Kitabı oku: «Ebu Müslim Horosani'nin İntikamı», sayfa 6
17
SAHİB-ÜL HABER 10
Ebu Müslim, Dahhâk çıktıktan sonra bir süre gözlerini yere dikerek Dahhâk’ın söylediği sözleri tekrar düşünmeye başladı. Bu adamın açıkça göze çarpan şaklabanlık ve budalalığına rağmen batınen başka bir hakikat sahibi olduğunu anlıyor, kendi kendine “Mutlaka bu maskara adam bu tavırlar altında bir akıl bir zekâ gizliyor.” diyordu. Gülnar’ı, onun kendisine olan yardımını düşünmeye başladı. Zaten bu kızdan daha önce öyle bir meyil hissetmişse de önem vermemişti. Ebu Müslim, Dahhâk’tan bu sefer işittiği nasihatlerden sonra o âşık kızdan faydalanmayı, onu kendi maksadı uğrunda kullanmayı uygun görüyordu. İşte, Ebu Müslim bir saat kadar bu teferruat ile vakit geçirdikten sonra odaya bir uşağın girmesiyle kendini topladı. Uşak, boynundaki buhur torbasından mangala buhur attı. Ebu Müslim uşağı görünce Halit’i hatırına getirerek yüksek bir sesle sordu:
“Halit nerededir?”
“Efendim, bahçede… Yoldan gelmiş bir adam ile konuşuyor.”
“İkisini de buraya çağır.”
Ebu Müslim uşağın yoldan gelmiş dediği adamın, dönüşünü büyük bir merak ve istekle beklemekte oldukları casustan başka biri olamayacağını düşünüyordu.
Az bir müddet sonra Halit güler yüzlü bir çehreyle odaya girerek “Beklediğimiz adam geldi, içeriye girsin mi?” diye sordu.
Ebu Müslim hemen girsin, cevabını verdikten sonra Halit’i oturmaya davet etti. Ebu Müslim, Halit’in akıl ve dirayetine fevkalade güvendiği için onunla daima istişare eder, kendisinden bir şey gizlemezdi. Halit, Ebu Müslim’in yanında oturdu. Kısa bir zaman sonra casus yol elbisesiyle üzerinde aba başında keyfiye (örtü) sarılı bir külah bulunduğu hâlde içeri girince selam vererek durdu. Ebu Müslim sordu:
“Çoktan beri mi buradasın?”
“Bir iki saatten beri buradaydım.”
“Niçin derhâl bizi gelip bulmadın?”
“Huzurunuza girmek için izninizi bekliyordum.”
“Böyle önemli haberler getirmek memuriyetiyle görevli olan, önem arz eden haberler izin beklememeli, geldiler mi hemen içeriye getirilmelidir.”
Ebu Müslim bu sözleri söyleyerek sanki fikir ve aklından geçenleri soruyor gibi Halit’e baktı. Halit başı ile yaptığı bir işaret ile bu fikri onayladı. Ebu Müslim çekilip odanın kapısını kapamasını ağasına emir ettikten sonra casusa oturması için bir işarette bulundu. Casus saygıyla ve terbiye ile oturunca Ebu Müslim sordu:
“Ne haber getirdin söyle bakalım, Merv’i ne hâlde gördün?”
“Şehir kuşatma altındadır. Düşmanlar şehrin her tarafını sarmışlar.”
“Düşmanlardan maksadın Kirmani’dir, değil mi?”
“Yalnız onu demek istemiyorum. Onun dışında Şeyban’ı da beraber zikrediyordum. Çünkü ikisi beraber, Nasr b. Seyyar ile savaşıyorlar. Bâtınen her biri diğerine fenalık yapmayı düşünüyor.”
Halit: “Bu nasıl olur? Benim aldığım bilgiye göre Kirmani, Merv’e girmiş, Nasr’ı şehirden çıkarmış.”
