Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Antikacı Dükkânı», sayfa 4

Yazı tipi:

6

Küçük Nell, orada ürkek ürkek durmuş, Quilp mektubunu okurken, adamın yüzünü seyrediyordu. Kızın yüzünden, küçük adamdan korkmasına, ona güvenmemesine rağmen, bu garip görünüşüne, gülünç davranışlarına gülmek istediği de anlaşılıyordu. Yine de çocuğun, acı bir tasa içinde, cücenin vereceği karşılığı beklediği, adamın buna can sıkıcı, üzücü bir karşılık verebileceğini anladığı da bir gerçekti.

Açıkça görülüyordu ki Quilp şaşkına dönmüştü, bu genellikle mektupta yazılanlardan ileri geliyordu. İlk iki, üç satırı okuyup bitirmeden, gözlerini fal taşı gibi açmaya, pek korkunç bir şekilde kaşlarını çatmaya başlamıştı; ondan sonraki iki, üç satır üzerine hiç görülmemiş derecede kötü bir tavırla başını kaşımaya başladı; mektubun sonuna geldiği zaman da şaşkınlık, hayal kırıklığı işareti sayılan uzun, acı bir ıslık çaldı. Mektubu katlayıp yanına koyduktan sonra, büyük bir iştahla, on parmağının birden tırnaklarını yemeğe koyuldu. Sonra, hırsla mektubu alıp bir daha okumaya başladı. İkinci okuma da birincisi kadar başarısızdı, cüceyi bir rüyaya daldırmıştı. Cüce bu rüyadan uyanıp yeniden tırnaklarına saldırdı. Gözlerini yere indirmiş, mektubun karşılığını beklemekte olan çocuğa uzun uzun baktı. Birden, çocuğu sanki kulağının dibinde tabanca patlamış gibi şaşırtan garip bir sesle haykırdı:

– Hey, buraya bak, Nelly!

– Efendim!

– Bu mektupta neler yazılı biliyor musun, Nell?

– Hayır, efendim.

– Emin misin… Kendinden olduğu kadar emin misin?

– İyicene eminim, efendim.

Cüce:

– Mektupta neler yazılı olduğunu biliyorsan Allah canını alsın mı? diye sordu.

Kız:

– Sahi bilmiyorum, dedi.

Quilp, onun ciddi duruşuna dikkat ederek:

– E, peki, sana inanıyorum, dedi. Hıh! Demek gitmiş bile? Yirmi dört saat içinde gitmiş. Peki, onu ne yapmış bu Allahın belası? İşte asıl sır bu.

Bu düşünceler cüceyi yine kaşınmaya, tırnaklarını yemeye zorladı. Bunlarla meşgulken de yüzü onun için neşeli bir gülümseme, başka bir kimse için ise korkunç bir acının yarattığı bir sırıtma sayılacak biçimde gülümsedi. Çocuk da, yine başını kaldırıp ona bakınca, cücenin kendisini inanılmaz derecede sevgiyle, uysallıkla seyrettiğini gördü.

– Bugün çok hoşsun, Nelly, gerçekten pek güzelsin. Yorgun musun, Nelly?

– Hayır, efendim, hemen geri dönmek istiyorum, çünkü geç kalırsam o da beni merak eder.

Quilp:

– Acele etmeye lüzum yok, küçük Nell, dedi. Hiç lüzum yok. Benim iki numaram olmaya ne dersin, Nelly?

– Neyiniz olmaya, efendim?

– Benim iki numaram, Nelly; benim ikincim olmaya; benim Bayan Quilp’im olmaya?

Kızcağız korkmuş gibiydi ama adamın sözlerini anlamamışa benziyordu, Quilp de bunu anladı, ne demek istediğini daha açık bir şekilde anlatmaya koyuldu:

– Birinci Bayan Quilp ölünce iki numaralı Bayan Quilp olmaya ne dersin, tatlı Nell? Cüce böyle diyerek gözlerini kırptı, çocuğa parmağıyla yanına yaklaşmasını işaret etti. Benim karım olmaya, benim küçük elma yanaklı, kırmızı dudaklı karım olmaya ne dersin? Diyelim ki Bayan Quilp beş yıl ya da dört yıl daha yaşadı, o zaman sen de tam bana uygun yaşa gelmiş olacaksın. Hah-ha!… İyi bir kız ol, Nelly, gerçekten çok iyi bir kız ol da gör bakalım, günün birinde Tower Hill’in Bayan Quilp’i olacak mısın, olmayacak mısın!

Küçük kız, bu hoş dileklerden heyecan, sevinç duyacak yerde, adamdan uzaklaşmış, titremişti. Quilp de, ya bir kimseyi korkutmaktan büyük bir zevk aldığı için, ya bir numaralı Bn. Guilp’in ölmesini, iki numaralı Bn. Quilp’in de onun mevkiine, itibarına kavuşmasını tasarlamak hoş olduğu için ya da o sırada uysal, neşeli olmak işine geldiği için, sadece güldü, kızın telaşa kapılmasını hiç önemsemedi.

– Benimle birlikte doğru Tower Hill’e gidip Bayan Quilp’i göreceksin, dedi. O da, benim kadar olmasa bile, sana çok düşkün, Nell. Benimle birlikte eve geleceksin.

