Kitabı oku: «Kaybedilen », sayfa 5
Bölüm 11
Riley, Fredericsburg'deki evine vardığında karanlık çoktan çökmüştü. Gecesinin daha da kötüye gideceğinden neredeyse adı gibi emindi. Saygın bir mahallede yer alan büyük evin önünde arabasını durdurduğunda kendini sanki bir deja vu yaşıyormuş gibi hissetti. Bir zamanlar bu evde Ryan ve kızı ile birlikte yaşıyordu. Burada birçok güzel hatırası vardı. Ama bazı kötü olan hatıralardan bile, gerçek anlamda, daha berbat hatıraları da vardı.
Tam arabasından inmiş, eve doğru yürüyecekken evin kapısı açıldı. April dışarı çıktı. Ryan ise koridordan yayılan ışıkla bir silüet halinde orada öylece ayakta duruyordu. April'i göstererek Riley'e eliyle işaret etti ve ardından, eve girip kapıyı kapattı.
Riley, Ryan'ın kapıyı çok sert bir şekilde kapattığını düşündü. Ama bu hâlâ işte olan aklının bir kuruntusu da olabilirdi. O kapı, uzun zaman önce sonsuza dek kapanmıştı zaten. O hayat çoktan bitmişti. Aslında, hiçbir zaman öylesi basit, güvenli, rutinlerin olduğu saygıdeğer bir dünyaya ait olmamıştı zaten. Yüreği hep dışardaydı; kaosun, belirsizliğin ve tehlikenin olduğu yerlerde…
April gelip arabanın yolcu koltuğuna bindi.
“Geciktin.” diye trip yaptı April kollarını bağlayarak.
“Özür dilerim.” dedi Riley. Daha çok şey söylemek istiyordu. Sadece bu gece için değil, babasıyla olanlar için değil, tüm hayatı için özür dilemek istiyordu. Riley, daha iyi bir anne olmayı, evinde, her daim April'in yanında olmayı o kadar çok istiyordu ki… Ama işi, buna izin vermiyordu.
Riley arabayı çalıştırdı.
“Normal ebeveynler tüm gün ve gece boyu çalışmıyorlar.” dedi April.
Riley iç geçirdi.
“Sana daha önce de söyledim—” diye başladı.
“Biliyorum!” diye araya girdi April. “Suçlular tatil yapmıyorlar. Bu artık çok klişe oldu anne!”
Riley bir süre arabayı sessizce sürdü. April'le konuşmak istiyordu ama gün içinde yaşadıklarından öylesine yorulmuş, öylesine bitkin düşmüştü ki ne diyeceğini bile bilmiyordu.
“Babanla zamanını nasıl geçirdin?” diye sordu sonunda.
“Berbat…” diye cevap verdi.
Beklediği bir cevaptı bu. April bu günlerde annesinden çok babasına sinirli gibiydi.
Yine uzun bir sessizlik oluştu.
Ardından, daha da yumuşak bir ses tonuyla April ekledi: “En azından, Gabriela vardı. Arada dostane bir yüz görmek gerçekten iyi geliyor.”
Riley çok hafifçe gülümsedi. Senelerdir evlerinde hizmetkârlık yapan orta yaşlı bir Guatemala hatunu olan Gabriela'ya gerçekten çok minnettardı. Riley'in nazarında Gabriela, Ryan'dan çok daha sorumluluk sahibi ve güvenilir biriydi. Gabriela'nın hala hayatlarında olmasından ve April her babasında kalışında onunla ilgilenmesinden çok mutluydu.
Eve giderken, Riley içinde bariz bir şekilde kızıyla konuşma ihtiyacı hissetti. Ama onun yüreğine dokunabilmek için ne söyleyebilirdi ki? April'in nasıl hissettiğini gayet iyi anlıyordu—özellikle böylesi bir gecede. Zavallı kızcağız muhtemelen kendini istenmeyen, anne ve babasının evinde oradan oraya sürüklenen bir çocuk gibi hissediyordu. Hayatındaki birçok şeye karşı zaten öfke duyan 14 yaşındaki bir kız çocuğu için bu durum oldukça zor olmalıydı. Şükür ki April, okuldan sonra, annesi gelip onu alana kadar babasıyla kalmaya razı olmuştu. Ama daha ilk günden Riley, kızını almaya çok geç gelmişti.