Casus: “Efendim! Aldığınız bilgi doğrudur. Kirmani, Nasr b. Seyyar’ı, Merv’den çıkararak şehri ele geçirmiş fakat bu zafer çok sürmedi. Olayları etraflıca arz edebilmem için ayrıntılara girmek için emir hazretlerinden izin dilerim.”
Ebu Müslim: “Ayrıntısıyla söyle, her şeyi anlat.”
Casus: “Bildiğiniz üzere Emevilerin durumu birkaç seneden beri pek perişan gidiyor. Bunların, bugünlerde merkezî hükûmeti korumaları halkın hilafet makamına olan sevgileri, din hakkındaki hürmetleri sayesindedir. Hilafeti İslamiye, Emevi Devleti’nin on dördüncüsü halifesi olan Mervan b. Muhammed’e geçince Emevi hanedanı erkânı ona karşı bir uyuşmazlık çıkardılar. Bu uyuşmazlık, halifeye karşı durmak hususunda halka cesaret verdi. Memleketinde bulunan siyasi fırkalar sessiz bir uyku içinde vakit geçirirken defalarca ona karşı ayaklandılar, hâkim olmaya göz diken Hariciler vesaire ve o cümleden Kirmani fırsattan yararlanarak silaha sarıldılar. Bu Kirmani’nin, Nasr b. Seyyar ile uzun bir hikâyesi vardır ki emir hazretleri arzu buyururlar ise söyleyeyim.”
Ebu Müslim: “Her şeyi ayrıntısıyla bilmek lazım. Her detayı etraflıca anlamalıyız ki ona göre doğru tedbirler düşünelim.”
Casus: “Bundan yirmi sene önce Horasan valisi Esed b. Abdullah vefat ettiği zaman o devrin halifesi olan Hişam b. Abdülmelik ölen valinin yerine kimi tayin edeceğine dair yakın çevresiyle görüşme yapmıştı. Onlar da dirayet ve çalışkanlığıyla bilinen devlet adamlarından Kirmani’yi tavsiye etmiş. Kirmani’nin asıl ismi, Cüdey b. Ali’dir. Malum ya Cüdey bir nevi kesik demektir. Hişam, ismi işitince uğursuz bulmuş. ‘Öyle adam lazım değil.’ diyerek reddetmiş. Başka adam aramış. Birkaç adamın ismi söylemiş. Hişam cümlesini reddetmiş. Nihayet şimdiki Horasan valisi Nasr b. Seyyar’ın tayinine karar vermiş. Anlaşılan Kirmani bunun için Nasr b. Seyyar hakkında kin ve düşmanlık beslemiş olmalı ki Hişam’dan sonra hilafet makamına gelen Velid b. Yezid b. Abdulmelik’in vefatı ile hilafet makamının boş kalması üzerine Mervanzadelerin birbirlerinin gözlerini oyarcasına ihtilafa düşmüşler. Memleket ihtilal ve kargaşa içinde kaldığı sırada bütün güç ve mevki sahipleri nasıl hâkimiyet sevdasına kapılmışsa Kirmani de fırsattan faydalanarak Nasr b. Seyyar’ın aleyhine konuşmuş. Malum ya, hâkimiyete her kim göz dikerse mutlaka bir fırkanın desteğine ihtiyaç duyar. Kirmani’nin ismi kendisinin İranlı olduğunu gösterirse de gerçekte bu adam İranlı değildir. Yemen Araplarından olan Ezd kabilesinden, Arap’tır. Yalnız Kirman’da doğduğu için ona Kirmani denilmiştir. İşte bu bağ ile Yemen Arapları Nasr b. Seyyar’ın aleyhine kendisine destek vermişlerdir. Çünkü Nasr b. Seyyar’ın fırkası bütün Hicaz Arapları demek olan Mudar kabilelerinden oluşmuştur. Hicaz ile Yemen Arapları arasında eskiden beri dehşetli bir düşmanlık yerleşmektedir. Bu ihtilaf hâlâ aynı şekilde devam ediyor. Devletin en mühim askerî kuvvetini oluşturan bu iki yerin Arapları arasında hüküm süren ayrılık, bu şiddetli rekabet ve düşmanlık Arap Devleti’nin sonu gelmesinin sebebi olacaktır. Horasan’da bulunan Araplar da Yemenli ve Hicazlı veya Necidli olarak iki fırkadan oluştukları için bunların arasında da büyük bir rekabet, ayrılık hüküm sürmekteydi. Durum bu şekildeyken arz ettiğim gibi halife vefat edince iki