Çocuk:

– Yo, ben eve dönmek zorundayım, dedi. Mektubun karşılığını alır almaz eve dönmemi söylemişti.

– Daha almadın ki! Üstelik, ben eve gitmedikçe de almayacaksın, alamayacaksın. Bu yüzden de, görevini yerine getirebilmek için, benimle gelmek zorundasın. Bana şuradan şapkamı uzatıver, şekerim, hemen gidelim.

Quilp, bu sözlerle, kısa bacakları yere değinceye kadar masanın üzerinde yuvarlandı, ayakları yere basınca da önden yürüyüp yazıhaneden çıktı, rıhtıma geldi. Burada da ilk göze çarpan şeyler, başı üzerinde duran çocukla aşağı yukarı onun boyunda bir delikanlının, çocuğa sımsıkı sarılmış, onunla birlikte çamurda yuvarlanmaları oldu.

Nelly ellerini çırparak:

– A! Kit bu! diye haykırdı. Benimle birlikte gelen zavallı Kit! Ah, yalvarırım onları durdurun, Bay Quilp!

Quilp yazıhaneye dönüp kalın bir sopayla geldi.

– Onları durduracağım! diye bağırdı. Durduracağım! Hadi bakayım, çocuklarım, dövüşü bırakın. İkinizi birden döverim, ikinizi birden!

Cüce bu sözlerle sopasını savurmaya başladı, kavgacıların çevresinde zıplayarak onlara saldırdı, sopayı başlarının üzerinden savurdu, çaresiz bir hâlde sopayı boyuna el değiştirip kafalarına nişan alarak savurdu; yalnız, bu savurmalar ancak minik bir yaratığın gücünün yetebileceği cinsten hafif savurmalardı.

İkisinden birine sopayı hiç değilse bir kerecik indirebilmek için yanlarına yaklaşmaya çalışırken.

– Sizi döve döve leşinizi çıkaracağım, köpekler! diyordu. Suratınız bakır rengini alıncaya kadar yaralayıp bereleyeceğim! Suratınızı öyle bir paralayacağım ki yüz diye bir şeyiniz kalmayacak! İnan olsun yapacağım bunu!

Cüce oğlan, adamın çevresinde dolaşıp içeri kaçmak için bir fırsat kollarken:

– Gel, sopanı bırak, yoksa senin hâlin daha kötü olacak, dedi.

Quilp, parlayan gözlerle:

– Sen biraz daha yaklaş da kafana şu sopayı indireyim, köpek herif! dedi. Biraz daha yaklaş… Hah! Biraz daha yaklaş!

Küçük oğlan bu daveti kabul etmedi, efendisi onu gözlemekten vazgeçer gibi olur olmaz da ok gibi fırladı, sopayı elinden alabilmek için bileğini bükmeye başladı. Quilp aslan gibi güçlü kuvvetliydi, sopayı rahatça tutuyordu; oğlan ise olanca gücüyle sopayı almaya çalışmaktaydı. Cüce birdenbire sopayı bırakıverince de oğlan, boş bulundu, geri geri gidip başının üstüne yere düştü. Bu manevranın başarısı Quilp’i anlatılamayacak derecede çok sevindirmişti, kahkahalarla gülerek ayaklarını yere vurdu.

Oğlan başını sallayıp ovuşturarak:

– Ziyanı yok! dedi. Bir daha sana dünyanın en çirkin cücesi diyenleri dövmeye kalkışacak mıyım, görürsün bak!

Quilp:

– Yani öyle olmadığımı mı söylemeye çalışıyorsun? diye sordu.

Oğlan:

– Hayır, dedi.

– Öyleyse benim iskelemde ne diye dövüşüyorsun, haydut herif?

Oğlan, Kit’i göstererek:

– Bu öyle söylediği için, dedi. Sen öyle olmadığın için değil.

Kit:

– Öyleyse o da niye Nelly’nin çirkin olduğunu, onun da benim efendimin de kendi efendisi ne isterse yapmak zorunda olduklarını söyledi? diye haykırdı. Bunu niye söyledi?

– Bunları budalanın biri olduğu için söylemiştir, sen de zeki, kurnaz olduğun için neler yaptığını söyledin. Senin gibisinin yaşaması bile zor, Kit. Quilp büyük bir tatlı dillilikle, yalnız gözlerinde, ağzında daha da kötü bir ifadeyle konuşuyordu. Al sana altı metelik, Kit. Hep doğruyu söyle. Her zaman doğruyu söyle, Kit. Sen de yazıhaneyi kilitle, köpek, anahtarı da bana getir.

Bu emri alan öbür çocuk da kendisine söyleneni yaptı, bu örnek davranışından ötürü de burnuna anahtarın sapını yiyerek mükâfatlandırıldı. Anahtarın acısı gözlerini sulandırmıştı. Sonra Quilp, küçük kızla, Kit’le birlikte kayığa binip gitti, öbür oğlan da, onlar ırmağı geçinceye kadar, zaman zaman iskelenin en ucunda, baş üstü dolaşarak öcünü aldı.

