu olacaktı. Kitapları raflara gelişigüzel dizerlerse kitaplığın düzenini bozar, işi içinden çıkılmaz bir hâle getirebilirlerdi.
Elinde Gulliver’in Gezileri’yle Sarp önde, diğerleri onun ardında, yine dipteki odaya yöneldiler.
Mert, “Kim devirip gitmiş olabilir ki?” diye mırıldanmaktan kendini alamadı. Bu sırada bakışlarını okuma salonunun girişine yöneltmişti.
Onu duyan İdil, “Okulun emektarı olduğunu sanmam.” diye karşılık verdi. “Herhalde kitapları yerde bırakmazdı.” Aslında söylediği mantıksız değildi. Okulda görevli biri kitapları o hâlde bırakıp gitmezdi. Tabii çocuklara görünmemek için bir an önce ortadan kaybolmak istemediyse… Daha da önemlisi çocuklara görünmemek için geçerli bir nedeni varsa… Ancak o anda ikisi de Sarp’ın elindeki kitabı incelemek için öylesine sabırsızlanıyorlardı ki, konuyu uzatmadılar.
Kalktıkları masaya yeniden yerleştiler. Sarp abartılı hareketlerle kitabı masaya, hepsinin rahatlıkla görebileceği bir yere koyup kapağını açtı. İlk sayfalardaki yağlı boya tabloları hatırlatan resimler öylesine güzeldi ki! Narin kendini tutamayıp, “Şu renklerin canlılığına baksanıza, harikulade!” dedi.
Feridun, “Başka zaman olsa kitabın resimlemesini, illüstrasyonları incelemeye can atardım.” diye karşılık verdi. İşte yine aynı şeyi yapıyor, eş anlamlı kelimeleri art arda söylüyordu. Kelime haznesinin zenginliğini göstermek için pek de hoş bir yol sayılmazdı. “Salonumuzdaki ve gezip gördüğüm sergilerdeki yağlı boya tablolardaki renkler de…” derken cümlesini yarıda kesti. Diğerlerinin kitaba odaklandıklarını ve onu dinlemediklerini fark etmişti.
Sayfaları tek tek çevirmeye başladılar. Sabırsızlanıyor, ancak diğer yandan da acele etmiyorlardı. Kitaplarda ipucu ararken ne kadar dikkatli olunması gerektiğini biliyorlardı.
Bir süre sonra umutsuzluğa kapılmaya başladılar. Birbirlerine belli etmemeye çalışıyorlardı ama sonunda İdil’in omuzları düştü. “Bize gönderilen kitapları çözerken nasıl hareket edeceğimizi biliyorduk.” Oturduğu sandalyede şimdi olduğundan daha ufak tefek görünüyordu. “Oysa bu durum başka.”
Nesli, “Keşke bu kadar büyük ve kalın olmasaydı. O zaman belki işimiz daha kolay olurdu.” diye söylendi. Hevesle oturdukları o masadan, elleri boş kalkacak olmalarına bir bahane arıyordu.
“Üstelik bu defa daha kalabalığız. Daha hızlı bulmamız gerekmez miydi?” Mert hiç de haksız sayılmazdı.
Sarp, “Evet, birlikten kuvvet doğar!” diyerek arkadaşını onayladı. Feridun’un aynı anlama gelen başka bir deyim söyleyeceğinden ya da deyimi açıklamaya kalkacağından emin, bakışlarını çocuğa çevirdi. Feridun gerçekten de ağzını açmak üzereydi.
Ancak o sırada İdil’in, “Sarp!” diyerek ayağa fırlamasıyla bakışlar kıza çevrildi. Sarp hafifçe yerinden sıçradı. Aklından, şimdi ben ne dedim ki, diye geçirdi. İdil’in sesi yine kendi umduğundan bile yüksek çıkmıştı. Aynı telaşlı ses tonuyla, “O sözünü ettiğin raf!” diye devam etti.
“Hangi raf?”
“Hani kitabı bulduğun raf.”
“Ne olmuş ona?”
Nesli, “Huylu huyundan vazgeçer mi!” diyerek ayağa fırladı. Sarp’ın insanı çileden çıkartmak için farklı metotları vardı. Diğer yandan kuzininin nereye varmak istediğini anlamıştı ve Sarp’ın lafı uzatmasıyla zaman kaybetmeye niyeti yoktu. “Gidip kendimiz bakalım!”
Mert de İdil’in aklına bir fikir geldiğini anlayıp kızların peşi sıra gitti. Böylece az sonra hepsi Sarp’ın Gulliver’in Gezileri’ni bulduğu rafın önündeydiler. İdil’le Nesli kitapları tek tek alıp bakmaya başlamışlardı bile.
İdil “Başkalarının da olduğuna eminim.” dedi. “İnce, kalın, küçük, büyük.”
Mert rafın bir ucundaydı. Gözünü tek bir noktaya dikmişti. “Başkaları derken başka dildekiler de sayılır mı?” diye mırıldandı. “Başka birkaç dildekiler!”
Hepsi birden Mert’in başına üşüştü. Mert raftaki üç kitabı işaret ediyordu. Gulliver’in Gezileri’nin İngilizce, Fransızca ve İtalyanca baskıları yan yana diziliydi. Üçü de inceydi. Bir dili yeni öğrenmeye başlayanların anlayabileceği şekilde sadeleştirilmişti.
İdil, “İçimden bir ses, asıl şimdi doğru iz üzerinde olduğumuzu söylüyor.” dedi.
Nesli, “Benim de!” diye atıldı. O sırada kuzinini taklit etmeye çalışmıyordu.
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.