fırkadan da birtakım adamlar şimdiki halife Mervan b. Muhammed yerine Mervan hanedanı erkânından birini halife yapmaya kalkıştılar. Horasan’da bulunan Araplar da o cümleden işe karışarak iki fırkaya ayrılmışlardı. Vali, Nasr b. Seyyar bu vahim ayrılığı, askerî gücü kullanarak telafi etmek istedi. Arada hâkimiyeti kurarak olan ayrılığı bitirmeye çalıştı. Fakat bütün mesaisi boşa gidince onlara verilmekte olan maaşları kesti. Günün birinde Nasr b. Seyyar camide hutbe okurken iki asker ayağa kalkarak maaşlarını istediler. Nasr yüzlerine bağırarak ‘İsyan ve nifaktan sakınınız, ibadet ve cemaat kurallarını tutunuz.’ dedi. Fakat söz dinletemedi. Halk camiden çıkarak her biri bir tarafa saptı. Memleket büyük heyecana düştü. İhtilal belirtileri görülmeye başladı. Nasr, tekrar minbere çıkarak bir nutuk daha okudu. Bu nutuk bugüne kadar dilden dile devam ediyor. Nasr, bu nutukta diyordu ki:
‘Heyhat! Benden maaş istemeyiniz, şer için ihtilal için çalışıyorsunuz. Memleketin başına nasıl bir felaket getireceğinizi her tarafı al kana nasıl boyayacağınızı takdir edemiyorsunuz. Ne kadar adil olursa olsun hiçbir hâkimden memnun olmazsınız. Ey Horasan halkı! Memleketinizin sınırlarını düşmana karşı en mahkûm kale, en metin siper olduğunu unutuyor musunuz? Sakın ikiye ayrılıp birbirinizi mahvetmeyiniz. Ayrılık ile nifak ile memleketi ihtilal düşerse, düşürmeyiniz. Allah’tan bulunuz, sizi birer birer tecrübe ettim. İçinizde ciddi, gerçekten cesaretli on kişiden fazla bulmadım. Son pişmanlık fayda vermez. İşte ben nasihat görevini yerine getiriyorum. Dinlemezseniz bunun felaketi size aittir.’
Kirmani, asker arasında meydana çıkan bu ayrılıktan bilgi aldı. Nasr b. Seyyar daha önce kendisi bulunduğu memuriyetten uzaklaştırmıştı. Kirmani bu ayrılıktan yararlanarak isyan ateşi için arkadaşlarıyla görüşmüştü. Bunlar Merv’de bulunan Yemenlilere başvurarak desteklerini temin etmek üzere isyanı uygun gördüler. Nasr b. Seyyar’ın yönetiminde önde gelenlerden, sözüne cidden güvendiğim bir şahıstan aldığım bilgiye göre Hicazlılar ta o zamandan Kirmani’nin katlini, Nasr b. Seyyar’a tavsiye etmişler. Ona, ‘Bu adam sana karşı memleketi kargaşaya veriyor. Onu yakalayarak ya öldürmeli yahut hapsetmelidir.’ demişlerdi. Nasr bu sözleri dinlemedi. ‘Hayır, öyle yapamam. Zukûr, İnas adında çocuklarım var. Kızlarımı onun erkek çocuklarına veririm. Onun kızlarını da erkek evlatlarıma alırım, bu şekilde zarar olan şeyleri kapatırım.’ demişti. Hicazlılar buna itiraz ettiler. ‘Bu gibi şeyler onu kargaşadan alıkoymaz.’ düşüncesindeydiler. Nasr b. Seyyar: ‘O hâlde kendisine yüz bin dirhem (akçe) gönderirim. Kendisi gayet cimri bir adam olduğu için bu paradan adamlarına hiçbir şey vermez. Bunun üzerine adamları gücenirler kendisini bırakıp giderler. O zaman zarar verecek hiçbir kötü kalmaz.’ fikrinde bulundu. Hicazlılar bu fikri kabul etmediler. ‘Bu kadar büyük bir parayı bir düşmanın eline nasıl verirsin? Para ile bir kat daha kuvvet kazanarak daha dehşetle saldırmayacağını size kim temin eder?’ fikirlerini peş peşe söylediler. Kısaca, Hicazlılar Nasr ile bu hususta pek çok mücadele ettiler. Nihayet kendisine ‘Bu adam hâkimiyete sahip olmak için Hristiyan veya Yahudi olmak lazım gelse din ve mezhebini değişmekte bir an tereddüt etmez.’ dediler.