Evde yalnız Bn. Quilp vardı. Kadıncağız da, beyinin eve bu kadar erken döneceğini pek ummadığı için, kendini toparlamak üzere uyumaya hazırlanıyordu ki kocasının ayak seslerine kalktı. Quilp, Kit’i aşağıda bırakıp kız çocukla birlikte içeri girdiği zaman, Bn. Quilp de iş işliyormuş gibi yapmaya ancak vakit bulabilmişti.

Quilp:

– İşte bu Nelly Trent, sevgili Bayan Quilp’ciğim, dedi. Uzun yol yürüdüğü için bir bardak şarapla bir bisküvi getir, sevgilim. Ben bir mektup yazıncaya kadar o da senin yanında oturacak, ruhum.

Bn. Quilp bu alışılmamış nezaketin nedenini anlamak için titreyerek eşinin yüzüne baktı, sonra da kocasının peşinden öbür odaya gitti.

Quilp:

– Sözlerimi iyi dinle, diye fısıldadı. Dedesi hakkında, neler yaptıkları, nasıl yaşadıkları, adamın ona neler anlattığı hakkında kızın ağzından bir şeyler almaya bak. Bunları öğrenmek istememin birtakım nedenleri var. Siz kadınlar birbirinize daha iyi açılırsınız. Sonra, senin de yumuşak, tatlı bir havan var, kız bundan hoşlanır sanıyorum. İşitiyor musun?

– Evet, Quilp.

– Öyleyse hadi git. Ne o, ne var?

Karısı yalvaran bir sesle:

– Quilp’ciğim, dedi. Ben bu kızı pek sevdim. Benim onu aldatmama ihtiyaç kalmadan sen işini hâlledebilseydin.

Cüce pek kaba bir küfür savurarak, itaatsiz karısını cezalandırmasına yarayacak bir silah arıyormuş gibi bakındı. İtaatli küçük kadın kocasına, telaşla, kızmamasını söyledi, kendisinden istediklerini yapacağına söz verdi.

Quilp, kadının kolunu tutup çimdikleyerek:

– İşittin mi? dedi. Kendini onun sırlarına sokacaksın. Sen bunu becerirsin, biliyorum. Unutma, ben de dinleyeceğim. Yeteri kadar kurnaz davranmazsan, kapıyı tıklatacağım, fazla tıklatmak zorunda kalırsam Tanrı seni korusun! Hadi git!

Bn. Quilp emre uyarak dışarı çıktı. O sevgili kocası da, yarı açık kapının arkasına gizlenip kulağını iyice kapıya yaklaştırarak, büyük bir ustalıkla, dikkatle dinlemeye koyuldu.

Zavallı Bn. Quilp söze nasıl başlayacağını, ne çeşit sorular sorması gerektiğini düşünüyordu. Kapı pek hızlı hızlı tıkırdatılınca da kadıncağız artık düşünmeyi bırakıp işe koyuldu, sesi öbür yandan duyuldu.

– Sen son zamanlarda Bay Quilp’e ne kadar sık gelip gitmeye başladın böyle, yavrucağızım?

Nell, saf saf:

– Bunu dedeme de söyledim, dedi. Tam yüz kere gelip gittim.

– Peki, deden buna ne dedi?

– Sadece içini çekip başını önüne eğdi, öyle tasalı, öyle perişan bir hâldeydi ki onu bu hâlde görseydiniz mutlaka ağlardınız; sizin de elinizden başka bir şey gelmezdi, biliyorum. Aman, bu kapı nasıl da tıkırdıyor böyle!

Bn. Quilp kapıya doğru kaygılı kaygılı bir göz atarak:

– Sık sık tıkırdar, dedi. Senin deden eskiden bu kadar perişan değildi sanırım.

Çocuk hararetle:

– Yo, hayır! dedi. Öyle değişikti ki! Bir zamanlar öylesine mutluyduk ki, dedem de öylesine neşeli, memnundu ki! O zamandan beri ne kadar kötü bir değişikliğe uğradık, bilemezsiniz.

Bn. Quilp:

– Senin böyle konuştuğunu duymak beni çok, çok üzdü, şekerim, dedi. Doğruyu söylüyordu.

Çocuk kadını yanağından öperek:

– Teşekkür ederim, dedi. Siz her zaman bana karşı iyi davranıyorsunuz, sizinle konuşmak da zevk veriyor bana. Zavallı Kit’ten başka hiç kimseye dedemden söz açamıyorum. Yine de çok mutluyum. Belki daha da mutlu olmalıyım ama onun böylesine değiştiğini görünce ne kadar üzülüyorum, bilemezsiniz.

Bn. Quilp:

– Deden yine değişecektir, dedi. Eski hâline dönecektir.

Çocuk:

– Ah, inşallah! diye, gözleri yaşararak mırıldandı. Ne var ki çok oldu dedemin… Şu kapı kımıldar gibi geldi bana.

Bn. Quilp hafifçe:

– Rüzgârdandır, dedi. Dedenin değişmeye başlaması mı çok oldu?

Çocuk:

– Öyle düşünceli, tasalı olup uzun gecelerde vaktimizi nasıl geçirdiğimizi unutmaya başlayalı çok oldu, diye anlattı. Ateşin başına oturup ona kitap okurdum, o da oturup beni dinlerdi, okumam bitince de konuşmaya başlardık. Bana annemden söz açar, küçükken nasıl bana benzediğini, benim gibi konuştuğunu anlatırdı. Sonra da beni dizine oturtup annemin mezarında yatmadığını, gökyüzünün ötesinde hiçbir şeyin ölmediği, hiçbir şeyin yaşlanmadığı güzel bir ülkeye uçtuğunu anlatmaya çalışırdı… Bir zamanlar biz çok mutluyduk.

