Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Mister Pickwick'in Maceraları I. Cilt», sayfa 3

Yazı tipi:

Akşam gittikçe daha kasvetli hâle geliyordu ve ıssız arazilerden esen melankolik rüzgârın sesi, uzaklardaki bir devin evcil köpeğini çağırmak için ıslık çalışına benziyordu. Manzaranın hüznü, Mr. Winkle’ın hislerine bir kasvet katıyordu. Hendeğin yanından geçerlerken ürktü, toplu mezara benziyordu.

Subay aniden patikadan ayrıldı ve bir çiti tırmandıktan ve bir engelin üstünden atladıktan sonra tenha bir araziye girdi. İçeride bekleyen iki beyefendi vardı, biri siyah saçlı ufak tefek, şişman bir adam; diğeri ise yapılı, örgülü saçlı bir şahsiyet. Bu ikincisi müthiş bir ağırbaşlılıkla kamp taburesinde oturuyordu.

“Yardımcı şahıs ve Doktor, sanırım.” dedi Mr. Snodgras: “Bir yudum brendi iç.” Mr. Winkle arkadaşının teklif ettiği hasırla kaplı şişeyi kaptı ve canlandırıcı sıvıdan büyükçe bir yudum aldı.

“Arkadaşım, efendim. Mr. Snodgrass.” dedi Mr. Winkle, subay yaklaşırken. Doktor Slammer’ın arkadaşı başıyla selam verdi ve Mr. Snodgrass’ın taşımakta olduğu kasaya benzer bir kasayı açık etti.

“Fazla söze gerek yok, sanırım, efendim.” diye belirtti adam, soğukkanlılıkla kasayı açarken: “Bir özür kesin olarak reddedilmiştir.”

“Gerek yok, efendim.” dedi Mr. Snodgrass, kendi de yavaş yavaş rahatsız hissetmeye başlarken.

“Bir adım öne çıkar mısınız?” dedi subay.

“Elbette.” diye yanıtladı Mr. Snodgrass. Yer ölçümü yapılmıştı, ön hazırlıklar hâlledilmişti. “Bunların sizinkilerden daha iyi olduğuna sizi temin ederim.” dedi karşı tarafın yoldaşı, tabancaları göstererek. “İçine kurşun dizdiğimi gördünüz. Bunları kullanmaya itirazınız var mı?”

“Kesinlikle hayır.” diye yanıtladı Mr. Snodgras. Bu teklif onu ciddi bir utançtan kurtarmıştı çünkü daha önceki tabanca doldurma bilgisi epey muğlak ve belirsizdi.

“Öyleyse adamlarımızı yerleştirebiliriz, bence.” diye yorumda bulundu subay, sanki failler satranç taşı, yandaşlar ise hamlelermiş gibi bir umursamazlıkla.

“Bence yerleştirebiliriz.” diye yanıtladı Mr. Snodgrass; her pozisyonu kabul ederdi çünkü konu hakkında hiçbir bilgisi yoktu. Subay, Doktor Slammer’a gitti ve Mr. Snodgrass da Mr. Winkle’a.

“Her şey hazır.” dedi subay, tabancayı uzatarak. “Bana pelerininizi verin.”

“Emanet sizde, canım dostum.” dedi zavallı Winkle.

“Pekâlâ.” dedi Mr. Snodgrass. “Hazır olun ve vurun onu.”

Mr. Winkle anladı ki bu öneri seyirci kalanların sokak kavgasındaki en küçük çocuğa her zaman verdikleri tavsiye gibiydi. Örnek vermek gerekirse: “Git oraya ve kazan.” Takdir edilesi bir öneri, yalnızca nasıl yapılacağını biliyorsan. Pelerinini çıkardı, ancak sessizce. Her zaman pelerini çıkarmak uzun sürerdi ve tabancayı kabul etti. Yandaşlar kenara çekildiler, kamp taburesinde oturan beyefendi de aynı şeyi yaptı ve muharipler birbirlerine yaklaştılar.

Mr. Winkle her zaman aşırı insaniyete sahipti. Hep sanılırdı ki ölümcül bir ana yaklaştığında gözlerini kapatmasının sebebi kendisi gibi bir insanı incitmeye dair isteksizliğiydi ve gözlerinin kapalı olması, Doktor Slammer’ın olağan dışı ve açıklanamaz davranışını izlemesine engel oluyordu. O beyefendi öne atıldı, baktı, geri çekildi, gözlerini ovuşturdu, tekrar baktı ve en sonunda: “Dur, dur!” diye bağırdı.

“Tüm bunlar ne demek oluyor?” dedi Doktor Slammer, arkadaşı ve Mr. Snodgrass koşarak yanına geldiler. “Adam bu değil.”

“Adam bu değil!” dedi Doctor Slammer’ın yandaşı.

“Adam bu değil!” dedi Mr. Snodgrass.

“Adam bu değil!” dedi beyefendi, elinde kamp taburesiyle.

“Kesinlikle değil.” diye yanıtladı ufak tefek Doktor. “Beni dün gece aşağılayan adam o değil.”

“Epey olağan dışı!” diye bağırdı subay.

