Kitabı oku: «Kaybedilen », sayfa 11
Bölüm 23
Riley, Quantico’ya vardığında Davranış Analiz Birimi ne doğru yürüdü. Şef ve Bill her ikisi de onu Walder’in ofisinde bekliyordu. Bill’in özellikle bu görüşme için çağrıldığının farkındaydı.Özel ajan Charge Carl Walder masasından doğruldu.
‘’Senatör’ün yavru köpeği.’’ dedi Walder. Bebeksi yüzü kızgınlıkla karıştı.
Riley gözlerini yere indirdi. Gerçekten de bu sözler ile çok ileriye gitmişti.
‘’Üzgünüm efendim.’’ dedi.
Walder, ‘’Üzgün olman yeterli değil ajan Paige, sen tamamen raydan çıktın. Bu şekilde senatörün evine gidip onun rahatını kaçırarak ne yapmaya çalışıyordun? Verdiğin zararla ilgili herhangi bir fikrin var mı?’’
Verilen ‘’zarar’’ la Riley emindi ki Walder kendi kişisel zararlarından bahsediyordu. Bunun için endişe edecek değidi.
Alçak b,r ses tonuyla, ‘’Cindy McKinnon’u bulamadın mı daha?’’ diye sordu.
‘’Hayır. İşin doğrusu bulmadık daha.’’ dedi Walder keskin bir şekilde. ‘’Ve açıkçası onu bulmak için bize yardım etmiyorsun.’’
Riley incinmişti.
‘’Yardım etmiyor muyum?’’ diye cevapladı. ‘’Efendim size söylüyorum yanlış adamı tutukladınız ve yanlış yere bakıyorsunuz’’
Riley cümlenin ortasında kendini durdurdu. Şimdi mühim olan Cindy MacKinnon’du, Walder’la olan mücadelesi değil. Bu küçük kavgalar için hiç zaman yoktu. Daha ortalama bir ses tonuyla konuşmaya başladı.
‘’Efendim Senatör’ün bir şeyler sakladığı hissine kapılsam bile size bildirmeden kanunsuz bir şekilde oraya gitmem hataydı ve özür diliyorum. Fakat bir an için beni unutun. Zavallı kadın yirmi dört saattir kayıp. Şayet ben haklıysam, ya o bir yerlerde zorla tutuluyorsa? O şu an nasıl bir durumun içinde? Ne kadar zamanı var?’’
Bill temkinli bir sesle ekledi, ‘’Efendim bu olasılığı dikkate almalıyız.’’
Walder oturdu ve bir saniyeliğine hiçbir şey söylemedi.
Riley onun da bu olasılık hakkında endişe duyduğu görebiliyordu. Sonra her bir kelimeye ağırlık vererek yavaşça konuştu.
‘’Büro bunu ele alacak.’’
Riley ne demek istediğini bilmiyordu. Tam olarak Wander’ın ne demek istediğini anlayamadı.
Olası bir hatayı kabul mü ediyordu? Yoksa hala şu anki rotasını değiştirmemiş miydi?
‘’Otur Ajan Paige’’ dedi Walder.
Riley, endişe ile gözlerni kendisine diken Bill’in karşısına bir sandalye çekti.
‘’Bugün arkadaşına olanları duydum Riley.’’ dedi Walder.
Riley biraz sarsıldı. Marie’nin ölümünü Walder’ın duyması sürpriz değildi. Sonuçta olay yerindeki ilk kişi olmasından Büro’nun haberi olacağından emindi. Fakat bunu neden şimdi ortaya koydu ki? Onun sesinde her hangi bir sempati sezmiş miydi?
‘’Ne oldu?’’ diye sordu Walder. ‘’Neden bunu yaptı?’’
Riley fısıltıyla ‘’Bununla ilgili bir ipucu veremedi.’’ dedi.
‘’Bununla ilgili bir ipucu veremedi mi?’’ diye sordu Walder.