Zavallı kadıncağız:

– Nelly, Nelly, dedi. Senin gibi körpecik bir çocuğun böylesine tasalı olmasına dayanamıyorum. Ağlama ne olur!

Nell:

– Ben çok seyrek ağlarım, dedi. Yalnız, ben bunu çoktandır içimde saklıyorum; üstelik, pek de iyi değilim sanırım, çünkü yaşlar gözlerime toplanıyor, ben de tutamıyorum. Benden duyduklarınızı başkasına anlatmazsınız; bunu bildiğim için her şeyi açıklamakta bir sakınca görmüyorum.

Bn. Quilp başını öbür yana çevirdi, hiçbir karşılık vermedi.

Kız anlatıyordu:

– O zamanlar biz sık sık tarlalarda, yeşil ağaçlar arasında gezerdik; gece de, eve dönünce, çok yorgun olduğumuziçin, evimizi daha çok sever, yuvamızın ne mutlu bir yer olduğunu söyleyip dururduk. Ortalık karanlık, kasvetliyse de: “Bunun bizim için ne önemi var! diye düşünürdük, çünkü bu hava son gezintimizi daha büyük bir zevkle hatırlamamıza, ileride yapacağımız gezintiyi sabırsızlıkla beklememize yarardı. Artık bu gezintileri hiç yapmıyoruz, oturduğumuz yer de aynı ev ama eskisinden daha karanlık, daha kasvetli. Gerçekten öyle.

Kız bu sözlerden sonra sustu, kapı da bir hayli tıkırdadığı hâlde Bn. Quilp de bir şey demedi.

Çocuk, ciddi ciddi:

– Ama sakın dedemin bana eskisinden daha az sevgi gösterdiğini düşünmeyin, dedi. Beni her gün daha çok seviyor sanıyorum, her gün öncekinden biraz daha iyi, daha şefkatli davranıyor. Bana ne kadar düşkün bilemezsiniz.

Bn. Quilp:

– Dedenin seni çok sevdiğine eminim, dedi.

Nell:

– Gerçekten de öyle, gerçekten de öyle! diye bağırdı. Benim onu sevdiğim kadar o da beni seviyor. Yalnız, en büyük değişikliği size daha anlatmadım. Bunu bir daha kimseye fıslamayın sakın. Dedemin gündüzleri koltuğunda uyuklamaktan başka uykusu, dinlenmesi yok; çünkü her gece, aşağı yukarı bütün gece evden uzakta oluyor.

– Nelly!

Çocuk parmağını dudağına götürüp çevresine bakınarak:

– Şşşt! yaptı. Sabahları eve geldiği zaman da, onu ben içeri alıyorum. Dün gece çok geç kaldı, ortalık adamakıllı aydınlanmıştı. Yüzü ölü gibi solgundu, gözlerine kan oturmuştu, yürürken de bacakları titriyordu. Dönüp yatağıma yattıktan sonra da inildediğini duydum. Kalkıp yanına koştum. Benim içeri girdiğimi önce fark etmedi, bu hayata artık dayanamayacağını, çocuk olmasa seve seve öleceğini mırıldanıyordu. Ne yapacağım ben? Ah, ben ne yapacağım?

Çocuğun kalbindeki çeşmeler açılmıştı. Üzüntülerin, kaygıların ağırlığıyla ezilen yavrucak, kısa hikâyesinin anlayışla,sevgiyle karşılanmasından da güç alarak, yüzünü çaresiz dostunun bağrına bastırıp sel gibi gözyaşı dökmeye başladı.

Biraz sonra Quilp de yanlarına geldi, kızı bu hâlde görmekten dolayı büyük bir şaşkınlık duyduğunu belirtti. Bunu pek olağan, hoşa gidecek bir şekilde söylemişti; çünkü çoktandır bu çeşit oyunları denemekteydi, artık iyice alışmıştı.

Karısına o ne derse yapması gerektiğini belirtecek şekilde yan gözle bakarak:

– Görüyorsun ya, Bayan Quilp, yavrucak yorgun, dedi.Onun evinden iskele bir hayli uzak; üstelik, iki serserinin dövüşmesini seyretmek de onu pek heyecanlandırmıştı; ayrıca, kayıkta da sudan korktu. Bunların hepsi yavrucağa pek ağır geldi. Zavallı Nell!

Küçük misafiri kendini toparlasın diye istemeye istemeye çocuğun başını okşadı, bu onun yapabileceği en büyük fedakârlıktı. Başka bir elin bu hareketi bu derece büyük etki yaratmazdı besbelli ama çocuk cücenin elinin değmesinden öyle çabuk kaçtı, içinde ondan uzakta durmak isteği öylesine çabuk uyandı ki hemen ayağa kalktı, eve dönmeye hazır olduğunu bildirdi.

Cüce:

– Biraz bekleyip bizimle yemek yesen daha iyi olur, dedi.