“Epey.” dedi kamp tabureli beyefendi. “Tek soru şu ki bu beyefendi burada olduğuna göre o kişi olsa da olmasa da âdet yerini bulsun diye dün gece arkadaşımız Doktor Slammer’ı aşağılayan kişi sayılmamalı mı?” Kamp tabureli adam, oldukça ağırbaşlı ve gizemli bir havayla bu öneriyi sunduktan sonra bir miktar enfiye çekti ve böyle konularda yetkiliymiş gibi bir edayla düşünceli biçimde etrafına baktı.

Artık Mr. Winkle gözlerini ve kulaklarını da açtığından, hasmı düşmanlığa bir son vermeyi önermiş olduğundan ve daha sonra söylediğinden anladığı kadarıyla ortada şüphesiz bir yanlışlık olduğunun ortaya çıkmasının arkasındaki gerçek güdüyü saklayarak, bu durumdan dolayı kaçınılmaz biçimde elde edeceği yüksek itibarı anında öngörüp öne atıldı ve dedi ki: “Ben o kişi değilim, biliyorum.”

“Öyleyse bu.” dedi kamp tabureli adam. “Doktor Slammer’a karşı yapılmış bir hakaret ve derhâl bu işe devam etmek için bir sebeptir.”

“Yalvarırım sessiz ol, Payne.” dedi Doktor’un yandaşı. “Neden bu gerçeği sabah dile getirmediniz, efendim?”

“Emin olmak için, emin olmak için!” dedi kamp tabureli adam kızgınlıkla.

“Senden sessiz olmanı rica ediyorum, Payne.” dedi diğeri: “Sorumu tekrar edebilir miyim, efendim?”

“Çünkü efendim.” diye yanıtladı cevabını düşünmeye vakti olmuş olan Mr. Winkle. “Çünkü efendim, siz yalnızca giyme onuruna değil bir de tasarımını icat etme onuruna sahip olduğum ceketi giyen sarhoş ve kaba birini tarif ettiniz. Sözü geçen üniforma, efendim, Londra’daki Pickwick Kulübüne aittir. Üniformanın onurunu korumak zorunluluğundayım ve böylece, bana sunduğunuz meydan okumayı sorgusuz sualsiz kabul ettim.”

“Canım beyefendiciğim.” dedi güler yüzlü ufak tefek Doktor, uzattığı eliyle yaklaşırken. “Cesaretinize saygı duyuyorum. Lütfen söylememe izin verin, davranışınıza hayran kaldım ve sizi anlamsızca bu buluşmaya gelme zahmetine maruz kıldığım için çok üzgünüm.”

“Lütfen lafını etmeyin, efendim.” dedi Mr. Winkle.

“Sizi tanımaktan gurur duyarım, efendim.” dedi ufak tefek Doktor.

“Sizi tanımak benim için de büyük zevk teşkil edecektir, efendim.” diye yanıtladı Mr. Winkle. Böylelikle Doktor ve Mr. Winkle, sonra Teğmen Tappleton (Doktor’un yandaşı) ve sonra da Mr. Winkle ve kamp sandalyesi olan adam ve son olarak da Mr. Winkle ve Mr. Snodgrass tokalaştılar. İsmi sonda verilen beyefendinin tokalaşma sebebi, kahraman dostunun asil davranışına karşı duyduğu aşırı hayranlıktan ileri geliyordu.

“Bence dağılabiliriz.” dedi Teğmen Tappleton.

“Kesinlikle.” diye ekledi Doktor.

“Ancak…” diye araya girdi kamp tabureli adam, “Ancak eğer Mr. Winkle kendini meydan okumadan dolayı incinmiş hissediyorsa; o zaman onu memnun etmek lazım gelir.”

Mr. Winkle, müthiş bir özveriyle, çoktan memnun olduğunu ifade etti. “Ya da şu da mümkün.” dedi kamp sandalyeli adam: “Beyefendinin yandaşı bu buluşmanın başlarında benden kaynaklanan sebeplerden dolayı kırılmış olabilir durum buysa onu derhâl memnun etmekten mutluluk duyarım.”

Mr. Snodgrass alelacele son konuşan beyefendinin teklifiyle ilgili teşekkürlerini sundu. Ancak olayların tüm gidişatından duyduğu eksiksiz memnuniyet nedeniyle teklifi reddetmesi gerekecekti. İki yandaş kasaları toparladı ve iki grup da araziyi geldikleri hâllerinden çok daha canlı biçimde terk ettiler.

“Burada uzun süre kalacak mısınız?” diye sordu Doktor Slammer, Mr. Winkle’a, olabilecek en barışçıl edayla birlikte yürürlerken.

“Sanırım yarından sonraki gün gideriz.” oldu yanıt.

“Bu nahoş hatadan sonra sizi ve arkadaşınızı ofisimde ağırlama ve sizinle keyifli bir akşam geçirme zevkini bana yaşatacağınızı umuyorum.” dedi ufak tefek Doktor. “Bu akşam müsait misiniz?”

“Burada bazı arkadaşlarlayız.” diye yanıtladı Mr. Winkele. “Ve onları bu akşam bırakmayı istemem. Belki siz ve arkadaşınız Bull’da bize katılırsınız.”

“Büyük zevkle.” dedi ufak tefek Doktor. “Saat akşam on, yarım saatlik bir görüşme için çok geç mi olur?”

“Ah, hiç de olmaz.” dedi Mr. Winkle. “Sizi arkadaşlarım Mr. Pickwick ve Mr. Tupman’la tanıştırmaktan büyük keyif alırım.”