Nasr, Hicazlıların bu meselede çok ısrarda bulunduklarını görünce Kirmani’nin hapsine karar verdiler. Getirilmesi için zabıta müdürünü gönderdi. Yemenlilerden Ezd kabilesi Kirmani’yi kurtarmak istedi. Kirmani buna engel oldu, gülerek zabıta müdürü ile Nasr’ın yanına gitti. Huzuruna girince Nasr kendisine şu soruyu yöneltti:
‘Katline dair Irak emiri Yusuf b. Ömer Sekafi’den resmî mektup aldığım zaman senin için Horasan’ın reis ve kahramanıdır. Canına kıymak caiz değildir, diye cevap yazarak seni korumadım mı?’
‘Evet.’
‘Senin törenin ve akrabalarının ısrar ve itirazına rağmen oğlun Ali hakkında elimden gelen her iyiliği yapmadım mı?’
‘Evet.’
‘Ödemesine mecbur olduğun tutarı senden almayarak yavaş yavaş maaşlara kesmek suretiyle ben, birden ödemedim mi, seni bundan da kurtarmadım mı?’
‘Evet.’
‘O hâlde bütün bu iyiliklerin karşılığı olarak hangi vicdan ile aleyhimde fitne fesat tertip etmek istiyorsun?’
‘Emir! Ne kadar iyilikler zikrettinizse bunların cümlesini fazlası fazlasına hakkımda yaptınız. Bunu hiçbir vakit inkâr etmiyorum. Tam tersi fevkalade minnettarım. Önceki vali, Esed b. Abdulla’a karşı yaptığım hizmetleri elbette bilirsiniz. Acele hüküm vermeyiniz. Biraz ilerisini düşününüz. İyiliğe fitne fesat ile karşılık vermemiş olduğumu göreceksiniz.’
Nasr b. Seyyar sabır ve yavaş hareket etmeye imkân göremeyerek hicri 126 senesinde Kirmani’yi tutuklattı, Merv kalesinde hapsini emreyledi. Ezd kabilesi onun salıverilmesi için rica etti. Nasr ricaya karşı ‘Kendisine kötülük olur diye korkuyorsanız yanında emin olduğunuz bir adam bulundurunuz.’ cevabını verdi. Ezdiler, Yezid Nahvi adında birini seçerek onun yanında bulundurdular. Fakat bu tutukluluk zamanı çok uzamadı. Ceyhun Nehri ile Semerkant şehri arasından bulunan Nesef şehri halkından biri, bir miktar para yardımı karşılığında bir hile ile Kirmani’nin kale cephanesinden kurtarılmasını ailesine söz verdi. Bu Nesefli adam kalenin su yolunu gizli hafriyat ile genişleterek Kirmani’yi oradan pek büyük zahmetler ile çıkarmayı başardı. Kirmani su yolundan çıkınca atı hazırlanmıştı. Ayağında bukağı olduğu hâlde ata binerek adamlarına katıldı. İşte bu tarihten itibaren Kirmani, Nasr b. Seyyar’ın en dehşetli düşmanlarından biri oldu. Nasr, Kirmani’yi sağ bıraktığına çok pişman olmuş fakat iş işten geçmişti. İkisi arasına aracılar girdi. Bunlar Nasr’dan, Kirman’nin affını, tekrar hapsetmemesini istediler. Bunun üzerine Nasr onu affetti. Fakat birbirlerine karşı güvenleri yoktu. Kirmani, cuma namazı kılmak için camiye bin yüz hatta daha fazla adam ile geliyor. Mahfilin dışında namaz kılıyordu. Sonra mahfile Nasr’ın huzuruna girerek selam veriyor, hiç oturmadan çıkıyordu. Daha sonra Nasr’ın yanına gelmemeye, onun aleyhine işler karıştırmaya başladı. Nasr ona adam gönderdi, tutuklanmasından dolayı kendisine mazeretini anlatmak istedi. Fakat Kirmani bu başvuruyu reddetti. Nihayet Kirmani, Nasr için dehşetli bir bela kesildi.”