Bir sessizlik oldu. Riley’in bu soruya bu biçimde ynıt vermemesi gerekiyordu.
‘’Peterson’un ölmediğini düşündüğünü duydum.’’ dedi Walder. ‘’Sanırım bu düşünceyi neden atlatamadığının farkındayım. Fakat bilmek zorundasın ki bu mantıklı değil.’’
Başka bir sessizlik oldu.
‘’Arkadaşın hakkında konuşalım mı?’’ diye sordu Walder. ‘’Onun takıntalı düşünceleri hakkında; sende de olan? ‘’
Riley’in yüzü kızardı. Sırada neyin olduğunu biliyordu.
‘’Bu konuda o çok kırılgandı Ajan Paige.’’ dedi Walder. Bunun onu zedeleyebileceğini bilmeliydin. Daha iyi değerlendirmeliydin. Fakat dürüst olmak gerekirse Ajan Pagie senin yargıların cehennemi işaret ediyor. Bunu söylemekten nefret ediyorum. Fakat bu doğru.’’
Marie’nin ölümünden beni sorumlu tutuyor Riley bunu farketti.
Riley geri gelen göz yaşlarıyla savaşıyordu. Bunun öfke ya da keder gözyaşları olup olmadığını bilmiyordu. Ne söyleyeceğini bilmiyordu. Nereden başlamalıydı? Marie’nin kafasına bu planı kendisinin yerleştirmediğini biliyordu. Fakat bunu Walder’a nasıl anlatabilirdi? Marie’nin kendi sebeplerinden dolayı Peterson’un ölümünden şüphelendiğini nasıl açıklayabilirdi?
Bill konuşmaya başladı, ‘’Efendim yavaş olun. Tamam?’’
‘’Onun üstüne oldukça yavaş gittiğimi düşünüyorum Ajan Jeffreys.’’ dedi Walder. Sesi katı geliyordu. ‘’Fazla sabırlı olduğumu düşünüyorum.’’
Walder uzun bir süre için bakışlarını dikti.
Son olarak, ‘’Bana silahını ve rozetini ver Ajan Paige.’’ dedi.
Riley, Bill’in inanamayarak nefesinin kesildiğini duydu.
‘’Efendim bu çılgınlık.’’ dedi Bill. ‘’Ona ihtiyacımız var.’’
Riley ikinci kez konuşmaya ihtiyaç duymadı. Sandalyesinden kalktı, silahını ve rozetini çıkartıp Walder’ın masasına bıraktı.
‘’İyi bir zamanında ofisini boşaltabilirsin.’’ dedi Walder. Sesi durağan ve duygusuzdu. ‘’Bu arada eve git ve biraz dinlen. Terapiye de geri dön. Buna ihtiyacın var.’’
Riley odadan çıkmak için döndüğünde Bill de onunla gidecekmiş gibi ayağa kalktı.
Talepkar bir şekilde, ‘’Sen kal Ajan Jeffreys. ’’ dedi Walder.
Riley ve Bill’in gözleri buluştu. Bir bakışıyla Bill’e karşı çıkma dedi. Zamanı değil. O da bunu anlayıp onaylamış bir ifade ile başını salladı. Sonra da Riley ofisi terketti. Koridordan aşşağı yürürken bir uyuşma ve soğukluk hissetti. Şu anki durumdan dolayı endişeliydi. Serin akşama doğru adımlarını atarken göz yaşları sonunda akmaya başladı. Fakat şaşkınlıkla farketti ki bu göz yaşları ümitsizlikten değil rahatlamadan dolayı akıyordu. O sinir bozucu sınırlamalardan arınmış bir şekilde kurtulduğunu hissetti. Yapılması gerekenleri şayet hiç kimse yapmayacaksa bunlar hala onu ilgilendiriyor demekti. Ama en sonunda, kimse işini nasıl yapmasını gerektiğini söylemeyecekti. Katili bulacaktı ve Cindy MacKinnon’ı kurtaracaktı. Neye mal olursa olsun önemi yoktu.