Nell gözlerini kurulayarak:

– Çok geç kaldım, efendim, dedi.

Quilp de:

– E, istiyorsan, gidebilirsin, Nelly, dedi. İşte dedenin mektubuna vereceğim karşılık da hazır. Onu yarın, belki de öbür gün göreceğimi bildir. Bu sabah da istediği o küçük işi yapamayacağım. Güle güle, Nelly. Hey, size söylüyorum, beyim, ona göz kulak olun, işitiyor musunuz?

Kit çağrılınca, oraya gelmişti. Böylesine gereksiz bir tavsiyeye karşılık vermemeyi daha doğru buldu. Quilp’e tehdit dolu bir tavırla baktı; sanki Nelly’nin gözlerinden yaş akıtmasına bu adamın yol açmış olup olmadığından pek emin değilmiş, üstelik böyle bir şeyin şüphesiyle bile ondan öç almaya kararlıymış gibi bir bakıştı bu. Sonra, bu süre içinde Quilp ile vedalaşıp dışarı çıkmış olan genç hanımının peşinden gitti.

Cüce karısıyla yalnız kalır kalmaz:

– Doğrusu pek başarılı bir sorgu uzmanısın! diye söylendi.

Karısı sakin sakin:

– Daha ne yapabilirdim ki? diye sordu.

Quilp:

– Daha ne mi yapabilirdin? diye soludu. Daha azını yapamaz mıydın? O yufka yürekliliğini açığa vurmadan gerekeni yapamaz mıydın?

Karısı:

– Ben bu çocuğa çok acıyorum, Quilp, dedi. Yeteri kadar yaptım elbette. Yalnız olduğumuza inandığı sırada sırlarını açıklamasını sağladım, sen de oradaydın. Tanrı beni bağışlasın!

Quilp:

– Sırlarını açıklamasını sağladın ha? Gerçekten büyük iş yaptın! diye söylendi. Kapıyı tıkırdatmam konusunda sana ne söylemiştim? Yine sen talihlisin de çocuğun anlattıklarından öğrenmek istediğim şeyin püf noktasını öğrendim; öğrenemeseydim acısını senden çıkarırdım.

Bn. Quilp kocasının bu sözlerinden enikonu etkilenmişti, karşılık vermedi. Adam, biraz da övünerek, ekledi:

– Yalnız, yıldızlarına şükredebilirsin, şu senin Bayan Quilp olmanı sağlayan yıldızlarına demek istiyorum. Evet, yaşlı adamın izinde olduğum için, yeni bir ışık bulduğum için yıldızlarına şükredebilirsin. Bu meseleden şimdi de, başka zaman da bir daha söz ettiğini duymayayım; pek de iyi yemek hazırlama, çünkü yemek vakti evde olmayacağım.

Böyle diyerek, şapkasını giyip kendini dışarı attı. Bn. Quilp biraz önceki oyunda oynadığı rolü hatırladıkça ölçülemeyecek derecede büyük bir üzüntü duyuyordu. O da gitti odasına kapandı, başını yatağın örtüleri arasına gömdü, işlediği günahın üzüntüsüyle acı acı inildemeye koyuldu. Onun kadar az yumuşak kalpli olmayan pek çok kadın bu meseleden çok daha üzücü meseleye mutlaka ondan daha az üzülürdü; çünkü, böyle durumların çoğunda vicdan esnek olur, her biçime girebilir, çeşitli durumlara kendini alıştırabilir. Birtakım kimseler, akıllıca idareleri sayesinde, ılık bir havada çıkarılan flanel ceket gibi, vicdanlarını parça parça bir yana bırakıp zamanla ondan iyice kurtulurlar; daha başkaları da vardır, bunlar osüs eşyasını giyinirlerse de zevk uğruna çıkarıp atarlar; bu da, en büyük, en elverişli gelişme sayıldığı gibi, en çok moda olanıdır.

7

Richard Swiveller:

– Fred, dedi. Vaktiyle pek tutulan şu şarkının melodisini hatırlıyor musun, hani “Gitsin o sıkıcı düşünceler” diye başlayan şarkı? Neşenin sönmekte olan alevini dostluğun kanadıyla yelpazele de şu pembecik şarabı bana iletiver.

Richard Swiveller’in evi Drury Sokağı’ndaydı; bu kolaylığından başka evin bir tütüncü dükkânının üstünde oluşu da işe yarıyordu. Bu sayede canı istediği zaman merdivenin sahanlığına çıkıverip hapşırıyordu; enfiye kutusu almak zahmetinden, masrafından da böylece kurtulmuştu. Yukarıda kaydedilen sözleri de bu evde üzgün arkadaşına cesaret vermek, avutmak için söylemişti. Bu basit sözlerin bile B. Swiveller’in hayalperest şair kafasının birer yakıştırması olduğunu belirtmek hiç de uygunsuz bir iş olmaz; çünkü, o pembecik şarap gerçekte bir bardak soğuk cinle sudan ibaretti. O gecenin şerefine masanın üzerinde duran bir şişeyle sürahiden boşaltılıp elden ele geçiyordu. Swiveller’in dairesi bekâr evi olduğu için kap kacak sıkıntısı vardı, bu da hiç yüz kızarmadan açıklanabilir. Yine hoş bir hayal eseri olarak Swiveller’in bir tek odasından da hep çoğul olarak söz edilirdi. Odanın boş durduğu zamanlarda tütüncü de dükkânının camekânına “Bekârlar için boş odalar” yazılı bir levha koymuştu; Dick Swiveller de bundan yararlanarak, oturduğu yerden söz ederken “odalarım”, “evim” kelimelerini kullanmaktan geri kalmamıştı. Bu şekilde konuşurken, oturduğu yerin büyüklüğünü, oda sayısını tespit etme işini de dinleyenlerin hayal gücüne bırakmış oluyordu elbette.