18
HARS B. SÜREYC İLE KİRMANİ
Casus bunları anlatırken Ebu Müslim dikkatli bakışlarla onu süzüyor sanki onun kalbinde her ne varsa çekip almak istiyor. Nasr’ın, Kirmani’ye karşı gösterdiği hoşgörüye kızıyordu. Kendini Nasr’ın mevkisinde hayal ederek pek fena canı sıkıldı. Artık daha fazla bekleyemedi. Casus: “Nihayet Kirmani, Nasr için dehşetli bir bela kesildi.” sözünü söyleyince Ebu Müslim gazap ve hiddetle bağırdı:
“Zayıflığın, tereddüdün cezası işte böyle olur! Miskin adam, niye buna meydan verdi? Derhâl öldürmeli, rahat etmeli değil miydi?”
Ebu Müslim bu sözleri söylerken sakalının kıllarıyla oynuyor, Halit ise Ebu Müslim’in bu hiddet ve şiddetinden âdeta ürküyordu:
Ebu Müslim casustan sordu:
“Daha neler öğrenebildin?”
“Sonunda Kirmani, Nasr b. Seyyar’ın aleyhinde alenen başkaldırdı. Geçen sene veya evvelki sene ezici bir kuvvet ile kendisini Merv şehrinden uzaklaştırdıysa da Haris b. Süreyc’den de kurtardı.”
Halit, casusun sözünü keserek: “Ben ihtilalci liderlerinden bu Haris’i tanıyorum. Türk memleketindeydi, büyük yararlılıkları, kahramanlıkları görülmüştü. Kendisi ile Nasr arasında bir ayrılık meydana gelimişti. Nasr’a karşı geldi. Nasr araya bazı adamlar koyarak hüküm suretiyle işi düzeltmek istediyse de faydası olmadı.” dedikten sonra Ebu Müslim’e doğru bakarak:
“Bu adam siyah sancaklar sahibi olduğunu iddia ediyor!” dedi.
Ebu Müslim, Halit’e bir büyük bir hayretle baktı. Casus, tekrar söze başladı.
“Fakat Nasr b. Seyyar, onun siyah sancaklar için çalıştığına inanmadı. Kendisine haber gönderdi. ‘Şam’ın surunu yıkmaya Emevilerin devletini yerle bir etmeye kendinde kuvvet buluyorsan işte ben sana destek olarak beş yüz at, iki yüz deve, istediğin kadar para ve silah veriyorum. Al git, bu işte becerikli bir adam olduğunu ispat edebilirsen sana ilk itaat edecek adam ben olacağım. Fakat buna kudretin yetmezse kabilen halkını boşuna mahvetmekten ne çıkar?’ uyarısında bulundu. Haris, düşünüp taşındı, Nasr’ın düşüncesini doğru buldu. Fakat bir kere asker arasında fesat, nifak, hırs, menfaat ve ihtilal fikirleri konuşmuştu. Akıbetin nasıl acıklı bir sonuca sürükleneceğini düşünenler, takdir edenler pek nadirdi. Haris, Nasr b. Seyyar’a bir cevap yazdı. Bunda: ‘Dediğin hep haktır. Çare ki adamlarım dinlemiyor anlayamıyorlar.’ diyordu. Nasr yine nasihate devam ediyordu. Haris’e: ‘Anlaşılan adamların senin sözünü tutmuyorlar. Fakat bu nifak ve uyuşmazlık Hicaz ve Yemen Araplarından yirmi bin kişinin helakına sebep olacağını da unutma.’ diye yazıyordu.”