*
Sonradan Railey, tekrar yine April’ı alıp daha sonra da eve doğru yola çıktı. Akşam yemeğiyle uğraşacak hali yoktu. Marie’nin yüzü bir hayalet gibi hala gözlerinin önündeydi. Ve kendini hiç olmadığı kadar bitkin hissediyordu.
April’a ‘’Kötü bir gündü.’’ dedi. ‘’ Izgara peynirli bir sandiviçe ne dersin?’’
‘’Gerçekten de aç değilim.’’ dedi April. Gabriela bütün günümü doldurdu.”
Riley umutsuzca derin bir acı hissetti. Başka bir başarısızlık daha diye düşündü.
Fakat daha sonradan April annesinin gözlüyle başka bir açıdan baktığında, bu kez bu onda şefkatli bir durum yarattı.
‘’Izgara peynir iyi gelecektir, ben hazırlarım.’’ dedi April.
‘’Teşekkür ederim.’’ dedi Riley, ‘’Sen benim canımsın.’’
Ruhlarında bir hareketlenme hissetti. En azından bu gece bu evde karmaşa olmayacaktı. Gerçekten de ufak bir ara vermeye ihtiyacı vardı.
Hızlı ve sessiz bir akşam yemeği yediler. Daha sonradan da April ödevlerini yapmak için odasına geçti ve yatağına gitti.
Bitkin olduğu kadar çok az da zamanı kaldığını hissetti Riley. İşinin başına döndü. Laptopunu açtı. Kurbanların bulunduğu yerlerin haritasını açtı. Bu bölümlerin, üstünde çalışmak için kopyasını çıkardı. Riley yavaş yavaş harita üzerinde bir üçgen çizdi. Onun çizdiği bu üçgen kurbanların bulunmuş olduğu yerleri kapsıyordu. İşaretlediği kuzeydeki nokta Margaret Geraty’in cesedinin iki yıl önce terk edildiği tarım arazilerini gösteriyordu. Batıdaki işaretli bir nokta Eileen Rogers’ın altı ay önce dikkatli bir şekilde Daggett yakınlarına bırakılan cesedinin yerini işaret ediyordu. Son olarak güneydeki bu noktaya da Mosby Park’ta bir kayaya Reba Frye’i poz verir bir şekilde usatlıkla yerleştirmişti.
Riley aynı yerde döne döne daireler çizerek merak ve endişeyle düşündü. Diğer kadın yakında bu bölgede bir yerlerde bulunabilirdi. Şayet kadın hala ölmediyse. Kaybedecek vakit yoktu.
Riley başını eğdi. O kadar yorgundu ki. Ama bir kadının hayatı tehlikedeydi. Ve şimdi onu kurtarma işi Riley’e kalmış gibi görünüyordu. Herhangi bir resmi onay ya da yardım olmadan. Bill’den bile yardım almayacaktı. Ama yine de o kendi başına bu olayı çözebilir miydi?
Bunu denemeliydi. Bunu Marie için yapmalıydı. Marie’nin ruhu için bunu kanıtlamalıydı. Ve belki kendisine de kanıtlamalıydı. Tek seçenek intihar olmamalıydı.
Riley bu üçgene bakarak kaşlarını çattı. Bin metre karelik o bölgede bir yerde kurbanın tutuluyor olması iyi bir tahmin olabilirdi.
‘’Sadece doğru yere bakmam gerekiyor.’’ diye düşündü. ‘’Ama neresi?’’
Bu alana odaklanması gerekeceğini biliyordu ve bu hiç de kolay olmayacaktı. En azından genel olarak bu bölgeyi tanıyordu. Herşeyden öte üçgenin bir parçası Washington’a yakın, çoğunlukla, lüks yaşıyan, zengin ve ayrıcalıklı insanların olduğu bir bölgeyi işaret ediyordu. Fakat Riley katilin böyle bir yaşamdan gelmediğinden emindi. Diğer yandan katil, kurbanı çığlıklarını hiç kimsenin duyamayacağı bir yerde tutuyor olmalıydı. Adli tıptakiler diğer kadınların ağızlarında bantlanmış ya da kapatılmış olduklarına dair hiçbir işaret veya kanıt bulamamışlardı. Riley bu alanı iyice belirlemek için üstüne bir x işareti çizdi.