Riley, arabayı sürerken neredeyse gözyaşlarına teslim olacaktı. Aklına söyleyecek hiçbir şey gelmedi. Çok ama çok yorgundu. Her zaman çok yorgundu, o ayrı.
Eve vardıklarında April, tek kelime dahi etmeden odasına gidip kapısını ardından sertçe kapattı. Riley, bir süre koridorda öylece kaldı. Sonrasında, gidip April'in kapısını çaldı.
“Dışarı gel tatlım!” dedi. “Biraz konuşalım. Mutfakta biraz oturup birer bardak nane çayı içelim. İstersen bahçede de oturabiliriz. Çok güzel bir hava var. Böylesi hoş bir gece kaçmaz.”
April'in karşılık verdiğini duydu: “Sen gidip istediğini yap anne. Ben meşgulüm.”
Riley bitkin bir vaziyette kapıya yaslandı.
“Sürekli seninle yeterince vakit geçirmediğimi söyleyip duruyorsun.” dedi Riley.
“Saat gece yarısını geçti anne. Gerçekten çok geç.”
Riley, boğazının düğümlendiğini hissetti. Gözleri dolmuştu. Ama kesinlikle ağlamayacaktı.
“Çabalıyorum, April.” dedi. “Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum—tüm benliğimle.”
Bir sessizlik oluştu.
“Biliyorum.” dedi April odadan nihayet.
Ardından, sessizlik… Riley, kıznın yüzünü görebilmeyi istiyordu. Duyduğu o tek kelimede gerçekten hissettiği gibi bir 'anlamışlık' var mıydı? Hayır, muhtemelen yoktu. Peki o zaman, öfke mi vardı? Öyle olduğunu da sanmıyordu. Muhtemelen öylesine söylenmişti.
Riley banyoya gidip uzunca bir süre sıcak bir duş aldı. Böylesi zorlu ve uzun bir günün ardından her yeri ağrıyan vücuduna, buhar ve su damlalarıyla masaj yapıyordu adeta. Banyodan çıkıp saçını kuruladığında kendini fiziksel olarak çok daha iyi hissediyordu. Ama içi hala sıkıntılı ve boştu.
Henüz uyumaya hazır olmadığının farkındaydı.
Terliklerini ve bornozunu giyip mutfağa gitti. Dolabı açtığında ilk gördüğü şey ağzına kadar dolu olan viski şişesiydi. Kendine hemen bir iki kadeh viski doldurmayı düşündü.
Bu iyi bir fikir değil, dedi kendi kendine sert bir şekilde.
Şu anki ruh halinde asla bir iki bardakla yetinmezdi. Geçen 6 hafta boyunca yaşadığı tüm sıkıntılara rağmen kendini alkole teslim etmemeyi başarmıştı. Şu an kontrolü kaybetmenin hiç sırası değildi. Viski yerine kendine bir fincan nane çayı hazırladı.
Ardından, oturma odasına geçip, üç cinayet vakasına ait fotoğraf ve raporların yer aldığı dosyaları incelemeye başladı.
Yaklaşık 6 ay önce Daggett'da bulunan, ikinci kurban olduğunu düşündükleri cesetle ilgili biraz bir şeyler biliyordu. Eileen Rogers, evli ve iki çocuk annesi olan bir kadındı. Kocasıyla birlikte kendilerine ait olan restoranı işletiyorlardı. Riley, elbette, üçüncü kurban olan Reba Frye'ın bulunduğu olay yerini bizzat görmüştü. Hatta, o kendini beğenmiş Senatör başta olmak üzere maktülün tüm aile üyeleriyle görüşmüştü bile.