Ebu Müslim, casusun sözünü kesti. Başını sallayarak:
“Siyah sancak sahiplerinden korkuyorlar demek. Zaten bundan sonra faaliyetlerimizi görecekler, nasıl adam olduğumuzu anlayacaklardır. Siyah sancak sahipleri hiçbir meselede öyle tereddüt etmezler, hıyanete karşı sessiz kalmazlar. Tam tersi her kimden şüphe ederlerse onu derhâl idam ile fesatı kökünden kesip atarlar.”
Ebu Müslim bu sözlerden sonra susunca, casus sözlerine devam etti:
“Nasr b. Seyyar, Haris’e yöneltiği nasihatlerin hiçbir tesirini göremeyince şerrinden kurtulmak için onu Kirmani’ye musallat etmek istedi. Kendisine ‘Eğer iddia ettiğin iktidara sahip bir adamsan en evvel Kirmani’den başla, bu adamın gücünü yok edebilirsek derhâl sana boyun eğerim.’ diye yazdı.
Fakat Haris bu tarafa yanaşmadı. Sonuç olarak Haris, Nasr’ı avutarak vakit kazandı. Günden güne gücü artıyor şan ve şöhreti çarşı ve camilerde okunuyor, kendisine taraftar elde ediyordu. Nihayet bir gün Haris’in adı, bizzat Nasr’ın kapısı önünde okunmuş. Bunun üzerine halkı heyecana gelerek iki taraf silah ile çarpışmışlar. Dehşetli bir çarpışma olmuş. Nasr b. Seyyar, düşmanına karşı gelebilmek için Kirmani’nin yardımına başvurmuş. Fakat Kirmani, Nasr’dan emin olamayarak, doğruluğuna inanmayarak yardım etmemiş. Kendi hesabına çalışmak üzere üç taraftan oluşan bir çarpışma yaşanmış. Sonucunda da Nasr b. Seyyar, Merv’den kaçmaya mecbur olmuş. Kirmani şehri zapt etmiş. Haris, Kirmani’nin muzaffer olacağını görünce memleketin hâkimiyetinin ikisi arasında danışma yoluyla ortak olmasını talep etmiş. Kirmani bu teklifi reddettiğinden iki taraf arasında çarpışma başlamış. Çarpışmada Haris ölmüş, adamları dağılmış bütün Yemen kabileleri Kirmani’nin tarafına geçmişti. Savaş zamanında da kazanan taraf Yemen kabileleri olmuş. Nasr’ın taraftarı olan Hicazlılar mağlup perişan olmuş kendilerinden pek fena bir şekilde intikam alınmış, Haris de Hicazlıydı.”
Ebu Müslim, sordu:
“Demek ki Merv şehri, şimdi, Kirmani’nin elinde bulunuyor. O hâlde, Nasr nereye gitti?”
“Yine Merv’de… Çünkü Kirmani’nin şehri ele geçirmesi çok sürmemiş. Haris’in ölümü üzerine adamlarından bir kısmı Hicazlıların tarafına geçmiş. Hicazlılar tekrar kuvvet bulmuşlar. Nasr’ı tekrar Merv’e getirmişler. Kirmani şehri terk etmeye mecbur olarak şehrin dışında ordu kurmuş.”
“Şehri kuşatma altına almış, öyle mi?”
