Kitabı oku: «Antikacı Dükkânı», sayfa 3
4
Quilpler Tower Hill’de oturuyorlardı. Bn. Quilp, kocasının yokluğunda Tower Hill’e bakan köşkünde oturup düşünceye dalardı. Daha önceden görüldüğü gibi B. Quilp iş için zaman zaman karısını yalnız bırakıyordu.
Evet, B. Quilp’in kazanç yolları pek çeşitliydi, bir sürü işi de vardı ama belirli bir ticareti ya da mesleği olduğu da pek söylenemezdi. Su kıyısındaki o berbat sokaklarda, mahallelerde oturanların hepsinin kiralarını o toplardı; denizcilere, ticaret gemilerinde çalışanlara borç para verirdi; Doğu Hint Şirketi dalgıçlarının çalışmalarından pay alırdı; kaçak sigaralarını gümrük binasının burnunun dibinde tüttürürdü; her gün parlak şapkalı, yuvarlak ceketli adamlarla döviz alışverişi yapardı. Irmağın Surrey kesiminde Quilp İskelesi diye anılan küçücük, fare dolu berbat bir avlu vardı. Bu avlunun içinde de sanki bulutlardan düşüp yere ekilmiş gibi bir toz yığını hâlinde duran küçük, ahşap bir idare binası vardı; birkaç paslanmış çıpa parçası vardı; bir sürü büyük demir halka vardı; bir yığın çürümüş tahta, birkaç yığın da eski bakır levha buruşmuş, kırışmış, dağılmış bir hâlde dururdu. Quilp İskelesi’nde Daniel Quilp gemi hurdacısıydı; yalnız bu görünüşe bakılırsa ya pek küçük çapta bir hurdacıydı ya da gemilerini gerçekten pek küçük parçalara ayırmıştı. Ayrıca, burada pek öyle fazla hayat da büyük bir faaliyet de göze çarpmazdı; çünkü buranın tek insanı kenevir elbiseli,hem suda hem de karada yaşayan yaratıklara benzeyen bir oğlancağızdı. Yaptığı tek iş de bir yığının tepesine oturup sular çekildiği zaman çamura taş atmak, sular kabardığı zaman da elleri ceplerinde durup, huzursuz bir hâlde, ırmaktaki kalabalığı seyretmekti.
Cücenin barınağında kendisiyle Bn. Quilp’in ihtiyaçlarını karşılayacak bölümlerden başka hanımın küçük bir yatak bölmesi de vardı, burası karı kocayla birlikte oturan, boyuna Daniel’le savaş hâlinde bulunan, damadından da hatırı sayılacak derecede çekinen kaynanaya verilmişti. Gerçekten de Quilp denen şu çirkin yaratık, çirkinliğiyle, vahşiliğiyle ya da kurnazlığıyla –artık, neyle olursa olsun, önemi yok ya– bir yolunu bulur, her gün temas ettiği kimseleri, yakınlarını korku salarak etkilemeyi başarıyordu. Güzel, ufak tefek, mavi gözlü sakin bir kadın olan Bn. Quilp’in üzerine yaptığı baskıyı hiç kimseye yapamıyordu. Bu kadıncağız, örneğine pek az rastlanan o garip, delicesine kara sevdaya tutulup da kendini evlilik bağıyla cüceye bağladıktan sonra Tanrı’nın günü saçmalığının cezasını çekmekten geri kalmamıştı.
Bn. Quilp’in, evinde, üzüntü içinde olduğu da söylenmiştir. Evet, evindeydi ama yalnız değildi: Daha önce sözü geçen yaşlı anneden başka evin içinde yarım düzineye yakın komşu hanım da bulunmaktaydı; bunlar, bir garip tesadüf eseri, biraz da aralarında yaptıkları anlaşmanın sonucu, tam çay saatine doğru birbirlerinin ardı sıra eve sökün ederlerdi: Mevsim de sohbete pek uygun olduğundan, oda da açık pencerelerinin önüne dizilmiş çiçeklerle serin, gölge, miskinlik veren bir yer olduğundan, içeride çay sofrası, dışarıda eski kule bulunduğundan hanımların sohbet edip aylak aylak oturmaktan hoşlanacakları muhakkaktı; hele taze tereyağı, taze ekmek, su teresi de hesaba katılırsa konukluğun çekiciliği daha da artıyordu.
Eh, şimdi hanımlar bu şartlar altında bir araya gelince de konuşmanın dönüp dolaşıp, erkek milletinin zayıf cinse hükmetme, ceberut kesilme isteğine, zayıf cinsin de bu zorbalığa karşı koymak, kendi haklarını, benliğini ispatlamakkonusundaki görevlere gelmesi de pek olağandır. Şu dört nedenden ötürü olağandır: Birincisi, yine bir kadın olan Bn. Quilp pek kötü bir şekilde kocasının hükmü altında yaşamaktadır, isyan etmesi için de heyecanlanması gerekmektedir; ikincisi, Bn. Quilp’in annesi çevresinde şirret tanınır, erkek yetkesine karşı koyma eğilimindedir; üçüncüsü, her misafir benzerlerinin çoğuna göre kendisinin bu konuda ne kadar üstün olduğunu göstermek ister; dördüncüsü de, konuklar çifter çifter birbirlerini kötülemeye alıştıkları hâlde şimdi hepsi bir arada yakın dostluk havası içinde bulunduklarından her zamanki konularından yoksun kalmışlar, bu yüzden de ortak düşmana saldırmaktan daha iyi bir iş bulamamışlardır.