“Bu bana da büyük keyif verecektir eminim.” diye yanıtladı Doktor Slammer, Mr. Tupman’ın kim olduğunu aşağı yukarı anlayarak.

“Kesin olarak gelecek misiniz?” diye sordu Mr. Snodgrass.

“Ah, kesinlikle.”

Bu aşamada artık caddeye ulamışlardı. İçten vedalar edildi ve grup ayrıldı. Doktor Slammer ve arkadaşları kışlalarına döndü ve Mr. Winkle yanında Mr. Snodgrass’la birlikte kaldıkları hana döndü.

Üçüncü Bölüm
Yeni Bir Tanıdık – Avare’nin Hikâyesi – Uygunsuz Bir Kesinti ve Hoş Olmayan Bir Karşılaşmanın Yaşandığı Bölüm

Mr. Pickwick, gizemli davranışları bütün sabah boyunca bitmek bilmeyen iki arkadaşının olağan dışı yokluğu sonucunda kimi kaygılar hissetmişti. Bu yüzden de içeri girdiklerinde ayağa kalkıp olağan dışı bir keyifle karşıladı onları. Onları bu birlikten alıkoyacak ne olmuş olabileceğini olağan dışı bir ilgiyle sorguladı. Mr. Snodgrass az önce gerçekleşmiş olan her şeyi tüm detaylarıyla anlatmak üzereydi ki yanlarında yalnızca Mr. Tupman ve bir önceki günkü yolcu feribotu yoldaşlarının değil, bir de benzer şekilde tuhaf görünümlü olan başka bir yabancının daha olduğunu gördü. Bu, solgun yüzü, içine çökmüş gözleri doğanın yarattığı hâlinden bile daha etkileyici biçimde sunulan; düz, siyah, keçe gibi saçları düzensiz biçimde yüzünün yarısını kaplayan üzgün bir adamdı. Gözleri anormal biçimde parlak ve keskin; elmacık kemikleri yüksek ve belirgin, çene kemiği o kadar uzun ve inceydi ki onu inceleyen biri sanki bir tür kas kasılmasından dolayı yüzündeki deri bir anlığına çekiyormuş, sanki yarı açık ağzı ve değişmeyen ifadesi her zamanki görünüşü değilmiş sanırdı. Boynuna sarılı yeşil şalın püskülleri göğsünün üstünde sallanıyor; arada eski yeleğinin, dökük düğmelerinin aralarına giriyordu. Üstünde uzun siyah bir ceket ve altındaysa geniş, pasaklı bir pantolon ve her dakika daha da eskiyen büyük çizmeler vardı.

Mr. Winkle’ın gözlerini ayıramadığı ve Mr. Pickwick’in: “Bu dostumuzun bir dostu.” derken eliyle gösterdiği yontulmamış adam buydu. “Bugün öğrendik ki dostumuz buradaki tiyatroyla bağlantılıymış, gerçi bunun pek bilinmesini arzu etmiyormuş ve bu beyefendi de aynı mesleğe mensupmuş. Siz içeri girdiğiniz sırada tam da bize bu bağlamda ufak bir anısını anlatmak üzereydi.”

“Pek çok anı.” dedi dünkü yeşil paltolu yabancı, Mr. Winkle’a yaklaşıp alçak ve gizemli bir ses tonuyla konuşarak. “Değişik arkadaş, ağır işleri yapar. Oyuncu değil. Tuhaf adam, başına gelmeyen kalmamış. Kederli Jemmy deriz çevrede kendisine.” Mr. Winkle ve Mr. Snodgrass, “Kederli Jemmy” olarak tanıtılan beyefendiyi nazikçe selamladılar ve geri kalan herkesi takip ederek brendi ve su siparişi verip masanın etrafına yerleştiler. “Peki öyleyse beyefendi.” dedi Mr. Pickwick. “Nakledeceğiniz anıya devam ederek bize bir iyilik edecek misiniz?”

Kederli şahıs cebinden pis bir kâğıt tomarı çıkardı ve az önce not defterini çıkarmış olan Mr. Snodgrass’a dönerek, istifini hiç bozmadan, boş bir sesle: “Şair olan siz misiniz?” diye sordu.

“O, o işlerle biraz uğraşıyorum.” diye yanıtladı Mr. Snodgrass, sorunun aniliğinden dolayı biraz şaşırarak. “Ah! Şiir hayatı ışıkla doldurur ve müzik de onu görünür kılar. Birini boş süslemelerden ve diğerini de yanılsamalarından arındır ve ikisinde de yaşamaya ya da umursamaya değer ne kalır?”

“Çok doğru, efendim.” diye yanıtladı Mr. Snodgrass.

“Sahne ışıklarının ardında olmak.” diye devam etti kederli adam. “Büyük bir kraliyet oyununda olmak ve ipek kıyafetlere ve şatafatlı kalabalığa hayran kalmak, tüm bunların arkasında olmak o incelikleri yaratan, umursanmayan ya da tanınmayan ve ister batsın ister çıksın, ister açlıktan ölsün ister hayatta kalsın, kaderlerinde ne varsa öyle olsun denilen insanlardan olmak demektir.”

“Kesinlikle.” dedi Mr. Snodgrass. Çünkü kederli adamın çökük gözleri onun üstündeydi ve kendini bir şeyler söyleme zorunluluğunda hissetmişti.

“Devam et, Jemmy.” dedi İspanyol gezgini. “Güneş şapkası çiçeği gibi, tüm o tepelerdekiler gibi. Vak vaklamak yok, konuş. Canlı görün.”

