Kitabı oku: «Kaybedilen », sayfa 6
Bölüm 13
Riley motoru durdurup Bill'in evinin önünde bekledi. Bill'in iki katlı müstakil evine hayranlıkla baktı. Evin bahçesindeki çimleri nasıl öyle yemyeşil ve süs çalılarını nasıl öyle düzenli budanmış bir şekilde tutmayı başardığını hep merak etmişti. Bill'in aile hayatı biraz çalkantılı olabilirdi ama evinin bahçesini, bu tablosal bölgeye yaraşır güzellikte koruyordu. Quantico'ya yakın olan bu küçük mahalledeki tüm evlerin bahçelerini merak etmekten kendini alıkoyamıyordu.
Bill dışarı çıktı ve arkasından da eşi Maggie çıkarak sert bakışlarla Riley'e baktı. Riley başını başka bir tarafa çevirdi.
Bill arabaya binip kapısını kapattı.
“Hadi buradan defolup gidelim hemen!” dedi bunalmış bir edayla.
Riley arabayı çalıştırdı ve oradan ayrıldılar.
“Sanırım evde her şey yolunda gitmiyor, ha?” dedi Riley.
Bill başını salladı.
“Dün gece eve çok geç gidince oldukça büyük bir kavga ettik. Bu sabah da kavgaya kaldığımız yerden devam ettik.”
Bir süre sustuktan sonra sözlerine öfkeyle devam etti: “Yine boşanma lafını attı ortaya. Üstüne üstlük çocukların da tam velayetini istiyor.”
Riley önce tereddüt etti ama ardından sormak istediği şeyi sordu: “Peki, evdeki sorunun içinde ben de var mıyım?”
Bill sessiz kaldı.
“Evet…” diyerek kabul etti sonunda. “Bizim yeniden birlikte çalıştığımızı duymak hiç hoşuna gitmedi. Senin, beni kötü yönde etkilediğini söylüyor.”
Riley ne diyeceğini bilemedi.
Bill devam etti: “Benim, en kötü zamanımın seninle çalıştığım zaman olduğunu söylüyor. Evden iyice uzaklaştığımı ve daha çok işime takıntılı hale geldiğimi…”
Doğru! diye düşündü Riley içinden. Bill de, kendisi de resmen işlerine takıntılıydılar.
Yine bir sessizlik çöktü. Birkaç dakika sonra Bill, dizüstü bilgisayarını açtı.
“Bugün konuşacağımız adamla ilgili elimde birkaç detay var. Ross Blackwell…”
Ekranı şöyle bir taradı.
“Sabıkalı bir cinsi sapık.” diye devam etti.
Riley’in dudakları iğrenmişlik içinde büzüştü.
“Hangi suçlardan yargılanmış?”
“Çocuk pornosu bulundurmaktan… Daha da çok şeyle suçlanmış ama kanıt bulunamamış. Sabıkalılar listesinde yer alsa da kendisine hiçbir kısıtlama getirilmemiş. Bu olay 10 yıl önce yaşanmış; fotoğraf oldukça eski…”
Sinsi… diye düşündü Riley. Kandırmak zor olabilir.
Bill okumaya devam etti:
“Belirsiz nedenlerden ötürü birçok işten kovulmuş. En son, Beltway'de büyük bir mağazada çalışıyormuş—oldukça yaygın bir ticari kuruluşta. Kuruluşun hedef kitlesi çoğunlukla, çocukları olan aileler. Blackwell'in oyuncak bebekleri öyle sapık şekillere soktuğunu görünce onu polise ihbar edip işten kovmuşlar.”
“Oyuncak bebek fantazisi ve çocuk pornosu olan bir herif…” diye mırıldandı Riley.
Şimdiye kadar, oluşturduğu profile en uygun şüpheli Ross Blackwell olmuştu.
“Peki, şimdi?” diye sordu.
“Şimdi, bir hobi ve maket mağazasında çalışıyor.” diye cevap verdi Bill. “Başka bir mağazalar zincirinde…”
Riley biraz şaşırmıştı.
“Yetkililer Blackwell'i işe alırken onun sabıkalı olduğunu bilmiyorlar mıymış?”