Bu düşüncelerle duygulanan şişman bir hanım oturumu, büyük bir özen, sevgi havası içinde, B. Quilp’in hatırını sorarak açtı, bu soruya Bn. Quilp’in annesi sert bir şekilde şu karşılığı verdi:
– Aman! Yeteri kadar iyi işte… Zaten onun hiçbir zaman derdi olmamıştır ki. Acı patlıcanı kırağı çalmaz.
Bundan sonra hanımların hepsi birden içlerini çektiler, ciddi bir tavırla başlarını salladılar, Bn. Quilp’e bir kurban gözüyle baktılar.
Oturumun başkanı:
– Ah, keşke ona biraz öğüt verebilseydiniz, Bayan Jiniwin, dedi. Quilp’in genç kızlık soyadının Jiniwin olduğunu unutmamalısınız. Biz kadınların kendimize neler borçlu olduğumuzu sizden iyi bilen yoktu, hanımefendiciğim.
Bn. Jiniwin:
– Gerçekten de neler borçluyuz ya! diye karşılıkta bulundu. Benim zavallı kocam, yani kızımın sevgili babası, sağlığında, bana sert bir söz söyleyecek olsaydı, onu şöyle…
İyi kalpli yaşlı kadın sözünü bitirmedi; yalnız, başını öyle kötü kötü salladı ki bu hareket bir bakıma kelimelerin yerini tutuverdi. Bu hareketi öbürü kolayca anlamış olacaktı ki hemen beğendiğini belli edecek şekilde:
– Siz de tam benim gibi düşünüyorsunuz, hanımefendiciğim, dedi. Ben de olsam öyle yapardım.
Bn. Jiniwin:
– Ama siz niçin öyle yapacaksınız ki? dedi. Ne mutlu size ki benim gibi böyle şeyler başınıza pek sık gelmemiş.
Şişman hanım da:
– Kendini bilen hiçbir kadının böyle şeyler başına gelmez, dedi.
Bn. Jiniwin, azarlar gibi bir sesle:
– İşitiyor musun, Betsy? dedi. Bunları ben sana kaç kere söylemişimdir üstelik, bunu yaparken de neredeyse diz çöküp yalvaracak hâllere gelmişimdir.
Zavallı Bn. Betsy Quilp, çaresizlik içinde, avutucu yüzlerin birini bırakıp öbürüne bakmaktaydı. Kızardı, gülümsedi, şüpheyle başını salladı. İşte bu, topluca velvelenin başlaması için bir işaret yerine geçmişti. Başlangıçtaki hafif mırıldanma zamanla büyük bir gürültü hâlini aldı. Artık hepsi bir ağızdan konuşuyordu. Hepsi de Bn. Quilp’in, genç bir kadın olması dolayısıyla, kendisinden daha çok bilenlerin tecrübelerine karşı çıkmaya hakkı olmadığını söylediler: Onun iyiliğinden başka bir şey istemeyenlerin öğütlerini dinlememesi çok büyük bir hata imiş; bu şekilde davranması nankörlükle aynı kapıya çıkarmış; kendine saygısı yoksa bile alçak gönüllülüğüyle kendine bağladığı öbür kadınlara karşı biraz saygı beslemesi gerekirmiş; onun başka kadınlara saygısı yoksa başkalarının da kendisine saygı beslemeyecekleri gün gelecekmiş; sonra bütün bunlara da çok üzülürmüş. Hanımlar, bu yargıları açığa vurduktan sonra, güzel bir harmanla yapılmış çaya, taze ekmeğe, taze tereyağına, kurabiyelere, su terelerine daha şiddetli bir saldırıya geçtiler; üstelik de genç kadının bu şekilde devam edişini gördükçe iştahlarının kapandığını, ağızlarına bir tek lokma atmakta bile güçlük çektiklerini belirttiler.
Bn. Quilp, büyük bir sadelikle:
– Bütün bu laflar iyi, güzel ama dedi. Ben yarın ölecek olsam Quilp’in kiminle isterse evlenebileceğini de biliyorum… Artık bunu pekâlâ yapabilir, biliyorum.
Bu düşünceye karşı öfkeli bir çığlık koptu. Kiminle isterse evlenebilirmiş ha! İçlerinden bir tanesiyle evlenmeyi düşünmek cesaretini göstersinmiş bakalım! Böyle bir düşünceye şöyle birazcık yanaşır gibi olsunmuş bakalım! Bir hanım (duldu), B. Quilp böyle bir şeyi dokundurursa, onu bıçaklayacağına iyice emindi.