Güneydeki iki noktanın her ikisi de park alanıydı. Katil kadını kiraladığı bir av klubesinde ya da bir kamp alanında tutuyor olabilir miydi?
Riley bunu yeniden düşündü.
Hayır. Karar verdi. Bu çok fazla eğreti olurdu.
İçindeki tüm içgüdüleri ona bu adamın tüm bu operasyonları kendi evinde yaptığını söylüyordu. Belki de tuhaf, sefil çocukluğunun geçtiği bütün hayatını geçirdiği bir ev. Onun kurbanlarını buraya getirmekten zevk alacağı bir yer. Onlarla beraber eve gelmekten. Böylece park alanına çarpı koyup saf dışı bıraktı. Geriye basit bir çiftlik alanıyla küçük bir kasaba kaldı. Güçlü şüphelendiği şey , bu bölgede baktığı bir çiftlik eviydi.
Tekrar laptopundaki haritaya baktı. Sonra da zoom yaparak yakınlaştırıp bu alanı taramaya başladı. Kalbinden geçen karışık tali yollardı. Şayet haklıysa katil, bu labirentteki eski, pis çiftlikte yaşıyordu. Fakat burda hızlı bir araştırma için çok fazla yol katetmek gerkiyordu ve bunun yanında çiftlik, arabayla ulaşılabilir bir yolda olmayabilirdi.
Umutsuzluk ile yüksek bir sesle inledi. O an her şey çok umutsuz görünüyordu. Kayıp ve başarısızlığın dalgalandırdığı o korkunç ağrı yine ben geliyorum diyordu.
Fakat sonradan yüksek sesle, ‘’Oyuncaklar!’’ dedi.
Kendi kendine dünkü çıkardığı sonucu anımsadı. Katil tüm kurbanlarını işaretlediği bebekleri muhtemelen tek bir dükkandan alıyordu. Bu dükkanın yeri nerde olabilirdi?
Haritanın olduğu kağıda diğer bir küçük şekli çizdi. Büyük üçgenin doğusunda yer alıyordu ve diğer dört kadının yaşamış olduğu yerin köşesiydi. Kesinlikle emindi. Burda bir yerde katilin gözüne kestirdiği tüm kadınların oyuncak bebekleri satın aldığı bir dükkan vardı. Kadınları götürdüğü yerin izini sürmeden önce bu dükkanın yerini bulmalıydı.
Yeniden bilgisayarındaki haritayı büyüterek inceledi. En doğudaki küçük bir alan Riley’in yaşadığı yerden çok da uzak değildi. Bir yolun yay oluşturarak hiç biri zengin ya da tarihi olmayan birkaç küçük kasaba ile batıya ulaştığını gördü. Ve bunların her birinde şüphesiz ki oyuncakların ve bebeklerin satıldığı dükkanlar vardı.
Yazıcıdan daha küçük bir harita çıkardıktan sonra her bir kasabadaki dükkanı araştırmak için yerlerini belirleme işine koyuldu. En sonunda Riley bilgisayarını kapattı. Dinlenmek için biraz uykuya ihtiyacı vardı. Yarın Cindy MacKinnon‘u araştıracaktı.