Bill omuzlarını silkti.
“Belki de umursamamışlardır. Tamamen karşı cinse ilgi duyan biri gibi görünüyor. Belki de maket araba, tren ya da uçakların satıldığı bir mağazada çok fazla zararlı olmayacağını düşünmüşlerdir.”
Riley, tüm vücudunda bir ürperti hissetti. Böyle bir herif nasıl başka bir iş bulabilirdi? Verilere göre bu herif, acımasız bir katil şüphelisiydi. Neden böyle birinin her gün masum insanların arasında dolaşmasına izin veriyorlardı?
Nihayet, o yoğun trafiğe rağmen Sanfield'e varmayı başardılar. Burası Riley'e bir "kıyı şehir" havası vermişti. Büyükçe inşa edilmiş mağazalar ve merkezi şirketler vardı. Oldukça ruhsuz, yapay ve bunaltıcı duruyordu.
Büyük alışveriş merkezinin önüne arabayı park etti. Bir süre arabadan inmeyip, Bill'in bilgisayarındaki Ross Blackwell'e ait olan eski resme baktı. Çok bir özelliği yoktu. Koyu renk saçlı ve arsız görünüşlü beyaz bir herifti sadece… Şimdi 50'li yaşlarında olmalıydı.
Bill ile arabadan indiler ve maket mağazasına doğru yürüdüler. Oldukça büyük bir yerdi.
“Elimizden kaçmasını istemiyorum.” dedi Riley. “Ya bizi fark edip, buradan tabanlarsa?”
“Onu içerideyken köşeye sıkıştırmalıyız.” diye karşılık verdi Bill. “Onu etkisiz hale getirip müşterileri mağazadan çıkarmalıyız.”
Riley bir elini silahına koydu.
Henüz değil… dedi kendi kendine. Gerek olmadığı sürece sakın panik yaratma!
Bir süre öylece durup, mağazaya girip çıkan müşterileri izledi. Bunlardan biri Blackwell olabilir miydi? Yoksa çoktan kaçıp gitmiş miydi?
Riley ve Bill, maket mağazasından içeri girdiler. Mağazanın çoğu yeri, hareket eden trenler ve yanan trafik ışıkları ile küçük bir kasabanın geniş ve detaylı maketiyle kaplıydı. Tavanda, maket uçaklar asılıydı. Görünürde hiç oyuncak bebek yoktu.
Mağazada çalışan birçok adam vardı ama hiçbiri, Riley'in zihnindeki resme uymuyordu.
“Onu göremiyorum.” dedi Riley.
Ana tezgaha giderek sordu Bill: “Burada Ross Blackwell diye biri çalışıyor mu?”
Tezgahtaki adam başıyla onay verip maket setlerinin bulunduğu tarafı işaret etti. Saçları beyazlamış, kısa ve bodur bir adam malları düzenliyordu. Arkası dönüktü.
Riley tekrar elini silahına koydu ama silahı kılıfından çıkarmadı. Bill ile birlikte, kaçma ihtimalini önlemek için farklı yönlerden adamın yanına doğru ilerlediler.
Yaklaştıkça Riley'in kalbi daha da hızlı çarpmaya başladı.
“Ross Blackwell?” diye sordu Riley.
Adam dönüp baktı. Gözünde kalın gözlükler vardı; göbeği de kemerinin üstüne taşmıştı.. Riley, adamın yüzünün solgunluğu ve cansızlığını görünce sarsıldı. Hiç de kaçabilecek birine benzemiyordu ama tam bir "pislik" olduğuna dair düşüncesi birebir uyuyordu.
“Kim olduğunuza göre değişir.” dedi Blackwell yüzünde koca bir sırıtmayla. “Ne istiyorsunuz?”
Riley ve Bill, rozetlerini gösterdiler.
“Vay canına! Federaller ha!” dedi Blackwell. Sanki mutlu olmuş gibiydi. “Bu farklı bir şey! Şimdiye kadar hep yerel polislerle muhatap olmuştum. Beni tutuklamak için gelmediniz buraya her halde. Çünkü, o tuhaf yanlış anlamaların hepsinin mazide kaldığını düşünüyordum.”