“Evet, fakat kendisi yalnız değil…”
“Beraber kim var, Haricilerden Şeyban Harûri’yi mi demek istiyorsun?”
“Evet, fakat Şeyban’ı önemsiz bir adam zannetmeyiniz. Kırk bin Harici bunun emirlerine tabidir. Malumatınızdır ki Hariciler, Mervan b. Muhammed’in hilafetini tanıdıklarından halifenin valisi olan Nasr b. Seyyar’a da doğal olarak düşmanlardır. Bunun için Şeyban, Hicazlı olduğu hâlde Yemenli olan Kirmani ile Nasr’ın aleyhinde ittifak oluşmuştu. Şimdi ikisi Nasr’a karşı duruyorlar.”
O zamana kadar sessizlikle vakit geçiren Halit sözü keserek Ebu Müslim’e Farisi ile:
“Bunların girişimimize karşı duramayacakları aşikârdır. Çünkü bizde Mervan’ı tahtan indirmek istiyoruz.” dedi.
Ebu Müslim, yine Farisi ile:
“Akıl ve tedbir nasıl olur memleket nasıl idare olunur onlara göstereceğim.” dedikten sonra casusa bakarak:
“Demek, Merv şimdi Kirmani ile Şeyban’ın askeri tarafından kuşatma altındadır.”
“Evet, ikisi de birbiriyle dost geçiniyor.”
“Emirleri altında ne kadar asker var, anladın mı?”
“Tamamen anlayamadım fakat herhâlde elli binden fazladır.”
Ebu Müslim ayağa kalmak istiyor gibi yerinden kımıldanınca casus artık çekilmek lazım geldiğini anlayarak ayağa kalktı. Odadan çıkıp gitti.
19
HAZIRLIK
Ebu Müslim, Halit ile yalnız kalınca ona dedi ki:
“Kirmani, Şeyban, Nasr… Şüphesiz bunların cümlesi ile savaşacağız.”
Halit, sessizliğini koruyarak cevap vermedi. Ebu Müslim bu sessizliğin manasını anladı:
“Sessizliğinden anlıyorum ki beraberimizde daha bir asker bile yokken bunlar ile nasıl savaşacağız? Sen biraz sabret. Her taraftan binlerce asker bize nasıl katılacak göreceksin. Şimdi havalar nasıl gidiyor ona bakalım.”
Ebu Müslim bu sözleri söyledikten sonra havaya bakmak için ayağa kalktı. Yürümeye başladı. Halit de kapıya kadar onunla beraber gitti. Bahçeye baktılar. Güneş her tarafa ışık salmış havalar ısınmış çamurlar kurumaya başlamıştı. Ebu Müslim havaların iyileştiğini görünce:
“Arzu edersek bu akşam yola çıkabiliriz.” dedi.
Halit: “Bu geceyi burada geçirip yarın hareket edersek daha iyi olur zannederim.”
“Sakıncası yok kalabiliriz. Yalnız büyük nakiplere haber gönderelim. Verdiğimiz karardan bilgi verelim. Merv’e varmadan önce alacağımız tedbirler hakkında fikir ve düşüncelerini alalım. Dediğim gibi adama, paraya ihtiyacımız pek fazladır. Her ne kadar bütün İran beylerinin desteğinden eminsem de harcamalarda kusur etmemeye çalışmalı bize karşı Araplar nasıl nifak ve ihtilaf içinde bulunuyorlarsa İranlılar arasında da büyük bir fesat ve ayrılık gayrilik vardır. Yalnız bunlar, bu durumların sonucu olarak bir şeyde müttefik o da Emeviler aleyhinde bulunmaktadır. İşte biz bu noktadan faydalanacağız. Sonucunda başarılı olabileceğimize eminim.”
“Gerçek dediğiniz gibidir. Fakat şimdiden mektuplar yazarak beyleri arkamıza alırsak daha iyi olamaz mı? Buradan ayrılmadan önce her tarafa adam gönderelim. Herkes hazırlanmaya başlasın. Ta ki Merv’e ulaşır ulaşmaz bize katılacak adamlar gecikmesin.”