Ama iki yıl önce vuku bulmuş olan Belding cinayeti Riley için tamamen yepyeni bir vakaydı. Dava raporlarını okudukça, bir zamanlar nefes alan Margaret Geraty sanki yeniden canlanıyordu. Belding'de yeminli mali müşavir olarak görev yapıyordu ve New York'dan Virjinya'ya daha yeni taşınmıştı. Kocası dışında hayatta olan ailesi, iki kız kardeş, bir erkek kardeş ve bir de dul anneden ibaretti. Arkadaşları ve yakınları onu, iyi huylu ama bir o kadar da kendi başına ve yalnız biri olarak tanımlıyorlardı.
Çayını yudumlarken Riley'in aklına bir soru takıldı: Margaret Geraty hayatta olsaydı ne olurdu? Daha 36 yaşında, hayatının baharında… Belki çocukları olurdu ya da başka şeyler…
Riley, aklına düşen başka bir düşünce ile ürperdi. Daha 6 hafta önce, kendi hayat hikayesi tıpkı önünde yeni açılan bu dosya gibi korku dolu bir dosya ile kapanmış ve son bulmuş olabilirdi. Bu hayattaki varlığı bitmiş ve geriye sadece böyle dehşet verici fotoğraflar ve resmi raporlar kalmış olabilirdi.
Gözlerini kapattı. Eski kötü anıları depreştiren bu düşünceleri kafasından atmaya çalıştı. Ama ne kadar çalışsa da engel olamıyordu.
Karanlık evin içine sessizce girdiğinde zemindeki döşemelerin altından bir tırmalama sesi ve ardından da bir yardım çığlığı duydu. Duvarları eliyle yokladı. Sonra evin altına açılan tünelimsi küçük ve kare bir kapı buldu. Feneriyle içeri baktı.
Fenerin ışıkları, korku dolu bir yüze yansıdı.
“Yardım etmek için geldim.” dedi Riley.
“Geldiniz!”diye bağırdı kurban. “Şükürler olsun, nihayet geldiniz!”
Riley, hızla köşedeki kafese doğru hızla ilerledi. Bir süre kafesin kilidini eliyle yokladı. Ardından, cebindeki bıçağı çıkarıp açılana kadar kilidi zorladı. Birkaç dakika sonra, kadın sürünerek kafesten çıktı.
Riley, kadınla birlikte kare kapıya yöneldi. Kadın korku içinde çıkıp kaçtı ama Riley'in önünü bir erkek figürü kesti.
Diğer kadının kurtulmak için bir şansıvardı ama Riley kapana kısılmıştı.
“Koş!” diye bağırdı Riley. “Koş!”
Riley, bu anıların içinden sıyrılıp gerçek zamana döndü. Yaşadığı bu dehşetten tamamen kurtulabilecek miydi? Hoş, içinde işkence ve ölümün yer aldığı yeni bir dava üzerinde çalışıyor olması kendisine pek de yardımcı olmuyordu.
Yine de, her zaman destek almak için her zaman konuşabileceği biri vardı.
Telefonunu alıp Marie'ye mesaj attı:
Hey. Uyanık mısın?
Birkaç saniye sonra cevap geldi:
Evet. Naber?
Riley yazdı: Oldukça güçsüz. Ya sen?
Uyumaya korkuyorum.
Riley ikisini de daha iyi hissettirecek bir şeyler yazmak istedi. Nedense, sadece yazışıyor olmak yeterli gelmemişti.
Konuşmak ister misin? diye mesaj attı. Yani konuşalım mı, mesajlaşmak yerine?
Birkaç dakika sonra Marie'den cevap geldi.
Hayır, sanmıyorum.
Riley, önce biraz şaşırdı. Sonrasında, sesinin, Marie için her zaman rahatlatıcı olmayabileceğini fark etti. Zira bazen, o korkunç anıları anımsatıp, yaralarını depreştirebilirdi.