Bn. Quilp, başını sallayarak:
– Eh, öyle işte, dedi. Demin söylediğim gibi, lafı kolay ama yine belirteyim ki ben ölünce Quilp, canı isterse, öyle bir havaya bürünür ki buradaki kadınlardan en güzeliyle sevişebilir, kadının başka bir bağı yoksa. Bırakın bunları!
Bu söze hepsi sinirlendi.
– Biliyorum, beni demek istiyorsun. Hele bir kere denesin de gör! gibi sözler söylendi.
Yalnız, nedense hepsi birden dul hanıma kızmışlardı, her biri yanındakinin kulağına sözü geçen dulun sözleri kendi üzerine aldığını, onun ne mikrop olduğunu fısıldadı.
Bn. Quilp:
– Söylediklerimin doğru olduğunu annem bilir, dedi. Çünkü biz evlenmeden önce kendisi de sık sık bunları söylemişti. Öyle dememiş miydin, anne?
Bu soru saygıdeğer hanımı pek nazik bir duruma sokmuştu, çünkü kızının Bn. Quilp adını almasında en büyük rolü kendisi oynamıştı; çünkü kızı başka hiçbir kadına koca olamayacak bir erkekle evlendiği düşüncesine kapılırsa bunun aileye bir iyiliği dokunmayacaktı; tersine, damadının çekici taraflarını mübalağalı bir şekilde anlatmak kızının başkaldırma nedenlerini zayıflatacaktı ki, annenin de zaten bütün çabası bunaydı. Bn. Jiniwin kadının gizli kudretini kabul ediyordu ama hükmetme hakkına karşıydı. Şişman hanımı tam zamanında övgüye boğarak konuşmayı yapıldığı noktaya getirdi.
Yaşlı hanım:
– Bayan George’un söyledikleri gerçekten mantıklı, pek doğru, diye bağırdı. Şu kadınlar bir kendilerini bilseler. Gelgelelim, Betsy öyle değil; işte bu daha utanç verici, acı bir şey ya.
Bn. George:
– Quilp’in karısına emrettiği gibi her erkeğin bana emrettiğini görmektense, Betsy’nin yaptığı gibi bir erkeğin kulu kölesi olmaktansa, kendimi öldürürüm, önceden de bu işi o adamın yaptığını açıklayan bir mektup yazarım, dedi.
Bu açıklama gürültüyle övülüp doğru bulunduktan sonra bir başka hanım –tazelerden biri– söz aldı:
– Bay Quilp çok iyi bir insan olabilir, dedi. Öyle olduğu da şüphesiz, sanıyorum, çünkü Bayan Quilp öyle söylüyor. Bayan Jiniwin öyle söylüyor. Başkaları bunu bilmezler elbette ama onların kendileri bilseler gerek. Yalnız yine de Bay Quilp pek de öyle yakışıklı denilecek tipte değil; ayrıca, pek de genç sayılmaz. Onu mazur gösterecek bir iki şey varsa ancak bunlar olabilirdi. Buna karşılık, karısı genç, güzel; üstelik de hanım hanımcık bir kadın ki bu da her şeye rağmen büyük bir meziyettir.
Bu son cümle inanılmaz derecede acıklı bir hava içinde söylendikten sonra, dinleyicilerden karşılık olarak bir mırıltı yükseldi; konuşan hanım da bundan duygulanarak dedi ki:
– Böyle bir koca böyle bir kadına öfkeli, mantıksız davranırsa…
Anne çay fincanını elinden bırakıp kucağındaki kırıntıları temizleyerek ciddi bir açıklama yapmaya hazırlandı:
– Öyle bir kocaysa ha! dedi. Öyle bir kocaymış! O, gelmiş geçmiş zalimlerin en zalimidir, kızım kendi ruhuna sahip çıkmaya bile cesaret edemez. Bir tek kelimeyle, hatta bir tek bakışla kızımı titretir, korkudan ödünü patlatır. Kızımın da ona bir tek kelimeyle karşılık verecek cesareti yok, bir tek kelimecik bile söyleyemez o.
Çay içenlerin hepsine daha önceden de bu durum garip göründüğü, on iki aydan beri de o çevrede yapılan her çaylı toplantıda bu mesele tartışılıp didik didik edildiği hâlde bu resmî açıklama yapılır yapılmaz yine hep bir ağızdan konuşmaya başladılar, bir kere daha birbirleriyle, büyük bir öfke, ateşlilik içinde, söz yarışına giriştiler. Bn. George insanların arkadan konuştuklarını, kimisinin bunu kendisine daha önce de belirttiğini söyledi; hatta orada bulunan Bn. Simmons’un bile yirmi kere ona aynı şeyi söylediğini, kendisinin de her defasında:
– Hayır, Henrietta Simmons, kendi gözlerimle görüp kendi kulaklarımla işitmedikçe buna dünyada inanamam! dediğini belirtti.