“Sadece sana birkaç soru sormak istiyoruz.” dedi Bill.
Blackwell sırıtarak başını meraklı bir şekilde hafif kaldırdı.
“Birkaç soru, ha? Haklarımın ne olduğunu artık ezberledim; gayet iyi biliyorum. İstemediğim sürece sizinle konuşma mecburiyetim yok. Ama üzülmeyin ya.. Neden konuşmayayım? Eğlenceli bile olabilir. Eğer bana bir bardak kahve ısmarlarsanız, sizi dinleyebilirim.”
Blackwell ana tezgaha doğru yürüdü. Bill ve Riley'de yakın takip şeklinde ardından gittiler. Riley, her an tetikteydi.
“Kahve molası veriyorum, Bernie.” dedi Blackwell kasadaki çalışana.
Riley, Bill'in yüz ifadesinden, doğru adamı bulup bulmadıkları konusunda şüphede olduğunu görebiliyordu. Blackwell, onları gördüğüne biraz bile üzülmemişti. Hatta, sevinmişti bile…
Ama Riley'e göre bu tutumu onun daha çok ahlaksız ve sosyopatik görünmesine sebep oluyordu. Tarihteki adi katillerin bazıları, oldukça kendinden emin ve cezbedici tavırlar sergilemişlerdi. Riley'in bir katilde görmeyi umduğu en son şey, biraz da olsa suçlu bir tavır sergilemesiydi.
Yemek katı oldukça yakındı. Blackwell, Bill ve Riley'i kahve bölümüne götürdü. Şayet bu herif iki FBI ajanıyla birlikte olmaktan gergin hissediyordu ise, bunu biraz bile belli etmiyordu.
Annesinin peşinden giden küçük bir kız, tam önlerinde tökezleyip yere düştü.
“Amanın!” diye bağırdı Blackwell zevk içinde. Eğilip çocuğu kaldırdı.
Çocuğun annesi doğal olarak teşekkür etti ve kızına da teşekkür etmesini işaret etti. Riley, küçük kızın giydiği kısa eteğin altındaki çıplak bacaklarına gözlerini dikmiş bakan Blackwell'i izledi. Karnına öfkeden bir sancı saplandı. Şüphesi iyice derinleşmişti.
Riley, Blackwell'in kolunu sıkıca kavradı ama Blackwell, Riley'e şaşkın ve masum bir ifadeyle baktı. Riley, tuttuğu kolu iyice sıkıp sinirle bıraktı.
“Kahveni al!” dedi yakındaki kahveciyi işaret ederek.
“Ben cappucino istiyorum.” dedi Blackwell tezgahın ardındaki genç bayan çalışana. “Bunlar ısmarlıyor.”
Ardından, Bill ve Riley'e dönerek sordu: “Siz ne istiyorsunuz?”
“Bize gerek yok!” dedi Riley.
Bill, Cappuccino'nun ücretini ödedi. Sonrasında, etrafında kimsenin olmadığı bir masaya geçip oturdular.
“Pekala, benimle ilgli ne bilmek istiyorsunuz?” diye sordu Blackwell. Oldukça rahat ve dostane görünüyordu. “Umarım önyargıyla gelmemişsinizdir; tıpkı diğerleri gibi… Bu günlerde insanlar gerçekten çok geri kafalı.”
“Geri kafalı? Oyuncak bebekleri sapıkça şekillere sokma konusunda mı?” diye sordu Bill.
Blackwell ciddi anlamda kırılmış gibi baktı. “Ama şimdi böyle söyleyince çok pis görünüyor.” dedi. “Hiç de sapıkça bir şey yoktu ortada. İsterseniz kendiniz bakın.”
Blackwell cep telefonunu çıkarıp, yaptığı eserlerin fotoğraflarını tek tek göstermeye başladı. Oyuncak bebek dükkanlarında oluşturduğu pornografik görüntülerdi hepsi. Küçük insan figürleri, farklı şekillerde çıplak vaziyetteydiler. Oyuncak evlerin farklı bölgelerine, yaratıcı bir şekilde, değişik grup ve pozisyonlarda yerleştirilmişlerdi. Bu çeşit çeşit seks eylemlerinin canlandırıldığı resimleri görünce Riley'in beyni dondu resmen—öyle ki bazıları, bazı ülkelerde yasadışı bile sayılabilirdi.