Riley, daha önceden konuştuklarında Marie'nin kendisine söylediklerini hatırladı. O şerefsiz herifi bul. Ve benim için onu öldür. Bu sözleri düşünürken Riley'in aklına, Marie'nin hoşlanabileceğini düşündüğü bir haberi vermek geldi.
İşe geri döndüm, diye yazdı Riley.
Marie’nin kelimeleri resmen heyecan içinde ardarda sıralanmıştı.
Harika! Çok güzel! Kolay olmadığını biliyorum! Seninle gurur duyuyorum! Çok cesursun!
Riley iç geçirdi. O kadar da cesur hissetmiyordu kendini—en azından, şu anda.
Marie yazmaya devam etti:
Teşekkür ederim! Senin yeniden işe geri dönmüş olduğunu bilmek gerçekten çok iyi geldi. Sanırım şimdi uyuyabilirim. İyi geceler!
Riley yazdı: Biraz daha dayan.
Ardından, telefonu bıraktı. O da biraz daha iyi hissediyordu. Neticede, işe geri dönerek bir şey elde etmeyi başarmıştı. Yavaş yavaş ama emin bir şekilde iyileşmeye başlıyordu.
Riley çayının kalanını da içti ve doğruca yatağa gitti. Kendini yorgunluğuna teslim etti ve hemencecik uykuya daldı.
Riley 6 yaşındaydı ve annesiyle beraber bir şekerci dükkanındaydılar. Annesinin, kendisi için aldığı şekerlerden ötürü oldukça mutluydu.
Derken, bir adam yaklaştı. İri yarı, korkutucu bir adam… Yüzünde bir şey vardı—naylon bir kadın çorabı. Tıpkı annesinin giydikleri gibi… Adam bir silah çıkardı ve annesine, cüzdanını çıkarmasını söyledi. Ama annesi o kadar korkmuştu ki kımıldayamadı bile… Cüzdanını çıkarıp adama veremedi.
Bunun üzerine adam, annesini göğsünden vurdu.
Annesi kanlar içinde yere yığıldı. Adam cüzdanı çalarak oradan kaçıp gitti.
Riley bağırdı, bağırdı,bağırdı…
O sırada, annesinin sesini duydu.
“Senin yapabileceğin bir şey yok tatlım. Ben gidiyorum; senin elinden hiçbir şey gelmez.”
Riley hâlâ şekerci dükkanındaydı ama bu sefer büyümüştü. Annesi tam önündeydi. Annesinin cesedinin başında duruyordu.
“Seni geri getirmek zorundayım!” diye bağırdı Riley ağlayarak.
Annesi, Riley'e bakıp hüzünlü bir şekilde gülümsüyordu.
“Yapamazsın.” dedi. “Ölenleri geri getiremezsin.”
Riley yatakta doğruldu. Çok zor nefes alıyordu. Duyduğu tıkırtı sesiyle uykusundan ürkerek uyanmıştı. Telaş içinde etrafına baktı. Ev sessizdi.
Ama Riley bir şey duyduğuna emindi. Dış kapıdan gelen bir ses…
Sezgilerini dinleyip hemen yataktan fırladı. Eline silahını ve fenerini alarak dikkatli bir şekilde dış kapıya doğru gitti.
Dikkatlice kapının üstündeki küçük camdan dışarı baktı ama bir şey göremedi. Her yer sessizdi.
Riley cesaretini toplayıp hızla kapıyı açtı ve feneri doğrulttu. Hiç kimse yoktu. Hiçbir şey…
Feneri etrafta gezdirdiği sırada bir şey dikkatini çekti. Birkaç tane çakıl taşı yere saçılmıştı. Birisi bunları kapıya mı fırlatmıştı? O tıkırtı sesi bunlardan mı gelmişti?
Riley hafızasını zorladı. Dün gece eve geldiğinde bu çakıl taşları orada mıydı değil miydi hatırlamaya çalıştı. Kafası öylesine bulanıktı ki net olarak hatırlayamadı.