“Başlamadan önce bir kadeh daha ister misiniz, efendim?” diye sordu Mr. Pickwick.

Kederli adam söylenenlerden bir anlam çıkarıp brendi ve suyu karıştırdığı bardağın yarısını yavaşça mideye indirdikten sonra kâğıt tomarını açıp kulüp kayıtlarında Avare’nin Hikâyesi olarak kaydedilen bir sonraki olayı kâh okuyup kâh anımsayarak anlatmaya başladı.

AVARE’NİN HİKÂYESİ

“Nakledeceğim şeyin harikulade hiçbir tarafı yok.” dedi kederli adam. “Hatta alışılmamış bir yönü bile yok. İstek ve hastalık, hayatın pek çok aşamasında insan doğasının en sıradan değişikliklerine bahşedilen ilgiden daha fazlasını hak etmeyecek kadar olağandır. Bu notları bir araya getirdim çünkü başkahramanını uzun yıllardır tanıyordum. Onun ilerleyişini gerisin geriye, adım adım, bir daha doğrulamadığı o aşırı yıkıma ulaşana kadar takip ettim.”

“Sözünü ettiğim kişi düşük bir pandomim oyuncusuydu ve kendi sınıfından olan pek çok kişi gibi bağımlı bir ayyaştı. İyi günlerinde, aşırılık yüzünden bitkin düşmeden ve hastalıktan bir deri bir kemik kalmadan önce iyi bir maaşı vardı ki eğer dikkatli ve sağduyulu olsaydı o maaşını birkaç sene daha almaya devam edebilirdi. Uzun yıllar boyu değil çünkü bu adamlar ya erken ölürler ya da geçim için ihtiyaç duydukları yegâne şey olan fiziksel dermanlarını, bedensel güçlerini gereksiz yere zorlayarak erken yaşta kaybederler. Peşindeki günahlar onu o kadar çabuk bertaraf etti ki onu tiyatroda gerçekten işe yarayabileceği alanlarda görevlendirmek imkânsız hâle geldi. Barların çekiciliğine karşı koyamıyordu. Eğer aynı yolda devam ederse ihmal edilen hastalık ve çaresiz yoksulluk kesinlikle onun ölümünün nedenleri olacaktı ve sonuç tahmin edilebilirdi. Hiçbir iş bağlayamıyordu ve ekmeğe ihtiyacı vardı.”

“Tiyatro meseleleriyle biraz bile ilgili olan herkes büyük kuruluşların sahnesinin dibinde ne tür kılıksız, yokluk çeken insanların olduğunu bilir. Sürekli iş bulan aktörler değil ama bale insanları, geçit insanları, cambazlar gibi bir pandomim ya da paskalya gösterisinde kullanılmış sonra da büyük izleyici kitlesine sahip bir yapımda yeniden hizmetlerine ihtiyaç olana kadar salınmış insanlardır bunlar. Adam böylesi bir hayata sığınmaya mecbur bırakılmıştı ve düşük bir tiyatroda her akşam bir rol almak ona haftalık birkaç şilin kazandırdı ve kendini eski eğilimlerine kaptırmasına neden oldu. Bu kaynak bile kısa süre sonra suyunu çekti; düzensizlikleri normal şartlarda kazanabileceği sempatiye meyil vermeyecek kadar büyüktü ve ara sıra dostlardan ödünç alarak ya da en düşük tiyatrolarda ufak tefek roller kaparak kazandığı üç beş kuruş dışında resmen açlık sınırına kadar düşmüştü ki zaten eline geçen her kuruşu eski alışkanlıklarına harcıyordu.”

“Bu aşamada bir senedir ayakta kalmayı başarmıştı ve kimse bunu nasıl başardığını bilmiyordu. Ben suyun Surrey’ye kıyısı olan kısmındaki bir tiyatroda kısa bir işe girmiştim ve bu adamı da orada gördükten sonra bir süre izini kaybettim. Ben taşrayı geziyordum, o da Londra’nın geçitlerine ve ara sokaklarına sığınıyordu. Bir gün ben eve gitmek için üstümü değiştirmiş çıkarken de sahneden geçerken omuzuma dokundu. Arkamı döndüğümde gözümün önündeki o iğrenç görüntüyü asla unutmam. Pandomim yapmak için giyinmişti ama bir palyaçonun tüm absürtlüğünü yansıtıyordu. Dance of Death oyunundaki hayaletimsi figüranlar, muktedir ressamların tuvale çizdikleri en korkutucu resimler bile bu kadar dehşet verici bir görüntüyü sunmamıştır. Şişkin vücudu ve küçülmüş bacakları, -bu kısımlardaki deformasyonlar saçma kostümle yüze katlanıyordu-cam gibi gözler, yüzünün resmen bulandığı kalın beyaz boyayla tezatlık oluşturuyor; anlamsızca süslenmiş, kontrolsüzce titreyen baş, beyaz tebeşirle ovalanmış uzun incecik eller… Bunların hepsi ona hiçbir tanımlamanın tam anlamıyla bir fikir veremeyeceği ve bugüne kadar her düşündüğümde içimi ürperten o gudubet ve doğaya aykırı görünümü veriyordu. Beni kenara çekip uzun bir liste hâlinde, yarım yamalak biçimde hastalıklarını, sıkıntılarını anlattığı sesi boş ve titrekti ve her zamanki gibi önemsiz bir miktarda borç isteğiyle sonlanıyordu. Eline birkaç şilin bıraktım ve arkamı döndüğümde kükrercesine bir kahkaha ve sahnedeki ilk taklasını duydum. Birkaç gece sonra, bir oğlan çocuğu elime adamın üzerinde kurşun kalemle çok kötü hasta olduğunu ve oyundan sonra onu tiyatroya hiç de uzak mesafede olmayan filanca caddedeki -adını şimdi unuttum- evinde ziyaret etmem için yalvardığını bildiren pis bir kâğıt parçası sıkıştırdı. Elimden gelen en kısa sürede gideceğime söz verdim ve perdeler indikten hemen sonra duygusal görevime koyuldum.”