Bu hayal âlemi içinde göz aldatan bir parça eşya da B.Swiveller’e yardımcı oluyordu. Gerçekte bir divan olan bu eşya bir kitap dolabını andırıyordu, Swiveller’in odasında belirli bir yeri vardı; şüphe uyandırmadığı gibi soru sormaya da meydan bırakmıyordu. Hiç şüphesiz ki gündüzleri Swiveller bunun kitap dolabından başka bir şey olmadığına gerçekten inanıyordu; yatağı görmüyor, çarşafların, yorganların da varlığını inkâr ediyor, bu meseleyi düşüncelerinden uzak tutuyordu. Bunun gerçek görevinden bir tek kelime söz edilmiyordu; geceleri ne işe yaradığına dair en küçük bir ima yoktu; içindeki garip öteberi hakkında da Swiveller’le en yakın arkadaşları arasında bir tek söz geçmemişti. Aldatmacılığa kayıtsız şartsız inanmak Swiveller’in inancının ilk maddesiydi. Onun dostu olmak için, olaylarla belirtilen her türlü delili, mantığı, görüşü, tecrübeyi geri tepip, kitap dolabına körü körüne inanmalıydınız. Bu onun en sevdiği zayıf damarıydı; bunun üzerine titrerdi.

Az önceki sözlerinin hiç de bir etki yaratmaya yaramadığını görünce:

– Fred, dedi. Şu pembeciği bana iletiversene.

Frederic Trent, sabırsız bir hareketle bardağı ona doğru itti, istemeyerek sıyrıldığı o düşünceli havasına yeniden döndü.

Arkadaşı suyla cini karıştırarak:

– Sana bu duruma uygun bir ruh hâli vermeye çalışacağım, Fred, dedi. İşte… Şeyin şerefine…

Öbürü:

– Aman! diye onun sözünü kesti. Bu gevezeliğinle beni sıkıntıdan ölecek hâle getiriyorsun. Sen zaten her zaman neşeli olabilirsin.

Dick Swiveller:

– İyi ama Bay Trent, dedi. Neşeli, akıllı olmaktan dem vuran bir söz vardır: “Kimi insan neşeli olabildiği hâlde akıllı değildir, kimisi de akıllı olabilir ya da olabileceğini düşünür ama neşeli olamaz.” Ben birincisindenim. Bu söz doğruysa, hiç önemsememektense yarısını benimsemek daha iyidir. Her ne hâl ise, ben sana benzeyeceğime neşeli olup akılsız kalayım daha iyi. Ne yalnız birini, ne de yalnız ötekini isterim.

Arkadaşı huysuzlanarak:

– Hınğh! diye homurdandı.

Dick Swiveller:

– Bütün kalbimle inanıyorum ki, dedi. Kibar çevrelerde böyle şeyler bir beye kendi evinde asla söylenmez ama; sen aldırma, rahatına bak.

Bu sözlere, görüşe arkadaşının çabuk huysuzlaştığını ekleyerek pembecik içkisini bitirdi, kendine bir bardak daha doldurdu, büyük bir iştahla tadına baktı, sonra da hayalî bir dostun şerefine kadeh kaldırdı.

– Beyler, izin verirseniz, şu köklü Swiveller ailesine başarılar, özellikle Bay Richard’a iyi talihler dileyeceğim. Bay Richard… –kelimelerin üzerine basa basa konuşuyordu– …bütün parasını dostlarına harcar, katlandığı sıkıntılardan ötürü de hor görülür. Dinleyin, dinleyin!

Öbürü, odayı iki, üç kere arşınladıktan sonra, yerine dönerek:

– Dick, dedi. Hiç sıkıntı çekmeden nasıl servet kazanabileceğini anlatırsam sana, iki dakikacık ciddi konuşmayı kabul eder misin?

Dick Swiveller:

– Sen bana çok yol gösterdin, hiçbirinden delik cepten başka bir sonuç çıkmadı! dedi.

Arkadaşı, iskemlesini masaya yaklaştırarak:

– Bu sefer anlatacağım hikâyenin sonunda daha başka türlü düşüneceksin. Kız kardeşim Nell’i gördün, değil mi?

Dick:

– Kardeşinin nesi var? diye sordu.

– Güzel yüzü var, öyle değil mi?

Dick:

– A! Elbette öyle, dedi. Onun lehine konuşmam gerekirse, ikinizde pek kuvvetli bir akraba benzerliği de yok.

Arkadaşı, sabırsızlanarak, gene:

– Kardeşimin güzel bir yüzü var, değil mi? diye sordu.

Dick:

– Evet, dedi. Güzel bir yüzü var, hem de pek güzel bir yüzü var. E, ne olmuş?