Bana oldukça sapıkça görünüyor. diye düşündü içinden.
“Olabildiğince hicivsel çalıştım.” diye açıklamaya başladı Blackwell. “Önemli bir sosyal vurgu yapıyordum esasında. Çok aptalca ve materyalist bir dünyada yaşıyoruz. Birinin böyle bir protesto yapması gerekiyordu. Düşüncemi özgürce ifade etme hakkımı kullanıyordum sadece. Bu hakkımı suistimal falan etmiyordum. Neticede, kalabalık bir tiyatro salonuna gidip "yangın" diye bağırmadım ya!”
Riley, Bill'in öfkelendiğini fark etti.
“Peki ya, senin bu küçük protesto ağına takılan küçük kız çocukları?” diye sordu Bill. “Onlara zarar verdiğini düşünmüyor musun?”
“Hayır, doğrusu, düşünmüyorum.” dedi Blackwell gayet kendini beğenmiş bir edayla. “Her gün medya yüzünden daha kötü şeylere maruz kalıyorlar. Artık "çocuk masumiyeti" diye bir şey kalmadı. İşte benim dünyaya anlatmak istediğim şey tam da buydu! İnanın, bu, kalbimi öylesine yaralıyor ki…”
Sözlerinde nasıl da ciddiymiş gibi görünüyor, diye düşündü Riley.
Ama ciddi olmadığı apaçık ortadaydı. Ross Blackwell'in vücudunda tek bir ahlaklı ya da empatik parça yoktu. Her geçen saniye Riley'in şüpheleri daha da kesinleşiyordu.
Riley, adamın yüzünü okumaya çalıştı. Bu, hiç kolay değildi. Tıpkı her gerçek sosyopat gibi bu da duygularını inanılmaz bir beceriyle maskelemeyi beceriyordu.
“Söyle bakalım Ross…” dedi. “Açık alanları sever misin? Kamp yapma ya da balık tutma gibi…”
Blackwell’in yüzünde parlak bir sırıtma oluşuverdi. “Tabii ki… Çocukluğumdan beri… Eskiden Eagle Scout'dum. Ara sıra tek başıma haftalarca vahşi hayatın kucağına kaçarım. Öyle ki bazen, önceki hayatımda Daniel Boone olduğumu düşünüyorum.”
Riley tekar sordu: “Avcılık yapmayı da sever misin?”
“Elbette! Her zaman!” dedi coşkuyla. “Evde bir sürü kupam var. Bilirsin ya, duvara monte edilmiş Amerikan geyiği ve yaban geyik kafaları falan… Hepsini tek tek kendim astım. Tahnitçilik konusunda ciddi bir yeteneğim var!”
Riley, gözlerini kısarak Blackwell'e baktı.
“Gittiğin favori yerler var mı? Ormanlar gibi mesela… Ya da ulusal parklar gibi…”
Blackwell çenesini ovarak düşündü.
“Yellowstone'a çok sık giderim.” dedi. “Sanırım, en sevdiğim yer orası. Elbette, Büyük Smoky Dağları'nın yerini tutamaz. Yosemite'ın da… Bir yer seçmek hiç kolay değil.”
Bill araya girdi: “Mosby Parkı'na ne dersin? Ya da mesela, Daggett'in yakınındaki ulusal park?”
Blackwell birden temkinli bir hal aldı.
“Niye bilmek istiyorsun?” diye sordu endişeli bir şekilde.
Riley, gerçeğin ya da tam tersinin artık ortaya çıkma zamanının geldiğini anladı. Cebinden cüzdanını alıp, maktüllerin henüz hayattayken çekilmiş fotoğraflarını çıkardı.
“Bu kadınlar arasında tanıdığın kimse var mı?” diye sordu Riley.
Blackwell’in gözleri panik içinde açıldı.
“Hayır!” dedi. Sesi titriyordu. “Onları hayatımda hiç görmedim.”
“Emin misin?” diye üsteledi Riley. “Belki isimleri, hafızanın yerine gelmesine yardımcı olur. Reba Frye. Eileen Rogers. Margaret Geraty.”