“Saat geç olmuştu çünkü sahneye en son çıkan bendim ve bu yardım kuruluşu adına düzenlenen bir gece olduğu için performanslar normalden uzun sürmüştü. Karanlık, soğuk, ürpertici, yağmuru sertçe evlerin ön cephesindeki pencerelere çarpan, rutubet yüklü, rüzgârlı bir geceydi. Dar ve kalabalık olmayan caddelerde su birikintileri oluşmuştu ve sık biçimde dikilmiş yağ lambalarının çoğu rüzgârın şiddeti yüzünden söndüğünden yürüyüş yalnızca rahatsızlık verici değil aynı zamanda belirsizdi de. Neyse ki doğru yoldaydım ve nasıl olduysa biraz uğraştan sonra tarif edilen evi, arayışımın öznesinin arka odasında bulunduğu iki katlı bir kömür deposunu buldum.”

“Sefil görünümlü bir kadın olan adamın karısı beni merdivenlerde karşıladı ve adamın uyur gibi olduğunu söyledikten sonra beni usulca onun yanına götürdü ve yatağın yanındaki bir sandalyeye oturttu. Hasta adam yüzü duvara dönük yatıyordu. Ben de o, varlığımın farkında olmadığı için içinde bulduğum mekânı rahatlıkla incelemeye başladım.”

“Gün içinde kapatılan eski bir karyolada yatıyordu. Rüzgârı kesmek için yatağın başına sarılan ekoseli bir perdeden geriye kalan paçavralar sarkıyordu ama rüzgâr yine de bir yolunu bulup kapıdaki deliklerden mütemadiyen odanın içine girip çıkıyordu. Paslı, tamir edilmemiş ızgaradaki ateş kor hâlinde yanıyordu; onun önünde üzerinde birkaç ilaç şişesi, kırık bir bardak ve birkaç başka eşyanın da olduğu üç köşeli, eski ve lekeli bir masa vardı. Ufak bir çocuk yerde kendisi için yapılmış geçici yatakta uyuyordu. Kadın da yatağın yanındaki sandalyede oturuyordu. Üzerinde birkaç tabak, fincan ve fincan altlığının olduğu birkaç raf vardı ve altında da bir çift sahne ayakkabısıyla birkaç levha duruyordu. Odanın çeşitli yerlerine özensizce atılmış paçavra yığınları dışında evdeki eşyalar bunlardı.”

“O benim varlığımın farkına varmadan önce bütün bu ufak ayrıntıları not etmek ve hasta adamın derin nefeslerini ve ateşten ileri gelen irkilmelerini fark etmeye zaman bulmuştum. Başını rahat ettirmek için gösterdiği birkaç huzursuz çaba sonucunda elini yataktan dışarı attı ve benimkine değdirdi. Aniden doğruldu ve hevesle yüzüme baktı.”

“ ‘Mr. Hutley, John.’ dedi eşi. ‘Bu akşam çağırdığın Mr. Hutley, biliyorsun.’ ”

“ ‘Ah!’ ” dedi hasta, elini alnına götürerek. ‘Hutley, Hutley, dur bakalım.’ Birkaç saniye boyunca düşüncelerini toparlamaya çabalıyormuş gibi göründü, sonra bileğimi sıkıca kavrayarak: “Beni bırakma, beni bırakma, eski dostum. Bu kadın beni öldürecek. Biliyorum öldürecek.’ dedi.”

“ ‘Uzun zamandır böyle mi?’ diye sordum ağlamakta olan eşe.”

“ ‘Dün geceden beri.’ diye yanıtladı. ‘John, John, beni tanımıyor musun?’ dedi eşi. ‘Bana yaklaşmasına izin verme.’ dedi adam ürpertiyle, kadın üstüne eğilince. ‘Onu uzaklaştır. Yanımda olmasına tahammül edemiyorum.’ Dehşet dolu gözlerle, ölümcül bir kaygıyla karısına baktı ve kulağıma fısıldadı: ‘Onu dövüyorum, Jem. Onu dün ve ondan önce pek çok kez dövdüm. Onu ve oğlanı aç bıraktım ve şimdi zayıf ve çaresizim, Jem, bu yüzden de beni öldürecek; yapacağını biliyorum. Eğer sen de benim gibi onu ağlarken görmüş olsan bunu bilirdin. Onu uzak tut.’ Bileğimi bıraktı ve bitkinlikle yastığına geri gömüldü. Bütün bunların ne anlama geldiğini çok iyi biliyordum. Eğer bir an bile bundan bir şüphe duymuş olsam, kadının solgun yüzüne ve bitkin bedenine bir kez bakmamla olayın gerçek hâlini anlamam yeterdi. ‘Sen bir kenarda dursan iyi olur.’ dedim zavallı biçareye. ‘Ona bir faydan dokunmaz. Belki seni görmezse sakinleşir.’ Kadın adamın gözünün önünden çekildi. Adam birkaç saniye sonra gözlerini açtı ve endişeyle etrafına bakındı.