Bölüm 24
Alaca karanlığın çökmesiyle beraber Riley, Glendive‘e giriş yapıyordu. Uzun bir gün olmuştu ve ümitsiz hissediyordu. Zaman her günkünden daha hızlı akıyordu buna rağmen hayat kurtaracak bir kanıt bulmak henüz mümkün olmamıştı. Glendive, Riley’in yolunun üzerindeki sekizinci kasabaydı. Şimdiye kadarki bütün kasabalarda oyuncak ve bebeklerin satıldığı dükkanlara gitmiş kendisi ile konuşabilecek herkese sorular sormuştu. Aradığı dükkanı bulmadığından emin olduğunu hissetti. Hiçbir dükkanda hiç kimse gösterdiği fotoğraflardaki kadınları tanımadı. Tabii ki söz konusu kadınların yaşları yakındı. Bir mağaza sorumlusu herhangi bir hafta içinde bir düzineyi bir araya getirecek kadar başka başka kişileri görüyordur. Daha da kötüsü, Riley’in vitrinde gördüğü bebeklerin hiçbiri kurbanlarla ilişkilenmiş her hangi bir şeyi çağrıştırmıyordu. Glendive’e doğru arabasıyla girereken Riley, tuhaf bir De Ja Vu hissine kapılmıştı. Ana cadde, diğer çoğu kasabada olduğu gibi bir duvarı tuğlayla çevrili kilise ile bir tarafında sinema, diğer tarafında da ilaç deposuyla tekinsiz görünüyordu. Tüm bu kasaba onun bitkin zihninde birbirine karışmaya başlamıştı.
Ben ne düşünüyordum diye sordu kendi kendine.
Dün gece uykusuzluğu konusunda ümitsizliğe kapılmıştı. Bu yüzden de reçete edilen sakinleştiricilerinden almıştı. Bu kötü bir fikir değildi. Fakat bunun arkasından birkaç yudum viski almak akılsızlıktı. Şimdi başı çok ağrıyordu. Ama devam etmek zorundaydı.
Araştırmayı planladığı bir dükkanın önünde park ettiğinde gün ışığının azaldığını gördü. Cesareti kırılmış bir şekilde içini çekti. Bu gece bir kasabayı ve bir dükkanı daha araştırması gerekiyordu. Bu en azından üç saatini alacaktı. Ayrıca Fredericksburg’a geri dönüp April’ı alıp eve götürmesi gerekiyordu. Şimdiye değin kaç gece geç kalmıştı?
Telefonunu çıkardı ve evin numarasını aradı. O, Gabriela’nın cevap vermesini umud ediyordu ama onun yerine Ryan’ın sesini duydu.
‘’ Ne oldu?’’ diye sordu Ryan.
‘’Ryan’’ dedi Riley anlaşılmaz ve boğuk bir sesle . ‘’Çok üzgünüm ama…’’
‘’Yine geç kalacaksın.’’ dedi Ryan onun sözünü keserek
‘’Evet.’’ dedi Riley, ‘’Üzgünüm.’’
Bir sessizlik oldu.
‘’Bak bu oldukça önemli.’’ dedi Riley sonunda. ‘’Bir kadının hayatı tehlikede. Bunun için yapmam gereken şeyleri yapıyorum.’’
‘’Bunu daha önce duymuştum.’’ dedi Ryan itiraz eden bir tonda. ‘’Her zaman yaşam ve ölümle ilgili bir şey vardır. İyi, devam et. Bu konuyla ilgili dikkatli ol. April’ı gelip almaman konusunda endişelenmeye başlamıştım. Hepsi bu. April burda güven içinde kalabilir.’’ Riley boğazının sıkıldığını hissetti. Korktuğu gibi Ryan velayet için onunla mücadele etmeye hazır gibi görünüyordu. Bu April’a daha yakın olma arzusuyla ilgili bir şey değildi. Kızıyla ilgilenerek yaşamak için çok fazla meşgul bir adamdı. Onun istediği şey Riley’e acı vermekti.
‘’Gelip onu alacağım.’’ dedi Riley. Sesini kontrol etmeye çalışıyordu. ‘’Bütün bunları sonra konuşuruz.’’
Aramayı bitirdi.