Bn. Simmons da bu sözlerin doğru olduğunu söyledi, kendisi daha da kuvvetli deliller ortaya sürdü. Tazeler topluluğundaki hanım da kendi kocasına uygulamış olduğu başarılı bir usulden söz açtı: Kocası, evlendikten bir ay sonra bir kaplan gibi yırtıcı olmaya başlamışken, böylelikle tam bir kuzu olup çıkıvermiş. Bir başka hanım da kendi başından geçenleri anlattı; nasıl annesiyle iki teyzesini yardıma çağırmak zorunda kaldığını, tam altı hafta geceli gündüzlü durmadan ağladığını açıkladı. Bir üçüncü hanım da, kargaşalık arasında sözlerini dinleyecek başka kimse bulamayınca, aralarına karışmış olan evlenmemiş bir genç hanıma bağlandı, ona bu ciddi durumdan yararlanıp Bn. Quilp’in pısırıklığından ders alması, o günden tezi yok, aklını, fikrini erkeğin isyancı ruhunu terbiye etmeye vermesi için yalvardı. Gürültü son haddini bulmuş, odadakilerin yarısı öbür yarısının seslerini bastırıp kendilerininkileri duyurmak için çığlık çığlığa konuşmaya koyulmuşlardı ki birdenbire Bn. Jiniwin’in renginin değiştiği, sanki onları susmaya davet ediyormuş gibi işaret parmağıyla birtakım işaretler yaptığı görüldü. İşte o zaman –ondan önce değil– bütün bu gürültü patırtının tek nedeni Daniel Quilp’in içeri girmiş olduğu, büyük bir dikkatle onları dinlediği fark edildi.
Daniel:
– Devam edin, hanımlar, devam edin, dedi. Hanım, çok rica ederim, hanımlara akşam yemeğine kalmalarını söyleyiver, birkaç istakozla bir iki hafif şey yeriz.
Karısı:
– Ben onları çaya davet etmedim ki, diye kekeledi. Tesadüfen oldu bu.
– Daha iyi ya, hanım! Bu tesadüfen düzenlenen toplantılar en hoş toplantılar olur.
Cüce bunları söylerken ellerini öyle kuvvetli kuvvetli ovuşturmaya başlamıştı ki ellerinin üstünde kabuk bağlamış kirler mantar tabancasının patlamasını andıran sesler çıkararak dağılmaya başladılar.
– A! O ne! Hemen gitmiyorsunuz ya, hanımlar? Gitmiyorsunuz, değil mi?
Cücenin latif düşmanları şapkalarını, şallarını araştırırlarken hafifçe başlarını salladılar, söz söyleme işini de Bn. Jiniwin’e bıraktılar. Kadıncağız kendini bir şampiyon durumunda gördüğü için buna uygun davranmaya çalıştı.
– Kızım isterse onlar niye akşam yemeğine kalmasınlar, Quilp? dedi.
Daniel Quilp de:
– Elbette ya, dedi. Niye kalmasınlar?
Bn. Jiniwin:
– Akşam yemeğinin ayıp, kötü bir yanı yoktur, değil mi ya? dedi.
Cüce:
– Elbette yoktur, diye karşılık verdi. Neden olsun? Ama ıstakoz salatasıyla pavurya olmadıkça da akşam yemeği yenmiş sayılmaz. Bunların da, aksi gibi, hazmı güçtür.
Bn. Jiniwin:
– Sen de karının bu yüzden ya da başka bir şeyden hastalanıp huzursuz olmasını istemezsin, değil mi? dedi.
Cüce sırıtarak:
– Dünyada istemem! diye karşılık verdi. Bana bir sürü kaynana verseler yine de istemem… Oysa, bu ne büyük bir nimet olurdu!
Yaşlı hanım alaycı bir tavırla, biraz da damadına gerçeği hatırlatmak için, kıkır kıkır güldü.
– Kızım senin karın, elbette, Bay Quilp, dedi. Senin nikâhlı karın.
Cüce:
– Elbette öyle ya, elbette, diye söylendi.
Yaşlı hanım, yarı öfkeden, yarı da cüce damadının korkusundan titreyerek:
– Sanırım ki istediği gibi davranmaya da hakkı vardır, Quilp, dedi.
– Hakkı olduğunu sanıyormuş. Ah, buna hakkı olduğunu sen bilmiyor musun? Hakkı olduğunu bilmiyor musun, Bayan Jiniwin?
– Hakkı olması gerektiğini biliyorum, Quilp, kendisi benim gibi düşünseydi olurdu da.
Cüce, arkasına dönüp, karısına:
– Sen niye annen gibi düşünmüyorsun, sevgilim? dedi. Niye her zaman anneni taklit etmiyorsun, şekerim? Annen kendi cinsinin bir süsüdür… Baban sağlığında hep böyle söylerdi, sanırım.
Bn. Jiniwin:
– Onun babası mübarek bir adamdı, Quilp, dedi. Birçoklarının yirmi bin tanesine bedeldi, iki yüz milyon binine bedeldi.
Cüce:
– Onu tanımış olmak isterdim, diye söylendi. O zaman da mübarek bir adamdı mutlaka ama şimdi öyle olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Mutluluk veren bir kurtuluşa kavuşmuş. Yanılmıyorsam uzun süre çok azap çekmiş.