“ ‘Gitti mi?’ diye sordu hevesle.”

“ ‘Evet, evet!’ dedim. ‘Sana zarar veremeyecek.’ ”

“ ‘Sana ne anlatacağım, Jem.’ dedi adam alçak sesle. ‘Beni incitiyor. Gözlerindeki bir şey kalbimde öyle rezalet bir korku uyandırıyor ki beni deli ediyor. Daha geçen gece, kocaman, takip hâlindeki gözleri, solgun yüzü benimkine yakındı; ben nereye dönsem o gözler de dönüyordu ve ben ne zaman korkuyla uykudan uyansam onu yatak ucunda beni izler buldum.’ Beni kendine daha çok çekti ve derin, paniklemiş bir fısıltıyla: ‘Jem, o kötücül bir ruh olmalı, bir şeytan! Sessiz ol! Öyle olduğunu biliyorum. Eğer kadın olsa çoktan ölürdü. Hiçbir kadın onun taşıdığı yükü taşıyamaz.’ ”

“Böylesine bir adamda böylesine bir izlenim yaratacak kadar uzun süreli bir zulüm ve ihmali düşünmek midemi bulandırdı. Cevaben hiçbir şey söyleyemedim çünkü karşımdaki adiye kim bir umut vadedebilir, bir teselli sunabilirdi ki?”

“Orada oturur vaziyette iki saat durdum. O da bu sırada savrulup durdu, acı ve sabırsızlıkla bağırdı, kollarını huzursuzca oraya buraya attı ve sürekli bir o yana bir bu yana döndü. En sonunda kısmen bilincini kaybetti ki böyle hâllerde akıl, mantığın kontrolü olmadan ama yine de hâlihazırda var olan acının tarif edilemez hissinden kurtulamadan kendini kolaylıkla bir sahneden, bir yerden, başka bir yere, başka bir sahneye atar. Tutarsız sayıklamalarından hâlin böyle olduğunu anlayınca ve ateşinin bir anda kötüleşme ihtimalinin olmadığını bildiğimden karısına onu önümüzdeki akşam da ziyaret edeceğimin ve gerekirse gece hastanın başında duracağımın sözünü vererek onu bıraktım.”

“Sözümü tuttum. Son yirmi dört saat korkutucu bir değişime sebep olmuştu. Gözleri derine çökmüştü ve ağır olsa da bakılamayacak kadar korkunç bir ışıltıyla parlıyordu. Dudakları kurumuş ve yer yer çatlamıştı, kuru cildi yüksek ateşle parlıyordu ve adamın yüzünde hastalığın tahribatlarını daha da belli eden, neredeyse doğaüstü bir endişe havası vardı. Ateş en üst seviyesindeydi.”

“Bir önceki akşam doldurduğum sandalyeye yine oturdum ve saatler boyunca, en duygusuz yürekleri bile derinden etkileyebilecek o sesleri, ölmekte olan bir adamın berbat sayıklamalarını dinledim. Hekimden duyduğuma göre onun için hiçbir umut yoktu: Onun ölüm yatağının yanında oturuyordum. Eriyip bitmiş uzuvlar gördüm. Daha birkaç saat önce taşkın seyircinin eğlencesi için şekilden şekle sokulmuş, yüksek ateşin işkencesi altında kıvranan uzuvlar. Palyaçonun, ölen adamın mırıltılarıyla harmanlanan tiz kahkahasını duydum.”

“Zihnin sıradan işlere ve sağlık arayışına gerilemesini duymak dokunaklı bir şey. Beden yanında zayıf ve âciz yatarken ama o uğraşlar vahim ve heybetli fikirlerle ilişkilendirdiklerimize en güçlü biçimde karşıt gelmekteyse elde edilen izlenim sonsuz derecede daha güçlüdür. Tiyatro ve meyhane adamın uğraşlarının ana maddelerini oluşturmaktaydı. Akşam olmuştu. Hayal kurdu; o gece oynayacağı bir rol vardı, geç kalmıştı, evden anında çıkması gerekiyordu. Onu neden tutuyorlar ve gitmesine engel oluyorlardı? Parayı kaybedecekti, gitmeliydi. Hayır! Ona izin vermiyorlardı. Yüzünü alev alev yanan elleriyle örttü ve kendi zayıflığına ve zorbalarının zalimliğine zayıfça sızlandı. Kısa bir ara verdi ve bağırarak birkaç komik şiir dizesi sayıkladı. Bunlar en son öğrendiği şiirlerdi. Yatakta doğruldu, cansız uzuvlarını toparladı ve şekilden şekle girmeye başladı; rol yapıyordu, tiyatrodaydı. Bir anlık sessizlikten sonra gürültülü bir şarkının nakaratını mırıldandı. Sonunda eski eve ulaşmıştı, amanın oda ne sıcaktı. Hasta olmuştu, çok hasta ama şimdi iyiydi ve mutluydu. Kadehi doldur. Kimdi o kadehi dudaklarından çekip alan? Bu onu daha önce takip eden zorbanın aynısıydı. Yastığına geri düşüp yüksek sesle inledi. Bir an olanları unuttu, sonra alçak tavanlı bıktırıcı odalarda yürümeye başladı. Tavanlar o kadar alçaktı ki bazen ilerleyebilmek için elleri ve dizlerinin üzerinde sürünmesi gerekiyordu; dar ve karanlıktı ve hangi tarafa dönse bir engel ilerleyişine sekte vuruyordu. Böcekler de vardı, iğrenç, sürünen, ona dikili gözleri olan ve her bir yeri dolduran ve mekânın yoğun karanlığına rağmen korkunç biçimde parlayan şeyler. Duvarlar ve tavan sürüngenlerle canlanıyordu, mahzen kocaman oldu, ürkütücü şekiller bir oraya bir buraya gitmeye başladı ve tanıdığı adamların yüzü, alay ederek ve ağızlarına geleni söyleyerek korkutucu hâle geldi, böceklerin arasından ona bakıyordu; onu kızgın demirlerle dağlıyorlardı ve başını kan akana kadar sıkıca iplerle bağladılar; o ise deli gibi canı için uğraşıyordu.”