Blackwell büsbütün paniğe kapılmıştı.
“Hayır!” dedi. “Onları hiç görmedim. İsimlerini de hiç duymadım.”
Riley bir süre Blackwell'in yüzünü iyice süzdü. Nihayet, durumu tamamen anladı. Ross Blackwell hakkında bilmesi gereken her şeyi öğrenmişti.
“Zaman ayırdığın için teşekkür ederiz, Ross.” dedi. “Başka bir şeyler daha sormamız gerekirse yine seninle iletişime geçeriz.”
Bill, hiç bir şey anlamamış bir ifadeyle öylece Riley'in peşinden gitti.
“Neler oldu?” diye ters bir şekilde sordu Bill. “Aklında ne var senin? O suçlu ve bizim, onun peşinde olduğumuzun farkında. Onu çivileyene kadar gözümüzün önünden kaybolmasına izin veremeyiz!”
Riley, sabırsız bir iç çekişle Bill'e döndü.
“Bir düşün…” dedi. “Adamın solgun yüzünü gördün mü? Tek bir leke dahi yoktu. Bu herif, hayatının çoğu zamanını açık havada geçirmiş.”
“Yani, gerçekten bir Eagle Scout değil mi diyorsun?”
Riley hafifçe kıkırdadı. “Hayır.” dedi. “Ve seni temin ederim, hayatı boyunca ne Yellowstone'a, ne Yosemite'a ne de Büyük Smoky Dağları'na gitmişliği var. Ayrıca, tahnitçilik ile ilgili de en ufak bir fikri yok.”
Bill ciddi anlamda mahçup olmuş görünüyordu.
“Beni gerçekten kandırdı!” dedi Bill.
Riley başıyla onay verdi.
“Elbette…” dedi. “Herif harika bir yalancı. Her önüne geleni ağzından çıkan laflara inandırabilir. Ayrıca, yalan söylemeyi çok seviyor. Eline geçen her fırsatta yalan söylüyor—ne kadar büyük yalan söylerse, o kadar mutlu oluyor.”
Riley bir süre durdu.
“Asıl önemlisi…” diye devam etti, “....gerçeği söylemede çok kötü. Doğruları söylemeye alışık değil. Doğru söylemeye çalışırken tüm soğukkanlılığını yitiriyor.”
Bill bir süre Riley'in yanında sessizce yürüdü. Tüm bunları sindirmeye çalışıyordu.
“Yani diyorsun ki—” diye başladı.
“Kadınlarla ilgili dedikleri doğruydu, Bill. Bu yüzden, o kadar suçlu gibi göründü. Her doğruyu söylemeye çalıştığında, sanki yalan söylüyormuş gibi görünüyor. Alışık olmadığından… O kadınların hiçbirini gerçekten hayatı boyunca hiç görmemiş. Cinayet işleme olasılığı yok demiyorum. İşleyebilir. Ama bu cinayetleri, o işlemedi.”
Bill homurdandı:
“Kahretsin…” dedi.
Riley, arabaya gidene kadar başka hiçbir şey söylemedi. Bu, ciddi bir başarısızlıktı. Düşündükçe iyice panikliyordu. Gerçek katil hala dışarıda bir yerlerdeydi ve katilin kim olduğuna ya da nerede olduğuna dair hiçbir ipucu yoktu ellerinde. Biliyordu… Hissediyordu… Katil, kısa bir süre içinde yeniden harekete geçecekti.
Riley, bu davayı bir türlü çözememiş olduğundan gitgide gerilmeye başlıyordu. Ama, zihni böylesine bulanmışken, birden aklına kiminle konuşması gerektiği geldi. Hemen…
Bölüm 14
Riley aniden direksiyonu kırıp otobanın çıkışına yöneldiğinde Sanfield'den daha çok az uzaklaşmışlardı.
Bill şaşırdı. “Nereye gidiyoruz?” diye sordu.
“Belding'e…” dedi Riley.
Bill dönüp Riley'in yüzüne baktı. Bir açıklama bekliyordu.
“Margaret Geraty’nin kocası hala orada yaşıyor.” dedi. “İsmi, Roy’du. Değil mi? Roy Geraty. Benzin istasyonu mu ne, bir yer işletiyordu?”