Sonra da arabasından atlayıp kısa bir mesafe uzaklıktaki dükkana doğru yürüdü. Debie’nin Oyuncak Bebek Butiği, adı buydu. İçeriye girdi ve standart kalitede markaların malını satan bir dükkan için bu isim biraz küstahçaydı.
Burada hiçbir şeyin ilginç ya da fantastik olmadığını fark etti.
Bu yerin onun aradığı yer olma olasılığı yok gibi görünüyordu. Aklındaki dükkan en azından kasabanın çevresinde toplanan müştereleri kendine çekecek, ağızdaki kelimelere ilham veren, ufak tefek özelliklere sahip bir yer olmalıydı. Yine de, Riley kesinlikle emin olmak için etrafı bir kontrol etmeliydi.
Riley yazar kasadaki uzun, kuş gibi görünen, kalın çerçeveli gözlükleri olan, yaşlı bir kadın tezgahtara doğru yürüdü.
‘’Ben Özel Ajan Riley Paige, FBI.’’ dedi. Bir kez daha rozeti olmadan kendini çıplak hissetti. Şimdiye kadar diğer tezgahtarlar rozeti olmadan da kendisiyle konuşmaya razı olmuşlardı. Bu kadının da diğerleri gibi olmasını diledi.
Riley fotoğrafları çıkardı ve onları tezgahın üstüne koydu.
Resimleri teker teker göstererek, ‘’Bunlardan herhangi birini görüp görmediğinizi merak ediyorum.’’ dedi.
‘’Belki de Margaret Geraty’i hatırlamayacaksınız. İki yıl önce burada olacaktı. Fakat Eileen Rogers yaklaşık altı ay önce buraya gelmiş olmalı ve Reba Frye’ın altı hafta önce bir oyuncak bebek satın almış olması gerekiyor. Bu son kadın Cindy MacKinnon, geçen haftanın sonlarında burada olacaktı.’’
Yaşlı kadın resimlere daha yakından dikkatlice baktı.
‘’Ah, canım, gözlerim eskisi gibi değil. Hadi bir daha yakından bakayım.’’
Bir büyüteç gözlüğü aldı. Ve fotoğrafları inceledi. O sırada Riley dükkanda başka birinin olduğunu fark etti. Adam ortalama uzunlukta ve yapıda oldukça çirkin biriydi. Bir tişört ve klişe bir kot pantolon giymişti. Önemli bir ayrıntı olabilir mi diye Riley onu iyice gözden geçirmeliydi. Adam bir demet gül taşıyordu.
Bu güller gerçekti. Fakat güllerin kombinasyonu ve oyuncak bebekler bir katilin takıntısı ile ilgili sinyaller verebilirdi.
Adam ona bakmıyordu. Kendisini FBI olarak tanıtırken duyduğundan emindi. Göz teması kurmaktan kaçıyor muydu?
Hemen ardından kadının sesi çıktı.
‘’Bunlardan herhangi birini gördüğümü sanmıyorum.’’ dedi . Fakat sonrasında, ‘’Dediğim gibi, çok iyi göremiyorum. Ve yüzleri tanıma konusunda hiçbir zaman iyi olmadım. Daha fazla yardımcı olamadığım için üzgünüm.’’
‘’Sorun değil.’’ dedi Riley. Fotoğrafları cüzdanına geri koyarken. ‘’Zamanınızı ayırdığınız için teşekkür ederim.’’
Bakışlarını şimdi yeniden yakınlardaki bir rafın önünde gezinen adama çevirdi. Nabzı yükselmişti. Kesinlikle bu kişi, o adam olabilir diye düşündü. Eğer bir oyuncak satın aldıysa bunun aynı kişi olduğunu bileceğim.
Fakat burada durup onu seyretmek ona göre değildi. Eğer suçluysa kendini ele verecek değildi. Kaçıp ondan uzaklaşabilirdi.