Riley birkaç dakika orada öylece durdu. Ama hiç kimseden bir iz yoktu.
Kapıyı kapatıp kilitledi ve tekrardan, odasına doğru yöneldi. Tam odasına varmıştı ki birden şaşırdı. April'in odasının kapısı hafif açıktı.
Riley kapıyı tamamen açık odaya baktı.
Kalbi duracakmış gibi hissetti.
April ortada yoktu.
Bölüm 12
“April!” diye bağırdı Riley. “April!”
Riley banyoya koşup içeri baktı. Kızı orada da değildi.
Çaresizlik içinde tüm evi oda oda aradı. Dolaplara dahi baktı. Ama bulamadı.
“April!” diye bağırdı tekrardan.
Riley safra kesesinden gelen acı bir tat hissetti ağzında. Bu, korkunun tadıydı.
Nihayet, mutfaktaki açık camdan içeri tuhaf bir kokunun geldiğini fark etti. Bu kokuyu, ta üniversite yıllarından tanıyordu. Korkusu yerini üzgün bir öfkeye bıraktı.
“Tanrım!” diye homurdandı Riley yüksek sesle. Rahatlamıştı.
Arka kapıyı hızla açtı. Sabahın daha yeni parıldayan ışıkları altında, pijamalarıyla eski piknik masasında oturan kıznı gördü. April oldukça suçlu ve mahcup görünüyordu.
“Ne istiyorsun anne?” diye sordu April.
Riley hızla bahçeye girip kızını kolundan tuttu.
“Ver onu bana!” dedi Riley.
April beceriksizce masum bir ifade takınmaya çalıştı.
“Neyi vereyim?” diye sordu.
Riley’in sesi daha çok öfke ve üzüntüyle boğazında düğümlendi. “O içtiğin şeyi!” dedi. “Ve lütfen—bana bu konuda yalan söyleme.”
“Çıldırmışsın sen!” dedi April. Haklıymış gibi öfkeli bir hal takınarak:“Hiçbir şey içmiyordum ben. Her zaman benimle ilgili en kötüyü düşünüyorsun. Bunun farkındasın, değil mi anne?” dedi.
Riley, bankta oturan kızının öne doğru eğildiğini fark etti.
“Ayağını kaldır!” dedi.
“Ne?” diye soruyla karşılık verdi April hiçbir şey anlamamış gibi.
Riley, şüphelendiği ayağını göstererek tekrar etti:
“Ayağını kaldır.”
April homurdanarak annesinin dediğini yaptı. Kızının terliğinin altında, tam da emin olduğu gibi, esrar izmaritini buldu. Hala dumanı tütüyordu. Kokusu öncekinden daha çok sarmıştı etrafı.
Riley eğilip izmariti yerden aldı.
“Şimdi, kalanını da ver bana!”
April omuzlarını silkti. “Neyin kalanını?”
Riley daha fazla ses tonunu kontrol edemedi. “April, ciddiyim ben! Bana yalan söyleme! Lütfen…”
April gözlerini devirerek pijamasının cebine elini attı. Hiç yakılmamış bir esrar sigarası daha çıkardı.
“Tanrı aşkına! al işte!” dedi esrarı annesine verirken. “Sakın bana bir fırsatını bulur bulmaz kendin içeceğini söyleme.”
Riley aldığı iki esrarlı sigarayı da sabahlığının cebine koydu.
“Başka ne var?” diye sordu.
“O kadar! Hepsi o!” diye cevap verdi April ters bir şekilde. “Bana inanmıyor musun? Sen bilirsin. Ara o zaman üstümü! Odamı, her yeri ara! Hepsi bu kadar dedim!”
Riley'in tüm vücudu titriyordu. Duygularını kontrol altına almakta güçlük çekiyordu.
“Bunları nereden aldın?” diye sordu.
April yine omuzlarını silkti. “Cindy verdi.” dedi.