“Oto tamiri ve malzemeleri dükkanı var.” dedi Bill.
Riley başıyla onayladı. “Ona kısa bir ziyarette bulunacağız.” dedi.
Bill emin olmayan bir ifadeyle omuzlarını silkti.
“Tamam. Her ne kadar neden olduğunu bilmesem de…” dedi. “Yerel polis, karısının cinayeti ile ilgili onunla görüşürken bayağı iyi bir iş çıkarmışlar. Ama bir ipucuna ulaşamamışlar.”
Riley bir müddet hiçbir şey söylemedi. Bunları zaten biliyordu. Yine de, öğrenebilecekleri bir şeylerin olabileceğini hissediyordu. Virjinya'dan biraz ötedeki Belding'de mutlaka ucu açık bir son olmalıydı. Bunun ne olduğunu bulmak zorundaydı—eğer becerebilirse. Kendine olan güvenini yavaş yavaş yitiriyordu.
“Paslanmışım Bill…” diye mırıldandı Riley arabayı sürerken. “Bir an için gerçekten Ross Blackwell'in aradığımız adam olduğuna inanmıştım. İlk bakışta anlamam gerekirdi. Sezgilerim körelmiş.”
“Kendine bu kadar yüklenme.” diye karşılık verdi Bill. “Çıkardığın profile birebir uyuyor gibiydi.”
Riley homurdandı: “Evet, ama çıkardığım o profil hatalıydı. Bizim aradığımız adam öyle herkese açık bir yerde oyuncak bebeklere sapıkça şekiller vermezdi.”
“Neden vermesin?” diye sordu Bill.
Riley bir an düşündü.
“Çünkü, ona göre oyuncak bebekler sadece oyuncaktan ibaret değil.” dedi. “Onun için bazı derin anlamlar taşıyor. Kişisel bir şey… Bence, Blackwell gibi serserilerin bebeklere o şekilde şekil vermesi onu bayağı sinirlendirir. Bunu, çok saygısızca algılar. Zira, oyuncak bebekler onun için oyuncak değiller. Onlar… Bilmiyorum. Tam olarak bunu kestiremiyorum.”
“Ne düşündüğünü biliyorum.” dedi Bill. “Her ne ise sonunda bulacaksın, emin ol.”
Riley sustu. Zihninde son birkaç gün içinde yaşanan olayları canlandırdı. Bu, sadece güvensizliğinin artmasına sebep oldu.
“Diğer şeylerde de hatalıydım.” dedi Bill'e. “Katilin, anne olan kadınları hedef aldığını düşünmüştüm. Bundan emindim. Ama Margaret Geraty anne değildi; hiç çocuğu yoktu. Böyle bir yanılgıya nasıl düşebildim?”
“Çok geçmeden hedefini vuracaksın, merak etme.” dedi Bill.
Belding civarına vardılar. Sanki nesillerdir orada duran yorgun görünümlü küçük bir kasabaydı. Fakat, çevresindeki arsalar, çiftlikler hep "soylu çiftçiler" olmak isteyen şehirli zenginler tarafından satın alınmıştı. Kasaba öylesine sönük kalmıştı ki oradan geçen biri farkına bile varmadan kasabadan geçip gidebilirdi.
Roy Geraty’nin oto tamir ve malzemeleri dükkanını görmeden geçmek imkansızdı.
Riley ve Bill arabadan indiler ve oldukça eski olan ana ofise girdiler. Görünürde kimse yoktu. Riley, tezgahtaki zile bastı. Beklediler ama kimse gelmedi. Birkaç dakika sonra, garaja daldılar. Araçların birinin altında bir çift ayak görünüyordu.
“Roy Geraty siz misiniz?” diye sordu Riley.
“Evet…” diye bir ses geldi arabanın altından.
Riley şöyle bir etrafına bakındı. Görünürde başka bir çalışan yoktu. İşler o kadar mı kötüye gitmişti? Patronun her işi tek başına yapmak zorunda kalacağı kadar?