Riley. mağaza sorumlusuna gülümseyip oradan ayrıldı. Dışarıda, Riley bir blok aşağıya kısa bir mesafe yürüdü ve orada beklemeye başladı. Sadece birkaç dakika geçmişti ki dükkanın kapısı açıldı. Ve adam dışarıya çıktı. Hala bir eliyle gülleri tutuyordu. Diğer elinde de yeni satın alınan malzemelerin olduğu bir çanta tutuyordu. Döndü ve yürüyüş yolu boyunca yürümeye başladı. Riley’den uzaklaşıyordu. Riley uzun adımlar atarak adamın arkasından yürüdü. Onun yapısını ve ölçülerini değerlendirdi. Riley ondan biraz uzundu ve muhtemelen de biraz daha güçlü. Belki de kendisi daha eğitimliydi. Onun elinden kaçmasına izin vermeyecekti. Adam dar bir sokağa gidiyor gibiydi. Arkasından gelen ayak seslerini duymuş olmalıydı. Ansızın döndü ve ardından Riley’e kısa bir bakış attı. Ona yol vermek için sanki, bir tarafa çekilmişti. Riley sokağın yanına doğru onu itti. Ona kaba ve sert davranmıştı. Alan dar, kirli ve loştu. Şaşıran adam paketi ve güllerin her ikisini de düşürdü. Çiçekler kaldırıma dağılmıştı. Adam sanki onu geçiştirmek ister gibi bir kolunu kaldırdı. Riley adamın kolunu kavradığı gibi arkasından bükerek yüzünü tuğla duvara doğru bastırdı.
‘’Ben Özel Ajan Riley Paige, FBI.’’ diye bağırdı. ‘’Cindy MacKinnon’nu nerde tutuyorsun? O hala hayatta mı?’’
Adam ayaklarından başına kadar titriyordu.
‘’Kim?’’ diye sordu titrek bir sesle ‘’Neden bahsettiğinizi bilmiyorum.’’
‘’Benimle oyun oynama.’’ diye gürledi Riley. Daha önce rozetinin olmayışından dolayı hissettiği çıplaklık duygusundan çok daha fazla kendini çıplak hissediyordu. Özellikle de silahsız haliyle. Bir silah taşımadan bu adamı nasıl bu duruma getirmişti? Quantico’dan uzak bir mesafedeydi ve kensisine yardım edebilecek bir partneri de yoktu.
‘’Bayan bütün bu olanların ne demek olduğunu bilmiyorum.’’ dedi adam, gözyaşları içinde.
‘’Bu güller ne için?’’ diye ısrar etti Riley . ‘’Onlar kimin için?’’
‘’Benim kızım için.’’ diye bağırdı adam. ‘’İlk piyano resitali yarın.’’
Riley hala adamın sağ kolunu tutuyordu. Adamın sol eli duvara yapışıktı. Riley ansızın bir şey farketti. Adam şimdiye kadar hala onunla göz göze gelmemişti.
Adam bir evlilik yüzüğü takıyordu. Her şey tamamdı fakat emin olduğu bir şey vardı o da katilin evli olmadığıydı.
‘’Piyano resitali mi ?’’ dedi.
‘’Bayan Tully’nin öğrencisi.’’ diye haykırdı. ‘’Kasabada istediğin herkese sorabilirsin.’’
Riley onu tutuşunu biraz gevşetti.
Adam devam etti. ‘’Bu gülleri onun töreni için aldım. Bunlar onun yapacağı reverans için . Ona bir bebekte aldım.’’ Riley adamın kollarını bıraktı ve paketi düşürdüğü yere doğru yürüdü. Paketi aldı ve içindekileri açtı. Bir oyuncak bebek vardı. Şu ergenlikteki kızlarınkinden; dolgun dudakları ve geniş göğsü ile kendisini her zaman rahatsız eden türden bir şeydi. Fakat acayip olan şuydu ki Daggett’in yakınında gördüğü bebeğe hiç benzemiyordu. O oyuncak bebek küçük bir kızdı. Yani Cindy MacKinnon ve yeğenin olduğu resimde gördüğü bebek gibi altın rengi saçlarıyla, fırfırlı ve pembe bir elbisesi olan. Yanlış adamı yakalamıştı. Kesik kesik nefes aldı.