“Buradan ayrılınca en yakın köye varacağız. Bugünden İran beyleriyle mektuplaşacağız. Daha sonra Sifezenç köyüne vararak dostumuz Süleyman b. Kesir’e misafir olacağız. Bu köy, Merv şehri ile karşı karşıyadır.”
Halit, Süleyman b. Kesir’in ismini işitince Ebu Müslim’in bu adama duyduğu hürmet ve teveccühe rağmen hakkında kalben pek büyük düşmanlık beslediğini hissetmekten kendini alamadı. Çünkü bu Süleyman, Ebu Müslim daha ortada yokken ehlibeyit adına hilafeti ele geçirmek için çalışmış, birçok yararlılıklar ve fedakârlıklar göstererek büyük bir mevki kazanmıştı.
İmam İbrahim bütün Şia taraftarları komutanları arasından Ebu Müslim’i seçip Horasan’a gönderince Süleyman onun emrinde bulunmayı kibirine yediremeyerek küçük yaşından dolayı komutanlığını tanımak istememişti. O sırada Şia reisleri arasında Ebu Davud namında bir adam vardı. Ebu Müslim’in taraftarlığını tercih etti. Onun teşvikiyle bütün önde gelen komutanlar, Ebu Müslim’in amirliğini kabul ettiler. Ebu Müslim bu meseleden haberdar olunca Süleyman’a karşı bir kin bağlamış, Ebu Davud’un dostluğunu takdir etmişti. İşte Halit, Süleyman b. Kesir’in ismini işitince bu meseleyi hatırına getirdi. Fakat son derece hassas olan Ebu Müslim’e hislerini hissettirmemek için derhâl, soruya aceleyle cevap verdi:
“Hazırlığımız iyi durumdadır… Böyle çıkmaya hazırlanalım. Yarın buraya en yakın olan köye gideriz. Galiba en yakın köy Füneyn’dir. “
“Evet, en yakın köy budur. Nakiplere haber gönder. Yarın harekete hazırlansınlar. Yola çıkmadan evvel Merv beyi ile vedalaşmak gerekir. Dostları olan diğer beyler ile haberleşsin. Bize para ile adam bularak yardımda bulunsunlar.”
Halit onay manasını verecek bir işarette bulunduktan sonra kapıdan dışarı çıktı.
Gülnar’a gelince, maşita çekilip gittikten sonra kendisini düşünce ve acı içinde bırakmıştık. Zavallı kızcağız bütün o geceyi hayaller kurarak geçirmişti. Dahhâk’ın, Ebu Müslim’e gideceğini, hediyeyi takdim edeceğini düşündükçe kalbi çarpıyor, uyuyamıyordu. Ertesi gün sabah olunca, bir gün evvel çektiği acılar, geceleyin uğradığı merak ve uykusuzluktan kendisini keyifsiz görerek yatakta kaldı. Birbirine karışmış fikir ve hislere karşı koyamıyordu. Pederinin sabahleyin erken yanına gelmesinden, Ebu Müslim’in kalbini keşfe çalışıyorken pederinin kendisine Kirmanizade’nin nişanından konu açmasından korkuyordu. Gülnar bu hissiyat altında ezildiğini görünce maşitasını hatırına getirdi. Onun tesellilerine çok ihtiyacı vardı. Yatak içinde onun gelmesini bekledi. Gülnar zihninde kurduğu şeylere genişlik vermek veya ısınmak üzere ara sıra yorganını başına çeker fakat içi sıkıldıkça yorganı omuzları hizasına indirerek mahzun mahzun içini çekiyordu. Ya Kirmanizade’nin nişanı meselesinden bahsetmek için pederinin yahut hediye işinden haber almak üzere yalnız veya işi bitirdikten sonra Dahhâk ile beraber maşitanın gelmesini bekliyordu.
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.