Geraty, arabanın altından çıktı ve şüpheci gözlerle onları süzdü. 30'lu yaşlarının sonlarında, oldukça yapılı biriydi. Üzerinde, her yerine yağ bulaşmış bir çalışma tulumu vardı. Ellerini kirli bir beze silip ayağa kalktı.
“Yerel polis değilsiniz.” dedi. Ardından, sözlerine devam etti: “Size nasıl yardımcı olabilirim?”
“FBI'danız.” dedi Bill. “Size birkaç soru sormak istiyoruz.”
“Tanrım…” diye söylendi. “Bu en son ihtiyacım olan şey…”
“Çok fazla zamanınızı almayacak.” dedi Riley.
“Napalım artık…” diye söylendi adam, “Konuşmamız gerekiyorsa, konuşuruz.”
Riley ile Bill'i, haşatı çıkmış bir iki tane içecek makinesinin olduğu dinlenme alanına götürdü. Hep birlikte plastik sandalyelere oturdular. Sanki hiç kimse yok gibiydi; öylesine sessizdi ortam. Roy kumandayı alarak mekanda bulunan eski televizyonu açtı. Komedi programı bulana kadar tüm kanalları dolaştı. Ardından, öylece oturup, bulduğu komedi programını izlemeye başladı.
“Ne soracaksanız sorun da şu iş bitsin.” dedi. “Şu son birkaç gün, tam bir cehennemdi.”
Riley, adamın ne nemek istediğini kolayca anlamıştı.
“Üzgünüm… Eşinizin öldürülme haberleri yeniden basında yer alıyor.” dedi.
“Gazetelerde, iki tane daha benzer cinayetin olduğu yazıyordu.” dedi Geraty. “Buna inanamıyorum. Muhabirler ve bazı serseriler yüzünden telefonum hiç susmuyor. E-mail kutum da ağzına kadar maillerle doldu. Özel hayata saygı diye bir şey kalmamış. Zavallı Evelyn de—karım olur kendisi—bu yaşananlar yüzünden gerçekten çok sarsıldı.”
“Yeniden mi evlendiniz?” diye sordu Bill.
Geraty başıyla onayladı; gözleri hala TV ekranındaydı. “7 ay sonra evlendik, Margaret'ın ölü..”
Cümlesini tamamlayamadı.
“Buradakiler, bunun çok hızlı olduğunu söylediler.” dedi. “Ama bana göre hiç de öyle değil. Hayatımda daha önce hiç o kadar yalnız hissetmemiştim. Evelyn, bana Tanrı'nın hediyesi oldu. O olmasaydı, bana ne olurdu hiç bilmiyorum. Muhtemelen ölmüş olurdum.”
Sesi, hissettiği duygularla titremeye başlamıştı.
“Şimdi bir kızımız oldu. 6 aylık henüz… İsmi, Lucy. Hayatımın neşesi…”
Televizyondaki komedi programından yersiz bir kahkaha geldi. Geraty derin bir nefes alarak boğazını temizledi ve arkasına yaslandı.
“Neyse… Sizin bana ne sormak istediğinizi emin olun bilmiyorum.” dedi. “Öyle sanıyorum ki sorabileceğiniz her türlü sorunun cevabını 2 yıl öncesinde zaten verdim. Hiçbir işe yaramadı ama. Katili yakalayamadınız. Şimdi de yakalayamayacaksınız.”
“Hala elimizden geleni yapıyoruz.” dedi Riley. “Hak ettiği cezayı vereceğiz.”
Ama sözlerindeki boşluğu kendisi bile hissedebiliyordu.
Bir süre duraksadı ve ardından, sordu: “Yakınlarda mı oturuyorsunuz? Şöyle bir çevreye bakmak için evinizi ziyaret edebilir miyim diye düşünüyordum da…”
Geraty, düşünceli bir tavırla kaşlarını çattı.
“Bunu yapmak zorunda mıyım? Ya da, seçim hakkım var mı?” diye sordu.
Bu soru karşısında Riley bir an için geriledi.
“Bu, sadece bir rica…” dedi. “Ama yardımı dokunabilir.”
Geraty sert bir şekilde başını salladı.