“Bu ani krizlerden birinin sonunda, onu büyük bir zorlukla yatağa sabitlemişken uyku gibi görünen bir şeye teslim oldu. Sürekli takip ve çabanın etkisiyle gözlerimi birkaç dakikalığına kapatmıştım ki omuzlarımın sarsıldığını hissettim. Anında uyandım. Kendi kendine kalkmış ve yatakta oturmuştu. Yüzünde ürkütücü bir değişim vardı ama bilinci de geri dönmüştü çünkü belli ki beni tanıyordu. Adamın sayıklamalarından dolayı uzun süredir huzursuzlanan çocuk, ufak yatağında doğruldu ve korku dolu çığlıklar eşliğinde babasına doğru koştu. Annesi de babası deliliği sırasında çocuğa zarar verir diye onu kolundan yakaladı ama çocuk zaten adamın yüz hatlarındaki değişimlerden korkmuş olacak ki yatağın yanında donakaldı. Adam omuzunu gergince tuttu ve diğer eliyle de göğsünü döverek çaresizce derdini anlatmaya çabaladı. Nafileydi, kolunu odadakilere uzatıp çaresiz bir çaba daha sarf etti. Boğazında tıkır tıkır bir ses, gözlerde bir parıltı, kısa boğuk bir inilti ve geri düştü. Ölmüştü!”

Anlatılmakta olan hikâye hakkında Mr. Pickwick’in fikirlerini kayıt altına alabilmiş olmak bize en büyük memnuniyeti yaşatırdı. Bunu okurlarımıza sunmamız gerektiği konusunda en ufak şüphemiz yok ancak ne yazık ki durum bu değil.

Mr. Pickwick, öykünün son birkaç cümlesi boyunca elinde tuttuğu bardağı masaya geri bıraktı ve sonunda konuşmaya karar verdi. Sahiden de Mr. Snodgrass’ın not defterinin yetkisine dayanarak söyleyebiliriz ki tam ağzını açmışken garson içeri girdi ve:

“Bazı beyefendiler, efendim.” dedi.

Tahmin edileceği üzere Mr. Pickwick kimi görüşlerini bildirmek üzereydi ve bu, dünyayı olmasa bile Thames’i aydınlatırdı ancak lafı bölünmüştü; sert biçimde garsona bakıyordu ve sonra da sanki yeni gelenlerle ilgili bir bilgi istermişçesine gözlerini genel olarak ekibin üstünde gezdirdi.

“Ah.” dedi Mr. Winkle ayağa kalkarak. “Benim arkadaşlarım. Onları içeri al. Çok hoş insanlar.” diye ekledi Mr. Winkle ve garson çekildikten sonra da “Bu hafta tuhaf biçimde tanıştığım 97. Alay subayları. Onlardan epey hoşlanacaksınız.”

Mr. Pickwick’in ılımlı hâli anında geri geldi. Garson geri döndü ve üç beyefendiye odaya kadar eşlik etti.

“Teğmen Tappleton.” dedi Mr. Winkle. “Teğmen Tappleton, Mr. Pickwick. Doktor Payne, Mr. Pickwick. Mr. Snodgrass’la daha önce görüştünüz. Dostum Mr. Tupman, Doktor Payne. Doktor Slammer, Mr. Pickwick. Mr. Tupman, Doktor Slam.” Mr. Winkle bu noktada bir anda duraksadı çünkü hem Mr. Tupman hem de Doktor’un yüzünde ciddi bir ifade vardı.

“Bu beyefendiyle daha önce tanıştım.” dedi Doktor, bariz vurguyla.

“Sahiden mi!” dedi Mr. Winkle.

“Hem de o kişiyle de eğer yanılmıyorsam.” dedi Doktor, yeşil paltolu yabancıya irdeleyici bir bakış bahşederek. “Bence o kişiye dün gece çok ısrarcı bir davette bulundum ve o da davetimi reddetmeyi uygun gördü.” Doktor bunu söyleyip yabancıya açıkça kötü kötü bakarak arkadaşı Teğmen Tappleton’a bir şeyler fısıldadı.

“Deme ya.” dedi beyefendi, fısıltı sonucunda.

“Gerçekten de öyle.” diye yanıtladı Doktor Slammer.