Yaşlı hanım soludu ama bunun arkasından bir söz çıkmadı.
Quilp, gözlerinde yine o eski kötü ifadeyle, dilinde o eski alaycı kibarlıkla:
– Hasta gibi duruyorsun, Bayan Jiniwin, dedi. Kendini pek heyecana kaptırdın, biliyorum. Belki de konuşmaktan olmuştur, çünkü bu senin en zayıf tarafındır. Git yatağına yat. Hadi, git yatağına yat.
– Canım ne zaman isterse o zaman giderim, Quilp, daha önce gitmem.
Cüce:
– Ama rica ederim şimdi git. Hadi, lütfen şimdi git, dedi.
Yaşlı hanım öfkeyle cüceye baktı ama adam ilerleyince o geriledi, damadının önünden geri geri gidip arkasından kapıyı kapatmak, onu öbür konukların arasında dışarıda bırakıp üstüne kapıyı sürgülemek zorunda bıraktı. Öbür konuklar ise o sırada merdivenlerden inmekteydiler. Küçük adam, odada bir köşeye çekilmiş, önüne bakarak titremekte olan karısıyla baş başa kalınca genç kadının karşısında durdu, kollarını kavuşturup uzun bir süre hiç konuşmadan dikkatle onu süzdü.
Sessizliği bozmak için kullandığı kelimeler de:
– Ah! sen… Tatlı yaratık! oldu.
Sanki bu bir söz gelişi değilmiş de karısı gerçekten tatlı bir yiyecekmiş gibi dudaklarını şapırdattı.
– Ah sen, değerli sevgili! Ah, o lezzetli büyücü!
Bn. Quilp hıçkırdı; pek hoş bir adam olan beyinin huyunu bildiği için, bu iltifatlardan en korkunç şiddet gösterisiymiş gibi korkmuştu.
Cüce öldürücü bir gülümsemeyle:
– O öyle bir mücevherdir, öyle bir elmastır, öyle bir incidir, öyle bir yakuttur, her çeşit taşla dolu öyle bir altın mücevher kutusudur ki! dedi. Öyle eşi bulunmaz bir hazinedir ki! Ona öylesine düşkünüm ki!..
Zavallı küçük kadıncık tepeden tırnağa kadar titredi, yalvaran bir bakışla gözlerini kocasının yüzüne çevirdi, sonra yine önüne bakmak zorunda kaldı, bir kere daha hıçkırdı.
Cüce bir çeşit sıçrayışla ilerleyerek:
– Onun en iyi tarafı, diye söze başladı.
Bacaklarının çarpıklığı, suratının çirkinliği, alaycı tavırlarıyla tam bir gulyabaniye benziyordu.
– Onun en iyi tarafı, diye tekrarladı. Çok zayıf, çok sakin olması, hiçbir isteğinin bulunmamasıdır. Ama öyle de fesat bir anası var ki!
Bu sözleri kötü niyetini belli edecek bir şekilde söyledikten sonra ellerini dizlerine koydu, bacaklarını iyice iki yana açıp yavaş yavaş eğilmeye başladı, ta ki başı yere değip karısının gözleriyle döşeme arasında kalıncaya kadar.
– Bayan Quilp!
– Efendim, Quilp?
– Ben sevimli bir adam mıyım? Bir de yan sakalım olsaydı dünyanın en yakışıklı yaratığı sayılabilir miydim? Bu hâlimle kadınların beğendikleri tipte bir erkek miyim? Öyle miyim, Bayan Quilp?
Bn. Quilp, itaatli bir tavırla:
– Evet, Quilp, dedi.
Erkeğin bakışlarıyla büyülenmiş, ona ürkek ürkek bakıyordu. Cüce ise bu arada ona ancak bir kendisinin, bir de hortlakların başarabilecekleri cinsten kötü kötü işaretler yapmaktaydı. Bu gösteri süresince de hiç sesini çıkarmadı; ancak, arada sırada yerinden şöyle bir sıçrayıp karısının korkuyla çığlık atmasına yol açıyordu. En sonunda gene:
– Bayan Quilp! dedi.
Kadın hafifçe:
– Efendim, Quilp? diye karşılık verdi.
– O karıları bir daha dinlersen ısırırım seni!
Niyetinin ciddi olduğunu belirten bir tavırla gülümsedikten sonra karısına çay tepsisini kaldırmasını, içkiyi getirmesini söyledi. Bir geminin kasasından çıkarılmış olan içki dolu kocaman şişe önüne getirilince soğuk su ile puro kutusunu istedi. Bunlar da sağlanınca bir koltuğa yerleşti; sırtını, başını koltuğun arkalığına dayadı, bacaklarını da masaya uzattı.
– Şimdi, Bayan Quilp, dedi. Canım puro içmek istiyor. Belki de bütün geceyi duman tüttürerek geçireceğim. Yalnız, sen de olduğun yerde otur, belki seni isterim.
Karısı alışılmış:
– Peki, Quilp’ten başka bir şey söylemedi.