Arkadaşı:

– Anlatacağım, diye karşılık verdi. Hayatımızın sonuna kadar ihtiyarla kedi köpek gibi dalaşacağımız belli; ondan hiçbir şey beklememeliyim. Sanırım ki bunu da anlamışsındır.

Dick:

– Bunu bir yarasa, güneş parıl parıl parlarken bile görebilir, dedi.

– O körolasıca ihtiyarın önce bana ölümünden sonra kardeşimle paylaşmayı beklemeyi öğrettiği paranın çoğunun kardeşime kalacağı da aynı şekilde açıkça görülüyor.

– Öyle olacak ama benim ihtiyara meseleyi anlattığım adamın üzerinde bir etki yarattıysa o başka. Belki de konuşmam işe yaramıştır. Güçlü bir konuşmaydı o, Fred: “İşte pek sevimli yaşlı bir dede!” dedim. Bu sözlerin pek kuvvetli pek dostça, pek de tabii olduğunu düşündüm. Sana da öyle geldi mi?

Öbürü:

– İhtiyara öyle gelmedi, diye karşılık verdi. Onun için, bunun tartışmasını yapmamız gereksiz. Şimdi gel buraya. Nell neredeyse on dört yaşına basacak.

Dick Swiveller:

– Yaşına göre güzel ama biraz ufak, diye babacan bir havayla konuştu.

Fred Trent öbürünün konuşmaya pek az bir ilgi göstermesinden canı sıkılarak:

– Sözlerime devam edeceksem lütfen bir saniye olsun susar mısın? dedi. Şimdi asıl önemli noktaya geliyorum.

Dick:

– Peki, dedi.

– Kız çok duygulu. Yetişme şeklinden olacak, bu yaşta kolayca etki altında tutulup zorlanabilir. Onu elinden tutarsam, kendi isteklerime boyun eğdirmek için pek uğraşmak zorunda kalmayacağım, şöyle bir parça korkutmayla işi savuşturacağım. Şimdi, bin dereden su getirmeden söyleyeyim, onunla evlenmekten seni ne alıkoyabilir ki?

Arkadaşı büyük bir güçle, ciddi bir tavırla bu sözleri söylerken Richard Swiveller sürahinin kulpunu seyretmekteydi. Bu sözleri duyar duymaz öyle şaşırdı ki iki harfli bir kelime bile ağzından güçlükle çıktı:

– Ne?

Fred, arkadaşı üzerinde yaratacağı etkiyi tecrübeyle bildiği için ciddi bir tavırla:

– Seni bundan ne alıkoyabilir, diyorum. Onunla evlenmeni ne önleyebilir? diye sordu.

Dick:

– Kız on dördüne yaklaşmış! diye bağırdı.

Ağabey öfkeli öfkeli karşılık verdi:

– Ben de şimdi hemen evlen demiyorum ki. Diyelim iki yıl sonra ya da üç, dört yıl sonra. Yaşlı adam çok uzun ömürlü olacağa benziyor mu?

Dick başını salladı:

– Pek benzemiyor ama bu yaşlılar yok mu… Onlara hiç güven olmaz, Fred. Dorsetshire’da bir teyzem var, güya ben daha sekiz yaşındayken ölecekti, hâlâ sözünü yerine getirmedi. Bunlar öyle can sıkıcı, öyle sorumsuz, öyle nispetçidirler ki! Ailede sara yoksa onlara hiç güvenemezsin, Fred; varsa bile seni yine de aldatabilirler.

Fred Trent önceki gibi kesin bir tavırla, gözlerini arkadaşından ayırmadan konuştu:

– Öyleyse işi en kötü yanından alalım. Ya ihtiyar adam yaşarsa?

Dick:

– Elbette, dedi. İşte güçlük de burada ya.

Arkadaşı düşüncelerini özetledi:

– Ben diyorum ki, ihtiyar yaşadı diyelim, ben de Nell’i gizlice evlenmeye razı ettim, daha doğrusu, zorladım… Bunun sonu neye varır?

Richard Swiveller biraz düşündükten sonra:

– Ortaya bir aile çıkar ama bu aileyi besleyecek beş para yoktur, dedi.

Öbürü daha da artan bir ağırbaşlılıkla karşılık verdi. Ağırbaşlılığı gerçek de olsa, yapmacık da olsa arkadaşının üzerindeki etkisi birdi.

– İhtiyar ancak kız için yaşıyor diyorum sana! Bütün düşünceleri, canlılığı hep kıza bağlı diyorum. Sözünü dinlemek gibi bir fazilet gösterisinde bulunsam bile beni nasıl himayesine almazsa, kızı, sözünü dinlememek gibi bir davranıştan dolayı mirasından yoksun edemez. Yapamaz bunu. Sen de kafasında gözü olan başka herhangi bir kimse de, isterse, bunu pekâlâ görebilir.

Dick düşünceli düşünceli:

– Gerçekten bu hiç de olacak gibi görünmüyor, dedi.