‘’ Affedersiniz’’ dedi adama. ‘’Hata yaptım çok çok üzgünüm.’’
Adam çiçekleri kaldırırken hala karmaşa ve şokla titriyordu. Riley adama yardım etmek için harekete geçti.
‘’Hayır! Hayır!’’ diye haykırdı adam. ‘’ Uzak dur, sadece benden uzak dur!’’
Riley perişan olmuş adamı, kızının gül ve bebeklerini toplaması için bırakıp döndü ve dar sokaktan çıktı. Bunun olmasına nasıl izin vermişti? Neden bu aşamaya kadar gelmişti? Adamı ilk gördüğünde evlilik yüzüğüne nasıl dikkat edememişti? Cevap basitti. O tükenmişti ve kafası dağılmıştı. Artık düz mantık yürütemiyordu. Kaldırım aşağı doğru sersemce yürürken bir barın neon ışıkları gözlerine vurdu. İçmek istiyordu. İçmeye ihtiyacı var gibi hissediyordu. Direk içeriye daldı ve bara oturdu. Barmen diğer müşterilerle meşgul oluyordu. Biraz evvel konuştuğu adamın şu an ne yapıyor olduğunu merak etti Riley. Polisi mi arıyordu acaba? Kendi kendini yakalatmak üzere miydi? Bu gerçekten de acı bir ironi olurdu. Fakat öyle sanıyordu ki büyük ihtimalle adam polisi aramayacaktı. Bütün olanlardan sonra bunları açıklamak adama zor gelecekti. Bir kadın tarafından saldırıya uğramış olmak onu rahatsız hissettirebilirdi. Her neyse polisi aramış olsa ve onlar yolda olsalar bile bu kaçmak için bir sebep değildi. Eğer bunu yapmışsa bunun sonuçlarıyla yüzleşmeye de katlanacaktı. Belki de yakalanmak istiyordu. Mike Nevins ile arasında geçen görüşmeyi hatırladı. Kendisini işe yaramaz hissetmesi ile ilgili duygularına dikkatini çekmişti.
Belki de kendimi işe yaramaz hissetmekle haklıyımdır diye düşündü. Belki de Peterson beni öldürmüş olsa daha iyi olacaktı.
Barmen ona doğru yaklaştı.
‘’Ne isterdiniz bayan?’’ diye sordu.
‘’Sert bir burbon’’ diye cevapladı Riley. ‘’Double olsun’’
‘’Hemen geliyor.’’ dedi barmen. Kendi kendine işteyken içmenin ona göre olmadığını hatırlattı. PTSD den kurtulma mücadelesine arada yoğun biçimde içme nöbetleri damgasını vurmuştu. Fakat bunları artık arkasında bıraktığını düşündü. Bir yudum aldı. Sert içki aşağı inerken teselli bulmuş hissediyordu. Hala ziyaret etmesi gereken bir kasaba daha vardı. En azından bir kişiyle daha görüşmeliydi. Fakat sinirlerini yatıştırmak için bir şeylere ihtiyacı vardı. Acı bir gülümseme ile neyse ki resmi görevde değilim diye düşündü. Çabucak içkisini bitirdi. Sonra dışarıda başka bir iş için kendi kendine konuştu. Bir sonraki kasabadaki oyuncakçı dükkanı kapanmak üzereydi. Cindy MacKinnon için zaman hızla akıyordu. Şimdiye kadar zaten tükenmemiş ise. Riley, bardan ayrılırken tanıdık bir uçurumun kenarında yürümüş olduğunu hissetti. Bütün bu korku, acı ve kendinden nefret duygularını geride bırakmıştı. Bu hisler yine onu yakalayacak mıydı?
Ne kadar süreceğini merak etti. Bu ölümcül çekimden kurtulabilir miydi?