Küçük lort ilk purosunu yaktı, ilk içkisini hazırladı. Güneş battı, yıldızlar göz kırpmaya başladılar. Kule gerçek renginden kurşuniye, kurşuniden karaya döndü, oda iyice karardı, puronun ucu da iyicene kızardı; Quilp yine de aynı yerde purosuyla içkisini içmeye devam ediyor, yüzünden de o köpekçe gülümsemeyi eksik etmiyordu. Ancak, Bn. Quilp huzursuzluktan ya da yorgunluktan istemeyerek bir hareket yaparsa, gülümseyişin yerini bir sevinç sırıtması alıyordu.
5
Daniel Quilp arada sırada gözünü kapayıp biraz kestirmiş de olsa, bütün gece gözleri fal taşı gibi açık oturmuş da olsa purosunu hiç söndürmedi. Birinin ateşinden ötekini yakarak, mumun yardımı olmadan, puro yakıyordu. Saatler saati çanların çalması da cüceye uyku mahmurluğu ya da dinlenme isteği vermemişti. Tam tersine, gece ilerledikçe o daha da dirilmiş, güçlenmişti. En sonunda, şafak söktü. Sabah ayazından üşüyüp titreyen zavallı Bn. Quilp de, yorgunluktan, uykusuzluktan bitkin bir hâlde, yine de sabırla, sandalyesinde oturuyordu; arada sırada beyine yalvaran gözlerle bakıyor, hafif bir öksürükle ona cezasının daha bağışlanmamış olduğunu, bu sefer cezasının pek uzun sürdüğünü hatırlatmaya çalışıyordu. Cüce koca ise, hâlâ karısına bakmadan, purosuyla içkisini içmekteydi. Ancak güneş enikonu yükselip sokakta şehrin gürültüsü arttıktan sonradır ki karısının varlığını fark edebildi. O zaman bile fark etmeyebilirdi ama sokak kapısını sabırsız parmakların vurduğunu duyunca fark etmek zorunda kaldı. Kötü kötü gülerek çevresine bakındı.
– Hay Allah! Gündüz olmuş bile. Kapıyı aç, cici Bayan Quilp.
Sadık karısı sürgüyü çekti, hanımannesi içeri girdi. Şu var ki, Bn. Jiniwin içeriye bu sefer pek hızlı girdi, çünkü damadının daha yatakta olduğunu düşünerek, davranışlarını, huyunu kınayıp duygularını açığa vurmak niyetindeydi. Adamın yatakta olmayıp giyinik oturduğunu, odanın da bir gece önce, kendisinin bıraktığı gibi durduğunu görünce utanç duyarak duraladı.
Çirkin küçük adamın keskin bakışlı gözünden hiçbir şey kaçmamıştı; yaşlı kadının aklından geçenleri de güzelce anladığı için, tam bir başarı havası içinde, daha da çirkinleşmişti. Bir zafer öfkesiyle kadına iyi günler diledi.
Yaşlı kadın:
– Aman, Betsy! dedi. Sen galiba şey etmemişsin… Yani, sahiden, şey etmedin mi?
Quilp:
– Yatmadı mı demek istiyorsunuz? diye cümleyi tamamladı. Evet, yatmadı.
Bn. Jiniwin:
– Sabaha kadar mı? diye bağırdı.
Quilp, öfkesini belirtecek şekilde gülümsedi.
– Ya, sabaha kadar yatmadı, dedi. Kim demiş erkekle kadın iyi dost olamaz diye? Hah-ha!.. Zaman akıverdi.
Bn. Jiniwin:
– Sen zalimsin! diye bağırdı.
Quilp, kaynanasını anlamamazlıktan gelerek:
– Aman, aman! dedi. Kızınıza kötü sözler söylememelisiniz. Biliyorsunuz, artık o evli bir kadın. Evet, vaktimi alıp beni yatmaktan alıkoydu ama kızınıza kızacak kadar benden yana olmanız, beni korumanız doğru değil. Tanrı kusurunuzu bağışlasın, hanımanne. Sağlığınıza!
Yaşlı kadın:
– Afiyet olsun! diye karşılık verdi.
Yaşlanmış ellerinin huzursuz hareketleriyle, damadına bir yumruk savurmak istediğini belli ederek, bir daha:
– Ah, afiyet olsun! dedi.
Cüce:
– Ah, sizin ne hakikatli bir ruhunuz var! diye bağırdı. Bayan Quilp!
Ürkek zavallı:
– Efendim, Ouilp? dedi.
– Annenin kahvaltısını hazırlayıver, Bayan Quilp. Ben bu sabah iskeleye gideceğim, ne kadar erken gidersem okadar iyi olur; onun için, elini çabuk tutsan iyi edersin.
Bn. Jiniwin, kapıya yakın bir iskemleye oturup, sanki hiçbir şey yapmamaya kararlıymış gibi kollarını kavuşturdu; isyan etmeye hazırlanıyormuş gibi yaptı ama kızının bir iki kelime fısıldaması, damadının, nazikçe, baygınlık mı geçirmekte olduğunu sorması, yandaki bölmede bol miktarda soğuk su bulunduğunu da hatırlatması bu belirtileri ortadan kaldırdı; kadıncağız somurtuk bir çaba içinde, emredilen kahvaltı hazırlığına kendisi girişti.