“Cindy de kim? ”
April alayvari bir edayla kahkaha attı. “Tabii, sen bilmezsin… Zaten benimle ilgili adamakıllı ne biliyorsun ki anne? Hem neden umursuyorsun? Kafam uçmuş, uçmamış senin için fark eder mi?” dedi.
Riley bu defa incinmişti. April, tam da Riley'in en can alıcı noktasına basmıştı. Gerçekten canı yanmıştı. Riley daha fazla gözyaşlarına hakim olamadı.
“April, neden benden nefret ediyorsun?” diye sorarak ağladı.
April şaşırmıştı ama yine de pişman olmuş gibi görünmüyordu. “Senden nefret etmiyorum anne.”
“O zaman neden beni cezalandırıyorsun? Ben bunu hak edecek ne yaptım?”
April boşluğa bakarak cevap verdi: “Belki, bunu düşünmek için biraz daha zaman harcamalısın anne.”
April banktan kalkıp içeri doğru yöneldi.
Riley mutfakta boş bir ifadeyle oradan oraya dolaşıyordu. Kahvaltı için gerekli olan şeyleri, sanki bir robot misali, tek tek çıkarıyordu. Yumurtaları ve salamı dolaptan çıkarırken sürekli aynı şeyi düşünüyordu: Bu durumda ne yapmalıydı? Vakit kaybetmeden April'i düzene sokmalıydı. Ama bunu tam olarak nasıl yapabilirdi ki?
Görevden uzaklaştırıldığı dönemde Riley'in gözü hep April'in üzerindeydi. Ama şimdi her şey farklıydı. Göreve geri döndüğü için ne zaman ne iş çıkacağı belli değildi. Hem, kızının programı da kendisininki gibi belirsizdi.
Riley, bir yandan salamları tavaya koyuyor bir yandan da ne yapması gerektiği üzerine kafa yoruyordu. Sadece bir şeyden emindi. April, artık babasıyla daha fazla vakit geçireceğinden, Riley'in Ryan'a tüm bu olanları anlatması gerekiyordu. Ama bu, yeni sorunlar meydana getirirdi. Ryan zaten Riley'in eş ve anne olamayacak kapasitede bir kadın olduğuna inanıyordu. Şayet Riley ona, April'i esrar içerken yakaladığını anlatırsa, Ryan bu düşüncesinden iyice emin olacaktı.
Belki de haklıdır… diye geçirdi aklından hüzünlü bir şekilde. Bir yandan da ekmekleri tost makinesine yerleştiriyordu.
Şimdiye kadar, Ryan ve Riley arasında velayet davası adına hiçbir şey söz konusu olmamıştı. Her ne kadar kabul etmese de Ryan'ın şu an bekarlığın tadını çıkardığını ve bu rahat hayatını genç bir kızı yetiştirme çabaları içinde ziyan etmeyeceğini biliyordu. April'in daha fazla onunla vakit geçireceğini söylediğinde Ryan hiç de sevinmiş gibi değildi.
Ama yine de, eski kocasının çok hızlı bir şekilde tavır değiştirebileceğini çok iyi biliyordu. Hele de elinde, Riley'i suçlayacak bir bahanesi varsa… Olsa ki April'in gizlice esrar içtiğini duysaydı, April'i tamamen ondan almaya kalkabilirdi. Bunun düşüncesi bile Riley için dayanılmazdı.
Birkaç dakika sonra anne kız kahvaltı masasında karşılıklı oturdular. Aralarındaki sessizlik, her zamankinden çok daha garipti.
Nihayet, April sordu: “Babama söyleyecek misin?”
“Söyleyeceğimi mi düşünüyorsun?” diye karşılık verdi Riley.
İçinde bulunduğu şartlarda verebileceği en dürüst cevap, bu gibiydi.
April endişeli bir ifadeyle yüzünü astı.
Ardından, yalvaran bir ses tonuyla: “Lütfen, Gabriela'ya söyleme.” dedi.
Bu sözler, Riley'i yüreğinin tam ortasından vurmuştu. April, babasından ya da annesindense, evlerinde çalışan bir hizmetkarın öğrenmesinden daha çok endişeleniyordu.