“Hayır.” dedi. “Bir sınır koymak zorundayım. O zaman da polisler evimi neredeyse alt üst ettiler. Hatta bazıları, karımı benim öldürdüğümü düşünüyorlardı. Belki sizden de öyle düşünen vardır. Benim birini öldürebileceğimi düşünen…”
“Hayır.” diyerek karşılık verdi Riley. “Buraya gelme sebebimiz bu değil.”
Riley, Bill'in tamirciyi oldukça dikkatle izlediğini fark etti.
Geraty hiç bakmadı. Sözlerine devam etti: “Ayrıca zavallı Evelyn—şu an evde kızımız Lucy ile birlikteler. Gelen telefonlar yüzünden zaten yeterince gergin. Daha fazla sıkıntı çekmesine izin vermeyeceğim. Üzgünüm, amacım işinizi zorlaştırmak değil. Ama bir yerde, yeter.”
Riley, Bill'in ısrar etmek üzere olduğunu fark etti. Ona fırsat vermeden söz aldı.
“Anlıyorum.” dedi. “Sorun değil.”
Riley, Bill ile birlikte Geraty'nin evine gitseler bile çok önemli bir bulgu elde etmeyeceklerine emin gibiydi. Belki bir ya da iki soruya cevap, hepsi o.
“Eşiniz—ilk eşiniz Margaret—oyuncak bebekleri sever miydi?” diye sordu Riley dikkatli bir şekilde. “Mesela, oyuncak bebek koleksiyonu falan yapar mıydı?”
Geraty, televizyondan ilk kez yüzünü çevirerek Riley'e dönüp baktı.
“Hayır.” dedi. Bu soru karşısında şaşırmış görünüyordu.
Riley, bu soruyu daha önce hiç kimsenin sormamış olduğunu fark etti. İki yıl önce polisin geliştirdiği tüm o teorilerin arasında oyuncak bebeklerle alakalı bir şey yoktu anlaşılan. Ayrıca, içinde bulunduğu o rahatsız edici durumda, kimse oyuncak bebeklerle bir bağlantı kurmamıştı.
“Sevmezdi.” diye devam etti Geraty. “Nefret ettiğini söyleyemem ama oyuncak bebekler, onu hüzünlendiriyordu. Onun—bizim—çocuğumuz olmamıştı. Oyuncak bebekler ona, bunu hatırlatıyordu. Hatta bazen, oyuncak bebek gördüğü zaman ağladığı bile oluyordu.”
Derin bir nefes alıp tekrar televizyona doğru çevirdi başını.
“O son yıllarda, gerçekten çok mutsuzdu.” dedi solgun ve sessiz bir ses tonuyla. “Çocuğumuz olmadığı için… Akrabalarımızın, arkadaşlarımızın çoğunun kendi çocukları vardı. Sanki, bizim dışımızda herkesin çocuğu oluyordu ya da büyüttükleri çocukları vardı. Sürekli, "karnı burnunda" partilerine davet ediliyordu. Anneler, çocuklarının doğum günleri için kendisinden yardım etmesini istiyordu. Bu, onu gerçekten üzüyordu.”
Riley, boğazında bir şeylerin düğümlendiğini hissetti. Yaşadığı trajedinin ardından hayatını yeniden toparlamaya çalışan bu adam için yüreği ezilmişti.
“Sanırım hepsi bu kadar, Bay Geraty.” dedi. “Zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. Ayrıca, bunu söylemek için oldukça geç olduğunun farkındayım ama gerçekten başınız sağolsun.”
Birkaç dakika sonra, Riley ve Bill arabaya binip yola çıkmışlardı.
“Boşuna geldik.” dedi Riley, Bill'e.
Riley dikiz aynasından, arkalarında gitgide küçülen Belding'in küçük kasabasına baktı. Katil, orada değildi, bunu biliyordu. Ama Flores'ın haritada işaretlediği yerlerden birindeydi. Yakın bir yerlerde… Belki de şu anda onun izinden gidiyorlardır ama farkında bile değildiler. Bu düşünce, Riley'e işkence çektiriyordu. Katilin varlığını, artık zorunlu bir ihtiyaç haline gelen işkence etme ve öldürme dürtüsünü, hevesini hissedebiliyordu.
Bundan artık kurtulmak zorundaydı.