Ana kız çalışırlarken, Daniel Quilp de yandaki odaya geçti, yüzünü pek berbat bir havluyla sözüm ona silmeye başladı; bu da adamın derisini eskisinden daha kirli bir hâle getirmişti. Yalnız, adam bununla uğraşırken temkinliliği, meraklılığı da elden bırakmamıştı. Her zamanki sert, kurnaz suratıyla, arada sırada şu basit işi bile yarım bırakıp, bitişik odadakilerin kendisinden söz etmeleri ihtimalini bildiği için, onların konuşmalarını dinliyordu.
Kısa süren bir çabadan sonra:
– A! Kulaklarımın üzerindeki havlu değilmiş! dedi. Ben de öyle düşünmüştüm ya! Ben küçük bir kambur haydudum, bir canavarım, öyle mi, Bayan Jiniwin?
Bu keşfinden duyduğu sevinç, cücenin o eski köpek gülüşünün iyicene belirmesini sağlamıştı. Gülmesi iyice geçtikten sonra, yine pek köpekçe bir tavırla silkindi, hanımların yanına gitti.
Sonra bir aynanın karşısına geçti, boyun atkısını bağlamaya koyuldu. Tam bu sırada Bn. Jiniwin de, onun arkasında olduğu için, şu zalim damadına yumruğunu sallama isteğine karşı koyamamıştı. Bu, bir anlık hareketti ama kadıncağız tehdit dolu bir bakışla yumruğunu sallarken, aynada damadıyla göz göze geldi. Aynaya bakarken, o dili dışarı fırlamış korkunç, şekilsiz surat gözüne çarptı. Sonra, cüce, arkasına dönerek, pek dalgın, sakin bir tavırla, müthiş şefkat dolu bir sesle sordu:
– Şimdi nasılsınız bakayım, benim sevgili hanımefendiciğim?
Bu olay pek hafif, pek tuhaf olmasına karşın, Quilp’e öylesine düşmanca bir hava vermişti ki yaşlı kadın da akıllı, bilgili olduğundan, bir tek kelime bile söyleyemeyecek derecede korkmuş, olağanüstü bir nezaketle sofraya götürülmesine ses çıkaramamıştı. Ama işte orada, cücenin az önce yaratmış olduğu hava kayboluverdi; çünkü, haşlanmış yumurtayı kabuğuyla mabuğuyla yiyor, bir yandan tütün çiğnerken bir yandan da su teresi geveliyor, koca koca karidesleri başıyla, kuyruğuyla atıştırıyor, kaynar çayı gözünü bile kırpmadan içiyor, çatalını, kaşığını eğinceye kadar ısırıyordu. Kısacası, cüce öylesine korkunç, görülmemiş hareketler yapıyordu ki kadınların korkudan akılları başlarından gitmiş, bu adamın gerçekten bir insan olmasından şüphe etmeye başlamışlardı. Quilp bunları, kendisine özgü düzenin daha başka hareketlerini yaptıktan sonra, pek itaatli, pısırık bir havaya bürünerek, kadınlardan ayrıldı, ırmak kıyısına indi, kendi adını taşıyan iskeleye gitmek üzere kayığa bindi.
Daniel Quilp için güzel havanın kendisini şemsiye taşımak zahmetinden kurtarmasından başka bir özelliği yoktu. Cüce, iskeleye çıktıktan sonra, sanki oradan gelip geçenlerin bünyesine uysun diye bileşiminde bol suyla çamur bulunan dar bir yolda ilerlemeye koyuldu. En sonunda, gideceği yere varınca da gözüne ilk çarpan şey, havaya dikilmiş pek biçimsiz, eciş bücüş, ancak bir oğlan çocuğa ait olabilecek boyda bir çift bacak oldu. Acayip bir şey olan, takla atmayı da doğuştan pek seven çocuk şimdi de amuda kalkmış, ırmağı bu acayip durumda seyrediyordu. Efendisinin sesini duyar duymaz da ayaklarının üzerine basıp durmuştu. Başı normal duruma gelir gelmez Quilp oğlanı iteleyip kakaladı.
Oğlan onun elini, dirseğinin birini bırakıp öbürüyle iterek:
– Beni rahat bırak, dedi. Bırakmazsan hiç de hoşuna gitmeyecek bir şey yersin ha, bak karışmam!
Quilp:
– Seni gidi köpek seni! diye tısladı. Bana karşılık verirsen kızgın demir çubukla döverim seni, paslı çiviyle berelerim, gözlerini oyarım! Yapar mıyım, yaparım!
Cüce bu tehditlerle yine yumruğunu sıktı, ustalıkla, çocuğun dirseklerinin arasından başını yakalayıp, o başını iki yana kaçırdıkça yumruğunu da baştan yana götürerek üç, dört kuvvetli yumruk indirdi. Yapacağını yaptıktan, bunun üzerinde de hayli durduktan sonra çocuğu bıraktı.