“Onu şuracıkta tekmelemen gerek.” diye fısıldadı kamp taburesinin sahibi, büyük bir ciddiyetle.

“Sessiz ol, Payne.” diye itiraz etti Teğmen. “İzin verirseniz sorabilir miyim, efendim.” dedi, tüm bu nezaketsiz durumu kayda değer bir şaşkınlıkla izleyen Mr. Pickwick’e hitaben. “İzin verirseniz sorabilir miyim, efendim, o şahıs sizin ekibinize dâhil midir?”

“Hayır, beyefendi.” diye yanıtladı Mr. Pickwick. “O bizim misafirimiz.”

“O kulübünüzün bir üyesi değil mi, ben mi yanılıyorum?” dedi Teğmen, sorgular biçimde.

“Kesinlikle değil.” diye yanıtladı Mr. Pickwick.

“Yani sizin kulüp düğmenizi asla takmaz mı?” diye sordu Teğmen.

“Hayır, asla!” diye yanıtladı şaşkın Mr. Pickwick.

Teğmen Tappleton sanki bu bildirimin doğruluğundan şüphe ediyormuş gibi belli bir omuz silkme eşliğinde arkadaşı Doktor Slammer’a döndü. Ufak tefek Doktor sanki bu bildirimle ilgili kimi şüphelere sahip olduğunu ima edermiş gibi hiddetli görünüyordu; Mr. Payne gaddar bir ifadeyle olanların farkında olmadan ışıl ışıldı.

“Beyefendi.” dedi Doktor, bir anda gözle görülür biçimde, sanki baldırına gizlice bir iğne saplanmış gibi irkilerek. “Dün gece buradaki balodaydınız!”

Mr. Tupman nefes alırken belli belirsiz ve bütün dikkatiyle Mr. Pickwick’e bakarak onayladı.

“O kişi sizin yanınızdaydı.” dedi Doktor hâlâ sakin görünen yabancıya bakarak.

Mr. Tupman bu gerçeği kabul etti.

“Şimdi efendim.” dedi Doktor yabancıya. “Size bu beyefendilerin önünde bir kez daha soruyorum, bana kartınızı verip bir beyefendinin hak edeceği muameleyi mi hak ettiniz; yoksa beni sizi oracıkta cezalandırmaya mı zorladınız?”

“Durun efendim.” dedi Mr. Pickwick. “Bu meselenin bir açıklama olmadan daha fazla uzamasına izin veremem. Tupman, lütfen olanları anlatın.”

Mr. Tupman, böylece ciddiyetle olanları anlattı; ceketin ödünç alınmasına varla yok arası değindi; bunun “yemekten sonra” gerçekleştiğine etraflıca değindi; kendi adına biraz tövbe ettiğinden söz etti ve lafı elinden geldiğince adını temize çıkarması için yabancıya verdi.

Yabancıyı merakla izleyen Teğmen Tappleton belirgin bir küçümsemeyle, “Sizi tiyatroda görmedim mi efendim?” dediğinde yabancı açıkça bunu yapmak üzereydi.

“Kesinlikle.” dedi arsız yabancı.

“O bir gezici aktör!” dedi Teğmen kibirli bir tavırla Doktor Slammer’a dönerek. 52. Alay’daki subayların yarın akşam gidecekleri oyunda bir rolü var. Bu mevzuya devam edemezsiniz Slammer, bu imkânsız!”

“Epey!” dedi onurlu Payne.

“Sizi bu uygunsuz duruma dâhil ettiğimiz için özür dileriz.” dedi Teğmen Tappleton, Mr. Pickwick’e hitaben: “Eğer tavsiyemi kabul ederseniz, gelecekte böylesi olaylardan kaçınmanın en iyi yolu arkadaş seçiminde daha dikkatli olmanız olacaktır. İyi geceler, efendim!” diye ekledi ve böylece Teğmen odayı terk etti.

“Benim de tavsiyede bulunmama izin verirseniz efendim.” dedi huysuz Doktor Payne. “Ben Tappleton olmuş olsam ya da Slammer olsa burnunuzu cimciklerdim, efendim ve bu ekipteki herkesin burnunu da çimdiklerdim. Yapardım, efendim, herkesin. Benim adım Payne, efendim. 43. Alay’ın Doktor Payne’i. İyi akşamlar, efendim.” Bu konuşmayı bitiren ve son üç kelimeyi yüksek sesle söyleyen Payne, arkadaşının hemen ardından çıktı ve hiçbir şey söylemeyen ama ekibe dondurucu bir bakış atan Doktor Slammer ise onu takip etti. Az önceki meydan okuma sırasında yaşadığı artan öfke ve aşırı şaşkınlık Mr. Pickwick’in asil göğsünü neredeyse ceketini patlatacak kadar şişirmişti. Olduğu yerde boşluğa bakarak donakaldı. Kapının kapanması onu kendine getirdi. Bütün varlığını kaplayan bir öfke ve gözlerindeki ateşle ileri atıldı. Eli kapı kolundaydı ve eğer Mr. Snodgrass saygıdeğer liderinin ceketinin kuyruğunu yakalamamış ve onu geri çekmemiş olsa bir an sonra eli, 43. Alay’ın Doktor Payne’inin boğazına yapışmış olurdu.

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
09 ağustos 2023
ISBN:
978-625-6862-53-1
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 5, 3 oylamaya göre