Arkadaşı:

– Olacak şey değil de onun için olacak gibi görünmüyor, diye karşılık verdi. Ama seni bağışlaması için onu biraz da zorlarsan, diyelim ikimiz arasında geçiştirilemez bir dargınlık, bir ölüm kalım kavgası geçtiğini anlatmaya çalışırsan, sanki arada böyle bir şey varmış gibi davranırsan, ihtiyar bağışlama işini pek çabuk hâlleder. Nell’e gelince, boyuna atılan taş zamanla parçalanır; bu konuda bana güvenebilirsin, bundan şüphen yoktur elbette. İşte böyle, ihtiyar hırbonun tek varisi sen olmana, parayı ikimizin birlikte harcamasına, senin de bu alışverişten güzel, genç bir eş kazanmana varacak.

Dick:

– Adamın zengin olduğuna şüphe yoktur sanırım, dedi.

– Şüphe mi? Geçen gün biz oradayken adamın ağzından neler kaçırdığını fark ettin mi? Şüphe ha? Bakalım daha nelerden şüphe edeceksin, Dick!

Konuşmayı bütün o ustaca dönüşleriyle anlatmak ya da Richard Swiveller’in kalbinin kazanılmasını sağlayan bölümlerini anlatmaya uğraşmak zor olacak. Gurur, ilgi, fakirlik, türlü ekonomik düşünce gibi şeylerin Dick’i teklifi olumlu karşılamaya zorladığını, daha başka zorlamalar bir yanda dururken, doğuştan dikkatsiz oluşunun terazinin kefesini aynı hizaya getirdiğini belirtmek yeter. Bu itici kuvvetlere bir de arkadaşının ona söz geçirmeye çoktan beri alışmış olmasını da eklemek gerekiyor. Başlangıçta biçare Dick’in kesesi, emelleri söz konusu olmuştu. Dick arkadaşının bütün kahrını çektiği hâlde yine de olayların onda dokuzunda hep onu kandırmakla suçlanıyordu; oysa zavallıcığın düşüncesiz kuş beyninden başka da bir silahı yoktu.

Beri yanda hazırlanan dolaplar Richard Swiveller’in hiç beceremeyeceği, anlayamayacağı cinstendi; yalnız, bunları şimdi bir yana bırakmak zorundayız, çünkü artık bir önem taşımıyorlar. Görüşme pek hoş bir şekilde sonuçlanmıştı, Dick Swiveller de öyle iyimser bir hava içindeydi ki bol parası ya da malı olup da kendisine varmaya zorlanabilecek yaradılışta bir kimseyle evlenmeye de itirazı yoktu. İşte bu sırada kapının vurulması, “Buyurun!” diye bağırmak zorunda kalmasıyla düşünceleri yarıda kesildi.

Kapı açıldı, içeriye sabunlu bir kolla keskin bir tütün kokusundan başka giren olmadı. Tütün kokusu aşağıdaki dükkândan geliyordu, sabunlu kol da o sırada merdivenleri temizlemekte olan hizmetçi kızdan uzanmıştı. Kızcağız o sırada kendisine uzatılan bir mektubu almak için elini ılık suyla dolu kovadan çıkarmak zorunda kalmıştı, şimdi elinde tuttuğu mektup da buydu: Yabancı adları kavrayıvermekte kendi sınıfına özgü o garip özelliği göstererek, mektubun B. Swiveller’e ait olduğunu bildirdi.

Dick o yana bakarken oldukça benzi atmış, aptallaşmış görünüyordu; hele mektubu gözden geçirirken bu hâli daha da arttı. Bir kadınla ilişkisi bulunmanın sakıncalarından birinin işte bu olduğunu ileri sürdü: Öyle konuşmak çok kolaymış ama onu unutuvermiş.

Fred Trent:

– Kimi unuttun? diye sordu.

Dick:

– Sophy Wackles’i, dedi.

– O da kim oluyor?

Dick Swiveller:

– O benim hayalimdeki güzeldir, efendim. İşte ta kendisi! diye, içini çekerek söylendi, arkadaşına da ciddi ciddi baktı. Çok sevimlidir, şahanedir o. Sen de tanıyorsun.

Arkadaşı ilgisiz bir tavırla:

– Hatırlıyorum, dedi. Ona ne olmuş yani?

Dick:

– Aman, efendim, diye anlattı. Bayan Sophy Wackles ile bendeniz, yani şu anda sizinle konuşmak şerefini elde etmiş olan âciz kulunuz arasında duygular alınıp verildi ama bunlar çok dürüst, ilham verecek cinsten duygulardı. Emin olun, efendim, tanrıça Diana’nın bile davranışları Sophy Wackles’inkilerin yanında özelliğini kaybediyor. Size bu kadarını söyleyebilirim.

Arkadaşı:

– Yani söylediklerinde gerçek payının bulunduğuna inanmam mı gerekiyor? diye sordu. Aranızda bir âşıktaşlık geçtiğini söylemeye çalışmıyorsun ya?

– Evet, âşıktaşlık oldu. Ama sözleşmek olmadı. Evlenme sözünden caydı diye dava açılamaz. İşin avutucu yanı bu. Ben yazıyla kendimi hiçbir zaman ele vermedim, değil mi, Fred?

₺24,44

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
11 temmuz 2023
Hacim:
1 s. 2 illüstrasyon
ISBN:
978-625-6865-24-2
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Ses
Ortalama puan 3, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 5, 3 oylamaya göre