Oğlan başını sallayıp, daha kötü bir ihtimale karşı hazırlıklı olabilmek için dirseklerini ileriye doğru uzatarak:
– Bir daha yapamazsın ki! dedi. Hadisene, denesene!
Quilp:
– Tek dur, köpek sen de! dedi. Bir daha yapmayacağım, çünkü istediğim kadar vurdum. Hey, al şu anahtarı!
Oğlan ağır ağır yaklaşarak:
– Niye kendi boyunda birine saldırmıyorsun? diye sordu.
Quilp:
– Benim boyumda insan nerede var, köpek herif! diye karşılık verdi: Al şu anahtarı, yoksa onunla beynini oyarım ha! Gerçekten de konuşurken anahtarın tutacak yeriyle oğlana bir vurdu. Hadi, şimdi yazıhaneyi aç bakalım!
Oğlan, suratla, başlangıçta homurdanarak, arkasına bakıp da Quilp’in kendisini dikkatle izlemekte olduğunu görünce sakin sakin, emri yerine getirdi. Şu çocukla cüce arasında garip bir benzerlik bulunduğunu da burada belirtebiliriz. Birinin dayağı, korkutmaları, öbürünün de kötü sözleri, karşı koymaları nasıl doğmuş, nasıl filizlenmiş, gelişmişti, burası belli değildi. Hiç şüphesiz ki Quilp bu çocuktan başka hiç kimsenin kendisine karşı gelmesine meydan bırakacak adam değildi. Hiç şüphesiz ki oğlan da, canı istediği anda kaçabilecek durumda olduğu hâlde, Quilp’ten başkasının kendisini alt etmesine göz yumacak yaradılışta değildi.
Quilp ahşap yazıhaneye girerek:
– Sen şimdi iskeleyle meşgul ol, dedi. Bir daha başının üstünde durursan bacaklarından birini keserim!
Oğlan buna karşılık vermedi ama Quilp içeri kapanır kapanmaz kapının önünde yine amuda kalktı, ellerinin üzerinde geri geri yürüdü, orada durdu; sonra, karşıya geçti, gösteriyi tekrarladı. Aslında yazıhanenin dört köşesi vardı ama oğlan belki Quilp bakıyordur diye pencerenin bulunduğu yana gitmedi. Akıllıca bir davranıştı bu; çünkü, gerçekte, cüce de, oğlanın niyetini bildiği için, biraz geride, elinde kaba saba, çivili bir odun parçasıyla pusuda bekliyordu, bununla oğlanın canını yakabilirdi.
Bu yazıhane pis bir odacıktı; içinde de eski, sarsak bir yazı masası, iki sandalye, bir şapka asacağı, eski bir yıllık, boş bir hokka, bir kalem sapı, hiç değilse on sekiz yıldan beri işlememiş bir duvar saatinden başka bir şey yoktu. Daniel Quilp şapkasını kaşlarının üstüne çekip masanın üzerine tırmandı, küçük gövdesini eski bir alışkanlıkla masaya boylu boyunca uzatıp rahat bir uykuya daldı; geceki uykusuzluğunun acısını uzun, derin bir uykuyla çıkarmak istiyordu besbelli.
Uyku derin olmasına belki derindi ama uzun sürmedi. Aradan ancak bir çeyrek saat geçmişti ki oğlan kapıyı açıp başını içeri uzattı. Quilp’in uykusu hafifti, hemen doğruluverdi.
Oğlan:
– Sizi görmek isteyen biri var, dedi.
– Kimmiş?
– Bilmiyorum.
Quilp:
– Sorsana! dedi, daha önce sözü edilen tahta parçasını kavrayıp oğlana fırlattı. Bereket ki çocuk atik davranmış, tahta kendisine varmadan gözden kayboluvermişti. Sorsana, köpek herif!
Çocuk bir daha böyle atışlara hedef olmayı istemediği için, Quilp’in uykudan uyandırılmasına yol açan kimseyi kapıya getirdi.
Quilp:
– A! Nelly, sen ha!.. diye bağırdı.
Çocuk:
– Evet, benim, dedi ama yattığı yerden yeni kalkmış olan cücenin, saçları darmadağın, sarı mendili başında, şaşkın duruşu ile öyle korkunç bir hâli vardı ki içeri girsin mi, girmesin mi, yoksa geri mi dönsün, bir türlü karar verememişti.
Quilp masadan inmeden:
– Gir içeri, dedi. Dur! Şu avluya bir bakıver, başı üzerinde duran bir çocuk var mı, yok mu?
– Yok. Çocuk ayaklarının üzerinde duruyor, efendim.
Quilp:
– Emin misin? diye sordu. E, peki, içeri gir de kapıyı kapa. Ne haber getirdin, Nelly?
Çocuk, cüceye bir mektup verdi. Quilp, bir parçacık yana dönüp elini çenesine dayadıktan sonra, mektupta yazılanları okumaya hazırlandı.