Demek işler bu denli kötüleşti… diye düşündü içinden Riley acı içinde.
Aile hayatıyla ilgili geriye kalan küçücük tek değerli şeyi de resmen gözlerinin önünde paramparça oluyordu. Kendini neredeyse artık bir anne gibi hissetmiyordu. Acaba, Ryan'ın baba olduğuna dair hiçbir hissi kaldı mı diye düşündü.
Muhtemelen, hayır. Suçluluk duygusu, hiç de Ryan'ın tarzı değildi. Eski kocasının bu duygusal farklılığını bazen gerçekten kıskanıyordu.
Kahvaltıdan sonra April, okula gitmek üzere hazırlandı. Ev tamamen sessizliğe gömülmüştü. Riley'in kafası o sabah olan diğer şeye takıldı—eğer gerçekten olduysa… Çıkış kapısında ne ya da kim o tıkırtıyı çıkarmıştı? O çakıl taşları birdebire nereden gelmişti?
Aniden, Marie'nin aldığı tuhaf telefon aramaları ile paniğe kapılması geldi aklına ve içinde, takıntılı bir korku büyümeye başladı. Giderek de kontrolden çıkıyordu. Telefonunu çıkarıp tanıdık bir numara çevirdi.
“Betty Richter, FBI Adli Tıp Teknisyeni.” diye bir ses geldi telefonun diğer ucundan.
“Betty, benim, Riley Paige.” dedi Riley. Zorla yutkunuyordu. “Neden aradığımı biliyor olmalısın.”
Neticede Riley, son 6 aydır her iki ya da üç günde bir aynı nedenle Betty'yi arıyordu. Ajan Richter, Peterson davasıyla ilgili detayları halletmekle sorumluydu. Riley ise artık bir sonuca varmak istiyordu.
“Sana, Peterson'un gerçekten öldüğünü söylememi istiyorsun.” dedi Betty anlayışlı bir ses tonuyla. Betty oldukça anlayışlı, sabırlı ve iyi mizah duygusuna sahip biriydi. Riley, onunla bu konuda böyle konuşabildiği için ona karşı her zaman minnettardı.
“Bunun komik olduğunun farkındayım.”
“Başına gelen o kadar şeyden sonra mı?” dedi Betty. “Hayır, hiç sanmıyorum. Ama sana söyleyebilecek yeni bir şeyim yok. Aynı şeyler… Peterson'un cesedini bulduk. Elbette küle dönmüş bir vaziyetteydi ama tam tamına onun boyu ve ebatında bir cesetti. Başkası olamaz.”
“Nasıl emin olabiliyorsun? Bana bir yüzde ver.”
“%99 olduğunu söyleyebilirim.” dedi.
Riley uzun ve yavaş bir şekilde nefes aldı.
“%100 diyemez misin?” diye sordu.
Betty iç geçirdi. “Riley, hayattaki hiçbir şey için sana %100'lük bir kesinlik veremem. Hiç kimse veremez. Hiç kimse yarın güneşin tekrar doğacağından %100 emin değil, olamaz. Bu sırada dünyaya koca bir cisim çarpabilir ve biz hepimiz ölebiliriz mesela.”
Riley üzüntülü bir şekilde gülümsedi.
“Bana, endişelenecek yeni bir şey daha verdiğin için teşekkür ederim.” dedi.
Betty de hafif güldü. “Her zaman!” dedi. “Yardımım dokunduğuna sevindim!”
“Anne?” diye seslendi April. Okula gitmek için hazırdı.
Riley kendini daha kötü hissederek telefonu kapattı ve gitmek için hazırlandı. Kızını okula bıraktıktan sonra, Bill'i bugün evinden almaya söz vermişti. Birlikte, belirlenen özelliklere uygun bir şüpheli ile görüşmeye gideceklerdi.
Riley'in içinde, bu adamın aradıkları cani katil olabileceğine dair bir his vardı.